Ekolojik Feminizmin Gücü ve Vaat Ettikleri - KAREN J. WARREN

Ekolojik feminizm (ekofeminizm), alternatif bir feminizm ve çevresel ahlak anlayışı olarak son zamanlarda hak ettiği miktarda dikkati çekmeyi başardı. Francoise d’Eaubonne’un ekofeminizm kavramını 1974’te kadınların ekolojik bir devrim yapabilme potansiyelini gündeme getirdiğinde açıklamasından bu yana, bu terim bir çok şekilde kullanılmıştır. Benim bu terimi bu yazıda kullandığım üzere, ekolojik feminizm kadın hakimiyeti ve doğa hakimiyeti arasında bulunan önemli tarihsel, deneysel, sembolik, teorik bağlantıların mevcudiyeti ve hem feminizm hem de çevresel ahlak açısından hangisinin daha kritik olduğunun anlaşılmasıdır. Ekolojik feminizmin gücü ve vaat ettiklerinin hem feminizmin yeniden kavranması açısından hem de kadın hakimiyeti ve doğa hakimiyeti arasında önemli bağlantılar sağlayan çevresel bir ahlak anlayışı geliştirmekte kendine özgü bir rejim oluşturmak olduğu düşüncesini savunuyorum. Bunu feminist ahlakın doğasını ve ekofeminizmin sağladığı feminist ve çevresel ahlak yollarını tartışarak yapıyorum. Kadının ve doğanın arasındaki birbirine eş ve onları birbirine bağlayan hakimiyeti ciddiye almak konusunda başarısız olan tüm feminist teoriler ve çevresel ahkal anlayışlarının en iyi ihtimalle tamamlanamamış ve en kötü ihtimalle basitçe yetersiz olduğu sonucuna varıyorum.

FEMİNİZM, EKOLOJİK FEMİNİZM VE KAVRAMSAL REJİMLER

Diğer oldukları bir yana, feminizm en azından seksist hakimiyeti sona erdirmek için bir harekettir. Sistematik ve devam eden kadın itaati ya da hakimiyetine katkıda bulunan herhangi bir faktörü ya da tüm faktörleri berteraf etmekle ilgilidir. Feministler kadın itaatinin çözümleri ve doğası hakkında hemfikir olmasalar da tüm feministler seksist hakimiyetin varlığı, bunun yanlış oluşu ve ortadan kaldırılması gerekliliği konusunda hemfikirdirler. “Feminist Konu” kadın hakimiyetinin anlaşılmasına herhangi bir şekilde katkıda bulunan konulardır. Eşit haklar, karşılaştırılabilir işiler için karşılaştırılabilir ücretler ve yemek üretimi devam eden kadın boyun eğmesinin ve istismarının anlaşılmasına katkıda bulunduklarının anlaşılması
sebebiyle her nerede ve ne zaman olursa olsun feminist konulardır. Su taşıma, odun arama gibi işler, bu tür görevlerin kadınların birincil sorumluluğu oluşu sebebiyle erkekler tarafından gerçekleştirilen karar verme, gelir üretme ya da daha yüksek pozisyonlara katılımlarının eksikliğine katkıda bulunması sebebiyle her nerede ve ne zaman olursa olsun feminist konulardır. O halde, feminist konu olarak kabul edilen şeyler, ağırlıklı olarak şartlar ve çevreye, kısmen de kadınların hayatlarındaki tarihsel ve maddesel durumlara bağlıdır. Çevresel bozulma ve istismar feminist konulardır çünkü onların anlaşılması kadınlar üzerindeki hakimiyetin anlaşılmasına katlıda bulunur. Örneğin, Hindistanda, ticari üretimde kullanılması amacıyla tek kültür ağaç türleri (ör: okaliptüs) üretimi için hem ağaçlandırma hem de ormanı yok etmenin kullanılması femisit konulardır çünkü yerli ormanlar ve çoklu ağaç türleri kırsal kesimdeki Hindistanlı kadınların ev halkını geçindirmesi konusundaki yeteneklerini büyük ölçüde etkilemektedir. Yerli ormanlar yemek, yakacak, yem, ev haklının kap kacak ihtiyacı, boyalar, ilaçlar ve gelir üretici kullanım amacıyla birçok ağaç sağlarken tek kültür- türünde ormanlar sağlamazlar. Bu iddia ile ilgili burada tartışmayacak olsam da, çevresel bozulmanın kadınların hayatlarına olan global etkisine bakmamız çevresel bozulmanın feminist bir konu oluşunu destekleyecek önemli bağlar ortaya koymaktadır. Feminist felsefeciler en önemli feminist konuların kavramsal olanlar olduğunu iddia etmektedirler: bu konular bir kişinin bu dayanak noktası konumundaki nosyonları neden ve rasyonellik, ahlak ve insan olmanın ne olduğu ile ilgili olarak nasıl kavramlaştırdığı ile alakalıdır. Ekofeministler bu feminist felsefik ilgilerini doğa ile genişletmektedirler. Onlar, eninde sonunda, kadın hakimiyeti ve doğa hakimiyeti arasındaki bazı önemli ilişkilerin kavramsal olduğunu düşünmektedirler. Bunu görebilmek için, kavramsal rejimleri dikkate almaktadırlar.Bir kavramsal rejim, bir kişinin kendisini ve kendi dünyasının yansıtıp şekillendirmesinde kullandığı temel inançlar, değerler, eğilimler ve varsayımların kümesidir. Sosyal olarak kendimizi ve diğerlerini algılamamız için bir lens olarak inşa edilmiştir. Cinsiyet, ırk, sınıf, yaş, oryantasyon etkileşimi, ulus ve dini geçmiş gibi faktörlerden etkilenir. Bazı kavramsal rejimler ezicidir. Ezici kavramsal rejimler hakimiyet ve itaat arasındaki ilişkileri açıklar, haklı çıkartır ve gösterir. Ezici bir kavramsal rejim ataerkil olduğunda, kadınların erkeklere itaatini açıklar, ortaya koyar ve gösterir. Başka bir yerde ezici kavramsal rejimlerin üç türü olduğu konusundan bahsetmiştim: (1) değer-hiyerarşik düşünme, ör, “yukarı” olanlar için “aşağı” olanlara nazaran daha yüksek değer, rol ya da prestij tayin edilen “yukarı-aşağı” düşünce: (2) değer düalizmi, ör, alternatiflerin karşıt (bütünler olmaktansa) ve zümreye özgü (her şeyi kapsayan olmaktansa), ve bir alternatife diğerine nazaran daha fazla değer tayin edici (durum prestij) olarak görüldüğü münferit çiftler (ör, tarihsel olarak ”zihin” “sebep” ve “erkek” olarak tanımlanan şeylere “vucut” “duygu” ve “kadın” olarak tanımlananlara nazaran daha fazla değer ya da rol veren düalizmler): ve (3) hakimiyetin mantığı, ör, boyun eğmeye makbul bir mazeret bulmaya yönelen bir yargılama yapısı. Ezici kavramsal rejimlerin üçüncü özelliği en belirgin olanıdır. Hakimiyetin mantığı sadece mantıksal bir yapı değildir. Ayrıca bağlı olanın “sadece” itaat etmesine izin vermek ya da tasvip etmek için bağımsız bir değer sistemini tabi kılar. Bu gerçekçeleme tipik olarak bağlı olanın (ör kadın) sahip olmadığı ancak baskın kişinin (ör erkek) sahip olduğu sözüm ona karakteristikler çerçevesinde gerçekleştirilmektedir.Birçok feminist ve ekofeministin söylediği ya da iddia ettiğinin tersine, “hiyerarşik düşünme” hatta “değer-hiyerarşik düşünme” konusunda şartlar ve çevre bağlamında diğer baskılara nazaran niteliği nedeniyle problematik hiç bir şey olmayabilir. Hiyerarşik düşünme günlük hayatta verileri sınıflandırmak, bilgileri karşılaştırmak ve materyalleri organize etmek açısından önemlidir. Sınıflandırmalar (ör, bitki sınıflandırmaları) ve biyolojik adlandırmalar “hiyerarşik düşünme”nin bir kısım formlarına ihtiyaç duymaktadırlar. Hatta “ değer-hiyerarşik düşünme” bile bu bağlamda kabul edilebilir olabilir. (Baskıcı olmayan bağlamlarda “değer düalizmi” için de aynı şeyler söylenebilir.) Örneğin, farz edin ki insanlar konusunda eşsiz olanların, Murray Bookchin’in dediği gibi, bizim sosyal çevremizi (ya da “toplumumuzu”) radikal olarak yeniden biçimlendirmek için kullandığımız bilinç kapasitemiz olduğu doğru olsun. O halde, insanların kayalar ve bitkilere nazaran çevrelerini radikal olarak yeniden şekillendirmek için “değer-hiyerarşik” konuşma yolu ile uygun hale getirmekte daha iyi oldukları haklılıkla söylenebilir. Değer düalizmi ve değer-hiyerarşik düşünmenin kullanımı konusundaki problem, her birinin ezici kavramsal rejimlerde aşağılık tesis etmek ve itaati haklı çıkarmak için kullanımı sebebiyle o kadar basit değildir. İtaati “haklı çıkaran” hakimiyetin mantığı, değer-hiyerarşik düşünme ve değer düalizmi ile çift olmaktadır. Temelde açıklayıcı ve daha sonra da ezici kavramsal rejimlerin doğası ile ilgili olan şey hakimiyetin mantığıdır.Açıkça hakimiyetin bir mantığı olan ekofeminizm için, temel en az üç sebeple önemlidir. Birincisi, hakimiyet mantığı olmadan, benzerliklerin ve farklılıkların tanımlarının sadece benzerlik ve farklılıkların tanımlarından ibaret olması. Şu iddiayı dikkate alın “İnsanlar bitki ve kayalardan, insanlar bilinçli ve radiakl bir şekilde yaladıkları cemiyetleri yeniden şekillendirebildikleri (bitkiler ve kayalar yapamıyorken) için farklıdır: insanlar bitki ve kayalarla aynı ekolojik cemiyetin üyesi oldukları zaman birbirlerine benzerler” İnsanlar, bitkiler ve kayalardan, insanların cemiyetleri radikal olarak değiştirebilme bilincine sahip olmaları sebebiyle “daha iyi” olsalar bile, kimse bu durumdan insanlar ve insan olmayanlar arasında, ahlaken, ilintili bir fark ya da bitki ve hayvanlara insanların hakimiyeti için bir argüman çıkaramayacaktır. Bu sonuçları elde etmek için birisinin örneğin aşağıdaki A argümanındaki (A2) ve (A4) gibi en az iki güçlü varsayım eklemesi gerekmektedir.

(Al) İnsanların yaşadıkları cemiyeti radikal ve bilinçli bir şekide değiştirme kapasitesi vardır ancak bitki ve kayaların yoktur.

(A2) Ahlaken bilinçli ve radikal bir şekilde yaşadığı cemiyeti değiştirme kapasitesine sahip olanlar bu kapasiteye sahip olmayanlardan üstündür.

(A3) Bu nedenle, insanlar ahlaken bitki ve kayalardan daha üstündür.

(A4) Herhangi bir X ve Y için, eğer X ahlaken Y’den üstünse, o halde X ahlaken Y’ye hakimiyet kurmakta haklıdır.

(A5) Bu nedenle insanlar kayalar ve bitkileri emirlerine tabi kılmakta haklıdırlar.

İnsanların insan olmayanlara göre (en azından bir kısmına) ahlaken üstün olmaları, (A2) , ve üstünlüğün emre tabi kılmayı haklı çıkardığı, (A4), iki varsayım olmaksızın, bir kişinin bir kişinin tüm sahip olduğu insanlar ve insan olmayanlar arasındaki bazı farklılıklardır. Bu durum sadece bu farklılık üstünlüğe dayandırılarak verildiğinde doğru olabilir. Bu yüzden, bu ekofeministlerin baskı tartışmalarında taban çizgiyi oluşturan isimlendirmenin (A4) mantığıdır. İkinci olarak, ekofeministler, en azından Batılı toplumlarda, kadın ve doğanın ikili hakimiyetini onaylayan ve ezici kavramsal rejimlerin tüm bu üç özelliği ile karakterize olan bir ataerkil ezici kavramsal rejim olduğunu tartışmaktadırlar. Birçok ekofeminist, tarihsel olarak, en azından Balıtı kültürlerde baskın olmak suretiyle, ataerkil bir kavramsal rejimin aşağıdaki B argümanını onayladığını iddia etmektedirler:

(BI) Kadınlar doğa ile ve fizikselin krallığı ile tanımlanırlar, erkekler “insan” ile ve zihinselin krallığı ile tanımlanırlar.

(B2) Doğa ve fizikselin krallık ile tanımlanan her ne ise (“aşağı”) “insan” ve zihnin krallığı ile tanımlananlara (“yukarı”) nazaran daha düşüktür: ya da tam tersine, sonuncusu ilkine nazaran daha üstündür (“yukarı”).

(B3) Bu nedenle, kadınlar (“aşağı”) erkeklerden düşüktür; ya da, tam tersine, erkekler (“yukarı”) kadınlardan üstündür.

(B4) Herhangi bir X ve Y için, eğer X, Y’den üstünse, X Y’ye hakimiyet kurma hakkına sahiptir.

(B5) Bu nedenle, erkekler kadınlara hakimiyet kurma hakkına sahiptir.

Eğer B argümanı göründüğü gibi ataerkilliği onaylıyorsa, ör: (B5)’te verilen sonuç olan erkeklerin kadınlara sistematik hakimiyeti haklı çıkarılıyordur. Ancak ekofeministlere göre, (B5) sadece daha önceden tanımlanmış bir ezici kavramsal rejimim üç özelliği tarafından haklı çıkartılmaktadır: değer-hiyerarşik düşünme, (B2)’deki varsayım: değer düalizimleri, (B1)’deki zihinsel ve fiziksel düalizm varsayımı ve (B2)’deki varsayıma göre fizikselin zihinselle karşı karşıya ikenki düşüklüğü ve hakimiyetin mantığı, (B4)’teki varsayım, bir önceki önermenin aynısıdır (A4). Bu yüzden, ekofeministlere göre, kadın ve doğanın ikiz hakimiyetini teyit etmek için (argüman B), tarihsel olarak (en azından Batılı kültürlerde) fonskiyon gösteren bir ezici kavramsal rejim, hem argüman B hem de ataerkil kavramsal rejim, nereden geliyorsa gelsin elden geldiğince reddedilmelidir.Elbette bu örnekler B önermelerinin hangilerinin yanlış olduğunu tanımlamıyor. (B1) ve (B2) önermelerinin durumu nedir? Hepsi olmasa da çoğu feminist (B1)’in ve çoğu ekofeminist (B1) ve (B2)’nin baskın Batılı felsefik ve entellektüel gelenekler çerçevesinde varsayıldığını ya da iddia edildiğini savunmaktadırlar.Bu anlamda, bu feministler, işin tarihsel açıdan doğrusunun, baskın Batılı felsefik geleneğin (B1) ve (B2)’yi doğru olarak varsaydıklarını iddia ederler. Ekofeministler, yine de, ne (B2)’yi reddederler ne de (B2)’yi onaylarlar. Buna ilaveten, bazı ekofeministler kadının doğa ile ilgili herhangi bir tanımlamasını reddetmek konusunda endişeli olduklarından ötürü, bazı ekofeministler (B1) ataerkil bir kültürde doğru olabileceği varsayılan ya da iddia edilen, ancak tarihsel bir katılığın dışında kalan herhangi bir iddiayı desteklemek için kullanıldığında (B1)’i reddeder, ör: (B1) kadınların uygun şekilde,doğanın krallığı ve fisiksel olan ile tanımlanmasını iddia etmek amacıyla kullanılıyorsa. Bu nedenle, ekofeminist bir perspektiften, (B1) ve (B2) tarihsel olarak problematik kabul edilen bir açıdan incelenmişlerdir: ataerkil kavramsal rejimlerdeki tarihsel fonksiyonları ve kadın ile doğanın hakimiyetini tasvip eden değer yargıları sebebiyle kesinlikle problematiktiktirler. Tüm ekofeministlerin aynı fikirde oldukları konu, o vakit, kadın ve doğanın ikiz hakimiyetini haklı çıkarmak ve destek olmak için hakimiyetin mantığının ataerkillik içerisinde tarihsel olarak işlemesidir.Tüm feministler (sadece ekofeministler değil) ataerkilliğe, (B5)’te verilen sonuca karşı olduklarından, tüm feministler (ekofeministler de dahil) en azından hakimiyetin mantığına, (B4) önermesinin de bulunduğu argüman B’de bulunan – doğru olan - ataerkil bir bağlamın dışında kalan (B1) ve (B2)’nin değer durumuna karşı çıkmalıdırlar.Tüm feministler B’nin en önyargısız ve hoşgörülü, en derin kritiğini gösteren hakimiyetin mantığına karşı çıkmalıdırlar: bu sadece doğa ve kadının hakimiyeti için argümanın üç varsayımı yani (B1), (B2) ve (B4) varsayımları üzerine bir kritik değildir; ayrıca genel olarak ataerkil kavramsal rejimler ile ilgili bir kritiktir; ör: erkekleri “yukarı” ve kadınları “aşağı” koyan, kadınların bir şekilde erkeklerden aşağıda olduğunu iddia eden ve bu farklılık iddiasını erkeklerin kadınlara hakimiyetini haklı çıkarmak için kullanan ezici kavramsal rejimler.

Bu nedenle,ekofeminizm tüm feminist ataerkil kritikler için gereklidir ve bu yüzden feminizm için gereklidir (daha sonra tekrar tartışacağım bir konu). Üçüncü olarak, ekofeminizm neden hakimiyetin mantığının ve ona kuvvet veren tüm kavramsal rejimlerin, hem hakimiyeti beslemeyen olası anlamlı bir farklılık nosyonu oluşturmak hem de feminizmin primer olarak paylaşılmış deneyimlere dayanan bir “destek” hareketi olmasını önlemek için ortadan kaldırılması gerektiğini açıklar. Çağdaş toplumlarda, “kadının sesi” olan birisi yoktur, hiçbir kadın (ya da insan) daha basit değildir, her kadın (ya da insan) hangi ırktan, sınıftan, yaştan, etkileşim oryantasyonundan, medeni halden, bölgesel ya da nasyonel geçmişten vesaire olursa olsun kadındır (ya da insandır). Çünkü tüm kadınların paylaştığı “yekpare deneyimler” yoktur, feminizm paylaşılan deneyimler ve paylaşılan kurban oluşa dayalı “aynılığın ittifakı” hareketine dayalı olmaktansa paylaşılan inançlar ve ilgiler doğrultusunda “birlik hareketi” olmalıdır.Maria Lugones’in şu sözlerinde “İttifakın –birlik ile karıştırılmamalıdır- kavramsal olarak hakimiyete bağlı olduğu anlaşılmaktadır.” Ekofeministler, insanların hakimiyetini cinsiyer, ırksal ya da ektik ya da sınıfsal duruma göre haklı göstermek amacıyla kullanılan tüm hakimiyet mantığının aynı zamanda doğanın hakimiyetini haklı göstermek için de kullanıldığı konusunda ısrar etmektedirler. Çünkü hakimiyetin mantığını yok etmek bir feminist kritiğinin – ataerkil kritik, beyaz üstünlük yanlısı ya da emperyalizm kritği- bir parçası olduğundan ötürü ekofeministler naturizmin, seksist baskı ve hakimiyetin mantığını içeren kavramsal temelleri yok etmek üzere ortaya çıkmış tüm feminist birlik hareketlerinin integral bir parçası olarak görülmesi konusunda ıstrar etmektedir.Tartışma şimdiye kadar ataerkilliğin bazı ezici kavramsal özelliklerine odaklanmıştır. Kullanmış olduğum “geleneksel feminizm mantığı” ibaresi, en azından Batılı çevrelerde, seksist baskının kavramsal köklerinin hakimiyetin mantığı ile karakterize edilen ezivi kavramsal rejimlerde konumlandığı yere işaret etmektedir. Diğer baskı sistemleri de (ör ırkçılık, sınıf ayrımı, yaş ayrımcılığı, heteroseksizm) kavramsal olarak hakimiyetin mantığı ile sürdürüldüğünden ötürü, geleneksel feminizim mantığının eninde sonunda sahip olduğu karşı çıkış hakimiyetin mantığı içerisindeki tüm baskı sistemleri arasındaki kavramsal bağlantıların temelini oluşturur.Bu vesileyle seksist baskının yok edilmesi için neden diğer baskı formlarının da yok edilmesi gerektiği kavramsal bir düzeyde açıklanmıştır. Feminizmin tüm baskı türlerini durdurmak için bir hareket olduğunun anlaşılmasının sağlanması, seksist baskının yok edilmesi için bir hareketin – geleneksel olarak feminist teori ve pratiğe özel olarak sahip çıkanlar- baskı sistemleri arasındaki kavramsal bağlantılarının açıklanması ile olacaktır. Farz edin ki, bir kişi geleneksel feminizmin mantığının diğer sosyal hakimiyet sistemlerini de (ör: ırkçılık ve sınıf ayrımı) içine alabilmek için feminizmin genişlemesi gerektiğini kabul ediyor olsun. Bu “sosyal hakimiyet sistemlerinin” içine doğanın da ekleneceğini garantisi nedir? Neden geleneksel feminizmin mantığı feminizmin yüzyüze getirildiği tüm “izm”ler arasından “natürizmin” (ör:insan olmayan doğa tarafından hakimiyet ya da baskı) yok edilmesini içermelidir?Ekofeminizmin dahil edilebilmesi için feminizmin genişletilmesinin kavramsal gerekçeleri çifttir. Bir temel gerekçe çoktan önerilmiştir: Kadın ve doğanın çifte hakimiyeti arasındaki kavramsal bağlantıların ezici ve, en azından Batılı kültürlerde, ataerkil kavramsal rejim tarafından karakterize edilmiş hakimiyetin mantığında yer aldığını göstererek ekofeminizmin nasıl ve niçin seksist baskıyı sonlandırmak üzere bir hareket olduğu, genişletilmesi gerekliliğinin anlaşılması ve ayrıca “naturizmi” sonlandırmak için bir hareket olduğunun tekrar anlaşılmasının sağlanması. Aşağıdaki C argümanında bu açık seçik olarak belirtilmiştir:

(CI) Feminizm seksizme son vermek üzere ortaya çıkmış bir harekettir.

(C2) Ancak seksizm kavramsal olarak naturizm ( hakimiyetnın mantığı ile kategorize edilen ezici bir kavramsal rejim aracılığıyla) ile bağlantılıdır.

(C3) Bu sebeple, feminizm (ayrıca) naturizme son vermek için bir harekettir.

Çünkü eninde sonunda, seksizm ve naturizm arasındaki bu bağlantılar kavramsal olarak, ezici bir kavramsal rejimin-ekolojik feminizmin kabulüne öncü olan geleneksel feminizm mantığının içine gömülmüştür. Ekofeminizmin dahil edilebilmesi için feminizmin genişletilmesinin yeniden anlaşılmasının sağlanması yönündeki bir diğer gerekçe bunu cinsiyet ve doğa kavramları ile, sanki cinsiyet kavramı sosyal olarak doğa kavramı gibi tertip edilmiş gibi yapmaktır.Elbette, kadın ve doğanın, asli insanlar ve asli ağaçlar,nehirler ve bitkilerin varlığıyla sosyal yapılar olduğu iddiasının kimse tarafından reddedilmesine gerek yoktur. Bu durum, basitçe kadın ve doğanın tarihsel ve sosyal gerçekliğin bir sorunu olduğuna inandırıldığını ima etmektedir. Bu görüşler çapraz kültürlere göre ve tarihsel zaman periyotlarına göre değişiklik göstermektedir. Sonuç olarak, bu “doğanın hakimiyeti ya da baskısı” konusundaki herhangi bir tartışma tarihsel olarak insan olmayan doğanın insanlara kurduğu sosyal hakimiyetin özel oluşumlarına tıpkı “kadın hakimiyeti”nin tarihsel olarak kadınlara erkekler tarafından kurulmuş olan hakimiyetin özel oluşumlarına atıfta bulunduğu gibi atıflarda bulunmaktadır. Her ne kadar bununla ilgili olarak, buradakiyle aynı fikirde olmasam da, kadın ve doğanın hakimiyeti arasındaki tarihsel bağlantılara ilişkin ekofeminist savunma, argüman B’deki (B1) ve (B2)’nin ataerkillik içerisinde doğanın feminizasyonununun ve kadınların naturalizasyonunun, her ikisinin tarihsel süreçde ciddi anlamda başarılı itaatleri ile bağlantılı olduğunu gösterdiğini iddia etmektedirler. Eğer ekofeminizm, geleneksel feminizmin uygulama yollarının naturizmi meşru bir feminist konu olarak içerdiğinin anlaşılmasını sağlamayı taahüt ediyorsa, ekofeminizm ayrıca çevresel aklakın hangi uygulama yollarının feminist olduğunun da yeniden anlaşılmasını sağlamayı taahüt ediyor mudur? Bence öyledir. Bu yazının geri kalanında işlenen konu budur.

EKOFEMİNİZMDEN ÇEVRESEL AHLAKA DOĞRU TIRMANIŞ

Birçok feminist ve bazı çevresel ahlakçılar, birinci sahsıların anlatımlarını, genellikle hafife alınmış veya kaybedilmiş felsefi yükselişe ilişkin konularla ilgili etikleri araştırmaya başlamanın bir yolu olarak kullandılar. Neden bu böyle oldu? Feminizm ve çevresel ahlakın teorisi ve pratiği için anlatıyı önemli kaynak kılan şey nedir? Kişisel ve sosyal tarihi belgelemek adına birinci şahsın anlatımı, tarif edilemez bir deneyimi veya muşru bir sosyal bilim metodolojisini tanımlamada yararlı bir edebi beceri olsa bile, teoriyi oluşturma ve ahlaki karar almada birinci şahsın anlatımı değerli bir tartişma aracı nasıl olur? Bu sorulara cevap vermenin başarılı bir yöntemi, onlardan belirli bir birinci şahıs anlatımı istemektir. İlerleyen bölümdeki kaya tırmanışı ile ilgili birinci şahıs anlatımını dikkate alınız:

Ilk kaya tırmanışı tecrübemde, bir şekilde diğer dağcılardan ve seyircilerden uzakta özel bir yer seçmistim. “The chimney”i çalıştıktan sonra, tüm enerjimi zirveye doğru çıkmaya odakladım. Azimle tırmandım, tüm gücümü ve becerilerimi kullanarak ne olursa olsun bu zorlu olayı başarmak zorundaydım. Ortalara doğru tükenmiştim ve endişeliydim. Bir sonraki adımda ne yapmam gerektiğini – ellerimi ve ayaklarimi nereye koymam gerektigini göremiyordum. Yorgunluğum daha da artarken kayaya zorlukla tutundum. Hamlemi yaptım. İşe yaramadi. Düştüm. Kayanın üstündeki zeminde asılı olarak duruyordum, çok korkmuştum fakat beni tutan halat sayesinde inanilmaz bir biçimde rahatlamıştım. Güvende olduğumu biliyordum. Tırmandığım yere kalan kısma söyle bir baktım. Zirveye tırmanmaya kararlıydim. Yenilenmiş güvenim ve konsantrasyonumla zirveye tırmandım. Tırmanışımın ikinci gününde, su seviyesinin yaklasik bir feet altindaki Superior Gölündeki Palisades’in zirvesinden yaklasik 200 feet asağı yuvarlandım.
Hiç kimseyi göremiyordum ne halatçılarımı ne de diğer dağcıları, hiç kimseyi. Halattan çengeli yavasça çıkardım ve rahatlamak için derin bir nefes aldım. Çevreme baktım, gerçekten de baktım ve dinledim. Kuşlarin seslerinin yarattığı kakafoniyi, önümdeki kayaya çarpan su damlamalarını, alttaki kayalara çarparak şıpırdayan dalgaları duydum. Gözlerimi kapadım ve kayayı hissetmeye başladım, yarıkları ve çatlakları ila, kabarmış liken ve yosunları ile, ve tırmanmaya başladığım anda hemen hemen hiç hissedilmeyen parmaklarım ve ayak parmaklarım için dinlenme yeri sağlamış yumrular ile. O anda sükunet ile yıkanmıştım. Nerdeyse hiç duyulamayacak bir şekilde kayayla konuşmaya başladım, çocuksu bir şekilde,sanki kaya arkadaşımmış gibi.Bunun bana sağlamış olduklarına karşı konulamaz minnet duygusunu hissettim- kendimi ve kayayı farklı olarak bilebilmek şansı kayanın yüzeyindeki en ince çatlaklarda büyümüş olan incecik çiçekler gibi umulmadık mucizelere şükran duyma ve doğal çevre ile ilişkide bulunuyor olma duygusunun nasıl bir şey olduğunu bilebilmek Ben ve kaya sanki uzun süreli bir arkadaşlığın sessiz, konuşmaya hazır iki ortağı idik.Sonradan benden çok farklı, hareketsiz ve güçlü, bağımsız ve varlığımı umursamayan bu uçurumu önemsediğimin farkına vardım. Tırmandığım kaya ile olmak istiyordum. Azimle kayayı yenmek için gitmistim, güçlükle de olsa arzumu ona kabul ettirebilmek için, sadece tırmandığım kaya üzerinde saygıyla çalışmayı istiyordum. Ve tırmandıkça, hissettiğim buydu. Kendimi bu kayayı önemserken bulmuştum ve bana bu tırmanışta onu ve kendimi tanıyabilme fırsatı sağladığı için ona şükran duyuyordum.Birinci şahsın anlatımının kullanımının feminizm ve çevresel ahlak açısımdan önemili oluşunun en az 4 sebep vardir. İlki, bu tür bir anlatımın geleneksel analitik etik dışavurumlarda sıkça bulunmayan duyarlılık hissini, yani, birinin insan olmayan çevre de dahil olmak üzere diğerleriyle olan ilişkisini gerçekten anlayabilmeyi dile getiriyor oluşudur.Bu ilişkileri kendi içerisinde ciddiye alan bir modeldir. Böylece ilişkileri anlatıcıların ya da bu ilişkiler içerisindeki kişilerin doğaları sebebiyle tek ve temel olacak bir şekilde ciddiye alan ve kati bir şekilde azaltan bir modele karşıtlık yaratır. (Örnegin ahlaki vekiller olarak anlaşılan anlatıcılar, hak sahipleri, hisseciler veya farkinda olanlar)

Yukarıdaki kaya tırmanışı hikayesinde, özel anlama sahip olan şey, ahlaki durumu ya da kendisinin, kayanın ya da ilişkinin diğer kişilerinin dikkate alınabilen ahlaki durumlarının yanı sıra tırmanıcının tırmandığı kaya ile olan ilişkisidir –ki kendisi bir değer yeridir-.İkinci olarak, bu tür bir birinci şahıs anlatımı, temel Batılı ahlakta, birçok gözden kaçan ya da hafife alınan davranışa ve ahlak tutumuna ifade katar. Örneğin; birisi “zirveye çıkarken” ve birisinin tırmandığı kayayı “arkadaşı” veya “önemsediği biri” gibi olarak düşündüğünde kayaya karşı davranış ve tutumlarındaki farklar.

Bu farklı tutumlar ve davranışlar, insanların ve dağcıların kayaya karşı olan iki farklı davranış tipine ilişkin zıtlığı etik bir biçimde ortaya koyar. Fethetmeye zorlayan ilişki ve anlık insancıl ilişki.Bu zıtlık, büyümekte ve hissedilene, yaşanılan tecrübeye sadık olmaktadır.

Birinci şahsın anlatımının neden feminizm ve etik çevrelerce önemli olduğunu gösteren üçüncü bir sebepse fethedici ilişki ile doğal çevreye karşı tutum ve davranışlar arasındaki farklılıktır: bu, ahlakın ve hususi durumların ahlaki aracılarının bu duruma zorla düşürülmektense, kendilerini bu durumun içinde bulmalarından (Örneğin; türetilmiş veya örneklenmiş önceden belirlenmiş soyut prensip ya da kurallar) doğan ahlaki anlamların anlaşılmasını sağlar.Anlatımın bu anlık özelliği sesin önemini merkezileştir. Farklı kültürlerden gelen seslerin çok çeşitliliği merkezileştiğinde, anlatım, tutumlarına, değerlerine, inançalarına ve dikkate alınmayan veya empoze edilen ahlaki anlam ve teoriyle susturulmuş davranışlarına ifade katabilir.

Hissedilen ve yaşanan tecrübelerin bir yansıması olarak aklakta anlatımın kullanımı, tarihe, maddiyata ve ahlaklı kişilerin kendilerini içinde bulabileceği sosyal gerçekliklere dayanılarak yapılan etik söylevlerden bir duruş çıkarılmasını sağlar. Son olarak, ve muhtemelen amaçlarımız için en önemlisi olarak, anlatımın kullanımı tartışmacı bir anlamlılık taşır. Jim Cheney iddiasında anlatımın bu özellğine dikkat çeker.”Ahlaki düşünceyi bağlamsallaştırmak için bir şekilde, bir anlatı ya da öykü sağlanması, ahlaki ikilemden uygun sonucun doğmasına yardımcı olur.”Anlatının, ahlaki bir duruma uygun bir sonuç olarak hesaba kattığı şeyi ortaya koyarak tartışmaya açık bir gücü vardır.Kaya tırmanışı anlatısı ile ortaya konulan bir ahlaki sonuç, dağlara ve kayalara olan saygı ve önem (neye katılınıyorsa veya gerektiriyorsa) tavrı, hakimiyetin ve zaferin değil etik tavrın bir sonucu olarak hesaba katılmaktadır.”In and Out of Harm’s Way: Arrogance and Love” adlı bir denemede feminist filozof Marilyn Frye “küstahlık” ile “sevme” anlayışını, önemseme ve zaferin ahlaki tutumlarındaki farklılığın kavranılmasının bir yolu olarak ayırt etmektedir. Frye şöyle der: Seven gözü küstah gözün tersidir.Sevenin gözü diğerinin özgürlüğünü tanır. Doğayı farksız olarak bilen kahinin gözüdür.Görüleni bilmeyi, kendi iradesi, ilgilendikleri, istekler,korkuları ve hayalgücünden çok diğer bazı şeylere danışmanlık etmeyi bilen birinin gözüdür. Bir kişi bir şeye bakmalıdır. Ona bakmalı,onu dinlemeli ve kontrol etmeli ve soru sormalıdır. Sevenin gözü gerektiği kadar dikkat edendir. Bu dikkat bir özveri olmasa da bir disiplin gerektirebilir.Disiplin birinin kendini tanıması, kendi sınırını ve amacını bilmesidir. Özellikle, bir kişinin, nerede durduğu ve bir diğerinin nerede başladığını bilerek, diğerlerinde kendi ilgi duyduğu şeyleri söyleyebilmesiyle ilgili bir meseledir. Sevenin gözü anlayışın nernesini yenilebilir bir şeye döndürmez,onu asimile etmeye çalışmaz kahinin tutkusunun, korku ve hayal gücünün boyutunu küçültmeye çalışmaz ve bu yüzden de basitleştirmek zorunda kalmaz.Daima bilinecek olan yeni şeylerin varoluşu ile diğerlerinin karmaşıklığını bilir. Sevenin gözünün marifeti Gerçeğin Karmaşa Teorisini [Gerçeğin Sadelik Teorisine zıt olarak] tercih eder ve Evrenin Sonsuz İlginçliğine dayanır.Frye’e göre, sevenin gözü girişimsel,diğerlerini kendine katan zorlayıcı bir göz değildir fakat ” Daima bilinecek olan yeni şeylerin varoluşu ile diğerlerinin karmaşıklığını bilen” biridir. Birisi kayaya bir zafer için tırmandığında, küstah bir gözle tırmanır. Birisi sevenin gözüyle tırmanırsa, daima “bakmalı, dinlemeli,kontrol etmeli ve soru sormalıdır.” Birisi kayayı çok farklı bir şey, belki de kendi varlığından tamamen farksız olan bir şey olarak yaklaşıp bu farklılığı kutlama için keyifli bir vesile olarak bulabilir. Kişi dağcı bırakığ kaya başladığında, “kendi sınırının” ve “Ben” in sınırının nerede olduğunu bilir. İkisi tek parça olarak birleşmez, halen ilişki içindeyken ancak sevenin gözünün hissedip ona , karşılık veriyor, farkında oluyor, katılıyor olduğunda ayrı, farklı, özgür olarak kabul edilen iki mevcudiyetin bir tamamlayıcısı olabilir. Hem kadınlar hem de insan ile ilgili ekofeminist bir bakış açısı, insan olmayan dünyadaki “küstah anlayış” tan “seven anlayışa” olan bu tavır değişikliği ile ilgilenmektedir.İnsan olmayan varlıklara karşı insanlar tarafından uygulanan küstahlık anlayışı, ahlaki açıdan anlamlı bir şekide insanlara benziyor olduğu düşünülenler (gibi olmaki benzemek ya da aynı olmak) sayesinde ahlaki toplumun bu benzerliğin sayesinde bir şekilde genişlemesini sürdürür ve öngörür.Küstahlık anlayışına dayalı herhangi bir çevresel hareket ya da ahlak, varlıklar için bir ahlaki hiyerarşi inşa eder ve benzer varlıkların benzer davranışı ya da ahlaki dikkate alışı hak ediyor olması ya da benzemeyen varlıkların hak etmiyor olmasını fazilet sayan bazı ahlaki değerleri ortak payda olarak varsayar. Bu tür çevresel ahlaklar, “tekdüzelikte birleşirler” ya da bunu üretirler, Buna karşılık, “seven anlayışı” -kendisi ve diğeri arasındaki, insan ve en azından bazı insan olmayan varlıkların arasındaki ayrımın- diğerinin diğerine karşı anlayışı,başından beri özgür, benzemeyen, farklı bir biçim olarak birisine ya da bir şeye karşı sevgi ifadesinin sürdürülmesidir. Maria Lugones’un dediği gibi sevme anlayışında,”Aşk farklılığın erimesi ve silinmesi olarak görünmez fakat onlarla biribirine uymazlar.”

“Tekdüzelikte birlik” salt olarak farklılığın silinmesidir. İnsan olmayan doğal dünyanın “Sevme anlayışı” insan olmayan dünyayı, bağımsız, farklı ve hatta belki de insanlara karşı kaygısız olduğu kabul edilen bir dünyayı önemsemekten insanların ne anladığı ile ilgili bir girişimdir. İnsanlar bir çok durumda, her ikisi de birşekilde ekolojik toplumun üyesi olsalar da kayalardan önemli ölçüde farklıdır.Kayayla veya bir bütün olarak doğal çevreyle ilişki halindeki kendini sevme anlayışını temel alan bir ahlaki toplum, var olan “kumarı” ne olursa olsun kabul eder ve farklılığa saygı gösterir

Sevme anlayışının limitleri, birinin (örneğin; bir insanin, bir toplulugun) diğer insanlara veya insan olmayan dünyaya ve onun elementlerine sevgiyle karsilik verebilmesinin limitleri (veya layıkıyla önemsemesine, güvenmesine veya arkadaşlığıyla) ile elde edilebilir.Eğer şu zaman kadar söylediklerim doğruysa, o halde bir dağa tırmamanın ve birinin ahlaki olarak tırmanış deneyimini aktarmasının çok farklı yolları vardır. Eğer birisi “küstahlık anlayışı” ile “zafer ve kontrol” tavrıyla tırmanıyorsa, hakimiyet mantığını ve ezici kavramsal bir rejimi nitelendiren çok çeşitli düşünceleri korur. Ataerkil olan doğanın hakimiyetini tasvip eden ezici kavramsal rejimden beri, ayrıca bu yolla astemeyerek de olsa taerkil kavramsal bir rejim olarak kendini bozulmadan sürdürür. Çünkü ataerkil kavramsal rejimlerin yıkılması, tıpkı bir kişinin dağcılık deneyimini nasıl hikayelendirdiğinin -veya hikayeyi nasıl anlattığının-bir feminizm konusu olması gibi feminist bir konudur. Bu şekilde,ekofeminizm, kavramsal bir düzeyde, çevresel ahlakın neden feminist bir konu olduğunu görünür kılar. Şimdi özellikle feminist ve çevresel bir ahlak olarak ekofeminizm düşüncesine dönüyorum.

FEMİNİST VE ÇEVRESEL BİR AHLAK OLARAK EKOFEMİNİZM

Feminist ahlak, ahlak içerisinde erkek önyargısını ne zaman olursa olsun eleştirmek ve erkek önyargısı içermeyen bir ahlak anlayışı oluşturmak gibi ikili bir sorumluluğa sahiptir. Bu bazen temel ahlak içerisinde kaybolmuş ya da gözden düşmüş olan değerlerin kaynaşması (ör: umursama değerleri, uygun şekilde güvenmek, akrabalık ve arkadaşlık) ile ilintilidir. Bazen de yeni yönelişlere öncülük ederek teori yaradılışını ya da cinsiyete duyarlı eski teorileri yenilemeyi angaje etmek ile ilintilidir.
Eski teorilerin eleştirilerini ya da yenilerinin kavramsallığını “feminist” yapan şey, onların cinsiyete dayalı analizler dolayısıyla su yüzüne çıkmış olmaları ve bu analizlerin cinsiyetle ilgili deneyimler ve cinsiyetle ilgili sosyal gerçeklikler ile ilgili açığa çıkarttıklarını yansıtıyor olmalarıdır. Anladığım kadarıyla feminist öncesi zamandaki feminist ahlak, gerekli ve elverişli koşullarda ahlaki teorinin anlaşılması için girişimleri reddeder çünkü feminist ahlakın bir ruhu (bazı tarihi, evrensel, mutlak soyutlamalar olarak anlaşılabilir) olmadığını varsaymaktadır. Feminist ahlakın gerekli ve elverişli koşullarını birleştirmek için formülasyon girişimleri verimsiz olmuş olsa da her şeye rağmen benim feminist ahlakın “sınır koşulları” demeyi tercih ettiğim bazı gerekli koşullar bulunmaktadır. Bu sınır koşullar, feminist aklakın bazı minimal koşullarını, feminist ahlakın tarihi olmayan ruha sahip olduğunu iddia etmeden tanımlamaktadır. Bir yorganın ya da kolajın sınırları gibidirler. Parçanın sahasını, içeriğini, dizaynını, parçanın gerçek paterninin nasıl göründüğünü dikte etmeden sınırlandırırlar. Çümkü yorganın gerçek dizaynı çok kültürlü bir kapsamdaki kadınların seslerinin çeşitliliğinden doğmakta ve dizayn zamanla değişmektedir. Statik olan bir şey değildir. Femnist ahlakın bazı sınırlayıcı durumları nelerdir? İlk olarak, seksizmi, ırkçılıpı, sınıf ayırımcılığını ya da sosyal baskı içerisindeki herhangi bir “izm”i yücelten hiç bir şey feminist ahlakın bir parçası –yorganın bir parçası- olamaz. Elbette, insanlar seksist davranışın, ırkçı tavırın ya da sınıfçı davranış olarak sayılabileceklerin ne olduğu konusunda hemfikir olmayabilirler. Seksizm, ırkçılık, sınıf ayrımcılığı olarak kabul edilen çekler kültürlere göre değişiklik gösterebilir. Halen, feminist ahlak seksizm ve seksist yanlılığı yok etmeyi amaçladığı için ve (önceden de bahsettiğim gibi) seksizm, ırkçılık, sınıf ayrımcılığı ve naturiamin pratiğine ve kavramsallaşmasına yakından bağlantılı olduğundan ötürü, feminist ahlak seksizm karşıtı, ırkçılık karşıtı, sınıf ayrımcılığı karşıtı ve naturizm karşıtı ve hakimiyetin mantığını ileriye taşıyan ya da gerekliliğine inanan tüm “izm”lere karşı olmalıdır.İkinci olarak, feminist ahlak bağlamsal bir ahlaktır. Bağlamsal ahlak, bir kişinin değişik tarihi koşullarda yer alan insanların sesleri sayesinde ortaya çıkan paratiği ve etik söylevi görebiliyor olmasıdır. Bağlamsal ahlak tam olarak bir kolaj ya da bir mozaik gibi, hissedilen deneyimlerden doğan seslerden oluşan bir kilim gibi görülebilir. Tüm diğer kolaj ya da mozaikler gibi, seslerin bütünlüğüne dayalı bir resim yerine değişik koşullardaki insanların birbirinden değişik seslerinden oluşan paternlere dayalıdır. Bağlamsal bir ahkal feminist ise, merkezinde kadınların sesine yer verir. Üçüncü olarak, feminist bir ahlak anlamlılığının merkezine kadın seslerinin çeşitliliğini oturttuğundan ötürü, feminist ahlak yapısal olarak bütünleşik ya da kısıtlayıcı olmak yerine çoğulcu olmalıdır. Değerlendirilebilecek olan etik değerler, inanışlar, tavırlar ve hareketler açısından “tek bir ses” olduğu varsayımını reddeder. Dördüncü olarak, feminist ahlak etik teoriyi, zamana göre udeğişebilecek olan bir teori olarak yeniden anlamaktadır. Tüm diğer teoriler gibi, feminist ahlak bazı genellemelere dayandırılmıştır. Yine de, bununla ilgili genellemeler, anlam sahibi ahlaki durumların alternatif ve somut tanımlamalarından doğan farklı sesler içerisindeki seslerin paternleri ile ilintilidir. Anlaşılmış olan feminist teorinin tutarlılığı tarihsel ve kavramsal bir bağlam içerisinde verilmiştir, ör: tarihsel ve sosyoekonomik koşulların bir kümesi olarak (ırk, sınıf, yaş ve etkileşimli oryantasyon koşulları dahil) ve temel inanışlar,değerşer, tavurlar ve dünya hakkındaki varsayımların bir kümesi olarak. Beşinci olarak, feminist ahlak bağlamsal, yapısal olarak çoğulcu ve “işlem içerisinde” olduğundan ötürü, feminist ahlakın iddialarını değerlendirmenin bir yolu da onları kapsamlarına göre değerlendirmektir: Ahlak ve bilgi kuramına dayanarak tarafı tutulan ( tercih edilen, daha iyi, daha az kısmi olan, daha az önyargılı olan) bu iddialar (sesler, seslerin paternleri) hissedilen deneyimler ve ezilen kişilerin perspektiflerini daha çok kapsamına almaktadır. Kapsama durumu kadın seslerinin çeşitliliğinin (ezilen kişiler olarak) etik teori kurulumunda meşrulaştırılacağından emin olmaktadır. Bu yolla ampirik önyargıyı minimize etmeye yardımcı olacaktır, ör: klişeleştirmeye dayalı yanlış ya da hatalı genellemelerden doğan önyargılar, çok küçük örneklem büyüklüğü ya da çarpıtılmış örneklem. Bunu da ahlak ve aklaki karar vermeyi içeren –hakikaten kaynaşan- her şey ile ilgili yapılan genellemelerin kadınların seslerinin paternleri ile gerçekleştirildiğinden emin olarak yapmaktadır. Altıncı olarak, feminist ahlak “objektif” bir bakış açısına sahip olmak için girişimlerde bulunmaz çünkü çağdaş kültürlerde gerçekten bu tür bir bakış açısının varolmadığını varsaymaktadır. Bu sıfatla, “tarafsız değerli” ya da “objektif” olarak “önyargısız” olabilme iddiasında değildir. Ancak, ezilen kişilerin seslerinin etik olarak merkezileştirilmesinden doğan önyargının, bunun daha kapsamlı ve dolayısıyla bu sesleri göz ardı edenlere nazaran daha az kısmı olması sebebiyle tüm diğer önyargılara nazaran daha iyi bir önyargı olduğunu varsaymaktadır. Yedinci olarak, feminist ahlak, geleneksel ahlak içerisinde tipik olarak dikkat edilmemiş, hafife alınmış ya da yanlış anlaşılmış değerler için merkezi bir yer oluşturur ör: önemseme, aşk, arkadaşlık ya da güven değerleri gibi.Yine, bunu hakların, kuralların ya da faydaların dikkate alınmasının göz ardı edilmesi olarak gerçekleştirmesine gerek yoktur.Hakların ya da faydaların konuşulmasının işe yarar ya da uygun olabileceği kapsamlar da olabilir. Örneğin, kontratlarda ya da hak ilişkilerinde, hakların konuşulması işe yarar ve uygundur. Bir çok insan için neyin maliyet açısından etkili ya da avantajlı olacağına karar vermekte, faydaların konuşulması işe yarar ve uygundur. Feminist nitelikli balamsal ahlakta, bu tün konuşmaların işe yarar ya da uygun olup olmadığı bağlama göre değişir, diğer değerler (ör: önemseme, güven ya da arkadaşlık değerleri) sadece bu tür konşmalara dayanarak azaltılabilir ya da zaptedilebilir görülmemektedir. Sekizinci olarak, feminist ahlak ayrıca inan olmanın ne demek olduğunun ve insanlar için ahlaki açıdan karar vermenin angaje edilmesinin ne demek olduğunun yeniden anlaşılmasını sağlamak ile ilgilenir çünkü ne anlamsız olan ne de hali hazırda savunulamaz olan, tüm cinsiyetsiz ya da cinsiyet yanlılığı olmayan insan, ahlak ve ahlaki karar verme tanımlarını reddetmektedir.Böylece Alison Jaggar’ın şu dediklerini de reddetmektedir: “soyut bireyselleştirme” ör: herhangi bir kısmi tarihi kapsamdan baımsız olan bir insanın ruhunu ya da insanın doğasını tanımlayabilmek durumu. İnsanlar ve insan ahlakının işleyişi, esasen (kazara olmuş olmayan) tarihi ve somut ilişkilerin ağları ya da şebekeleri dolayısıyla olarak anlaşılmaktadır.Artık ekofeminizmin ayırıcı bir şekilde feminist ve çevresel ahlak için bir rejim oluşturduğunu görebilmemiz için tüm destekleyiciler ortaya çıkarılmış durumda. Bu erkek önyargısını ahlakta nerede olursa olsun (çevresel ahlak da dahil) eleştiren bir feminizmdir ve erkek önyargısı olmayan-feminist ahlakın öncü sınır şartlarını bir şekilde tatmin edebilen bir ahlak (çevrese ahlak da dahil) oluşturmayı hedefler. İlk olarak, ekofeminist özünde anti naturisttir. Onun anti naturizmi, hakimiyet tavrı ya de değerleri ve mantığını yansıtan insan olmayan doğa üzerinden hareket edenleri ya da bunun hakkındaki tüm düşünceleri reddetmekten oluşur. Onun naturizm karşıtı, seksizm karşıtı, ırkçılık karşıtı ve sınıf ayrımcılığı karşıtı ( ve tüm sosyal egemenlik içerisindeki “izm”ler) tutumları yorganın dış sınırını oluşturur: yorganın üzerine naturist, seksist, ırkçı, sınıfçı ya da benzeri hiçbir şey geçemez. İkinci olarak, ekofeminizm bağlamsal bir ahlaktır. Ahlak kavramında, ahlaki duruş mücadelesindeki rakipler olarak görülen varlıkların spesifik vakalarında uygulanan, önceden elde edilmiş prensipler, kurallar ya da hakların, primer olarak Jim Cheney’in “ilişkileri tanımlama” olarak adlandırdığı bir ahlak kavramına doğru bir değişiklik gerçekleştirmesi ile ilşntilidir ör: bir kişinin kim olduğunu bir şekilde tanımlamak olarak anlaşılan ilişkiler. Bağlamsal bir aklak olarak, anlamlı ya da önemli olan şey bu haklar, kurallar ya da prensipler değildir. Açıkça bunlar kati kapsamlardadır ve kati amaçlar içindir.Onları anlamlı ya da önemli yapan şey, uygulandıkları kişilerin diğerleri ile ilişkide bulunan varlıklar olmalarıdır. Ekofeminizm ayrıca insanlar ile kimi benzerlikler(ör: rasyonellik, ilgiler, ahlaki etkenler, duygusallık, hak sahipliği durumu) taşıdıkları alanlarda insan olmayanları da kapsayan bir ahlaki anlayışın kabul edilmesinden bir insanın ne olduğu ve aklaki açıdan konuşulduğunda insan olmayan dünyanın insanlar için ne olabileceğin, açıkça görebilmek için oldukça bağlamsal bir dikkate alışa doğru bir değişiklik yapmakla ilgilenmektedir.Bir ekofeminist için, bir diğeri ile ilişkide olan bir ahlaki etkenin anlamsal olarak nasıl merkezileştiği, ahkali bir etken ahlaki bir etken olduğu için ya da haklar, görevler, faziletler ya da doğru bir şekilde davranabilmeye yardımcı oluşa bağlı olduğundan ötürü o kadar basit değildir. Üçüncü olarak, ekofeminizm yapısal olarak çoğulcudur çünkü insanlar ve en azından insan olmayan doğanın bazı elementleri arasındaki farkların yanı sıra insanlar arasındaki farkları da elde eder ve öngörür. Böylece, ekofeminizm doğa/kültür bileşimini reddederken, insanların ekolojik bir toplumun (bazı konularda) üyeleri olduğu ve ondan farklı olduğunu (bazı konularda) kabul eder. Ekofeminizmin ilişkilere ve topluma karşı dikkat ettiği şey, bu nedenle, farklılıkların saygılı bir kabulleniş ile silinmesidir. Dördüncü olarak, ekofeminizm teoriyi, işleyen teori olarak yeniden anlatır.Anlayışın ortaya çıkan paternleri üzerine, örneğin, kadın ve doğanın ikiz hakimyetinden acı çeken kadınların (ve diğerlerinin) öykü anlatımı ve birinci şahıs anlatımları üzerine odaklanır. Anlatımın kullanımı ahlakın içeriğinin –yorganın paterninin- kadınların hayatlarındaki tarihi ve maddi gerçekliklerin değişmesinden ötürü zamanla değişebileceğinden ve kadın-doğa arasındaki bağlantıların öğrenilmesi ile insan olmayan dünyanın yok edilmesinden emin olunması için bir yoldur.Beşinci olarak, ekofeminisim dahil edicidir. Doğanın zarar verci hakimiyetini yaşamış olan ve bu hakimiyetin kadınlık olarak hakimiyetlerini birbirine bağladığı kadınların sesinden doğar.


Kendi arazilerinden sürülen ve karşılıklı olarak paylaşımcılık ve akrabalık gibi Hindu kültürü ile karakterize olan değerlerini yok etmeye çalışan bit tutuma tanık olan Kızılderiler gibi yerli halkın seslerini dinlemekten doğar. Nathan Hare gibi, çevresel ahlaka beyaz ve burjuvalar gibi yaklaşan ve kentsel alanlarda ve şehir içlerinde “ekoloji” ve “siyah ekoloji”ye ulaşmakta yeterli olamaması durumlarını geleneksel olarak eleştiren insanların seslerinin dinlenmesinden doğar.Ekonomik olarak hayatta kalabilmek için kendi kabiliyetleriyle yakından ilgili olarak toprağın, arazinin ve suyun yıkımını gören Chipko kadınlarının seslerinden de doğar. Kapsamı ve farklılığındaki önemiyle, ekofeminizm ekolojik olarak tanınması için ve genellikle konunun içeriği ile ilgili olarak gerek insan gerek insan olmayan çevrelere uygun davranışlarla ilgili bir rejim sağlamaktadır.Altıncı olarak, bir feminizm olarak, ekofeminizmin “tarafsız” bir bakış açısı sağlamak için hiçbir girişimde bulunmamıştır.Sosyal bir ekolojidir. Kadınların ve doğanın ikiz hakimiyetini gerek çok somut, tarihi, sosyoekonomik durumlarda gerek bu durumları sürdüren ve tasvip eden ezici ataerkil kavramsal rejimlerde sosyal problemler olarak kabul eder. Yedinci olarak, ekofeminizm, önemin, aşkın, arkadaşlığın, doğruluğun ve kim olduğumuzu anlamamızı sağlayan diğerleriyle olan ilişkimize bir öngörü sağlayan değerler için merkezi bir konum oluşturur. Böylece, bir dağa tırmanmada, biri “diğeri” ile birşey yaptığı için ilişki içerisinde olan, birine ilgi gösteren ve saygılı davranan “diğeri” nin duyarlılığına ses verir. Son olarak,bir ekofeminist ahlak, insan olmanın ne demek olduğunun ve insanın ahlaki davranışının neyi içerdiğinin yeniden anlaşılmasını gerektirir. Ekofeminizm soyut bireyselleşmeyi reddeder.Olduğumuz insanlar, tarihsel ve sosyal içeriklerde ve içinde bulunduğumuz insan olmayan doğa ile ilişkilerimiz de dahil olmak üzere ilişkilerimizdeki erdemlerimizdir. İlişkiler olduğumuzun dışında kalan şeyler değildir, ,nsan doğasına herhangi bir “eklenti” değildir, insan olmanın ne olduğunun şekillenmesinde önemli bir rol oynarlar.Doğa ve kadın arasındaki bağlantıların görünür kılınmasıyla, ekofeminizim her ikisinin de feminist konular olduğunu ve her ikisinin de aşikar bir şekilde kabulünün hayatını devam ettirebilmesi için sorumluluğun çevresel ahlakta olduğunu gösterir. Feminizm eğer kadın hakimiyetini sona erdirmek istiyorsa ekolojik feminizmi sarmalamalıdır çünkü kadın hakimiyeti kavramsal ve tarihsel olarak birbirine bağlıdır.Sorumlu çevresel ahlak da ayırca feminizmi sarmalamalıdır. Aksi takdirde, en devrimci, en liberal ve en bütünsel ekolojik ahlak bile, insan olmayan doğanın sömürüsünü kabul eden kavramsal rejimin ve tarihsel mirasın çok büyük bir parçası olan ve birbirine bağlı olan kadın ve doğa hakimiyetinin ciddiye alınmasında başarısız olur.Bu birbiriyle bağlanlı ikiz hakimiyet olgusunun ortaya koyulmamasından (masaya yatırılmaması, açıkça irdelenmemesi) dolayı olusan zafiyet, en azından baskın Bati külturleri tarafindan birbiriyle yakından ilişkilendirilen suistimal olgusu, yani kadının ve insan hayatındaki gerçeklikleri tam olarak yansıtabilecek bir derinlikten mahrum, çevresel ahlak yargıları üreten ki bu yargilarin dogasi geregi bunca zaman nasil baski altinda oldugunu ve suistimal edildigini ve hala ayni sekilde baskı altında tutulmaya devam ettiğini anlatmak adına esasen cok da dogru olmayan ve yetersiz bir açıklama ile sonuçlanmaktadır.Bu tür bütünsel bir aklakın lehine söylenebilecek şey, kadın ve doğanın ikiz baskısının, bu baskının kaynağının üstesinden gelmektense bunu sürdürmek için ekofeminist anlayışın ortak paydalarını görünür kılmaktaki başarısızlıktır. Bu son konu ciddi bir dikkat gerektirmektedir.

Son karar “aynı” oldugu müddetçe – ki bu karar ezici kavramsal bir rejimden meydana gelmemiş ya da böylesi bir nosyonu desteklememiş bir cevresel ahlakin gelisimidir – ahlakin feminist olup olmamasi önemli değildir önermesi her zaman kabul gormez. Bu nedenle, uygun her çevresel ahlak feminist olmalıdır önermesi basitçe doğru değildir.

Tartıştığım şey bunun tersine, bunun önemli olduğu ve özellikle de bu üç önemli sebep nedeniyle önemli olduğu. İlk olarak, ekofeministlerin iddia ettiği, tarihsel gerçekliğin doğru bir şekilde sunulabilmesinin, doğanın tarihsel feminizasyonunun kabulünü ve kadının doğanın sömürüsünün bir parçası olarak alıştırılmasının kabulünü gerektirdiği konusudur. İkincisi, kadının hakimiyeti ve doğanın hakimiyeti arasındaki kavramsal bağlantıların ezici, ve en azından Batılı toplumlarda, ataerkil bir kavramsal rejim içerisinde yerleştirildiğini gösterdim. Böylece, bu bağlantının doğasının en iyi ihtimalle tamamlanamamış, eksik kalmış ve kavramsal olarak uygun bir çevresel ahlak için gerekenlere göre kısmi kalmış olduğuna dikkati çekmekteki başarısızlığı gösterdim.Üçüncü olarak, çağdaş kültürlerde, bir kişinin feminist olmayan uygun bir çevresel ahlaka sahip olabilmesi varsayımı, çağdan kültürlerde, feminist etiketinin çevresel ahlakın tanımına ve doğanın ciddiyetine herhangi bir şey katmıyor olduğu iddiasıdır. Ben en azından çağdaş kültürlerde, feminist kelimesinin halen doğanın hakimiyetinin nasıl ataerkilliğe kavramsal olarak bağlı olduğunu ve dolayısıyda doğanın kurtuluşunun kavramsal olarak ataerkilliğin yok edilmesine bağlı olduğunu görmemize yardımcı olduğunu için bunun yanlış olduğunu gösterdim.Çağdaş kültürlerde bunun kritik bir önemi olduğundan ötürü, çağdaş cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf ve naturist kültür için “işaretlenmemiş” bir pozisyonda ve ayrıcalıklı fonksiyonlarını etiketlenmemiş bir pozisyon için önemli bir hatırlatıcı olarak sunar. Bu, feminist kelimesi eklenmeden, bir şeyin çevresel ahlak olarak, sadece ekofeministlerin reddettiği erkek cinsiyetine önyargı da dahil olmak üzere önyargsı yokmuş gibi sunulmasıdır: kadın ve doğanın ikiz baskısı arasındaki bağlantıların erkek-cinsiyetine önyargıdan doğduğunun farkında olmak konusunda başarısızlık.

Feminizmin amaçlarından biri tüm ezici toplumsal cinsiyet (ırka, sınıf, yaş, etkileşimsel tercihlere ilişkin) kategorilerinin imhası ve farklılığın hakimiyeti beslemediğini söyleyen 4001′in dünyasının yaratılışıdır. Eğer 4001′de “uygun çevresel ahlak” “feminist bir çevresel ahlak” ise, feminist kelimesi gereksiz ve fuzuli olabilir. Ancak, bu 4001 değildir, ve mevcut tarihsel ve kavramsal gerçeklikte kadın ve doğanın hakimiyeti kati surette birbirine bağlıdır. 1990’larda süregelen yanlış (ve imtiyazlı) bakış açısına göre “çevresel ahlak” feminist bir konu değildir, çevresel ahlaka herhangi bir eklentide bulunmamaktadır şeklindeki bağlantının görülebilmesinde ve farkında olunabilmesindeki başarısızlık.

SONUÇ

Bu yazıda ekofeminizmin, feminist ve çevresel ahlak için belirgin biçimde bir rejim sağladığını tartıştım. Ekofeminizm kadın hakimiyeti ve doğa hakimiyeti arasındaki teorize edilmiş ve hissedilmiş bağlantılardan doğar. Bağlamsal bir etik olarak, ekofeminizm doğanın ahlaki açıdan konuşulduğunda, insanlar için ne anlama gelebileceği, insanların diğer insanlarla olan ilişkilerinin yanı sıra insan olmayanlarla ilişkilerindeki tavırlarının ve insanlığın ve doğanın ne anlama geldiği ve insanların insan olmayan çevrelerine karşı sorumlulukları üzerine yeniden odaklanmaktadır. Bu yeniden odaklanmanın bir parçası kadınların ve diğer ezilen insanların sesinin bu ahlakın oluşumu için ciddiye alınmasıdır.Bir Sioux büyüğü bana oğlu hakkında bir hikaye anlatmıştı. Yedi yaşındaki oğlunu, “Hindu geleneklerini” öğrenebilmesi amacıyla dede ve ninesiyle birlikte yaşaması için bir Sioux Kızılderili arazisine göndermiş. Dede ve ninesinin çocuğa öğrettiklerinin bir parçası da ormandaki dört ayaklıları nasıl avlayacağı imiş. Duyduğum hikayeye göre , çocuğa öğretilen “kendi Hindu alanında, senin dört ayaklı kardeşlerini vurmak için onu yavaşlatmalı ancak öldürmemelisin. Daha sonra, dört ayaklının kafasını ellerinin arasına almalı ve gözlerinin içine bakmalısın. Gözler tüm acının nerede olduğunu yansıtır. Kardeşinin gözlerinin içine bak ve acıyı hisset. Daha sonra, bıçağını al ve dört ayaklıyı çenesinin altından , boynundan kes, böylece hızlı bir şekilde ölecektir. Ve bunu yaptıktan sonra, dört ayaklı kardeşinden, yaptığın şey için seni affetmesini dile. Ayrıca dört ayaklı akrabana sana bedeninin şu anda sunduğu için, giyecek ve yiyecek sağladığı için dua et. Ve dört ayaklıya, kızkardeşin olan çiçeklere ve kaydeşin geyiklere, toprağa besin olmak için, öldüğünde kendini tekrar toprağa koyacağına dair söz ver.Dört ayaklıya bu şükranı sunman ve geri kalan zamanda, dört ayaklı senin yaşaman için hayatını sana teslim ederken senin de vucudunu söz verdiğin gibi geri döndürerek sözünü tutman yakışık alır.” Bu öyküyü yansıttığımda, anlatıyı, bağlamı ve bu tür değerleri, önemseme, sevmenin idrakı ve uygun karşılık verme ve uygun olanı yapma gibi – bu uygunluk nosyonunun aşırı derecede şişirilmiş olmasına rağmen- ilişkisel tutumları ilişkisel tavırları ciddiye alma açısından çevresel ahlakın gelmiş olduğu noktanın gücü ile vurgun yemiş durumdayım.Ayrıca bir kez birisi kadın ve doğa arasındaki kavramsal ve tarihsel bağlantıları açıkladığında bir kişinin görebileceklerinin ne olduğu konusunda da vurgun yemiş durumdayım. Hem feminizmin hem de çevresel ahlakın yeniden anlaşılması ve yeniden kurgulanması, bence, ekofeminizmin gücü ve vaat ettikleridir.
Karen J. Warren St Paul Minnesota’daki Macalaster College’da felsefe doçentidir. Temel felsefi ilgi alanları ahlak, feminizm (özellikle ekolojik feminizm) ve kritik düşüncedir. Felsede, çevresel ahlak ve kritik düşünme hakkında K-12, kolej ve üniversite düzeyindeki katılımcılara, hapishanelerdeki insanlara ve halk ve vatandaşlık gruplarına eğitimler vermiş ve seminerler düzenlemiştir. Hypatia konusu üzerine misafir yayıncı olmuştur. A Feminism Journal of Philosophy on “Ecological Feminism” (Spring 1991, vol. 6, no. 1) ve American Philosophical Association Newsletter on Feminism and Philosophy’ de üç özel konu ve ‘Ecofeminism’ for Environmental Philosophy de yardımcı yayıncılık. From Animal Rights to Radical Ecology (Michael Zimmerman, genel editör, Englewood Cliffs, NJ, Prentice Hall, 1993). Routledge için olan özel sayıya ek olarak, halen Ecofeminism.- Multi-disciplinary Perspectives for Indiana University Press başlıklı antolojisi üzerine çalışmaktadır, ve o ve Jim Cheney, Ecological Feminism: A Philosophical Perspective on What It Is and Why It Matters (Denver, CO, Westview, yakında) başlıklı bir kitabı birlikte yazmaktadırlar.

çeviren: gülden ortaç




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder