TARIM - GERÇEKTİ, HAYAL OLDU !!!

AKP seçim bildirgesinde “Çiftçilerimizin büyük hayalleri vardı, bu hayaller iktidarımız sayesinde gerçek oldu” şeklinde, doğru olmayan bir saptamada bulunmuştur. Zira, AKP Hükümetleri’nin yönetiminde olan tüm dönemlerde, çiftçilere verilen destekler çok yetersiz olmuş, ürün girdileri şirketler tarafından sürekli artırılmış, çiftçilerin binbir eziyetle, çileyle elde ettiği ürünlerin fiyatı maliyetlerin altında belirlenmiştir. Üretici fiyatı ile market fiyatı arasında %300-400 oranında fark oluşmuş, üretimden pazarlamaya uzanan zincirde, çiftçilerin egemenliği açısından herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Çiftçinin sömürüsü sürerken, tüketiciler de aynı şekilde tüccarlar eliyle sömürtülmektedir.
AKP’nin doğal varlıkları koruma ile ilgili bugüne kadar uyguladıkları politikalar sonucunda yarattıkları/yaratacakları tahribatlar ileriki dönem için kötü referans oluşturmaktadır. Ayrıca tahribata devam edecekleri Mecliste yasallık kazanmak üzere bekleyen yasa tasarılarıyla anlaşıldığından burada ayrıca ele alınmayacaktır.
Üretim girdilerinin temini ile üretilen ürünlerin pazarlanmasında piyasayı düzenleyecek araçlar çiftçiler için hala oluşturulmamıştır. Bu durumdan yerli-yabancı büyük tarım, gıda ve ecza şirketleri alabildiğine yararlanmaktadır.
Çiftçilerin hak arama örgütleri olan sendikalarıyla ilgili iç hukuk düzenlemesi yapmaktan özellikle kaçınarak çiftçilerin örgütsüz kalmalarına, haklarını aramalarına engel olmaktadırlar.
Aşağıda, AKP’nin seçim bildirgesindeki açıklamaları ve gerçekler konusunda bilgi bulabilirsiniz:

Ölümcül Oyunlar (Funny Games U.S.) - İZLE

Yapım:2008 ~ ABD, Almanya, Avustralya, Fransa, İngiltere
Yönetmen:Michael Haneke
Oyuncular: Naomi Watts, Tim Roth, Michael Pitt, Brady Corbet, Siobhan Fallon, Boyd Gaines, Devon Gearhart, Linda Moran, Robert Lupone, Susanne C.hanke, Sussanne C. Hanke
Senaryo: Michael Haneke
Senaryo (Kitap): Michael Haneke
Yapımcı: Chris Coen, Hamish McAlpine
Görüntü Yönetmeni: Darius Khondji
Müzik: Matthieu Chabrol
Süre: 112 min

Ann (Naomi Watts), George (Tim Roth) ve oğulları Georgie (Devon Gearhart) kısa bir tatil için göl kenarındaki yazlık evlerine giderler. Vardıklarında komşuları Fred ve Eva’de bir gariplik sezerler. Ertesi sabah golf oynamak üzere sözleşmişlerdir. George ve Georgie yelkenli teknelerini tamir ederken, Ann de yemek yapmaya koyulur. Bu sırada Eva’ların misafiri olarak tanıştıkları genç ve kibar görünümlü Peter (Brady Corbet) Ann’den yumurta istemey gelir. Birden, Peter’ın içeriye nasıl girdiği konusunda şüphelenen Ann yumurtaları vermekte tereddüt yaşar ve bu, aile için gerilim dolu saatlerin başlangıcı olur.

Müslüman, laik, demokrat devrimciler

Kafkasya'da basılıp, Fas'tan Hindistan'a kadar okunan sekiz sayfalık Molla Nasreddin dergisi, hicvettiği siyasi konularla hâlâ güncelliğini koruyor. 1901-1936 arası yayımlanan derginin içeriği şimdi bir kitapta toplandı.
Müslüman, laik, demokrat devrimciler
Halk eşek biçiminde tasvir edilen yöneticileri sırtında taşıyor.

Yayın hayatına 1906’da, Avrasya’nın en kozmopolit şehirlerinden Tiflis’te başlayan haftalık Molla Nasreddin (Nasrettin Hoca) dergisi, Fas’tan Hindistan’a uzanan bir coğrafyada okunuyor, tartışılıyor, bazen sansürleniyor, elden ele geziyor ve bir neslin entelektüel gelişimini körüklüyordu. Sekiz sayfalık siyasi hiciv dergisi, Tiflis’ten sonra kısa bir süreliğine Tebriz’e, oradan ise Bakü’ye taşınarak 1931’e kadar yayın hayatını sürdürdü ve geriye sadece Azerbaycan ve Kafkasya’nın değil, Türkiye’nin, İran’ın, Orta Asya’nın kültürel-entelektüel hafızasına kazınmış bir miras bıraktı. Derginin ikonik karikatürlerini kitaplaştıran Slavs and Tatars kolektifi ve bu kitabı sayfalarına taşıyan New Yorker sayesinde, ‘Nasrettin Hoca’ Google aramalarında tekrar üst sıralarda. “Neredeyse dünyayı değiştiren dergi” başlıklı yazıda New Yorker yazarı şöyle diyor: “Evime gelip de kitabı eline alan herkes içinde kayboluyor. Güzel olduğu kadar bana inanılmayacak kadar yabancı ilüstrasyonlarla dolu”. Yayınlandığı zaman okuma yazma bilmeyenlere de hitap edebilmek için karikatüre ağırlık veren dergideki insan tasvirleri bizlere yabancı değil: sarıklı cüppeli mollalar, fesli kravatlı Osmanlılar, gözünde monokl Avrupalı erkekler ve koyun derisinden siyah başlıklarıyla Kafkasyalılar. İlham kaynağı bu bölgenin tümüne mal olmuş Nasrettin Hoca, yöntem de siyasi hiciv.

Sosyalizm ve Paris Komünü - MAXIMILIEN RUBEL

 “Şimdiye kadarki tüm hareketler, azınlıktakilerin hareketiydi veya azınlıktakilerin çıkarına hareketlerdi. Proleter hareket ise, son derece büyük bir çoğunluğun, son derece büyük bir çoğunluk çıkarı adına giriştiği özerk harekettir.” (Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Parti Manifestosu)
Marx'm ekonomi bilimin eleştirel bir incelemesi olan Kapital'i, bir bakıma, toplumsal sistemin kâr yasasınabağımlı varoluş tarzının bilimsel bir eleştirisini hedefliyordu.
"Ekonomi"sinin planında öngörülen Manc'ın Devlet üzerine olan kitabına gelince, bu işe girişemedi bite; ama somut bazı tarihsel olaylar, ona bu konudaki düşüncelerini ifade etme fırsatını verdi. Komün, bu olayların ilki olmasa da, en önemlisi oldu. 1844'ün daha küçük çaplı Silezya dokumacıları ayaklanması, Marx'a tarih teorisinin maddeci ya da iktisadi çerçevesini aşmak ve işçi sınıfının yaratıcı kurtuluş iradesini ön plana çıkartmak fırsatını vermişti. Bu birkaç bin yoksul dokumacının bölgesel ayaklanmasını bastırmak için koca bir ordunun harekete geçmek zorunda kalması, ayaklanmanın Prusya Kralı ya da devletini değil, toplumsal bir sınıf olarak burjuvaziyi hedef aldığını kanıtlamıştı. Marx, ne kadar "şevkle" çalışırsa çalışsın, hiçbir devletin yoksulluğu, siyasal araçlarla ortadan kaldıramayacağını savundu. İngiltere gibi siyasal yönden çok gelişmiş bîr ülke, yoksullar üzerine yasaları ve yoksullarının zorla kapatıldığı işevleriyle bunun bir kanıtını oluşturuyordu. Aynı şekilde Fransız Devrimi sırasında Konvansiyon, gerekli planları yapmayı ve önlemleri almayı Kamu Selamet Komitesi'ne devretmekle, yoksullardan yakasını sıyıramamıştı. Devletler, ne zaman yoksullarla tlgilendilerse, kendi ifadeleri oldukları mevcut toplumun örgütlenmesindeki kusurların kökünü aramadan, idari ve merhametli önlemler almakla yetinmişlerdir. Sosyalizm, önce-, ki düzeni yıkmaya ve çözmeye ihtiyacı olduğu ölçüde siyasal bir eylemi zorunlu kılar. Ama "örgütleyici faali: yetinin başladığı ve kendi asıl ruhunun ortaya çıktığı her yerde, sosyalizm siyasal örtüsünü fırlatır," Kötülük Devletin özgül bir biçiminde değil, doğasında yatar. "Devletle köleliğin varlığı birbirinden ayrılmaz."

Mayıs Müzik Toplulugu / Gülizar - DİNLE

80li yılların ortalarında Eskişehirli bir grup öğrencinin kurduğu, ve Gülizar adlı tek albüm çıkartmış müzik grubu...
Gülizar, dört yıla varan bir çabanın ürünü. Çalışmamızın, bu dört yılda geçirdiği evrimin farklı aşamalarından örnekleri bir araya getirmesine özen gösterdik. Bununla birlikte bir araya gelen, salt bu dört yılın yapıtı değil tek tek ömürlerimiz, bireysel birikim ve etkilenimlerimizdir de. Çocukluğumuzun ud sesi,ilk gençliğimizin rock’ı, gençliğimizin “yiğitlik” türküleri ve erişkinliğimizin jazz’ı dır.
Güzel ses çirkin ses yoktur der Edgü;her sesin kendi türküsü vardır, kişi onu arayıp bulmalı, söylemeli…
Gülizar, kendi türkümüzdür bizim.
Aramıza “Mayıs’çı” olarak katılı ayrılan ve bugünkü çizgimizin oluşmasına katkıda bulunan dostlarımız Esat (Akıncı), “Cazcı” Hakan,Erkan, Ferran, Saba, “Curacı” Ahmet ve Tuncay’a
Saygılarımızla…Mayıs Müzik Topluluğu

Felsefi Vejetaryenizm - Karen Davis

Painting by John HolwoodKuşların ve diğer hayvanların bir gıda kaynağı olarak kullanılmasını reddeden etik veganizm, beslenme biçimi ya da dogmaya kuru kuruya bir bağlılığa değil duyguları olan canlıların gıda kaynağı olarak kullanan her türden eylemin elimine edilmesi arzusuna dayanır. Tarihsel olarak etik vejetaryenizm hayvanların kas dokusunu ya da “et”ini yemeyi reddetmiştir; çünkü bu eylem sadece tüketmek adına bir hayvanın kasten öldürülmesini gerektirir. Etik vejetaryen hiç bir zararı bulunmayan bir hayvanı sadece insanın damak tadı ve topluma uymak adına öldürülmesine tiksintiyle bakarak bir hayvanın prematür ölümü adını vererek bu eylemi küçümser. Bu yüzden Plutarch şöyle söylemiştir, “ağız oldusu et yemek adına bir ruhu güneşten ve ışıktan mahrum bırakıyoruz ve ve o hayat ve zaman ise dünyaya neşeyle yaşamak için doğmuştu”.

Fabrika çiftçiliğiyle yüzleşen nice insan hayvanların gıda olarak kullanılması için hayvanların aşağılanmasının kaçınılmaz olduğunu görüyor. Doğada hayvanlar kendi nedenleri adına varlar, başkaları kullansın diye var değiller, tarımda ise hayvanlar sadece kullanılmak için dünyaya getirilir, neşe ânı diye bir şey varsa o da hayvanın sahibinin “izni”ne bağlıdır, ayrıca söz konusu fayda karşısında ikincil bir öneme sahip olabilir, hayvanın sahibi hayvanların hayatlarında mutlak hüküm sahibidir, ne zaman isterse hayvanları öldürmek de bu hakka dahildir.

The Terminal (2004) - İZLE


Link Yenilenmiştir.
Yönetmen : Steven Spielberg
Senaryo : Andrew Niccol , Jeff Nathanson , Sacha Gervasi
Görüntü Yönetmeni : Janusz Kaminski
Müzik : John Williams
Yapım : 2004, ABD , 128 dk
Oyuncular: Tom Hanks (Viktor Navorsky) , Catherine Zeta-Jones (Amelia) , Stanley Tucci (Frank Dixon) , Chi McBride , Diego Luna , Barry Shabaka Henley , Zoe Saldana ,  Onlineizleyin.Blogspot.Com, Eddie Jones , Mark Ivanir (Goran) , Dan Finnerty (Cliff) , Rini Bell
Filmin Konusu
Bir doğu Avrupa vatandaşı, ülkesini yaşanmaz bir yer haline getiren savaş sonucu evsiz barksız kalır. Yeni evine gitmek üzere New York'da bir havaalanında beklerken, aklının ucundan geçmeyen bir olay gerçekleşir.
Ülkesindeki ani bir siyasal gelişme sonucu sınırlar değişmiş ve ülkesi haritadan silinmiştir. Bunun sonucunda ise pasaportu ve kimliği geçersiz hale gelmiştir...
Havaalanından ayrılması, kanunlar nedeniyle yasadışı hale geldiği için havaalanında yaşamaktan başka çaresi yoktur. Zamanla havaalanı görevlileri ile dost olacak ve hatta bir tanesiyle arasında duygusal bir bağ gelişecektir...Steven Spielberg'ün yeni filmi, ilgi çekici bir öyküye sahip bir politik komedi...iyi seyirler diliyoruz..

Küba'da Çocuklar: Eğitim Politikası ve İlkokul Öncesi Eğitim - G. Coe, J. L. McConnell

2001 yılında ABD'de bir eğitim örgütü (People to People International) Küba'ya, ilkokul öncesi eğitim konusunda araştırma yapmak üzere bir heyet gönderdi. Heyette ABD’nin 14 eyaletinden gelen, erken eğitim konularında uzman 19 kişi bulunuyordu. Heyet Havana, Cienfuegos ve Varadero şehirlerinde incelemelerde bulundu. Raporu yazanlardan Gwendolyn Coe, PhD, Wisconsin Üniversitesi-Platteville'de okul öncesi eğitim profesörü. Judith Lynne McConnel,EdD, Washburn Üniversitesi, Kansas'da okul öncesi eğitim profesörü. Değişik ülkelerde araştırmalarda bulunmuş ve 2003 yılından beri İngiltere’de Oxford Üniversitesinin "Okul Öncesi Eğitim - Yuvarlak Masa" toplantılarını düzenliyor.

KÜBA'DA OKUL ÖNCESİ EĞİTİM
Küba'nın en önemsediği konu eğitim. Okul müfredatları bütün ülkede standart ve eğitim 6-11 yaş arası herkes için zorunlu. 1992 yılına Küba, UNICEF'in desteği ile, küçük çocuk ve ailelerini kapsayan, yerel yerleşim bölgelerini hedefleyen bir program başlattı. 1994 yılına kadar 6 ay-5 yaş arası çocuklara hizmet veren 1,160 çocuk bakım/eğitim merkezi kuruldu. Eğitim programları ve bu merkezler sayesinde 6-yaş altı çocuklardan %98'inden fazlası eğitim hizmetlerinden yararlanabiliyor. Eğitim uzmanı L. Gasperini'ye göre, "Geniş kapsamlı küçük çocuk ve öğrenci sağlık bakımı, yaygın okur-yazarlılık, ergin ve okul dışı eğitim programları temel eğitim hedeflerini destekliyor."

Gitmek: Benim Marlon ve Brandom - İZLE


Yapım: 2007 ~ Fransa, İngiltere, Türkiye
Yönetmen: Hüseyin Karabey
Senaryo: Ayça Damgacı, Hüseyin Karabey
Yapımcı: Hüseyin Karabey, Sophie Lorant, Lucinda Englehart
Görüntü Yönetmeni: Emre Tanyıldız
Müzik: Kemal Sahir Gürel
Süre: 1 saat 33 dk.
Oyuncular: Volga Sorgu, Nesrin Cevadzade, Cengiz Bozkurt, , Nesrin Cavadzade, Ayça Damgacı, Ani İpekkaya, Seyhan Arman, Hama Ali Khan, Mahir Günşiray
Filmin Konusu
Türkiye’de daha önce çekilen bir filmin setinde tanışan Iraklı Kürt Hama Ali ile Türk oyuncu Ayça arasında bir aşk başlamıştır... Film çekimleri bitmiş, Hama Ali Irak’a Ayça ise İstanbul da ki rutin yaşamına geri dönmüştür....
Öykü savaşa iki ay kala başlar. Artık Hama Ali Irak’ta, Ayça ise İstanbul’da dır. Ayça ile Hama Ali arasındaki telefon bağlantısı sağlıklı yürümemektedir. Hama Ali belli aralıklarla her seferinde başka bir yöntemle Kuzey Irak’tan amatör kamera ile çektiği görüntülü mesajları Ayça’ya göndermektedir. Ayça onun için kaygılanmaktadır...
Savaşın başlamasıyla beraber Ayça ile Hama Ali arasındaki iletişim tamamen kesilir. Ayça ona ulaşmak için önce telefon trafiği ile (Konsolosluklar-Dışişleri bakanlığı) sonrasında ise her şeyi göze alarak Irak’a gitmeye karar verir...

"AKP Sağlık Politikası: Yalanlar ve Gerçekler"

Türk Tabipleri Birliği (TTB) 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri sürecinde dokuz yıllık iktidarında sağlık sisteminde yapılan değişiklikleri ve seçim beyannamesindeki vaatlerini değerlendirdi. Birlik, AKP'nin seçim afişlerinde ve kampanyalarında öne çıkardığı sağlıkla ilgili söylemleri 50 başlık altında topladı. Her bir icraat ve vaadin arkasındaki gerçeği ortaya koydu.
İşte TTB'nin hükümete verdiği 50 yanıttan bazıları:
1. Yalan: İstediğim hastanede tedavi oluyorum.
Gerçek: Sağlık sigortalı hastalar eskiden öncelikle devlet ve üniversite hastanelerinde, sevk almak koşuluyla da sözleşmeli özel hastanelerde tedavi olabiliyorlardı. Evet, şimdilerde hepsinde değil ama Sosyal Güvenlik Kurumu'yla sözleşme imzalayan özel sağlık kurumlarında tedavi olabiliyorlar. Yalnız küçük bir sorun var; taburcu olurken önlerine konulan milyarlarca liralık faturayı ödeyebilmeleri gerekiyor!

2. Yalan: Hastanelerde rehin kalma ayıbına son verdik.
Gerçek: Evet, hastaneler faturayı ödeyemeyen hastaları artık rehin almıyor. Hastaya senet imzalatılıyor, sonra icra memurları geliyor. Ödeyemeyenlere de hapishane yolu görünüyor.

Şark 3 - Kadınlar Söylüyor (2011) - DİNLE

Şark albümlerinin üçüncüsü albüm diğer şark albümlerinde olduğu gibi bir kaç şarkı hariç genelde albüm dışıkayıtlardan oluşturuldu...bu seçki; ermenice,türkçe,arapça ve tunustan birer şarkı olmak üzere, gerisi kürtçe olan kadın seslerden oluşturuldu..

Zelal Gökçe (Bezaman)
Aygül Erce (Daye Min Bifiltine)
Olga Stoikova (Karlı Kayın Ormanı)
Sakina (Min Ew Kesim)
Tara Mamedova (Birîndar im)
 Selima Hilali (De Una Mujer)
 Berçem (Dilerizim)
 Hannah Berger (Rinde)
 Nagat Al Saghira (Ana Baashaq El Bahr)
 Meral Önal ( Canamın )
 Zulal (Donadzar)
 Raperin (Hayde)
 Türkan Akay (Venagere)
 Aynur & Nederlands Blazers Ensemble (Kece Kurdan)

Babam için ( In the Name of the Father ) - İZLE

Babam için 1993 Türkçe Dublaj izle ^^YENİLENDİ^^
Film sorunsuz bir şekilde izlenebilir. İyi seyirler...
Filmin Yönetmeni Jim Sheridan
Yapım Yılı 1993 – Biyografi, Dram
Ülke İngiltere, İrlanda
Senaryo yazarı Terry George, Gerry Conlon
Başrol Oyuncuları Daniel Day-Lewis, Emma Thompson, Pete Postlethwaite, Tom Wilkinson, Mark Sheppard, Alison Crosbie, Anthony Brophy, Frankie McCafferty, Paul Warriner, Julian Walsh, Nye Heron, Philip King

70′li yılların İngilteresi’nde İRA (İrlanda kurtuluş örgütü) terörist eylemlerini arttırmıştır..Polislerin, amirlerin,avukatların ve hakimlerin tek amacı vardır günü atlatmak.

- Teröristler 1974 Gyildford bombalamasını gerçekleştirirler,
- Sokaktaki genç adam yanlış zamanda yanlış yerde bulunur,
- Polis şüphelendikleri genç adamı tutuklar,
- Amirler yüzeysel kararlarla işi geçiştirirler,
- Hakim de şahit olmadığı olayları anlatanlara göre yorumlayıp bir karar verir.

Birilerinin gönlünü hoş tutabilmek için başka birilerinin hayatlarını mahvetme üzerine kurulu yaşanmış gerçek bir hikayedir…

MHP’siz Türkiye - Kutay Meriç

Kaset darbesinin son hedefi MHP oldu. Bu saldırının amacının MHP’yi, sadece 12 Haziran seçimlerinde baraj altı bırakmak değil siyaset sahnesinden de silmek olduğu genel kanaat haline geliyor.[1] MHP’nin bütün bir yönetim mekanizmasını işlemez hale getiren bu operasyonun kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri var.

Yayımlanan kaset içeriklerine bakıldığında verilmek istenen imaj şudur: MHP dinsizdir, ahlaksız ve maneviyatı düşük kişiler tarafından yönetilmektedir. Aslında gerçek ülkücüler böyle değildir. Gerçek ülkücüler MHP yönetimine gelmelidir.

12 Eylül referandum sürecinden itibaren, referandumda MHP seçmeninin Evet oyu verdiği çok tartışıldı. Yüzde 42’lik hayır oyunda MHP’nin katkısının az olduğu, seçmenini tutamadığı yolundaki haklı değerlendirmeler, yerini yandaş medyanın kamuoyuna pompaladığı “MHP baraja yakın bir yerde duruyor” yaygarasıyla devam etti. Bu söylemin yerini “MHP artık barajın altında, oyunuz ziyan olmasın”a bırakacağı bekleniyordu. Kaset darbesi ile bunun psikolojik zemini oluşturulmak isteniyor.

Yeni MHP'nin Kılıçdaroğlusu kim olacak?/ Erdem Can

İktidar partisi AKP bir yana, statükoda ısrar eden iki muhalefet partisi yeni döneme göre yeniden şekillendiriliyor. 12 Haziran sonrası içine girilen değişim sürecine direnmesi durumunda AKP'nin akıbetinin ne olacağı da şimdiden görünüyor. NATO'ya girdiğinden bu yana siyaseti askeri darbelerle şekillendirilen Ankara egemenliği, ”kaynağı bilinmeyen” bir yerden sızan görüntü kayıtları ile ”kabuk değiştiriyor.” Ankara, yavaş ve sancılı bir biçimde de olsa, ”ikinci cumhuriyetine” doğru iteleniyor. Bunun mevcut siyasi elit eli ile değil de devlet bürokrasi eli ile yapıldığı da anlaşılıyor
Kıbrıs sorunu konusunda yasal Rum yönetimi ile masaya oturmayı reddeden Ankara'nın Abdullah Öcalan ile İmralı Adası'nda masa başında görüşme yürütmesi de yeni paradigma oluşturmanın gereklerindendir. Ancak AKP iktidarının uzun bir süre bu görüşmelerin varlığını reddetmesi ve ”teröristle pazarlık edilmez” söylemi yeni dönemi kavrayamamanın sonucudur. Buradan olumlu bir tablo çizildiği kestirme sonucuna varılmamalıdır. Zira görünen, Ankara'nın, iktidarın yanı sıra sistem içi muhalif siyasal kadroları ve devlet mekanizmasının da tam olarak bu değişimin gerekliliğini, zorunluluğunu yeteri kadar kavrayamadı yönündedir.

Uluslararası güçlerle ilk kez Lozan'da yüz yüze gelişinin ardından dış müdahale ile başlayan siyasal dizaynı 1950'de NATO'ya girişi ile el değiştiren Ankara egemenliği bu uluslararası güce geri dönülemez bir biçimde bağımlı hale gelmiştir. Bir önceki dönemin, ”muhalif” cemaat lideri Fethullah Gülen'in de ABD'ye sığındığı düşünülürse sadece iktidarların değil, sistem içi muhalefetin de bağımlılık alanları daha rahat görülecektir.

Seçim öncesi bahaneler, seçim sonrası tehlikeler -Özcan Özen

DSİP takiye yapan bir partidir. Ciddiye alınamaz. “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku” bileşenlerinden biri olması, bu bloka destek olunmaması ya da içinde bulunulmaması için bahane oluşturamaz. DSİP (Devrimci Sosyalist İşçi Partisi) her yöne takiye yapan bir partidir:

İsimde ve amblemde takiye
Vakti zamanında henüz Türkiye Komünist Partisi-TKP adını almamış olan Sosyalist İktidar Partisi’nin kısaltması SİP ile aynı olacağı için Sosyalist İşçi Partisi adının önüne “devrimci” sıfatını eklemiştir. Çünkü bağlı bulunduğu International Socialist-Uluslararası Sosyalist Akım dahilindeki partilerin öncelikli tercih ettiği isim Socialist Worker Party (SWP)-Sosyalist İşçi Partisi’dir ve tabii ki İngiltere’deki ana partinin adıdır. Kısacası “devrimci” sıfatı bir “telif hakları” sorunu ile bağlantılı bürokratik bir gerekliliğin sonucudur.

Partinin başkanı Doğan Tarkan’ın 12 Eylül 2010 tarihindeki anayasa değişikliği hakkındaki halkoylamasından sonra Zaman gazetesine verdiği röportajda partisinin kızıl yumruk şeklindeki amblemini itici bulan Nuriye Akman’a verdiği cevap açık seçik bir takiye örneğidir: “Doğru diyorsunuz o yumruğu değiştirmek lazım. Daha nazik bir şey bulmak lazım.” Oysa –aynı röportajda– daha önce söylediği gibi bu amblem DSİP’in bağlı bulunduğu uluslararası akımın tüm dünyadaki alamet-i farikasıdır. Bunu İngiltere’deki SWP değiştirmeden Doğan Tarkan ve şürekası değiştirmeye cesaret edemez. Tabii hayalini kurdukları gibi Türkiye’de on binlerce üyeye sahip olmadıkça; böyle bir durumda Doğan Tarkan gözünün yaşına bakmadan SWP’yi dahi geri kafalı ve hatta “Kemalist” olmakla suçlar ve kraliyetini ilan eder –parti amblemini de muhtemelen rüzgar gülü olarak değiştirir.

İncelmiş Bir Ulusalcılıkla İşçilerin Yozlaştırılması | V.İ.Lenin


İŞÇİ sınıfı hareketi güçlendikçe, burjuvazinin ve feodallerin, o hareketi bastırma ya da parçalama çabaları daha da çılgınlaşıyor. Her iki yöntem -kuvvete başvurarak bastırma ve burjuva etkisiyle parçalama- tüm dünyada, bütün ülkelerde sürekli olarak uygulanmaktadır; egemen sınıfların çeşitli partileri, bu yöntemlerden zaman zaman birini, zaman zaman ötekini işletiyorlar.
Rusya'da özellikle 1905'ten sonra, burjuvazinin daha akıllı mensupları, salt kaba kuvvetin etkili olmadığını anladıkları zaman, her boyadan "ilerici" burjuva partileriyle grupları, işçi sınıfının savaşımını zayıflatmak için düşünülmüş, farklı burjuva görüş ve öğretilerini savunarak, işçileri bölme yöntemine daha çok başvurmaya başlamışlardır. [sayfa 159]
Bu görüşlerden biri incelmiş (refined) ulusalcılıktır. Bu ulusalcılık en makul gibi görünen sahte mazeretlerle, örneğin "ulusal kültür"ün, "ulusal özerklik ya da bağımsızlığın" gereklerini koruma bahanesiyle proletaryayı bölüp parçalamayı savunur.
Sınıf bilinci taşıyan işçiler, hem kaba, vahşi, kara-yüzler ulusalcılığıyla, hem de işçi davasını, işçi örgütlerini ve işçi sınıfı hareketini ulusal-topluluklara göre bölmenin yanı sıra ulusların eşit olduğu vaazım veren bu incelmiş ulusalcılıkla, ulusalcılığın her türüyle en sert biçimde savaşırlar. Her tür ulusalcı burjuvazinin tersine, sınıf bilinci taşıyan, işçiler, marksistlerin son (yaz 1913) kararları doğrultusunda davranarak, yalnızca ulusların ve dillerin, A'dan Z'ye, tam gerçekleştirilmiş eşitliğinden yana olmakla kalmamışlar, onun yanı sıra değişik ulusal-topluluklar işçilerinin birleşmiş her türlü proletarya örgütü içinde kaynaşmasını da savunmuşlardır.

Kral Übü ve Avangard Yalanlar Tarihi - Eren Buğlalılar

Yarattığı söylenen skandalla ve burjuva seyirciyi şok edişiyle avangard tiyatronun köşetaşlarından biri olduğu söylenen Kral Übü vakası, gerçekle ilgisi olmayan bir efsaneden ibaret.
Avangard tiyatronun tarihini az çok bilenler, tarihçilerin Alfred Jarry’nin Kral Übü adlı oyununa ne kadar büyük önem atfettiklerini de bilirler. Yaygın kabul görmüş bir anlatıma göre, 1896 yılında sahnelenen oyun “burjuva seyirciyi” isyan ettirmiş, onun “bilindik tiyatro kalıplarını” yıkmış, Paris tiyatrosunda bir “şok etkisi” yaratmıştı. Kral Übü bir “skandaldı”; perde açılır açılmaz “Merdre!” (“Bok!”) diye bağıran Fransız oyuncu Firmin Gémier, burjuva seyircinin muhafazakâr tiyatro algısını yerle bir etmişti. Bunu kaldıramayan halksa salonu birbirine katmış, seyirci, oyuncuların büyük çabasıyla ancak dakikalar (kimi anlatımlara göre saatler) sonra sakinleşebilmişti.
Tabii böylesi bir olay “avangard tiyatronun resmi tarihi” için çok uygundu. 20. yüzyıl boyunca bütün iddiası burjuva seyirciyi sarsmak, şok etmek, rahatsız etmek olan bir sanatsal projeye bundan daha güzel bir başlangıç tasarlanamazdı da. Kral Übü efsanesi avangard tiyatronun tüm anlatımlarında başköşedeydi. Tarihsel avangardı öykülemeye girişen tiyatro tarihçileri, eldeki kaynakların güvenilirliğini sorgulamaksızın bu öyküyü yeniden ürettiler. Örneğin, Martin Esslin Absürd Tiyatro adlı kitabında şöyle anlatıyordu bu olayı:
Halk gerçekten de sersemlemişti. Übü’yü oynayan Gémier açılış tümcesi “Merdre!”i söyler söylemez fırtına koptu. Yeniden sessizlik sağlanana dek on beş dakika geçti ve oyuna karşı çıkan ve onu savunan gösteriler akşam boyunca sürüp gitti. (s. 279)

Fidel Castro: İmparatorluğun sürdürülemez durumu

Havana, 20 Mayıs 2011 (Prensa Latina) Küba Devrimi lideri Fidel Castro'nun son yazısını okuyucularımızla paylaşmaktan gurur duyarız.
Yoldaş Fidel'in Düşünceleri
İmparatorluğun sürdürülemez durumu
Kimse imparatorluğun insanoğlunu felaketten kurtaracağını garanti edemez.
Bilindiği gibi varlığını sürdürmekte olan insanoğlu olarak adlandırılan türümüz yaşadığı her türlü kötü koşula rağmen iyimser olabilme hakkına sahiptir. Ahlâki açıdan bakıldığında aksi mümkün olamaz. Yaklaşık 20 yıl öncesini hatırladığımda soyu tehlikede olan bir canlı türü bulunuyordu gezegenimizde; insanoğlu.
Herhalde aralarında imparatorluğun seçkin yöneticilerinin; baba Bush ve ekibinin yanısıra imparatorluğun çanak yalayıcılarının başta Alman Helmut Kohl olan burjuvazinin liderlerine bu gerçeğin anlatılması ne kadar olanaksızsa bugün de durum o zamankinden daha kötü seviyededir.
Bugün öğle saatlerinde 12:15 sularından televizyonu açtım, Barack Obama'nın dış politikayla ilgili görüşlerini açıklayacağı bana iletilmişti. Her kelimesini altında yatan gizli anlamları düşünerek dikkatle dinledim.
Her gün yüzlerce kez gördüğümüz ve dinlediğimiz haberlerde şu anda bahsettiklerine dair neden bir haber veya bilgi yok bilemiyorum. Obama'nın konuşmasını yazan yalancı aptallara söylemek istediğim çok şey var, dünyada olup biten her şeyi okuyor, dinliyor ve görüyoruz. Ancak benim aklımda başka bir soru var. Acaba bir kaç on yıl önce Harvard'da bir öğrenci olan Obama, bugün imparatorluk tarafından işlenen cinayetleri, insansız uçaklarla yapılan katliamları, insanlar hakkında ölüm kararı verebilen bir Obama'yı başkan olarak görse ne yapardı?

El Empleo / The Employment - İZLE

İşte karşımızda çağdaş prometelerden biri; Santiago Grosso. El Empleo(İstihdam) filmini izlerken aklıma şunlar geldi: Kapitalist sistemin 'teknoloji ve uygarlık' adı altında süsleyip paketlediği ve insanlığa sunduğu modern kölelik olgusu, günümüz dünyasında amacına hızla ulaşmakta. Bireyin hiçleşmesi ve bu hiçleşen bireyin endüstriyel doktrinde makinenin sahibi olması gerekirken kölesi olması; kapitalist argümanın olmazsa olmazlarından. Birey hiçleşme ve köleleşme ritüellerinin ardından sisteme farkettirmeden entegre edilir. Makinenin dişlisi, çarkı, etiketi, motoru olur ama asla makinenin sahibi yada emredeni olamaz. Çünkü salt amaç makinenin bireye getireceği kolaylıklar yada bireyin makine üzerindeki tahakkümü değil; makine ve teknoloji kamuflajıyla bireyi sistemin bir parçası haline getirmek ve işleyen düzene baş kaldırmayan sözümona uysal koyunlar yaratmak.
Kısa film olmasına rağmen içindeki zenginliği takdir etmemek elde değil. Algısını ve paradigmasını yitirip endüstriyel hiyerarşinin edilgen ve pasif dişlilerinden olan insanların trajedisini, yarattığı abdürdistan üzerinden hicvediyor Grosso. Sehpalaşan kadınlar, trafik ışıklığına bürünen adamlar ve en sonunda patronuna paspas olan birey. Kapitalizmin vahşi ve bireye değer vermeyen politikasının altı bu kadar güzel çizilemezdi sanırım. Kendisine kocaman bir alkış gönderip; bu değerli filmi 5 dakikanızı ayırıp izlemenizi sâlık veririm.*

“Can Veririm, Kan Dökerim”: Ders Kitaplarında Militarizm [1]

Ordu-Millet Miti ve Özcü Askeri Kimlik Kurgusu:
 “Türkler, en eski dönemlerinden beri askerliğe büyük önem vermişlerdir. Ordu, devletin en temel teşkilâtlarından biri olmuştur. (...) Türkler, yerleşik hayata geçip çeşitli mesleklerle uğraşmalarına rağmen, eski Türklerdeki ordu-millet bilincini her zaman korumuşlardır.” (Çetin, Kutluay ve Avlar, 2006: 80)
 “Tarihte bilinen ilk düzenli ordulardan birisi Türk ordusudur. Türklerin ismi, tarih boyunca “asker” kelimesiyle bir arada kullanılmıştır. Bu yüzdendir ki, ‘Her Türk asker doğar!’ halkımız ve diğer milletlerce yerleşmiş bir cümle hâline gelmiştir. (...) Türkler tarih boyunca “ordu-millet” geleneğini sürdürerek yaşamışlardır. Bu geleneğe göre çocuklar küçük yaştan itibaren askerliğe hazırlanır. Türk devletlerinde her Türk savaşa hazır durumdadır. (...) Bu gelenek Türk sporları okçuluk, cirit, güreş gibi sporlarla desteklenmiştir. Günümüz Türk ordusu da bu geleneğin bir devamı niteliğinde çalışmalarını sürdürmektedir.” (Kolukısa, Tokcan ve Akbaba, 2006a: 70)
İlköğretim ve lise ders kitapları, 16.000 yıllık bir geçmişi olduğu savunulan (Komisyon, 2007: 69) Türklerin tarih boyunca bir “ordu-millet” olduklarına dair -yukarıdakilere benzer- önermelerle doludur. 1930’larda Türk Tarih Tezi ile birlikte resmi ideoloji haline gelen ordu-millet miti (bkz. Altınay ve Bora 2002, Altınay 2004), 2000’lerde ders kitaplarının temeltaşlarından birini oluşturmakta, öğrenciden  Türk dendiği anda “ordu-millet” bağlantısı kurması ve bu “bilinci” devam ettirmesi beklenmektedir.
Ordu-Milletin Erkekleri ve Kadınları:
Zorunlu askerliği tartışılamaz kılan bir diğer etken, bu pratiği çerçeveleyen toplumsal cinsiyet anlayışıdır. Ordu-millet miti, askerlik-erkeklik-devlet arasında  güçlü bağlar kurar ve askerlik üzerinden “hegemonik erkekliği” tanımlar. Burada iki süreç birlikte işler: bir yandan birinci sınıf vatandaşlık erilleştirilirken bir yandan da askerlik “adam olma” yolunda bir ilk adım, hatta erkekliğin olmazsa olmaz koşutu haline gelir. Aşağıdaki alıntıların da gösterdiği gibi erkeklere verilen mesaj son derece nettir:
“Askerlik, her Türk erkeğinin belli bir dönem içinde yapmak zorunda olduğu kutsal bir görevdir. Kahramanlık ve cesaret, Türk ordusunun en başta gelen özellikleridir.” (Aydın, Çakmak ve Genç, 2007: 194)
“Her Türk ailesi, oğlunun günün birinde asker olmasını ve vatan borcunu ödemesini ister. Bu onlar için en büyük gurur kaynağıdır.” (Kolukısa, Tokcan ve Akbaba, 2006a: 70)

Muhalif sitelere siber saldırı!

İktidara muhalif internet sitelerine yönelik olarak 'kimliği belirsiz' kişi veya gruplarca gerçekleştirilen siber saldırılarda artış yaşanıyor.

Muhalif internet haber sitelerine yönelik saldırılar sistematik bir hal aldı. Özellikle 22 Ağustos'ta yürürlüğe girecek sansür yönetmeliğine karşı on binlerin katılımıyla gerçekleşen protesto yürüyüşünden hemen sonra BirGün, sendika.org ve Bianet siteleri geçici süreyle hizmet veremedi.
Binate saldırıyla ilgili olarak suç duyurusunda bulunacağını açıkladı.
Önceki gün en az 200 farklı IP üzerinden yürütülen ve ‘zombi atak’ adı verilen saldırılardan sonra neredeyse kullanılamaz hale gelen BirGün Gazetesi’nin internet portalı Birgun.net teknik servisin yoğun çabaları sonucunda yeniden kullanılabilir hale geldi.

Devrimcilerle yüzleşmek


GÜLŞEN İŞERİ/BİRGÜN
Yol arkadaşları anlatıyor Kaypakkaya'yı. Neden üzerine bir perde çekildiğini, yok sayıldığını... Ama daha çok bir ülkenin işkence ile yüzleşme savaşını anlatıyor.

EMRAH CİLASUN: Çocukken de yolun düz olanını değil, çakıllı, taşlı olanını tercih ederdi

Bundan tam 38 yıl önceydi... İşkenceyle öldürülüp babasına parça parça verilmişti İbrahim Kaypakkaya. Babası Ali Kaypakkaya onu görme umuduyla gitmiş Diyarbakır’a ancak oğlunun parçalanmış bedenini verdiler.   “...Ordan bi hamal tuttum, o adam öylece baktı. Ondan sonra ‘Ne bu’ dedi. ‘Öğrenciydi’ dedim. ‘Burada işkencede öldürdüler, Çorum’a götürecem’ dedim. Diyarbakırlı hamal ağlamaya başladı, ‘Ben almayayım o 5 lirayı, helal olsun’ dedi. Ağladı, yürüdü gitti.” Emrah Cilasun’nun 'Kırmızı Gül Buz İçinde’ belgeselinde oğlunu alışını böyle anlatıyordu.

Belgesele ne zaman baksam ve bu hikâyeleri dinlesem eski bir yaranın içimde dolaştığını hissederim. 80 kuşağı olarak elbette İbrahim Kaypakkaya’yı tanıma/görme şansına nail olamadık ama onun adı bizim evin içinde de sık sık dillendirilirdi. Mahirler, Denizler, İbolar üçgeninde her solcu ailenin çocuğu gibi dolaştım. Tüm bunların bedelini belki de 20’li yaşlarda ayağımın ucuna iliştirilen krem rengi bir torbada en sevdiğinin parçalanmış eşyalarını almak oldu… Ali Kaypakkaya oğlunu nasıl aldığını anlattığında, ben de hep Ankara Adalet Sarayı’nda ayaklarımın ucuna iliştirilen krem rengi torbayı anımsayıp acısını iliklerime kadar hissettim.

Ser verip sır vermeyen komünist önder İbrahim Kaypakkaya

         1949 yılında Çorum'da doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na girdi. Burayı bitirdikten sonra istanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na başladı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi-Fizik Bölümü öğrencisi olan Kaypakkaya, sol düşüncelerle burada tanıştı. Mart 1968'de Çapa Fikir Kulübü'nün kurucuları arasında yer aldı. Çapa Fikir Kulübü'nün başkanı olan Kaypakkaya, 6. Filo'ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım 1968'de okuldan atıldı.
FKF ve TİP içinde ortaya çıkan ayrışmada MDD kesiminde yer aldı. İşçi-Köylü gazetesinin istanbul'daki bürosunda çalışan Kaypakkaya, Aydınlık ve Türk Solu dergilerine yazılar yazdı. Aydınlık içinde meydana gelen ayrışmada D. Perinçek'in başını çektiği PDA saflarında yer aldı. 1972 yılına kadar PDA (TİİKP) saflarında çalıştı ve DABK üyesi olarak görev yaptı. Bu tarihte PDA oportünistleriyle yolları ayrıldı.
D. Perinçek ve çevresinin revizyonist ve oportünist olduklarını söyleyen Kaypakkaya, ayrılık sonrasında TKP/ML-TİKKO'yu kurdu.
 TKP/ML faaliyetlerinin yoğunlaştırıldığı Dersim bölgesinde mücadele ederken, 24 Ocak 1973'de Vartinik mezrasında oligarşinin resmi zor güçleri tarafından sarıldı. Çatışma sırasında Ali Haydar Yıldız şehit düşerken, Kaypakkaya yaralı olarak çatışma alanından uzaklaştı. Ancak beş gün sonra kendisinin kaldığı köydeki bir öğretmenin ihbarıyla yakalandı. Dört ay süren işkencelerde hiçbir şeyi kabul etmedi ve bu işkenceler sonucu 18 Mayıs 1973'de yaşamını yitirdi.
Onun işkencedeki kararlı tutumu tüm devrimciler için bir örnek olmuştur.

Kaypakkaya'nın onuruna devrimci mücadelesine ve kararlılığına yakılmış türküleri dinlemek ve İbrahim Kaypakkaya belgeselini izlemek için...

Koma Hivron - DİNLE

           Koma Hîvron 2000′li yılların başında Batman’da müzikle uğraşmaya başladı. Bir süre sonra konserler veren grup yörede tanındı. 2007 yılında 9 şarkının söz ve müziği gruba ait olan toplam 11 şarkıdan oluşan ilk albümünü çıkardı. ilk olarak Rojda’dan duyduğumuz “Xeriba beyani” adlı anomin şarkıyı grup üyelerinden Nusret, annesinin yardımıyla gün ışığına çıkarttı.
            Kürt müziğini, Batı müziğinin farklı tarzlarıyla sentezleyip kendilerine özgün bir tarz oluşturmaya çalıştıklarını belirten grup üyeleri Nusret ve Kudbettin; Acıyı-tatlıyı, sevinci-hüznü, güzeli-çirkini, sevgiyi-nefreti kısacası insanı insan yapan bütün her şeyi içinde barındıran iç dünyamızdan beslenerek müzik yaptıklarını belirtiyor. Koma Hîvron, Batman’da kürtçe müzik çalışmalarını sürdürüyor.
           “Dinlediğimiz müzikte kendimizi kesinlikle sınırlandırmıyoruz. Dinlediğimiz her müziğin bize bir zenginlik kazandıracağına inanıyoruz. Nasıl ki bir yazar farklı kişileri okuyarak yazın ruhunu zenginleştiriyorsa, aynı şekilde bir müzisyen de müzik ruhunu değişik müzikleri dinleyerek zenginleştirir. Bunun için ‘Dünya Modern Çağ Müziği’nin bütün tarzlarının yanında milletlerin etnik müziklerini tanıyıp dinliyoruz. Ayrıca Kürt müziğinde de dengbêj müziği ile beraber herkesi dinliyoruz.”
          Hivron grup olarak ayrıldı. Nisret İMİR Hîvron adıyla yoluna tek başına devam ediyor.Aslen Cizreli olup aynı zamanda Silvanda Zembilfroş Kültür Merkezi'nde gitar hocalığı da yapıyor.

Çoğunluk - İZLE

2010, 110’
Yönetmen: Seren Yüce
Senaryo: Seren Yüce
Yapımcı: Önder Çakar / Selin Demirci
Oyuncular: Bartu Küçükçağlayan, Settar Tanrıöğen, Esme Madra, Nihal Koldaş, Erkan Can, Feridun Koç, Mehmet Ünal, Cem Zeynel Kılıç, İlhan Hacıhafızoğlu
Müzik: Gökçe Akçelik
Görüntü Yönetmeni: Barış Özbiçer
Kurgu: Mary Stephen
Filmografi
2010 Çoğunluk (Senarist - Yönetmen)
2008 Pandoranın Kutusu (Yardımcı Yönetmen)
2007 Yaşamın Kıyısında (Yardımcı Yönetmen)
2005 Takva (Yönetmen Yardımcısı)
Özet
Mertkan’ın hayatı basittir: babasının inşaatlarının getir götür işlerine bakar, arkadaşlarla alışveriş merkezlerinde sağı solu keser, arabayla turlar. Bu basitliğe bir anlam bulmak için pek de hevesli değildir. Ne zaman ki Gül ile tanışır, boşluğu ve basitliği değerlendirmek için bir fırsat çıkar karşısına. Ancak babası Gül’ün kökenleri konusunda şüphecidir. Hayatta ayrımcılıkla karşılaştığı ilk anda ona teslim olan Mertkan, çoğunluğa uyar, babasının kendisi için çizdiği yolda hayatına bir anlam bulur. İyi seyirler diliyoruz...

'Laz Dili Enstitüsü' kuruluyor

Laz aydınları, asimilasyon politikaları sonucu yok olmakla yüz yüze kalan anadillerini gelecek kuşaklara aktarmak için Laz Dili Enstitüsü (Lazuri Nenaşi Oçkinale) kurma çalışmalarını başlattı.

Hidroelektrik Santral (HES) ve Nükleer Santral yapmak isteyen şirketlerin yaşam alanlarını talan etmesine karşı kararlı bir şekilde mücadele eden Karadeniz halklarından biri olan Lazlar, yüz yıllardan beri konuştukları, ancak devletin asimilasyon politikaları nedeni ile unutmaya yüz tuttukları Lazca için kolları sıvadı. Laz Kolektif Hareketi Girişimi üyeleri avukat Ahmet Hulusi Kırım, mali müşavir Erkan Temel ve yazar-araştırmacı Ali İhsan Aksamaz'ın çağrısı ile bir araya gelen onlarca Laz aydını ve aktivisti, Laz Dili Enstitüsü kurulması için çalışmalar başlattı. Enstitü kuruluşu önümüzdeki günlerde resmi olarak kamuoyuna deklere edilecek.

1992'den 2011'e uzanan kararlı bir yolculuk
Laz Dili Enstitüsü kurma fikri ilk olarak 1992 yılında avukat Ahmet Hulusi Kırım tarafından deklare edildi. Ancak bu fikir dönemin baskıcı zihniyetinin engellemeleri nedeni ile hayata geçmedi. Kırım'ın bu isteği Laz Kolektif Hareketi Girişimi üyelerinin çabasıyla hayat bulacak. Kırım ile fikirsel olarak ortaklaşan Laz Kolektif Hareketi Girişimi üyesi Erkan Temel, Kendilerini enstitü kurmaya iten nedenleri ve kuruluş çalışmalarını anlatarak, Laz Dili Enstitüsü (Lazuri Nenaşi Oçkinale)'nün hedeflerinden birinin halk olma bilinciyle Lazcayı ve Laz kültürünü koruyarak geleceğe taşımak olduğunu vurguladı.

Vicdani Ret Nedir? - İZLE

Tanım
Vicdani ret; dini, ahlaki ya da politik gerekçelere dayalı olarak "zorunlu askerlik hizmeti"ni reddetme durumudur. Eğer kişi, alternatif sivil hizmeti de reddediyorsa o bir "total redci"dir.

Tarihçe
Vicdani ret, esas olarak, bireyin savaşa karşı geliştirdiği bir tavır olarak, savaşlar kadar eski bir tarihe de sahiptir. "Dünyanın ilk bilinen vicdani retçisi Maximilian'dır. Kuzey Afrika da Numidiya ülkesinden 21 yaşında bir genç, Roma ordusuna çağırıldığında, inatla askeri servise katılmayı reddetti ve Romalılar tarafından idam edildi."
Tarihin bilinen bu ilk örneğinde de olduğu gibi karşı çıkışların ilk gerekçesi, genel olarak, dinlerdeki "insan yaşamını sona erdirmenin kötü olduğu'' inancına dayanmıştır. Askerlik yemininde "imparator devletin başıdır" şeklindeki ifadeden dolayı Yahudiler Roma ordularında asker olmayı reddettiler. Bu nedenle de Roma, onları askerlikten muaf tutmuştur. Ancak bütün bunlara ve hatta tanrının "öldürmeyiniz" emrine rağmen Yahudilik de aynı İslamiyet gibi, pasif bir geleneğe sahip olmamıştır. Budizm de savaşa karşıdır ve güce karşı hiç bir direnme de göstermediği halde, vicdani reddin kökleri esas olarak Hristiyan pasifizmine dayanır. İlk Hristiyanlar Roma ordusunda yeralmışsa da çoğu savaşı reddetmiştir.

Bandista / Daima - DİNLE

De Te Fabula Narratur'u, manifesto albümümüzü yayınlamamızın üzerinden tam iki yıl geçti. Özgürlük, eşitlik, dayanışma, adalet çağrı ve mücadelesinin içinde yer alma inadımız sürüyor. Güvencesiz çalışma koşulları ve sömürü devam ediyor, kapitalist saldırganlık had safhada, eğitim ve sağlık paraya havale edilmiş, yaşamımız satılıyor, mahallelerimiz mutenalaştırılıyor, ekolojik yıkım ve nükleer felaket gündelik hayata damga vuruyor, cinsiyetçilik ve ayrımcılık liberal maskesinin altında silikleşiyor, kolektivizm unutturuluyor, faşizm yükseliyor, şiddet olağanlaşıyor, inkâr politikaları işliyor, örgütlenmenin önü kesiliyor, halklar bombalanıyor, haklar ellerden alınıyor. Lakin dostlar, yoldaşlar, öğrenciler, dereler, iklim adaleti eylemcileri, kadınlar, lgbtt'ler, mülteciler, kâğıtsızlar ve sayılamazlar direniyor. Sınırsız, ulussuz, sürgünsüz bir dünyanın içinden, mazi, gelecek ve şimdiden gelen onlarca sesi duyuyoruz, hep birlikte haykırıyoruz; vardık, varız, varolacağız! Daima!
BANDİSTA
http://tayfabandista.org/daima/# adresinden indirebilirsiniz.

HES’LER VE ÇAY TARIMI / Ahmet ATALIK*

Ulaşılabilen resmi kayıtlara göre Anadolu’da çay tarımı yapmaya esas ilk girişim II. Abdülhamit döneminde ortaya çıkmış, getirtilen çay fidan ve tohumlarıyla Bursa’da çay bahçesi kurulmaya çalışılmış ancak ekolojik koşullar nedeniyle başarılı olunamamıştır. Yine Bursa’da 1892 yılında bir teşebbüste daha bulunulmuş, ancak başarılı olunamamıştır. Halkalı Ziraat Mektebi Alisi Müdür Ali Rıza ERTEN 1917 yılında Batum ve Kafkasya’da yaptığı incelemelerde meteorolojik verilerin çok benzemesinden dolayı, dönüşünde Doğu Karadeniz Bölgemizde çay tarımı yapılabileceğine dair bir rapor hazırlamıştır.
İkliminden dolayı diğer tarım ürünlerinin pek yetiştirilemediği Rize ve civarında işsizlik en büyük sorundu ve buna çözüm aranıyordu. Bu amaçla görevlendirilen Zihni DERİN 1923 yılında geldiği Rize’de bazı meraklıların diktiği çay fidanlarının gayet güzel geliştiğini görür. Batum’a düzenlenen bir geziye katılır. Dönüşünde yanında getirdiği çay fidanı ve tohumları ile narenciye ve bazı meyve çeşitleriyle bir fidanlık kurdurur.
1924 yılında çıkarılan 407 sayılı Rize İli ve Borçka Kazasında Fındık, Portakal, Mandalina, Limon ve Çay Yetiştirilmesine Dair Kanun ile ülkemizde çay tarımı güvence altına alınmıştır. İlk çay fabrikası 1947 yılında Rize’nin Fener Mahallesi’nde kurulmuştur. 1963 yılından itibaren Türkiye, çay tüketim talebini yurtiçi üretim ile karşılayabilir duruma gelmiştir.

Devrim Mevrim Yok!- Burhan İlgün

Heyecanla devrimden sonra filmini izlemeye gidiyoruz, bilet bulabilirmiyiz kaygısı var bir taraftan, bilet bulduk hatta salon nerdeyse boş gibi. Neyse film başladı, birileri devrim yapmış, devrim maddeleri okunuyor radyodan, radyodan okunduğuna göre devrim tepeden inme yapılmış. E devrim yapınca memleketin zenginleri ülkeden kaçar tabi, devrime kadar niye beklediyse. Ardından başka bir sahne, Mert Fırat, toprak uğruna bir toprak sahibiyle evlendirilecek olan sevdiği kıza doğru koşuyor.Bu esnada şunu düşünüyorum, film, devrimden haberi olmayan, filmin kahramanının (Mert Fırat) sosyalist rejimde yaşayacağı ekonomik, sosyolojik, kültürel değişimini mi anlatıyor. Düşündüğüm gibi değilmiş, sonraki sahnelerde Mert Fırat'ı göremedik zaten.
( Filmin geniş kitleler tarfından izlenmesi için belli aralıklarla ünlü oyuncular sahnelere serpiştirilmiş- Mert Fırat, Şerif Sezer, Fırat Tanış, Tanju Tuncel, Levent Ülgen, Serdar Orçin, Aytaç Arman gibi sanatçılar iyi niyetlerinden reddedememişler belli ki)

Film devam ediyor, yaşasın sosyalist iktidarımız sloganıyla yürüyen üç beş öğrenci.. bu sahne, devrimden çok çok önce muhalefetin en dipte olduğu, muhalefet örğütlemeye çalışan üç beş kişinin sokağa çıktığı zamanların hissiyatını uyandırıyor.
Bir başka sahne, devrimin yedinci maddesini öğrenen bir kiracının bundan sonra kira vermeyeceğim diyerek ev sahibine resti çekmesi politik ve sanatsal olarak hiçte yaratıcı olmayan basit bir düz mantık,
Devrimden hiç haberi olmayan bir kitle var ki aman yarabbi bu ne sanatsal ufuktur diyesi geliyor insanın, işçilere devrim yaptık bundan sonra fabrikaları kamulaştırdık söylevi-nerden baksam tutarsızlık. Devrimi yapanlar nerden geldi, ya da devrimden haberi olmayanlar nerden geldiler, birileri darbe yaparakmı iktidarı aldı, yoksa bilimkurgu bir film mi bu, kafam allak bullak.
Devrimden haberi olmayan bir teyze sahnesi; Yaşlı bir teyzenin yaşadığı kocaman yalnızlığı, neden hiç fatura gelmiyor (elektrik ya da telefon) sadece bir kaç fatura bekleyişine indirgenmesi ve 'devrimi öğrendikten sonra' daha önce yediği kuru ekmeğin yerine sulu yemek yemesine gülmeden geçemeyeceğim.

Hossein Alizadeh / Half Moon Film Müzikleri - DİNLE

Bahman Ghobadi, bu filminde, hakları için mücadele eden bir grup insanın duygusal öyküsüne yer veriyor. Irak-İran-Avusturya-Fransa ortak yapımı olan film, Ghobadi'nin ikinci uzun metraj çalışması olan 'Anavatanımın Şarkıları' yapıtıyla benzerlikler taşıyor. Bahman Ghobadi, ‘’bu film ile İran’daki sanatçıların acılarını bir parça anlatmak istedim’’ dedi. Filmde 7 aylık bir hazırlıktan sonra, profesyonel ve profesyonel olmayanların rol aldığı bu kuraldışı grup, Irak’a doğru bozuk otobüslerle, Heşo isimli şarkıcı eşliğinde yolculuklara çıkıyor. İran’da kadınların kamu içinde şarkı söyleme hakkı bulunmuyor. En İyi Film Ödülü'nü alan Bahman Ghobadi, Bahman Ghobadi, iki yıl önce, 2004'te de 'Kaplumbağalar da Uçar' filmiyle Saint-Sebastien Film Festivali’nde 'Altın İstiridye' ödülünü almıştı. Bu film de festivalde iyi eleştiriler almıştı. ‘’bu ödülü almaktan mutluyum ama filmimin halen İran’da yasak olmasından üzüntülüyüm’’dedi. Ghobadi festivalin kapanış töreninde filmini tüm Kürt halkına adadığını söyledi.

Bereketli Topraklar Üzerine - İZLE

Yapım: 1980 ~ Türkiye
Yönetmen: Erden Kıral
Oyuncular: Tuncel Kurtiz, Bülent Kayabaş, Menderes Samancılar, Nur Sürer, Yaman Okay, Erol Demiröz, Osman Alyanak, Selçuk Uluergüven, Erkan Yücel, Özcan Özgür, Funda Gürçen, Nuri Sezer
Senaryo: Tuncel Kurtiz, Erden Kıral, Mahmut Tali Öngören
Senaryo (Kitap): Orhan Kemal
Yapımcı: Tuncel Kurtiz, Erden Kıral
Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi
Müzik: Sarper Özsan, Yavuz Top
Süre: 1 saat 55 dk
Konu: Çukurova’da zor koşullar içinde savaş veren üç arkadaşın öyküsü. Köse Hasan, Pehlivan Ali, iflahsızın Yusuf iş bulup çalışmak için Çukurova’ya gelirler. Önce bir fabrikada, sonra da çeltik tarlasında çalışırlar. Köse Hasan fabrikada çalışırken ölür. Pehlivan
Ali, Fatma’ya aşık olunca Ağa ile çatışır. Çünkü Ağa da Fatma’ya aşıktır. Ağa, aşık olduğu kızdan onu uzaklaştırmak için çeltiğe verir. Pehlivan Ali kolunu makineye kaptırır. İflahsızın Yusuf da sonunda işi bırakıp köyüne, karısına döner.
Sıkıyönetim yasakladı
1980'de 12 Eylül darbesi nedeniyle Altın Portakal Film Festivali'nin düzenlenmemesi nedeniyle 1981 yılında festivale katılan "Bereketli Topraklar Üzerinde", En İyi film, En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu (Yaman Okay) ödüllerini almıştı. Ancak En İyi Film Ödülü, filmin "muzır" olduğu gerekçesiyle daha sonra geri alındı. Kararı protesto eden Kıral, En İyi Yönetmen Ödülü'nü almayı da reddedetti.
Filmin başına gelenler bununla da bitmedi. Film gösterim izni almasına karşın, Adana Sıkıyönetim Komutanlığı'nca yasaklandı ve yine 1981'de Avrupa'da En İyi Film seçilmesine karşın, yönetmen sıkıyönetim nedeniyle ödülü almaya gidemedi.

Blok: Rant ve tekellere son

'Her türlü harcama, örgütlü yapıların katılımı ile toplumun denetimine açılacak, istihdam yaratacak yatırımlara daha fazla pay ayrılacak. Silahlanma ve savunma harcamalarına ayrılan pay azaltılarak eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi yaşamsal alanlara daha fazla pay ayrılacak'

'Toprak mülkiyeti dağılımındaki adaletsizliği giderecek köklü bir toprak reformu yapmak, mayınlı arazileri temizleyerek topraksız köylüye devretmek, gübre, enerji ve akaryakıtta üreticileri destekleyecek tedbirler almayı tarımın geliştirilmesinde temel öncelikler olarak görmekteyiz'

 'İş Yasası, Sendikalar, Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Yasası'nı, işçi sınıfına bütün tarihsel kazanımlarını iade edecek biçimde düzenleyecektir. Lokavt bir hak olmaktan çıkarılacak. Dil, din, etnisite ve cinsel yönelimlerinden dolayı dezavantajlı olanlara pozitif ayrımcılık sağlanacak'

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu'nun, "Seçim Beyannamesi"nde ekonomi, eğitim ve sağlık alanında sermaye değil, halktan yana sosyal devlet anlayışı ön plana çıkıyor. Tekelleşmeye karşı katılımcı toplum ekonomisinin benimsendiği beyannamede, "Bölgelerarası eşitsizliğin giderilmesi, adaletsiz vergi sistemine son verilmesi, kooperatifler eliyle yapılacak yatırımların desteklenmesi, eğitimin her kademesinin ücretsiz hale getirilmesi, herkese sosyal güvence, sağlık hizmetlerinin bölgesel yönetimlere devredilmesi, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi" gibi öneriler dikkat çekiyor. Bloğun 12 Haziran Milletvekili Genel Seçimleri'ne yönelik "Seçim Beyannamesi'nde diğer alanlarda olduğu gibi ekonomi, eğitim ve sağlık alanında da devrimsel nitelikte değişimler hedefleniyor. Beyanname açıklanmadan önce "Kürt sorunu dışında bir projeleri yok" ve "Ekonomi alanında projeleri yok" şeklinde gelen eleştirilere cevap niteliğindeki projeler, ayrıntılarıyla ifade edildi.

Hak Mücadelesinin Seçimi


AKP ve Tayyip, üç şeyi başarı ile gerçekleştirmiştir; halk desteğini, ülke egemen sınıflarının temsilini ve emperyalist işbirlikçiliğini. Ancak gelinen noktada, AKP’nin en büyük sorunu halk nezdinde yitirdiği güven ve yarattığı umutsuzluktur. Ve AKP iktidarını zayıflatmanın, geriletmenin ve def etmenin yolu, halkın çıkarları ekseninde örgütlenmiş güçlü bir halk hareketinin karşısına dikilmesidir.

Türkiye artık tek bir şeye, 12 Haziran’da yapılacak milletvekilleri seçimine kilitlendi. Bu seçimin en kritik özelliği ise 8,5 yıllık AKP iktidarının bir 4 yıl daha sürüp sürmeyeceği. Kuşkusuz bu seçimde başka sorulara da yanıt bulunacak: “CHP’nin oy oranı kaça çıkacak?”, “MHP barajı geçebilecek mi?”, “AKP tek başına çoğunluk sağlayamazsa koalisyonu kimler oluşturacak?”, “BDP’nin bağımsızlar bloğu kaç milletvekili çıkaracak?” gibi.

Tekrar başa dönersek, bu seçimin kritik aktörü AKP ve elbette onu şahsında temsil eden Tayyip Erdoğan. Bu iki olguyu var eden koşulları hatırlamakta yarar var. Çünkü Türkiye siyasi hayatında önceki tek parti dönemleri (DP-Menderes, ANAP-Özal) gibi AKP-Erdoğan tek parti dönemi de büyük bir siyasi-ekonomik kırılma sonrasına “denk” geldi. 8,5 yıllık AKP-Erdoğan dönemini yaratan gelişmeler 2000, 2001 ve 2002’de yaşandı.

Fidel Castro: Osama Bin Laden'in öldürülmesi


YOLDAŞ FİDEL'İN DÜŞÜNCELERİ
Osama Bin Laden'in öldürülmesi
Konuyla ilgili olanlar 11 Eylül 2001 olaylarının hemen ardından Küba halkının ABD halkına dayanışma elini uzattığını ve New York kentindeki ikiz kulelere yapılan hain saldırının kurbanlarına sağlık alanında yardım için samimi işbirliği vaadinde bulunduğunu hatırlayacaktır.
Ayrıca aynı gün saldırının ardından yaşanan kaos ortamında inecek hava meydanı bulamayan havadaki ABD yolcu uçaklarına havaalanlarımızı açtığımızı da hatırlatayım.
Küba Devrimi her zaman insan hayatına saygıyı ön planda tutmuş ve buna halel getirecek her türlü eylemden kaçınmıştır.
Batista tiranlığına karşı silahlı mücadeleyi çekincesizce desteklemiş olsak da prensip olarak masum insanların hayatına mal olabilecek terör saldırılarına her zaman karşı çıkmışızdır. Bu duruşumuz sayesinde yaklaşık yarım yüzyıldır bu tür hassas konularda söz sözleme hakkını kendimizde bulabiliyoruz.

KÜRESEL KATİL RIO TINTO

Eli Kanlı Maden Şirketi Gözünü Dersim'e Dikti.
Madencilik başlı başına su havzalarını ve toprağı yok eden bir faaliyettir. Maden aramada kullanılan siyanür gibi zehirli kimyasallar suları zehirler, yağış alan eğimler üzerinde yapılan madencilik de toprak kaymalarına, heyelanlara neden olarak dere ve nehirleri molozlarla doldurur.
AMGL (Anadolu Madenleri Geliştirme Ltd) şirketi Dersim'de 82 bin hektarlık alanda siyanürle altın ve bakır arama hazırlıklarına başladı. Ovacık ilçesinin Sin ve Kızılviran köylerinde yerin 600 metre derinliğinde sondaj çalışmaları başladı.
Çok geniş alanlarda maden arayan şirketler aşırı miktarda büyük hacimli kazılar yapıp, milyonlarca metreküp kayayı yerinden çıkarıp toz haline getiriyor.
Altın işletmelerinde bir ton altın çıkarabilmek için 0,5-3,5 milyon ton arasında kayanın çıkarılması gerekiyor.
Bütün bu faaliyetler sonucunda eğer engellenmezse Dersim topraklarında da geniş kraterler kalacak. Bunların içi kimyasal sularla dolarak hastalık üreten çukurlar haline gelecek.
Arsenik, siyanür, asit gibi zehirli kimyasallarla ağır metallerle işlenmiş kaya ve topraklara, su kaynaklarına sızacak. Çıkarılan kayanın cevhersiz bölümleri zehirli yığınlar halinde depolanacak. Boruların patlaması, siyanür havuzlarının taşması gibi büyük ölçekli kazalar meydana gelmese bile hiçbir depolama tekniği zehirin sulara ve toprağa karışmasını tamamen engelleyemiyor. Madencilik nedeniyle yer altı ve yüzey sularına karışan arsenik, kobalt gibi kanser yapıcı maddelerin ölümcül etkileri Munzur'a baraj yapıldığı taktirde kat be kat artacak.
Katil Rio Tinto

Büyük Adam Küçük Aşk - İZLE

Yönetmen : Handan İpekçi
Senaryo Yazarı : Handan İpekçi
Tür : Duygusal , Dram
Ülke : Macaristan , Türkiye , Yunanistan
Süre : 120 dk.
Oyuncular : Şükran Güngör, Dilan Erçetin, Füsun Demirel, Yıldız Kenter, İsmail Hakkı Şen

İnsanların dilleri farklı olsa da, sevginin dilinin aynı olduğunu çok duyarlı ve hüzünlü bir öykü eşliğinde anlatan, ödüllere boğulmuş, unutulmaz bir yapıt.
Hikâyenin kahramanları ise, 75 yaşındaki yargıç emeklisi Rıfat Bey ile yakınlarını bir polis operasyonunda kaybeden küçük Kürt kızı Hejar... Huzurevine yatma hazırlığı içindeki otoriter Rıfat Bey ile Hejarın kaderleri tesadüfen kesişir. Kürtçeden başka dil bilmeyen inatçı Hejar ile Cumhuriyet ilkelerine bağlı, Türkçeden taviz vermek istemeyen Rıfat Bey arasındaki ilişki nefretle başlar. Derken araları ısınmaya başladıkça, önce birbirlerinin dilini öğrenirler, ardından da birbirlerini sevmeyi... İyi seyirler.

Koma Amed (Seçkiler) - DİNLE

Koma Amed 1988 1988... Ankara... Kürt kimliğinin,dili ve müziğinin kendini ifade etme olanaklarından tamamen yoksun olduğu,olağanüstü zor şartların hüküm sürdüğü yıllar... Tıp fakültesi öğrenimi gören bir grup üniversite öğrencisi müzik grubu oluşturma düşüncesiyle bir araya geldi... Bu grup, Türkiye'de yaşayan Kürtlerin,amatör bir düzey fakat profesyonel yaklaşımlarla oluşturulmuş "ilk müzik grubu" sayılabilir... 1990.... Büyük sıkıntılarla yaratılan teknik olanaklarla ilk albümün kaydı yapıldı...Grup kendi ismini kararlaştırdı...Koma AMED... Ve albüm...Kulilka Azadi... 1991... Kürtçe yasaklıydı...Albüm yasaklıydı... Kulilka Azadi,küçük bir teyple yapılan kopyalarla çoğaltılarak eldenele halka ulaştırıldı... 1992... .Kulilka Azadi "Yeni Dünya Müzik" ten çıktı...
KULİLKA AZADİ: Derlemeler grup elemanlarının kendilerine ait ve ağırlıkla Orta Anadolu'da yaşayan Kürtlerin geleneksel ezgilerinden oluşuyor... Orijinali Kürtçe'nin Sorani lehçesinde söylenen ve Türkçe'ye "Ağlama Yar" adıyla dönüştürülen halk ezgisi "Seyran Mangi"de grubun derlemeleri arasında yer alıyor.... Beste çalışmaları içinde kendi yazdıkları sözler dışında Muzaffer İlhan ERDOST' un "Özgürlük Gülü " şiirinin Kürtçe çevirisiyle bir CİGERXWİN şiiri yer alıyor..... İtalyan Halk Ezgisi "Çav Bella" ilk kez bu albümde ve Koma Amed çevirisiyle Kürtçe'ye uyarlandı... Grubun albümünde yer alan bir başka uyarlama, "Telli Telli" M. MUNGAN / M. LOIZOS imzalarını taşıyor. Bu şarkının bir özelliği de albüm kayıtlarının yapılabilmesi için stüdyo sahiplerini ikna etmeye oldukça yardımcı olmuş olması..... Kulilka Azadi içinde; Evdılmelik Şexbekir, Gülşen Çetin, Savaş Çakmak, Rohat Kutlay, Fikri Kutlay, Ahmet Kaya ve Mustafa Kart yer aldılar..... Albümde söz, müzik, derleme, çeviri ve uyarlamalara imza atmış ve ağırlıklı solist olarak yer alan Evdılmelik ŞEXBEKİR aynı zamanda Kürt Müziğinde birçok "ilk" e imza atarak 1992 yılında özgürleşme mücadelesi içinde yaşama veda etti....

Terzi Fikri…

Tarihte bazı olaylar vardır. Egemenler için keşke hiç yaşanmasaydı dedirten olaylar. Nedir ki halbuki yaşanan. Paris Komünü nedir mesela, 72 gündür oysa ki. Kocaman insanlık tarihinde ne kadar yer kaplar. 15-16 Haziran direnişi, Kızıldere, bir ay bile sürmeyen kurtarılmış bölgeler. Nasıl korkutur anısı bile onları. Gerçektir korkuları çünkü, olası devrimlerin öncü sarsıntısı olarak algılanmışlardır. O yüzden topla tüfekle yürüdüler üstüne üstümüze. Ama ne fayda işte yaşandı, tarihin en güzel örneklerini verdiler bizlere. Yaşadık, yaşamadıysak da dinledik, okuduk Paris Komününü, Direniş Komitelerini, Fatsa’yı. O yüzden Fikrimiz hep yaşadı, yaşıyor, bir gün her yer Fatsa oluncaya kadar.

Terzi Fikri…
Fatsa’nın bir köyünde doğdu Fikri Sönmez. Geçimini terzilikle sağladı. 60’lı yılların ortasına sosyalist fikirlerle tanıştı. TİP içerisinde çeşitli kademelerde görev aldı. Ardından yükselen anti emperyalist mücadelede ön saflarda yer aldı, 6. Filo’ya karşı düzenlenen eylemlerde Dev-Genç saflarındaydı. 68’den sonra Karadeniz’de emekçilerin örgütlenmesi çalışması içerisinde yer aldı. 1972’de THKP-C Davasından yargılandı. Yirmi ay kadar tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi. 12 Mart darbesinin ardından Karadeniz’deki devrimci mücadelenin örgütlenmesinde genç devrimcilere örnek oldu. Fikri Sönmez 1978-79 yıllarında Giresun ve Ordu yörelerinde yapılan “Fındıkta Sömürüye Son” mitinglerinin de aktif örgütleyicisi oldu.
1979 yerel seçimlerinde bağımsız girdiği yerel seçimlerde diğer tüm partilerin toplamından fazla oy olarak belediye başkanı oldu.

1 MAYIS TAKSİM FOTO GALERİ


İşçilerin festivali başlıyor

Sendika.Org'un, düzenleyicileri arasında bulunduğu Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin açılış gecesine tüm okurlarımız davetlidir
Sendika.Org’un da düzenleyicileri arasında olduğu ve bu yıl 6.'sı düzenlenen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin açılış gecesi etkinliği 2 Mayıs’ta İTÜ Maçka Kampusü’nde.
Festivalin açılışı saat 17.00’de Beyoğlu Tünel’den Ritmart grubu eşliğinde yapılacak festival yürüyüşüyle başlıyor. Açılış etkinliği saat 19.30’da İTÜ Maçka Kampusü Mustafa Kemal Amfisi’nde Fırat Tanış’ın sunuculuğunu üstlendiği geceyle sürecek.
Festivalin bu yılki açılış filmi ise HES'lerin Anadolu'da yarattığı yıkımı ve buna karşı yapılan mücadeleyi anlatan "Sudaki Suretler" isimli belgesel film olacak. Gecede Laz Marks ve Bandista’nın da sahne alacağı açıklandı.
Ankara programı
Festivalin Ankara açılışı ise 2 Mayıs Pazartesi 18:30 'da Yüksel Caddesinden festival yürüyüşü ile başlayacak. Etkinlik, 19:30 'da Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde Fatin Kanat'ın "Halepçe- Sonsuz Umut" filmi ile devam edecek. Aynı zamanda Halepçe filminin galası da gecede yapılmış olacak.
İzmir programı
İzmir’de festival, 2 Mayıs Pazartesi günü yapılacak yürüyüşle başlayacak. Saat 17.00’de Konak Pier önünden başlayacak yürüyüş YKM önünde son bulacak. Festivalin açılışı 3 Mayıs’ta Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi'nde Anadolu Salanonu’nda yapılacak. Açılış etkinliği 19.30’da başlayacak. Mert Fırat ve İlksen Başarır festival konuğu olurken Nihat Aydın da şarkılarıyla açılış gecesinde olacak.
Uluslararası İşçi Filmleri Festivali ayrıntılı gösterim programları ve güncel bilgiler için festival web sitesini ziyaret ediniz. 
www.iff.org.tr