Seven Bir Çingene'nin öyküsü / Değirmen - Sabahattin Ali

Hiç sen bir su değirmeninin içini dolaştın mı adaşım?...
Görülecek şeydir o... Yamulmuş duvarlar, tavana yakın ufacık pencereler ve kalın kalasların üstünde simsiyah bir çatı... Sonra bir sürü çarklar, kocaman taşlar, miller, sıçraya sıçraya dönen tozlu kayışlar... Ve bir köşede birbiri üstüne yığılmış buğday, mısır, çavdar, her çeşitten ekin çuvalları. Karşıda beyaz torbalara doldurulmuş unlar...
Taşların yanında, duman halinde, sıcak ve ince zerreler uçuşur. Halbuki döşemedeki küçük kapağı kaldırınca aşağıdan doğru sis halinde soğuk su damlaları insanın yüzüne yayılır...
Ya o seslere ne dersin adaşım, her köşeden ayrı ayrı makamlarda çıkıp da kulağa hep birlikte kocaman bir dalga halinde dolan seslere?... Yukarıdaki tahta oluktan inen sular, kavak ağaçlarında esen kış rüzgârı gibi uğuldar, taşları kah yükselen, kah alçalan ağlamaklı sesleri kayışların tokat gibi şaklayışına karışır... Ve mütemadiyen dönen tahtadan çarklar, gıcırdar, gıcırdar...
Ben çok eskiden böyle bir değirmen görmüştün adaşım, ama bir daha görmek istemem.
Sen aşkın ne demek olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?...
Çooook desene! Sevgilin güzel miydi bari? Belki de seni seviyordu... Ve onu herhalde çok kucakladın... Geceleri buluşur ve öperdin değil mi? Bir kadını öpmek hoş şeydir, hele adam genç olursa...

Çark - İZLE

Yönetmen : Muzaffer Hiçdurmaz
Senaryo : Haşmet Zeybek (Bekir Yıldız'ın bir öyküsünden)
Görüntü Yönetmeni : Erdoğan Ererez
Müzik : Cahit Berkay, Cem Karaca
Oyuncular : Tarık Akan, Müge Akyamaç, Savaş Yurttaş, Erol Demiröz, Oktay Sözbir, Günay Girik, İhsan Yüce, Muazzez Kurdoğlu, Bekir Yıldız, Haşmet Zeybek, Erdal Sümer, Hikmet Karagöz, Kenan Bal, Diler Saraç, Zehra Alptürk, Savaş Taner, Cezmi Baskın
Yapımevi (şirket) : Burak Film (Sungur Esen, İbrahim Mertoğlu)
Ödüller : Ankara 1. Film Şenliği'nde (1988), Cahit Berkay, "Herşeye Rağmen", "Çark", "Sis", ve "Sızı" (TV Filmi) filmlerindeki çalışmaları nedeniyle "en iyi müzikçi" ödülünü kazandı.

Dört fabrika işçisinin mücadele öyküsü. Bir cam fabrikasında çalışan dört arkadaş, emeklerinin karşılığını alamayınca patronla çatışmaya girerler. Ancak sonuç aleyhlerine gelişir ve kendilerini kapının dışında bulurlar. Bu kez dört emekçi bir tersanede iş bulurlar. Ne var ki, bu yeni işlerinde de başka bir sömürü düzeni ortaya çıkar. Patron tarafından "grev kırıcı" olarak kullanıldıklarını farkederler. Dört arkadaşın çalışma yaşamındaki son durakları Kazlıçeşme'deki deri atölyeleridir. Denetimsiz, son derece kötü ve sağlıksız bir düzende çalışmasını sürdüren işçilerden biri yaşamını yitirir. Bu iş kazası sonucunda dört emekçi arkadaş, işçileri bilinçlendirerek haklı oldukları grevi başlatırlar.

Şiddet Üzerine - Fanon

İster bilinen usullerle olsun, isterse de yeni birtakım yollarla gerçekleşmiş olsun, ulusal bağımsızlık, ulusal doğuş, ulustan kavme geçiş ve sömürgecilikten kurtuluş her zaman şiddete dayalı olgular olmuşlardır. Bu olgular şu düzeylerde ele alınmışlardır: Kişisel ilişkiler... spor kulüpleri... kokteyller ve partilerde bir araya gelen insanlar... Bağımlılıktan kurtuluş... özel ya da devlet bankalarının yönetim polis teşkilatı.. bağımlılıktan kurtuluş... kısacası bir “insan tipi”nin yerini bir “başka tip”in alması... Birinden diğerine geçişten çok genel anlamda, komple ve kesin bir yerini alma söz konusudur... Esasında yeni bir ulusun ortaya çıkışı, yeni bir devletin kuruluşu, ekonomik ve siyasi ilişkiler de benzer şekilde açıklanabilir. Fakat biz, sömürgecilikten kurtuluştan, daha başlangıçta kestirip atmadan, ihtiyatla söz etmeyi yeğ tuttuk. Böyle davranmamızın önemi, sömürgecilikten kurtuluş eyleminin daha başlangıcından beri sömürgeleştirilen insanın isteklerine minimum düzeyde yer vermesinden ileri gelmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse, sömürgecilikten kurtuluş eyleminin başarı grafiği tamamıyla değişen toplumsal yapı içinde yer alır. Değişimin taşıdığı önem, istenmiş ve ısrarla üzerinde durulmuş olmasındadır. Değişimin gerekliliği düşüncesi, ana hatlarıyla, sömürgeleştirilen erkeğin ve kadının bilincinde ve hayatında, istesinler ya da istemesinler, yer eder. Değişimin meydana getireceği olaylar ve olgular bir başka tip erkek ve kadının (sömürgecilerin) şuurlarında ürküntü yaratacaktır.
Dünyanın düzenini değiştirmeyi amaçlayan bir sömürgecilikten kurtuluş eylemi tam bir düzensizlik programıdır, yahutta en azından öyle görülür. Sömürgecilikten kurtuluş eylemi, esrarlı bir işlemin, doğal bir sarsıntının ve karşılıklı uzlaşmada dayalı bir anlaşmanın eseri olabilir. Bilindiği üzere bu tarihi bir süreçtir. Ona tarihi nitelik veren şekil ve öz çekip alındığı ölçüde berraklaşacak, anlaşılabilir, kavranabilir hale gelecektir. Sömürgecilikten kurtuluş eylemi, sömürgeciliğin beslediği ve sömürgecilikten orijinalitesini alan, temelde birbirleriyle çelişen iki gücün karşı karşıya gelmesidir. İlk karşı karşıya gelişleri (sömürgeci ve sömürülen insanın) şiddet içinde olmuştur. Bir arada bulunmaları süngü ve silahla devam etmiştir. Bu iki güç çok eskiden beri birbirlerine aşinadırlar. Gerçekten de sömürgecinin onları “tanımak” şeklinde bir dil kullanmakta hakkı vardır. Sömürgeleştirilen insanı ortayı çıkaran da, bunun devamını sağlayan da sömürgecinin kendisidir. Sömürgeci tüm varlığını sömürge sisteminden kazanır.

MKM kuruluşunun 20 yılını kutluyor... - Tanıtım Fİlmini İzle

Kürt dili, kültürü ve Kürtçe sanat icraatına ilişkin Türkiye’deki ilk ve öncü kuruluş olan Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) baskılar, baskınlar, yasaklamalar, ağır bedeller ve sanatçılarının şahadetleriyle dolu ömrünün 20. yılına ulaştı. Bu tarihin 20. Kuruluş yılı ise büyük bir organizasyonla kutlanıyor.
Kürtçe konuşmanın dahi ölüm gerekçesi olabildiği yıllarda Apê Musa, Feqî Huseyin Sağnıç, İsmail Beşikçi, Hogir, Sarya, Serhad ve daha nicelerinin azmetmesiyle kurulup, Kürt kültürüne tartışılmaz bir bellek kazandıran MKM, bu yürüyüşünü onlarca sanatçının katılımıyla kutlayarak sürdürüyor.
3 eylül 2011 tarihinde düzenlenecek büyük organizasyon şimdiden heyecan yaratmaya başladı. Hazırlarına başlanan ve görkemli geçmesi beklenen etkinlik yine Kazılıçeşme’de bulunan tarihi Yedikule Zindanları’nda gerçekleşecek.
İstanbul MKM yönetici ve sanatçılarının emeğiyle hazırlanan geceye, Şahiya Stranan, Mikail Aslan, Agirê Jiyan, Koma Çiya, Bandista, Koma Gûlên Xerzan, Koma Azad, Niyazi Koyuncu, Koma Asmîn, Vengê Sodirî, Koma Serhildan ve Dîwana Dengbêja’nın sahne alması planlanıyor.
3 Eylül Cumartesi saat;: 19:00’da başlayacak etkinliğin biletleri ise MKM’nin yeni adresi olan Yahya Kahya Mah.Aynalı Çeşme cad.no:7 Tepebaşı/Beyoğlu, yanı sıra, Gölge Kültür Merkezi / Esenyurt, Arzela Kültür Sanat Derneği / Şirinevler, Med-Der / Bağcılar, Yol cafe / Maltepe, Seyhan Müzik / Kadıköy ve Zerdali Türkü Evi / Gebze ile Biletix’ten temin edilebilecek.

Afrikalı aydınlar: Kıtayı yeniden sömürgeleştiriyorlar

Libya´da yaşananlar karşısında yüzlerce Afrikalı aydın açıklama yaptı: Olan biten, kıtayı yeniden sömürgeleştirme girişimi

200´den fazla Afrikalı aydın, NATO´nun başını çektiği Libya saldırısının, Afrika´yı yeniden sömürgeleştirme girişimi olduğunu belirten bir açıklama yaptı. Aralarında 21 sene Güney Afrika Komünist Partisi Merkez Komite üyeliği yapmış ve Güney Afrika´da İstihbarat Bakanı görevini üstlenmiş olan Ronnie Kasrils, Afrika Ulusal Kongresi yürütme komitesi üyesi Jesse Duarte, Stellenbosch Üniversitesi´nden siyasi analist Willie Esterhuyse, tanınmış avukat Christine Qunta, şair Wally Serote gibi isimlerin bulunduğu 200´ü aşkın Afrikalı aydın mektubu imzaladı.

İmzacılardan Johannesburg Üniversitesi politika bölüm başkanı Chris Landsberg, "NATO uluslararası hukuku çiğnedi. Gündemlerine rejim değişikliği vardı. Afrika´nın yeniden sömürgeleştirilmesi gerçek bir tehlike haline geldi" dedi.

Guguk Kuşu - İZLE

Yapım: 1975 ~ ABD
Tür: Dram
Yönetmen: Milos Forman
Oyuncular: Jack Nicholson, Danny DeVito, Christopher Lloyd, Brad Dourif, Louise Fletcher, Vincent Schiavelli, Will Sampson, Michael Berryman, Scatman Crothers, Louisa Moritz, Mews Small, William Redfield, Alonzo Brown, Dwight Marfield, Josip Elic, Mwako Cumbuka, Nathan George, Peter Brocco, Philip Roth, Sydney Lassick, Ted Markland, William Duell
Senaryo: Lawrence Hauben, Bo Goldman
Senaryo (Kitap): Ken Kesey
Yapımcı: Michael Douglas, Saul Zaentz
Görüntü Yönetmeni: Haskell Wexler, Bill Butler
Müzik: Jack Nitzsche
Süre: 2 saat 13 dk
Ödülleri: 5 adet Oscar kazandı ve 4 kez aday gösterildi. 15 adet başka ödül kazandı ve 4 tanesi için aday gösterildi.
Eyalet Akıl Hastaesi'nde kısa bir tatil kulağa pek de kötü gelmiyor, öyle değil mi? Randle P. McMurphy (Jack Nicholson), damarlarında kan yerine elektrik dolaşan, ağzı çok iyi laf yapan özgür ruhlu bir mahkumdur. McMurphy, deli numarası yaparak kendisini 'kaçıklar' olarak nitelediği adamların yanına aldırır. Ve hemen ardından, onun bulaşıcı düzensizlik sevdası yeni geldiği yerdeki uyuşturucu rutinle karşı karşıya gelir. McMurphy Dünya Kupası maçları oynanırken, yeni arkadaşlarının yatıştırıcı ilaçlara boğulmuş bir şekilde ortalıkta bornozlarla dolaşmasına dayanamaz. Bu, savaş demektir! Bir tarafta McMurphy vardır. Diğer tarafta ise, sinema tarihinin en soğuk ve canavar ruhlu karakterlerinden Hemşire Ratched (Louise Fletcher) vardır. Ortada ise, koğuştaki herkesin kaderi. Ken Kesey'in en çok satanlar listesindeki romanından uyarlanan Guguk Kuşu, 1975'te beş ana Akademi Ödülü'nü kazandı. Keyifli seyirler dilerim...

Libya saldırısı, milenyumun suçudur - James Petras

Tanınmış sosyolog James Petras, NATO’nun Libya’ya yönelik saldırısını “yeni milenyumun yüz karası” olarak tanımladı ve Libya halkının Muammer Kaddafi’nin arkasında olduğunu iddia etti.
Petras, Uruguay’da yayın yapan CX 36 Radio Centenario isimli radyo istasyonuna, İngiltere ve ABD güçlerinin Libya’ya yönelik 188 günden beri (demecin verildiği gün itibariyle, ç.n.) devam eden bombardımanına dair bir demeç verdi.
Radyoya verdiği demeçte, NATO’nun “kendi paralı askerlerini savaş alanına indirmek için” Libya’da teröre ve yıkıma başvurduğunu belirten Petras, büyük medya kuruluşlarının Libya’da bir zafer oduğunu iddia ettiklerini ve ülke halkına acı çektiren yıkımı kutladığını dile getirdi. Petras, “Libya’ya ve Libya halkına yönelik bu savaşı, yeni milenyumun en büyük suçlarından biri olarak tanımlıyoruz” diye konuştu.
Kuzey Afrika ülkesine yönelik saldırının başladığı 31 Mart’tan bu yana en az üç bin sivil NATO bombardımanında hayatını kaybetti.

OYAK, Ne Olacak? - Mustafa Sönmez

23 Ağustos tarihli  Zaman Gazetesi’nin arka sayfasında 6×30 ebadındaki bir reklam, dikkatlerden kaçmadı. Reklam,  otomotiv firması Oyak Renault’a aitti. Zaman’a reklam vermeme konusundaki duruşuyla  bilinen Renault da belli ki, olan bitenden etkilenmişti … Ordu Yardımlaşma Kurumu, OYAK’tan Fethullahçı Zaman’a reklam muslukları açılmıştı demek ki…Medyafaresi isimli portal, yıllık reklam anlaşması yapıldığını yazdı. Bir süredir, “askeri vesayet”i sonlandırdığını caka satarak duyuran AKP’nin, OYAK ile ilgili tasarruflarının ne olacağı merak ediliyor.
Bilirsiniz, OYAK, 1961’de 27 Mayıs darbesinin ardından kuruldu ve subayların ayrıcalıklı sigorta kurumu oldu. Kendi ifadeleriyle, “OYAK, üyelerine, T.C. Anayasası’nın öngördüğü sosyal güvenlik sistemi kapsamında ve ana sosyal güvenlik kurumundan (SGK) ayrı güvenceler sağlamaktadır”.
Bugün sayıları 260 bini bulan OYAK üyeleri, SGK şemsiyesinin yanında bir de OYAK şemsiyesine sahipler. Asker emeklileri, bir maaş da OYAK’tan alır ve OYAK üyeleri, ehven şartlarda konut edinme, ucuz kredi sağlama gibi başka hizmetlerden yararlanır. 2010 sonunda OYAK’ın özkaynakları 12,2 milyar TL’yi, aktif toplamı 14 milyar TL’yi bulmuş durumdaydı.

Sadık Gürbüz (Seçkiler) - DİNLE

Sadık Gürbüz (Doğumu: 1950, Amasya). Türk halk müziği sanatçısı, besteci, tiyatrocu, sinema oyuncusu.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Yaklaşık 30 yıldır müzikle uğraşan Sadık Gürbüz, Türk halk müziğinin önde gelen adlarından biri olarak bilinir. 1976 yılına değin Şehir Tiyatroları'nda görev yapan sanatçı, o yıl siyasal nedenlerden dolayı görevinden uzaklaştırıldı ve bir daha da eski görevine dönmedi.
Kendisi tiyatroda çalıştığı dönemde oyun müzikleri yapmıştır. Ayrıca, Kara Çarşaflı Gelin (1975), Kaçak (1982) ve Şaşkın Ördek (1983) adlı filmlerin müzikleri de Sadık Gürbüz'e aittir.
2005 yılında yapılan Misi adlı filmde Yani Baba adlı karakteri oynamıştır.
Sadık Gürbüz'e göre, radyo ve televizyonun da etkisiyle, halk kültürünü savunanlar artık eskisi kadar etkin değildirler. Sanatçı, halk müziğini modern tekniklerle de buluşturmak, müziği tek seslillikten kurtarılıp modern tekniklere açmak amacıyla çok sesli çalışmalar yapmaktadır. Sanatçı, müzik anlayışının temellerinin 1971-1976 yılları arasında Muhsin Ertuğrul yönetimindeki Şehir Tiyatroları'ndaki çalışmaları sırasında atıldığını, o dönemde tiyatroda sağlam bir müzik eğitimi aldıklarını belirtmektedir.

Kimse İran Kedilerinden Bahsetmiyor - İZLE

“Filmimdeki genç kahramanları İran kedilerine benzetiyorum; özgürlükleri ellerinden alınmış, müziklerini ancak saklı gizli yapabiliyorlar.” Bahman Ghobadi (yönetmen)
Yönetmen: Bahman Ghobadi
Senaryo: Bahman Ghobadi, Roxana Saberi,  Hossein M. Abkenar
Görüntü Yönetmeni: Turaj Mansuri
Kurgu: Hayedeh Safiyari
Oyuncular: Negar Shaghaghi, Ashkan Koshanejad, Hamed Behdad
Yapımcı: Bahman Ghobadi
Süre: 105 dk
Film cezaevinden salıverildikten sonra bir grup kurmaya çalısan ve daha sonra da Iran’ı terketmeye hazırlanan iki genç müzisyeni izlemektedir. Çifte, Tahran’da ve etrafında dolasmaları ve bir grup kurmak ve daha sonra ülkeyi terketmekle ilgilenebilecek diger underground müzisyenleri aramalarına yardım eden Nader adındaki underground müzik tutkunu ve yapımcı bir adam dostluk gösterir. Film, Iran’daki rejimin bagımsız müzisyenlere ve genelde de Iran gençligine yönelik yasal ve kültürel baskılarının vurgulamaktadır. Müthiş bir film sonuna kadar  keyifle seyredeceksiniz İyi seyirler...

Madalya Fabrikası - Leon Felipe

Oyuncak satıcısı kasabaya girdiğinde akşamüstüydü. Gök kararıyor, kışın başlangıcını hissettiren ayaz soğuğu sokakları boş bırakıyordu. Yağmur yağabilir, böyle düşündü. İşi için hiçte iyi olmazdı. Arabasını park etti. Geceyi bu kasabada geçirmeliyim. İndi. Bagajdan ufak oyuncaklar alıp, paltosunun ceplerine doldurdu. Bagajı ve kapıları kilitledi. Sağına soluna bakındı. Tüm kasabalar aynıydı. Belediye binasını gördü. Merdivenlerin önünde kırklarında biri, sakallı, sağlıklı yüzlü biri oturuyor. Yaşama kayıtsız, ıslık çalıyordu. Gaspard de la Nuit Melodiyi anımsadı. Adama doğru yürüdü. Konuşmadan yanından geçti. Her kasaba gibi buranın da belediye yanındaki sokaklarında dükkanlar ve lokantalar ve gece uyuyacağım berbat bir motel vardır. Bir oyuncakçı için sıradan bunlar. Çok sıradan. Şu savaş olmasaydı. Belki. Karnım acıkmış. Sigara çok içiyorum. Yine de bir sigara yakmak için paketi çıkarttı. Eli cep telefonuna değmişti. Burada da çekmez. Küçük kasabalar daha sıkıcı. Yürüdü. Açık bir lokanta gördü. İçerisi boş. Benden başka müşteri yok. Umarım yiyecek bir şeyleri vardır. Oturmadan, bir ayağı dışarıda diğeri lokantanın açtığı kapısından biraz içeride sordu. Yemek var mı? Yok. Dedi, mutfaktan genç bir ses. Bir kadın. Aşağıda kahvede var ama. Zaten gece oluyor kapatıyoruz. Lokantanın adına baktı. Camdan silinmek üzere olan harfler anlamsızlığı yüceltiyordu.

Mihri Belli Yaşamını Yitirdi

Türkiye devrimci hareketinin çınarlarından biri, Mihri Belli yaşamını yitirdi.

Türkiye devrimci hareketinin sembol isimlerinden biri olan, 96 yaşındaki Mihri Belli, bugün saat 16:00'da uzun süredir tedavi görmekte olduğu evinde yaşamını yitirdi.
Belli, 1915 yılında Silivri'de dünyaya geldi. Babası, Kurtuluş Savaşı yıllarında Trakya'da direnişi yönetenlerden Urfalı Mahmut Hayrettin Bey'dir.
Belli, 1936'da okumaya gittiği ABD'de marksist düşünceyle tanıştı ve devrimci mücadeleye katıldı. 1937-1938 yıllarında Missisippi'de zenci yarıcılar arasında siyasi faaliyet yürüttü. 1939-1940 yıllarında iktisat yüksek lisansı yaptığı Missouri Üniversitesi'nde, ABD'li komünistlerle birlikte mücadele etti.
1940'ta Türkiye'ye döndü. Yeraltında faaliyet yürüten Türkiye Komünist Partisi'yle temas kurarak parti saflarında faaliyet göstermeye başladı. 1942'de partinin merkez komitesine seçildi.
1943-1944'te İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde İlerici Gençler Birliği'nin kurucu ve örgütleyicilerinden biri oldu, ardından birliğe yönelik kovuşturmada tutuklandı, iki yıl hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı.

Dikmen Vadisi'nde Halkın İktidarını Kuranlar Parti İktidarını Savunanlar

Halk Cephesi, Dikmen Vadisi'nde 'devrimcilere saldırıldığı' yönünde iddialar gündeme getirdi. Vadi'deki direnişin altı yıllık öncüsü Barınma Hakkı Bürosu ve Vadi halkı temsilcilerinden oluşan Barınma Hakkı Meclisi de bir açıklama yaparak, saldırı iddiasını yalanlarken, sorunun kaynağında mahalle halkının iradesini tanımayan Halk Cephesi üyelerinin Vadi'yi provokasyona açık hale getirecek bir eylem yapma ısrarının bulunduğunu belirtti.

Halkinsesi.tv'de 14 Ağustos günü yayımlanan 'Devrimcilere saldırı' başlıklı haberde Dikmen Vadisi'nde eylem yapmak isteyen Halk Cephesi üyelerine Vadi halkının saldırdığı, Vadi'de bulunan Barınma Hakkı Bürosu'nun halkı saldırı için kışkırttığı iddialarına yer verildi. Haberde, Halk Cephesi üyelerinin Ankara'nın çeşitli semtlerinde 'evlerimizi yıktırtmayacağız' kampanyası kapsamında eylemler yaptığı belirtilerek Dikmen Vadisi'nde eylem yapılmasına izin verilmediği, bu engelleme sırasında Halkevcilerin "mahallelerinde devrimcileri istemediklerine" dair açıklamalarda bulunduğu iddia edilmişti.

Mahallede eylem yapmak isteyen devrimcilere saldırıldığı yönünde iddialar üzerine altı yıldır Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin kentsel dönüşüm projesine karşı mücadele eden Dikmen Vadisi'nde neler yaşandığı merak edilmişti.
Vadi halkı: 'Saldırı iddiaları yalan, halkın örgütlü iradesi tanınmıyor'
Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu bir açıklama yayımlayarak iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirtti. Vadi halkı, Halk Cephesi üyelerinin 14 Ağustos günü mahallelerinde kendi iradelerini hiçe sayarak, mahalle halkının temsil mekanizması olan Barınma Hakkı Meclisi'ne dahi ulaşmadan dışarıdan gelerek bir eylem yapma kararı almalarını doğru bulmadıklarını açıkladı.

Şeklen ''Aşağıdan Yukarı'' Bir Stalinizm Denemesi: BÜYÜK PROLETER KÜLTÜR DEVRİMİ - 1

Kültür Devrimi "aşağıdan yukarı bir emekçi inisiyatifi" miydi? Bu yüzden, her şeyi yukarıdan aşağı halletmeye çalışan Stalinizmden "köklü bir kopuş" muydu? Gerçekten bürokratlaşmayı mı hedef aldı? Sosyalizmde yeniden- -sınıflaşma eğilimlerine karşı "kapsamlı bir çözüm" müydü? Dolayısıyla, 1871 Paris Komünü, Ekim 1917,1949'da Çin Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşu gibi "büyük proleter devrimleri"nden biri, hattâ bu zincirin son ve en ileri halkası mıydı? Hatâları, esasa ilişkin olmayan, her kitle harekelinde görülebilecek bazı "aşırılık'lardan mı ibaretti ? Onun için, yüksek ve soyut bir idealizm kertesinde, her şeye rağmen "haklı ve doğru" muydu? Sosyalist sistemin bugün yaşamakta olduğu çalkantılı dönüşüm sürecinde, Çin, Sovyetler Birliği ve bütün dünya, Kültür Devrimi'ni ve Kültür Devrimi'nin Mao'sunu "yeniden keşfedecek" midir? 1966-1976'nm ana yönelimini paylaşan, ama onun "bazı haksız yöntem'lerine başvurmayan, yeni ve daha olgun bir Kültür Devrimi, helezonun
bir üst kıvrımında böyle bîr "tekrar", mümkün veya muhtemel mi? Sosyalist ülkelerdeki "revtzyonizm" cereyanının, bu ülkeleri "kapitalist restorasyon "un felaketli ekonomik sonuçlarına açmasına karşı, emekçi kitlelerin, Kültür Devrimi doğrultusunda ayaklanmaları beklenebilir mi? Çin'de 1989 Nisan ortalarında başgösteren ve Haziran'ın ilk günlerinde Tîan Anmen Meydanı'nda kanla bastırılıncaya kadar yaklaşık 45 gün devam eden son öğrenci gösterileri, böyle bir gelişmeyi mi simgeliyordu?

Başlatılışından 23, bitirilişlnüen 13 yıl sonra bugün, Çin in Kültür Devrimi'ne ve mirasına ilişkin bu tür sorulara olumlu yanıtlar vermek, pek kolay değil. Her tarihsel hareketin (açık ya da örtük, bilinçli ya da bilinçsiz) bir çizgisi, bir hedefi, bunların somutlandığı bir içeriği olur; haklılık/haksızlık doğruluk/yanlışlık yargısı, somut başarı veya başarısızlıkların, olayların sonraki seyrini etkilemede ulaşılan kalıcılık veya geçicilik derecesinin değerlendirilmesiyle birlikte, bu çizgi, hedef ve içeriğin de analizine dayandırılmak zorundadır. Yukarıda, kasten "başlama" ve "bitme" değil, "başlatılma" ve "bitirilme" fiilleri kullanıldı: Her türlü spontaneizm mitolojisi bir yana; Kültür Devrimi hakkındaki en basit ve temel gerçek, ÇKP Merkez Komitesî'nin 16 Mayıs 1966 tarihli bir Genelgesi'yle başlatıldığı ve 1976 sonbaharında, Mao'nun ölümünden bir ay kadar sonra, gene ÇKP Merkez Konitesi'nin bir kararıyla sona erdirildiğidir. Başlıbaşına bu husus, Çin'in Kültür Devrimi'nin özellikle açık ve bilinçli, yukarıdan verilen bir merkezî çizgisi olduğuna işaret ediyor.

Aslında En Başta Agop'u Dövdürmeyecektik!..

"Hikaye odur ya aynı köyden üç genç arkadaş, bir köyden bir köye bir birlerine yoldaşlık ederek şen şakrak bir şekilde yol alıyorlarmış ve yine hikayenin yalancısıyım ki, bu gençlerden biri Türkmen Ali, diğeri Kürt Bişar öteki ise Ermeni Agop’muş, böyleymiş yani, acıda ve tasada ortak komşu işte, bir birlerinin aşına ortak, tavuklardan dolayı kavgalı ve kızlarından dolayı aşık.

Neyse, bu üç arkadaş yollarının üstünde ki bir üzüm bağına girerek göz haklarının zekatına ilişmek istemişler, daha bir salkıma doymadan bağın sahibi devlet dayı çıkagelmiş, hayrola beyler demiş selamI Aleykümle bağlayarak, ne edersiniz derken içine bir maraz çıkması halinde üç gençten dayak yeme ihtimali belirmiş, nerelisiniz? kimsiniz? kimlerdensiniz?

-Ben Ali demiş Türkmen olanı, buda Bişar diğer arkadaşımda Agop

-Hmm demiş Devlet dayı, bir birinize hiç benzemiyorsunuz akraba değilsiniz değimli?

-Yok demiş Ali, ben Türkmenim, Bişar Kürt, Agopta Ermeni, komşuyuz biz…

-Devlet dayı Agopa dönüp, Ali ve Bişar ile aynı dindeyiz, aynı kıbleye secde ederiz, hadi onlara helal benim malım yesinler afiyet olsun da, sen niye girdin benim bağa deyip Agopa saldırmış birkaç sağlam sopa darbesiyle Agopu yere sermiş, Devlet dayının müslümanlık pohpohundan etkilenen iki müslüman komşu diğer komşunun darmadağın olmasına Devlet dayıya karşı ağır bir mahçubiyet halinde sessiz kalmışlar, Agoptan kurtulan Devlet dayı, bu sefer Bişara dönmüş..

YILMAZ GÜNEY Umutsuzlar - İZLE

Umutsuzlar Yılmaz Güney'in hem oyunculuk olarak hem anlatım açısından en yetkin filmlerinin başında geliyor. Yardımcı rollerden başrole kadar çok yerinde bir cast oluşturulmuş.
Filiz Akın'ın bu filmde bulunuşu mesela... Pek de Yılmaz Güney oyuncusu sayılamaz, çünkü her zaman Avrupai tipiyle Türk sinemasında öne çıkmış, çok güzel bulunmasına rağmen seyircinin örneğin bir Türkan Şoray kadar kendisiyle özdeşleştiremediği bir fiziğe sahip olduğundan geniş kitleleri çekememiş bir oyuncu idi. Yılmaz Güney farkını bu filmle bir kez daha ortaya koymuş ve genelde Türk Sineması'nın klasik melodramlarında klişe rollerden ileri gidemeyen Filiz Akın'la uyumlu bir ikili oluşturmuş. Filiz Akın'ı belki de küllerinden tekrar yaratmış bile diyebiliriz.. Filiz Akın iyi ki bu filmde yer almış çünkü belki bu film belki bu kadar güzel olmazdı.
Filiz Akın’ın aktardığına göre, film çekilmeden önce Yılmaz Güney’in çağırması üzerine onunla görüşmeye gitmiş, ama Yılmaz Güney’in meşgul olduğu söylenmiş, görüşme gerçekleşmemiş. Bu 4 gün boyunca sürmüş. En sonunda hem yorgun hem de kızgın bir halde görüşme yerini terk ederken Yılmaz Güney gelmiş ve görüşmüşler. Yılmaz Güney “Seni 4 gün beklettik ama istediğimiz yorgun ve umutsuz ifadeyi sende gördük, filmde de bu ifadeyi istiyoruz” demiş.
Filiz Akın'a en beğendiği film sorulunca "Umutsuzlar" demişti. Enteresan bir şekilde Fatma Girik de en sevdiği filmlerini Yılmaz Güney'le çektiğini söylemişti. Yılmaz Güney’le 2 film çeviren Hülya Koçyiğit de en sevdiği film sorulduğunda Zeyno olduğunu söyleyecektir.

Aşık Veysel ( Seçkiler ) - DİNLE

Veysel Şatıroğlu veya bilinen adıyla Âşık Veysel (d. 25 Ekim 1894, Şarkışla, Sivas - ö. 21 Mart 1973),  Sivas ili Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak doğan Âşık Veysel, 7 yaşında geçirdiği çiçek hastalığı sonucunda iki gözünü kaybetti. Babasının, Âşık Veysel'e oyalanması için aldığı sazla önce başka ozanların türkülerini çalmaya başladı.1933 yılında tanıştığı Ahmet Kutsi Tecer'in teşvikleriyle kendi sözlerini yazıp söylemeye başladı.
Âşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden olan Âşık Veysel, bir dönem yurdu dolaşarak Köy Enstitüleri'nde saz hocalığı yaptı. 1965 yılında özel kanunla maaş bağlandı. 1970'li yıllarda Hümeyra, Fikret Kızılok, Esin Afşar gibi bazı müzisyenler Âşık Veysel'in deyişlerini düzenleyerek yaygınlaşmasını sağladı. Şarkışla'da her yıl adına şenlikler yapılır.
Eserlerinde Türkçesi yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Yöntemi gösterişsiz ve nerdeyse kusursuzdur. Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içeydi. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de vardır. Şiirleri, Deyişler (1944) , Sazımdan Sesler (1950) , Dostlar Beni Hatırlasın (1970) isimli kitaplarında toplandı. Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984) adıyla eserleri tekrar yayınlandı.

TÜNEL - Maksim Gorki

Durgun mavi göl, sonsuz karların taçlandırdığı yüksek dağlarla çevrili. Bahçeler, zengin kıvrımlar halinde suyun kıyısına kadar iniyorlar. Şekerden yapılmış izlenimini veren, bembeyaz, evler, suya bakıyor. Sessizlik, bir çocuğun tatlı uyuklaması gibi.
Henüz sabah. Tepelerden baygın çiçek kokuları yayılıyor. Güneş az önce yükselmiş; çiy taneleri ağaçların yapraklarında, otların üstünde parıl parıl. hâlâ. Yol, dağlar arasına atılmış solgun bir kurdele; üstü taş kaplı, ama sanki dokununca kadife yumuşaklığını verecekmiş gibi.
Bir taş yığını yanında böcek gibi kara bir işçi oturuyor; yiğitlik ve iyilik var yüzünde, göğsünde de bir madalya.
Bakır, rengi ellerini dizlerine dayayıp kestane ağacı altındaki yabancının yüzüne bakıyor.
“Bu madalyayı Semplon tünelindeki çalışmam için aldım, bey,” diyor. Eğilip göğsündeki parıltılı maden parçasına bakıyor sonra.
“Evet, her iş başında güç gelir, ta insanın kemiklerine işleyinceye, onu sevmesini öğreninceye kadar. Ondan sonra da seni harekete geçirir ve güçlüğünü yitirir. Ama gene de kolay iş değil bu, ha!”
İşçi güneşe, gülümseyerek başını salladı hafifçe, sonra birden canlandı, kara gözleri parıldadı.
“Bazen insan ürkerdi ha. Toprak bile bir şeyler duyar herhalde, değil mi? Dağın derinliklerinde, koskoca yarığı kazarken toprak tüm öfkesiyle karşı koydu bize. Soluğu öyle sıcaktı ki, yüreğimiz eridi, kafamız ağırlaştı, kemiklerimiz sızladı.

Brenna MacCrimmon - DİNLE

Brenna MacCrimmon Kanadalı bir halk müziği sanatçısıdır. Toronto, Ontario doğumludur. 1980'lerin sonundan beri Balkan Müziği çalışmakta, öğretmekte ve söylemektedir. Çok iyi Türkçe konuşan ve şarkı söyleyen MacCrimmon, uluslararası anlamda bir Türk halk müziği ses sanatçısı olarak kabul edilmektedir.
Türk Müziği'ne olan ilgisi gençliğinde Burlington, Ontario'daki bir kütüphaneyi ziyaret etmesi ile başladı. Bu deneyimi kendisi "Türkçe albümlere rastladım ve aniden duygusal bir bağ oluştu" şeklinde tanımlıyor. 1980'lerin başlarında Toronto Üniversitesi'nde etnik müzikoloji dersleri alırken yerel Türk müzisyenlerle tanıştı ve bağlama öğrenmeye başladı. Daha sonra bir Türk müzik grubunda çalmaya ve şarkı söylemeye başladı.
Rumeli Müziği olarak bilinen Türk-Balkan ezgilerine ilgi duydu. Türk müziği teorisi üzerine çalışmalar yaptı ve unutulmaya yüz tutan halk müziği arşivlerini araştırdı. Türkiye ve Yunanistan'a pek çok ziyarette bulundu. Yunanistan başta olmak üzere, Trakya-Balkan bölgesini, köy köy, şehir şehir gezmiş, müziği kadar kültürünü, insanını da benimsemiştir.
90'lı yılların başında Kanada'da Balkan müzikleri üzerine tez hazırlarken İstanbul'a gelmiş ve kalmaya karar vermiştir. Türkiye'de bulunduğu beş yıl içerisinde Türk kültürü ve halk müziği ile yoğun bir şekilde iç içe yaşayan sanatçı pek çok özel gösteri ve festivalde sahne aldı.
Soprano ses tonuna sahip MacCrimmon, Selim Sesler'le kurdukları Karşılama adlı grup ve aynı isimli albümde türküler söylemiş, bu albüm ile 1998 senesinde June Ödülü'nü kazanmıştır. Ayrıca Baba Zula ve Mad Professor ile birlikte Psyche-belly Dance Music ve Duble Oryantal albümlerinde yer aldı.

ARARAT - İZLE

Ararat, 2002 Kanada-Fransa ortak yapımı filmin yönetmenliğini, senaryo yazarlığını ve yapımcılığını Ermeni asıllı Kanadalı Atom Egoyan yaptı. Film, Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti tarafından reddedilen Ermeni Soykırımı üzerine kurulmuştur.
Film yönetmeni Edward Saroyan (Charles Aznavour), Amerikalı misyoner Clarence Ussher'in eserine dayanan ve Ermeni Soykırımı konu alan filmi çekmek için Kanada'ya Toronto'ya gelir. Senarist Rouben (Eric Bogosian) ile filmin temasını tartışırken soykırımda annesini (Lousnak Abdalian) kaybeden ve ABD'ye göç ettikten sonra The Artist and His Mother (Ressam ve Annesi) adlı tabloyu çizen Soyut dışavurumculuk ressamı Arshile Gorky dikkatlerini çeker ve kendisinin gençlik yıllarını filmde anlatmaya karar verir. Onun için Gorky'i araştıran sanat tarihçisi Ani (Arsinée Khanjian)'den danışmanı olmasını rica eder.
Dulu olan Ani daha önce iki kez boşanmıştır. İlk eşi Ermenistan'ın özgürlüğü uğruna Türkiye'nin bir büyükelçisine suikast girişiminde bulunurken polis tarafından vurularak öldürülmüştür. Ani eşinin kahraman olarak öldüğüne inanmaktadır. Ancak 18 yaşındaki oğlu Raffi (David Alpay) babası hakkında "Kahraman mıydı? Yoksa terörist miydi?" sorusuyla meşgul olup dertlidir. Ani'nin ikinci eşinin kızı Celia (Marie-Josée Croze) Raffi'nin sevgilisidir. Ancak babasının ölümünün sorumluluğunu Ani'ye yükleyerek ondan nefret etemektedir.
Saroyan'ın filminin çekimi başlar. Filmin başrolü oyuncusu Martin Harcourt (Bruce Greenwood), Clarence Ussher rölünü oynar. Cevdet Bey adlı Osmanlı valisi rolüne, sinema camiasına yeni giren Ali (Elias Koteas) seçilir.

Bizim Marx - Antonio Gramsci

Bizler Marksist miyiz? Marksist diye bir şey var mı? Ey saçmalık, yalnız sen ölümsüzsün. Bu soru büyük olasılıkla önümüzdeki günlerde, ölümünün yüzüncü yılı yaklaşırken tekrar gündeme gelecek ve cevaben mürekkep ile ahmaklık nehir olup akacak. Boş laflar ve kılı kırk yaran anlamsız akıl yürütmeler, insanlığın vazgeçilmez mirasının parçasıdır. Marx, bir tür küçük, muntazam bir doktrin yazmamıştır; o bize kategorik buyruklar, mutlaklar ve karşı gelinemez normlarla yüklü, zaman ve uzam kategorilerinin dışında duran kıssalar bırakan bir Mesih değildir. Onun tek kategorik buyruğu, tek normu şudur: Dünyanın bütün işçileri, birleşin! O halde Marksistleri Marksist olmayanlardan ayıran şey, örgütlenme görevini anlamak ve dolayısıyla örgütlenip güçleri birleştirmek için bu görevinin propagandasını yapmaktır. Az ya da çok: O halde kim Marksist değildir ki? Zaten durum da budur: Farkında olmasa da herkes biraz Marksisttir. Marx büyük bir adamdı, bu dünyada yaptıkları, sıfırdan bir şey icat ettiği ya da mucizevî bir şekilde tarihe orijinal bir bakış getirdiği için değil, daha önceden parçalı, noksan ve olgunlaşmamış olanı, olgun, sistematik ve öz bilinçli bir hale getirdiği için sonuç vermiştir. Onun kişisel bilinci herkesin bilinci olabilir, daha şimdiden birçoklarının bilinci haline geldi bile. Bundan dolayı Marx yalnızca bir düşünce adamı değil, aynı zamanda bir eylem adamıdır. Düşüncesinde olduğu kadar eyleminde de büyük ve verimlidir; kitapları düşünme tarzımızı değiştirdiği gibi dünyayı da değiştirmiştir.
Marx, insanlık tarihine, bilinç alanına aklın girmesidir.
Marx’ın eserleri, tam da Thomas Carlyle ve Herbert Spencer arasında, insanın tarihteki rolü üzerine büyük bir savaşın sürdüğü bir döneme denk düşer.

Kimin Güvencesizliği? - Stevphen Shukaitis

“Günümüzde güvencesiz işçinin koşulları olarak  tanımlanan, belki de proletaryanın asıl gerçekliğidir. 1830’daki işçilerin  varlık biçimleri bizim geçici işçilerimizinkine oldukça yakındır.”
Jacques Ranciere, “The Nights of Labor: The Workers’ Dream in Nineteenth Century France”
Son yıllarda İtalya ve İspanya’da, fakat şimdi daha geniş bir  çerçevede, “güvencesizlik” ya da “güvencesiz emek” koşullarına ilişkin bir  tartışma peyda oldu. Bu tartışmalar ve bunların etrafındaki örgütlenmeler, değişken,  kısa vadeli, esnek ve muazzam sömürüye maruz kalan emeğin koşullarını  tanımlayarak, neoliberal kapitalizmdeki toplumsal tahakküm ve sömürü  biçimlerine karşı koymanın yeni yollarını arıyor. Bu yeni koşullar, alışılmış  sendikal örgütlenme ve politik mücadelelerin, hatta radikal olanlarının bile yöntemlerinin  mevcut koşullara artık uygun olmadığını büsbütün gözler önüne sermektedir. Yukarıda  bahsedilen konumlardan iş elde etmenin giderek önem kazanmasıyla yaratılan  rekabet yöntemleri, insanı daha önce hiç olmadığı kadar giderek yarı-zamanlı,  sözleşmeli ve geçici (ABD’de yüzde 16.8’e, Hollanda’da yüzde 46.1’e varan) işlere  dahil ediyor. Ancak örgütlenme kavram ve yöntemlerinin zaman, uzam ve kültürel bağlama kaçınılmaz olarak adapte edilmesi gerekir. Güvencesizlik etrafında su yüzüne çıkan çeşitli fikirler, ABD’deki ya da daha geniş çerçevede bu  fikirlerin ortaya çıktığı aynı kültürel ve toplumsal tarihi paylaşmayan başka  yerlerdeki radikal politik örgütlenmeye hangi yönlerden faydalı olabilir?

Aptallık Çağı - BELGESEL

Yönetmen : Franny Armstrong
Görüntü Yönetmeni : Franny Armstrong
Yapım : 2009, İngiltere , 89 dk.
Oyuncular:Jamila and Adnan Bayyoud , Alvin DuVernay , Piers Guy , Layefa Malini , Fernand Pareau , Pete Postlethwaite , Jeh Wadia

Aptallık Çağında, gelecek nesillerin bu çağı nasıl adlandıracağı sorgulanıyor: 21 yüzyıl tarihe, bütün bilimsel veriler ve çözümlerin ortada olmasına rağmen bu felakete izin veren insanların yaşadığı Aptallık Çağı olarak mı geçecek?
Film, 6 bağımsız hikayede anlatılan, tüketim, savaş, iklim değişikliği, petrol ve alternatifleri gibi temalardan oluşuyor. Drama, animasyon ve belgesel karışımı yapım, insanoğlunun aptallığıyla kaybedilen bir dünyaya eleştirel bir gözle bakıyor ve bizi çözüm üretmek için harekete geçmeye çağırıyor.
Filmin amacı bilinçlendirmeye yönelik büyük değişimin bir parçası olmak, hükümetleri dünyadaki sıcaklık oranını iki derece düşürerek sabitlemeleri ve gezegenimizi insanlar ve diğer canlılar için yaşanabilir hale getirmeleri için global emisyon düzeylerini azaltacak uluslararası bağlayıcı anlaşmalar yapmaya teşvik etmek olarak gerçekleştiriliyor.

Londra'daki "devrim"i anlamak!.. -Yüksel Akkaya

Kimdir devrimin/sosyalistlerin müttefiki? Kapitalizmin ahlak sınırları içinde kalanlar mı? Kapitalizmin mahkûm ettiği/yarattığı kesimler mi?
Kafalarımız çok karışık. Kapitalizmin medyasına bakarsak, Londra’da uyuşturucu/kaçakçılık işlerine bulaşmış birisinin öldürülmesinden kaynaklanan bir öfke var, Londra’da başlayan ve giderek yaygınlaşan. Üstelik bu öfke az buz değil, sarsıcı! Kapitalistler bu konuda çok net: baldırı çıplakların geçici öfkesi, yağması! Peki, solun kafası? Orası tam bir muamma! Bir izi süren sol cenah bir Los Angeles, bir Paris başkaldırısı var mı diye sorguluyor ( ilk günlerde benim gibi). Hay Allah, gözden kaçırdıysam bağışlasınlar, bu tür şeyleri önemseyen anarşist cepheden de pek bir “ilk” çıkış yok gibi, nedense?

Çok doğru, çarpıcı bir tespittir: Kitlelerin ne zaman, nerede, ne yapacağı belli olmaz. Ama o kadar çarpıcı bir başka bir şey vardır: Sanayileşme sürecinde her atölye ne kadar bir isyanın merkezi ise, şimdi her yoksul mahalle, bölge, kent de bir o kadar isyanın merkezidir. Velev ki nedenleri çok farklı olsun.

Londra “devrim tezleri” kadar, başkaldırı tezlerini de sorgulamaya çağırıyor solu/sosyalistleri. Şimdi “revizyonizm” zamanı düşüncelerimizde, olumlu anlamda, solun “kaba” suçlayıcı ve kısıtlayıcı dile ile değil.

Takhté siah / textê reş / kara tahta -İZLE ( Türkçe Altyazılı )

Yönetmen : Samira Makhmalbaf
Senaryo : Mohsen Makhmalbaf , Samira Makhmalbaf
Görüntü Yönetmeni : Ebrahim Ghafori
Müzik : Mohamad Reza Daryishi
Yapım : 2000, İran / İtalya , 85 dk.
Oyuncular: Said Mohamadi , Bahman Ghobadi, Behnaz Jafari, Rafat Moradi (Reboir)

KONU: Halepçe’den 1980-87 yıllarındaki İran-Irak savaşı sırasında Saddam Hüseyin dikatatörlüğünden kaçarak İran’a sığınan ve yasal olmayan yollarla(devletlere göre) dağlardan topraklarına dönmeye çalışan Kürt mültecileri konu alıyor. Bir öğretmenin tahtasıyla gezerek çocuklara ders vermeye çalışması Kürt trajedisini gözler önüne seriyor. Bölgede yakın zamanda yaşanmış savaşların yarattığı yıkım ise, her sahnede kendini belli ediyor. Öğretmenlerin sırtlarında taşıdıkları kara tahtaların tek işlevi, öğrenciler ders verilirken ortaya çıkmıyor. Bu kara tahtalar, aynı zamanda birer kalkan ve sığınak görevi de üstleniyor zorlu coğrafyada.
Yönetmeni  Samira Makhmalbaf.  Film 2000 yılında Cannes’da büyük jüri ödülünü aldı. Kürt kadın yönetmen Samira Makhmalbaf ödülü aldığında 20 yaşındaydı.

La Nana / Hizmetçi - İZLE

Şili – Meksika - 2009 - 94'
2009 Sundance Film Festivali: Jüri Büyük Ödülü
Dünya Sineması:Miami Film Festivali: En İyi Senaryo
Huelva Latin Amerika Film Festivali: En İyi Film
Vancouver Film Festivali
Seattle Film Festivali
Cartegana Film Festivali: En İyi kadın Oyuncu (Catalina Saavedra)
2010 Altın Küre Ödülleri: En İyi Yabancı Film Adayı
Bağımsız Ruh Ödülleri: En İyi Yabancı Film Adayı
“Sana yardım edecek birini işe alabiliriz diye düşünüyorum– “Hayır, hayır.” (filmden)
Üst sınıf Şilili bir ailenin yanında hizmetçi olarak çalışan Raquel’e evin annesinden rüya gibi bir teklif gelir: “Sana yardım edecek birini işe alabiliriz diye düşünüyorum.” Raquel ise duyduklarına inanmakta güçlük çekerek dehşete düşer. Yönetmen Sebastián Silva bu filminde, 21 yılını aynı ailenin yanında geçirmiş 41 yaşında bir hizmetçi olan Raquel’in çalkantılı iç dünyasına; onun hayal kırıklıklarına, mesafeli duruşuna ve sınıf çelişkilerinin içinde eriyen kimliğine odaklanıyor. Ona bir yardımcı almayı düşünmelerinin nedeni ise Raquel’in şiddetli baş ağrıları ve bayılmaları. Ama Raquel bu teklifi, yıllardır alıştığı yalnız hayatına dönük bir tehdit olarak görüp, tırnaklarını çıkarmaya karar veriyor. Catalina Saavedra’nın, içindeki fırtınalarla başa çıkmaya çalışan hizmetçi rolündeki inanılmaz oyunculuğu kendisine birçok ödül kazandırdı. Hizmetçi, Jean Genet’nin temizlikçi kadınlarına ve Luis Buñuel’in sınıf tanımlarını parçalayan sinemasına bir saygı duruşuna dönüşüyor. İyi seyirler...

'Emekçi sınıfın baş kaldırısı'- VİDEO ( yenilendi)

Londra'nın kuzeyinde hafta sonu başlayan isyan, dün gece, yeni şehirlere yayıldı. İsyan nedeniyle tatilini yarıda bırakarak ülkeye dönen Başbakan David Cameron, İçişleri Bakanı ve güvenlik görevlileri ile acilen bir toplantı düzenleyecek.

334 GÖZALTILondra metropol polisi, (Scotland Yard) isyanın engellenmesi için bin 700 kişilik ek polis kuvvetinin başkentte görevlendirildiğini açıkladı. Yapılan açıklamada, hafta sonu boyunca devam eden ayaklanmada 35 polisin yaralandığını belirtildi.
İçişleri Bakanı Theresa May, olayların başladığı günden berigözaltına alınanlarının sayısının 334'e ulaştığını açıkladı. May, gözaltına alınanlarının çoğunun 21 yaşın altındaki gençler olduğu bilgisini verdi.
May, göz altına alınan 27 kişi hakkında dava açıldığını da açıkladı.

Büyük Usta Aram Tigran - DİNLE

Aram Tigran 15 ocak 1934'de Qamişlo'da doğdu. Annesi Diyarbakır Silvan babası Batman Sason'ludur ve Ermeni'dir. Osmanlı döneminde Ermeni katliamlarından kaçarak Qamişlo'ya göçerler.Babası köyde sağ kalan 15-20 kişiden birirdir. Annesinin ailesinden sağ kaln bir tek teyzesidir. Aram Tigran müziğe kaval çalan babasından esinlenerek başlar. 15 yaşında ut çalarak kendini geliştirir ve düğünlerde etkinliklerde dinleyicinin karşısına çıkar. Kürtçe, Ermenice, Arapça ve Türkçe müziğinde yaşam bulur. 1966'da Ermenistan'a giderek Erivan Radyo'sunda çalışmaya başlar.  . Ünlü sanatçı hayatı boyunca 11 albüm çıkardı. Aram, 230'u Kirmancî, 150'si Arapça, 10'u Süryanice, 8'i Yunanca şarkı okudu. Ünlü sanatçı 2009 Nevruz kutlamaları için geldiği Diyarbakır'da rahatsızlandı, sanatçıya kaldırıldığı hastanede anjiyo yapılmıştı. 6 Ağustos 2009 tarihinde Yunanistan'da tedavi gördüğü hastanede beyin ölümü gerçekleşti ve 8 Ağustos 2009 tarihinde vefat etti.
‘’Kimliği, sanatçı kişiliği ile tam bir Kürdistanlı olan Aram Tigran, Ermeni asıllı olmasıyla da halklar arasında sanatıyla yıkılmaz köprülerin nasıl kurulacağını göstermiş bir şahsiyettir. Aram Tgran; davudi sesinden Kürtçe, Ermenice, Süryanice, Arapça dillerinden akan stranları ile bu toprakların kültürel kimliğini canlı tutarak cenazesini doğduğu topraklara kabul etmeyen inkarcılara karşı duran bir halk sanatçısı olarak yaşadı.

MEMURUN ÖLÜMÜ - Anton Çehov

    Bir gece, mümeyyiz İvan Dimitriç Çerviakov, ikinci sıra koltuklardan birine oturmuş, dürbünle “Kornevil Çanları”nı seyrediyordu. Çerviakov seyrediyor, mutluluğun en yükseklerine ulaştığını duyuyordu. Derken birdenbire… hikayelerde bu “Derken birdenbire”lere sık sık raslanır. Yazarların hakları var: hayat beklenmedik şeylerle öylesine dolu ki… Derken birdenbire yüzü buruştu. Gözleri kaydı, soluğu kesildi. Dürbünü gözünden ayrıldı, eğildi ve… hapşuuuu!.. diye aksırdı. Bildiğiniz gibi aksırık, hiçbir yerde, hiç kimseye yasak edilmemiştir. Köylüler de aksırır, emniyet amirleri de aksırır, hatta bazen, danışmanların bile aksırdığı olur. Herkes aksırır. Çerviakov hiç de bozulmadı, mendili ile ağzını burnu sildi, nazik bir insan gibi, kimseyi rahatsız edip etmediğini anlamak için etrafına bakındı. Ve hemen utanmak zorunda kaldı; önünde, birinci sıra koltuklardan birinde oturmakta olan yaşlı bir zatın kafasını, ensesini eldiveni ile dikkatle silmekte olduğunu, bir şeyler mırıldandığını gördü. Çerviakov, ihtiyarın ulaştırma bakanlığında çalışan sivil generallerden Brizjalov olduğunu tanımakta gecikmedi:
- Adamın üstünü başını berbat ettim, diye düşündü. Gerçi, benim amirim değil, yabancı, ama ne de olsa hoş bir şey değil. özür dilemeliyim.

Çerviakov, öksürdü, gövdesini biraz ileri doğru verdi, generalin kulağına:
- Af buyurun, efendimiz, diye fısıldadı; üstünüzü başınızı berbat ettim. İstemiyerek oldu.
- Zararı yok, zararı yok!..
- Allah rızası için af buyurun! Ama ben… Böyle olmasını istemezdim.
- Ama oturunuz rica ederim. Bırakın da dinleyeyim!..

"Tarihin en büyük işçi sürgünü" -Genel-İş Başkanı Erol Ekici ile söyleşi

Torba Yasanın 166. maddesi, yürürlülüğe girdiğinde kadrolu olarak çalışan kamu işçilerinin çok büyük bir bölümü “ihtiyaç fazlası işçiler” oldukları öne sürülerek sürgün edilecek. Bu sürgünden asıl etkilenenler de belediye işçileri olacak. DİSK Genel-İş Başkanı Erol Ekici’yle belediye işçilerini bekleyen bu sürgün düzenlemesi üzerine konuştuk
Ergün İşeri: Söz konusu madde kapsam yönünden “mahalli idareler”i ilgilendiriyor, bu çerçevede hangi kurum ve kuruluşlar bulunuyor?
Erol Ekici: “Mahalli idareler” kapsamına il özel idarelerinde ve belediyelerde çalışan işçiler giriyor.
Maddenin başlığında ve içeriğinde belirtilen “ihtiyaç fazlası işçiler” kimler? Tahmini olarak kaç işçi ihtiyaç fazlası olarak belirlenecek?
“İhtiyaç fazlası” olarak görülen işçiler norm kadro dışındaki işçiler anlamına gelmektedir. Ancak Torba Yasa’nın 166. Maddesi’nde sadece ihtiyaç fazlası olarak görülen işçileri değil, bunun yanında norm kadro içerisindeki işçilerin de bu kapsamın içine dâhil edileceği görülmektedir. Yani bu durumda bir keyfilik söz konusudur.

ASKERİ VESAYETİN ZAYIFLAMASI OLUMLU ANCAK…

Kürdistan Özgürlük Hareketi, 12 Eylül askeri-faşist rejiminin kendisini kurumlaştırmasına karşı verdiği cesurane ve kararlı mücadeleyle bugün önemli bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Özgürlük Hareketi, başta zindanlar olmak üzere, ülkemizin dağlarında ve hayatın her alanında geliştirdiği onurlu ve zorlu mücadele ile sadece Kürdistan’da değil, aslında Türkiye'de de bir demokrasi hareketi geliştirmiştir. Özgürlük Hareketi’nin sergilediği direniş ve verdiği görkemli mücadele sonucudur ki, 12 Eylül askeri-faşist rejimi ve onun kurmuş olduğu sistem giderek zorlanmış ve askeri vesayet artık kendisini sürdüremez bir noktaya gelmiştir. 12 Eylül sisteminin bütün anti-demokratik yanları ve ayıpları Kürdistan’da verilen mücadele karşısında açığa çıkmış ve teşhir olmuşlardır. Denilebilir ki, PKK direnişi karşısında oligarşik-faşist sistemin kurucuları ve yöneticileri çözümsüz kaldıkça gerçeklikleri daha çok açığa çıkmış, giderek yenilgileri bütün boyutlarda daha fazla derinleşmiştir. En son olarak Şubat-2008 Zap direnişi Türk ordusu açısından salt bir yenilgi değil, derinliğine bir kırılmanın başlangıcı olmuştur. Bugün Türkiye’de yaşananların, bu süreçle yakından bağlantılı olduğu açıktır. Askeri vesayetin zayıflaması elbette ki olumlu ve demokratikleşmeye uygun zemin yaratmaktadır. Ancak askeri vesayet yerine geçecek olan bürokratik-sivil dikta zihniyeti de hiçbir demokratik gelişmeye yol açmayacaktır. Nitekim yaşananlar, iktidarın el değiştirmesi gibi bir sürecin yaşandığını göstermektedir. Oysa gelişen bu sürecin kimsenin kendisine mal etmeden demokratik siyasete dönüştürülmesi gerekmektedir. Ordu artık çözümün önünde ciddi bir engel olmaktan çıkmışsa, AKP’nin hiçbir bahaneye sığınmadan gerçekten çözüme dönük güçlü bir irade gösterip çözüm için hazır olduğunu kamuoyuna açıkça ilan etmesi gerekmektedir.

Min Dit-The Children of Diyarbakir-Ben Gördüm - İZLE


IMDB Puanı:7.1
Ülke: Almanya-Türkiye 2009
Tür:Dram-Politik
Yönetmen:Miraz Bezar
Senaryo:Miraz Bezar
Yapımcı:Fatih Akın,Miraz Bezar
Oyuncular:Berivan Ayaz,Alican çulum,Alişan önlü,Argeş çelik
Ayşe Sır,Fahriye çelik,Fevzi Sert,Hakan Karsak,Mehmet Inci
Muhammed Al, Recep özer, Suzan Illir, Şenay Orak
Görüntü Yönetmeni:Isabelle Casez
Müzik:Mustafa Biber
Süre:102 Dakika.
Dil:Kütçe-Türkçe
FİMİN KONUSU:
Diyarbakır Batman yolunda, karanlık bir Mayıs gecesinde, on yaşındaki Gülistan'ın ve kardeşi Fırat'ın hayatı acı bir şekilde değişir. Gazeteci olarak çalışan babaları ve anneleri çocukların gözleri önünde öldürülürler. Geriye sadece Gülistan, Fırat ve annelerinin kollarında ağlayan altı aylık kız kardeşleri Dilovan kalır.
Çocukların tek akrabaları teyzeleri olan Yekbun’dur. Ama kısa bir süre sonra teyzeleri de kaybolunca, Gülistan ve Fırat, tamamen kendi başlarına kalırlar. Parasızlıktan evin eşyalarını satmaya başlayan çocuklar, evin kirasını ödeyemeyince Diyarbakır'ın sokaklarında yaşamaya başlarlar.
Eski hayatlarından tek geriye kalan, annelerinin onlara kendi sesiyle kayıt etmiş olduğu bir Masal kasetidir. Masal "Zilli Kurdu" anlatır.

Sömürge Tipi Faşizmin "AKP dönemi" – Ferda Koç

Yeni AKP iktidarı dönemi, “teröre dayalı iktidar” siyasetinin alanını genişleteceğini gösteren uygulamalarla açıldı. “%49.5 + MHP'nin dışardan desteği” ile işlemeye başlayan AKP hükümeti, Türkiye'deki faşizan sağ iktidar geleneklerini güncelleştiriyor. Tayyip Erdoğan da Türkiye'nin yeni (Menderes'i değil) Süleyman Demirel'i olmaya çalışıyor.
Süleyman Demirel'in Anadolu gericiliğine yaslanmış faşist iktidarı 1960'lı yılların ikinci yarısında iç savaş sürecini harekete geçirmişti. Tayyip Erdoğan'ınkinin de benzer bir doğrultuda gelişeceği anlaşılıyor.
Bu iktidarın niteliklerini anlamak açısından son dönemin bir kaç olgusuna dikkat çekmek gerekiyor:
“Kıbrıs fatihliği”ne dönüş siyaseti, ırkçı kitle terörünün hortlatılması, HES cinayet ve tutuklamaları.
Kıbrıs'ın Türkiye'deki sömürge tipi faşizm için hem simgesel hem de yapısal bakımdan büyük bir önem taşıdığı biliniyor. Erdoğan son gezisinde “geleneksel Kıbrıs politikası”na keskin bir dönüş yaparak, “kontrgerillayla kaynaşması”nın bir başka yüzünü de göstermiş oldu. AKP iktidarının, Kıbrıs'taki “kontrgerilla toplumu”na nüfuz etme ve çekip çevirebilecek bir inisiyatif kazanma yönünde yoğun bir çaba içinde olduğu anlaşılıyor. Seçim öncesinde Kıbrıs halkından yediği tokadın acısını içine sindiremediği her halinden belli olan Erdoğan, yeni tokatlar yemeyi de göze alarak (Kuzey) Kıbrıs'ın AKP tarafından fethine bizzat liderlik ediyor. (Kıbrıs Türklerinin “eski komünist” partisi CTP'nin “yetmez ama evet”çilerinin şu sıralarda kendilerini nasıl hissettiklerini doğrusu merak ediyorum)

Yakılan ve Boşaltılan Kürt Köyleri - Belgesel

Pkk'ye karşı yürütüldüğü iddia edilen kirli savaşta ohal bölgesinde ve şartlarında türkiye cumhuriyeti devletinin "bazı kötü niyetli personelinin istemeyerek, aslında çok iyi niyetli, tamamen insani saiklerle ve asla canice yaklaşımlar sergilemeden, mutlaka altında iyi bir niyet olarak, başıma bir şey gelmeyecekse olayların biraz dozunu kaçırarak" yakıp yıkıp yok ettikleri köylerdir. genede bu köyler "yaş ormanların yanında yanan" kuru köylerdir.
--- spoiler ---
haritadan silinen köyler
hrw'nin 2002 ekim ayında yayınladığı raporun, "göç ettirilmiş ve yüzüstü bırakılmış" başlıklı bölümünde, 1994 yılına kadar üç bin köyün haritadan silindiği, resmi raporlara göre 378 bin 335 kişinin zorla göç ettirildiği vurgulanıyor...