Umursama Kapasitesi - Mira Fong



“Başka bir varlığı onun sorunlarını kendi sorunlarıymış gibi sahiplenecek denli umursamak, kişinin gerçek etik gelişiminin başlangıcıdır.” Felix Adler
Yoldaki nice insan gibi benim yolculuğum da anlam arayışı yolunda sürüp giden bir macera. 60’lardan 90’lara dek içinde nükleer karşıtı ve feminist hareketlerin, çevre ve hayvan özgürlüğü hareketlerinin de bulunduğu bir dizi toplumsal reform meydana geldi- bunlar daha az ayrıcalığı bulunan gruplara yönelik adalet ve eşitlik taleplerinin bir uzantısıydı.

Çoğu insan için ruhsal bir hayat yaşamak deyince akla meditasyon, yoga pratikleri ve kutsal metinlerin incelenmesi geliyor, tabii bunlara bir takım ezoterik öğretiler de dahil. Ayrıca insanların sağlığına ve refahına işaret eden kadim iyileşme sistemlerinin yeniden revaçta olduğunu görüyoruz. Bu tür odaklanmalar bir anlamda egoları şişiren ruhsal bir materyalizme dönüşüyor, gerçek ruhsal tesellimiz olan dünyayla değil de fiziksel benliğin iyileşmesine yoğunlaşıyor.

Arayıştakiler, ruhsal hayatla sosyal eylemciliğin birbirini kapsadığı türden bir tavra sahip olabiliyorlar. Öforik bir dinginlik içinde boğulmuş olsak da yüreklerimiz yaşayan bütün canlılarla ahenk içerisinde atmıyor; çünkü umursama kapasitemiz ruhsallığımızın en temel besini aslında.
Şehirler ve devletler ortaya çıkmadan çok uzun zaman önce ormanlarda yaşayan bilgeler gerçek kimliğimizi bir arada tutan şeyin doğa olduğunu biliyorlardı. Kâhinler, yaşamları doğal güçlerle ve etraflarında dolaşan vahşi hayvanlarla yakın bir ilişki halinde olduğu için büyüleniyorlardı, ve onların aracılığıyla kendi varoluşlarının gizemlerini tecrübe ediyorlardı.
Ne yazık ki, modern dünyada hayvanların ibadet yerlerine girmelerine  izin verilmiyor. Hem aşağı hem de önemsiz oldukları düşünülerek onlardan uzak duruluyor. Gezegen üzerindeki milyarlarca tür içinde bir tür  olarak insanlar bütün canlıların ruhsal bir evrim içinde birbiriyle bağlantı halinde olduğunu kabul etme konusunda istekli değiller.
Kendini gerçekleştirme arayışı içindeki insan dünyanın her yerinde yaşanan büyük adaletsizliklerle de yüzleşmek zorunda. Ruhsal uyanış yönünde gösterilen çabalar başkalarının çektiği acıları dışlayamaz. Yani;iş başında bir ruhsallık doğrudan sosyal eylemlerde bulunmayı gerektirir, buna örnek olarak Mahatma Gandi’yi verebiliriz, onun yaşamı herkes  için bir aydınlanma örneğiydi-şiddet içermeyen hareketi hem insanlar  hem de hayvanlar için önemliydi, şöyle söylüyordu Gandi:”bir canlı, yardıma muhtaç bir hâl içinde oldukça insan zulmünden gene insan tarafından korunmaya daha çok hak sahibidir.”
İnsanların doğaya müdahalesi sonucunda hayvanlar aleminin maruz bırakıldığı soykırıma bakınca doksanlı yıllar sömürü çağı olarak adlandırılabilir. Gezegenimizde yaşanan kriz kendi ruhsal krizimizdir.  İnsan önceliğinin sebep olduğu kibirle yoldan çıktık, ve bu durum fabrika çiftliklerinde, araştırma laboratuarlarında, hayvanat bahçelerinde, sirklerde ve diğer yerlerde yaşayan milyarlarca hayvanın büyük acılar çekmesine neden oldu.
Transgenik bilimin gelişmesi, doğadaki canlılara yönelik en son saygısızlık. Çiftlik hayvanı diye isim verilen barışçıl bir varlık bugün genetik mühendislik aracılığıyla bir çok deformasyona maruz kalacak şekilde suistimal ediliyor. Genetiği değiştirilmiş laboratuar hayvanları ayrıca giderek çoğalan ve zalim deneylerde kullanılıyorlar. Bunlar acil müdahalemizi gerektiren acı verici gerçekler. Buda hisseden bir dünyanın muazzam acılarıyla yüzleşmişti, bu acı Bodhisattva’nın merhamet patikasına giden yolu açmıştı (boddhisattva=Budalık mertebesine ulaşabilen fakat başkalarının ıstırabına karşı duyduğu merhamet ile bu mertebeden vazgeçen kimse).
Küresel kriz giderek kötü bir hâl aldıkça bir eylemcilik çağına giriyoruz. Aslında, giderek ortaya çıkan bu ruhsallık çevre ve hayvanlar adına çoktan bir halk hareketi görünümüne bürünmüş durumda. Küresel bir ruhsallık, kim olduğumuzu ve görevimizin ne olduğunu hatırlamamıza yarayacak bir araç görevi görüyor.
Ruhsallık nedir? The Souls of Animals adlı kitabında Gary Kowalski şöyle bir tanımdan söz ediyor: “ruhsallık, kişinin farkındalığını daha büyük bir evrene doğru genişletmesidir”. Kowalski ayrıca “ruh, özün ne olduğu konusunda bilinç kazandığımız bir kanaldır” diyor.
Kendi hayatımda bu tür önemli bir ân köpeğim Mitra’nın ölümü sırasında yaşanmıştı. Mitra’yı çok sevdiği Sangre de Cristo dağlarına götürdük ve Aspen ağaçları arasındaki yumuşak çimlerin üzerine yatırdık. Orada büyük sırla son kez birleşmek için hazırlanırcasına beden yoğunluğunun giderek hafiflediğini gördüm, ölümün sihrine tanık oldum. Ruhun maddesel varlıktan son kez ayrılışına tanık oldum, sihirli bir dönüşüm ânıydı.
Hayvan hakları hareketi kendi ahlâki ve ruhsal tutarlığımızın bir sınavıdır. Hayvan özgürlüğü insan özgürlüğü ile aynı şeydir. Her bir ağaç, her bir kaya ve her hayvan bir hürmet sebebi olmalı; atalarımız böyle yaşadı. Hayvanlar insan toplumunun eşit üyeleri. Hayvanların özgürce ve zarar görmeden yaşama hakları var, bu haklar insanların haklarına muhaliftir. Doğanın ve bütün hayvanların haklarını korumak kendi ruhsal olgunluğumuza doğru yol alışımızda bir geçit görevi görebilir.
Bir eylemcinin ruhsal pratiği nedir? Gönüllü sadelik ve zarar vermeme pratiğinin bir birleşimidir. İnsanın kişisel yaşam tarzı kendi kanaatlerinin bir ispatıdır. Bu tür pratikler Doğu ya da Batı’daki dînî kaidelerden farklı değildir.  Bodhisattva’nın yolunda büyük merhamet, bütün canlıların ağlayışlarını duymak ve onları kurtarmaya gelmektir. Aynı  maksatla hayvan özgürlüğü hareketi politik eylemler ve eğitim yoluyla hayvan sömürüsünün bütün biçimlerini ortaya kaldırmaya kararlıdır.
Hayvan hakları çalışmasının arkasındaki itici güç, adalet arayışıdır, “gerçek etik gelişimin başlangıcıdır”. Başka hayvanların insanın hırsı ve kabalığı sebebiyle maruz kaldığı acılar kendi koşullarımıza açılmış bir penceredir, işte bu, insanın kendini oldurmasının hakîki anlamıdır.
Çeviri: CemC
hayvanozgurluguhareketi.wordpress.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder