Anladık ki, biz anneler politikaya ilişkin hiç birşey bilmiyoruz. Biz hepimiz evimizde, ailemizle birlikteydik. Ama ne zaman ki çocuklarımızı alıp götürdüler, ondan sonra öğrendik. Nasıl bir hayat istiyorlar? Nasıl bir düşünceyi savunuyorlar? Nasıl bir ütopya istiyorlar?
Aynı şekilde askeri diktatörlük bir sürü muhalifin ölmesine yol açtı.
Ne zaman ki anneler, yürümeye başladı, gösteri yaptı. “Nerede bizim çocuklarımız?” dedi.
Çocuklarımızın ne durumda olduğundan haberimiz yoktu.Üç çocuğu alıp götürmüşler, başka birisinin de bir çocuğu kayıp.Ya hepsini birlikte alıp götürmüşler. Ya da sadece birini almışlar.
Herkes önce yalnız başına gösteri yapıyordu.
Ne zaman ki gösteriye başladık. O zaman anladık ki, aynı durumda olan çok fazla anne var. Aynı zamanda biz gösteriye başladığımızda, birbirimizle sosyal olarak ta ilişkiye geçtik.
Anladık ki, hepsi Otuz bin. İki nesil çocuk kayıp! Otuz bin çocuğu ortadan kaldırdılar. Çünkü askeri cunta, muhalifleri, devrimcileri istemiyordu, askeri cunta.
Çünkü çocuklarımız sosyal bir dönüşüm istiyordu. Çocuklarımız biliyorlardı ki, Arjantin çok zengin bir ülke, Dünyayı doyurabilecek kadar, bütün dünyayı, bütün dünyayı! Fakat, bunu onlara öğreten kimse yoktu. Bunu öğretmek için okullarda çalışan bir baba yoktu. Çocuklarımız değişimin gerekliliğini anladılar, onlar biliyorlardı. Annelerse, anneler başka bir konu. Ama biz de öğrendik. Ne zaman ki çocuklarımız için yürümeye başladığımızda; Düşünceler, planlar, çocuklarımızın düşünceleri ve mücadeleleri. Biz anneler ve onların kardeşleri, hepimiz çocuklarımızın adları üzerine söz verdik.
Biz ölümleri üzerine konuşmayacağız. Biz biliyoruz ki, onlar toplama kamplarında şiddete maruz kaldılar. Dehşet verici işkencelere maruz kaldılar. Ve onları öldürdüler, uçaklardan denize atıldıklarını da biliyoruz. Ne zaman uçaklar havalansa, kilise “Tanrı günahlarımızı affetsin” diyordu, bütün bu yapılanlar için.
…
Bir baba aç çocuklarını doyurmak için ekmek çalıyor ve hapse atılıyor
ama bizim Otuz bin çocuğumuz öldürenler, onlar hala serbest. Bizim mücadelemiz hala bitmedi. Yirmisekiz yıldır mücadeleyi sürdürüyoruz. Bunun için biz ant içiyoruz. Soruyoruz hapishaneler var, hücreler var. Neden onlar hapishaneye gitmiyorlarmış? Bütün şiddeti kullananlar neden bugün hala serbest? Bizim mücadelemiz hala bitmedi. Hiçbir zaman korkmadık, hiçbir zaman. Biliyor musun niye? Biz çocuğumuzu dokuz ay karnımızda büyüttük. İşte bu bizim gücümüz, biz onları istiyoruz. Onlar büyüttük, eğitim ve kültür verdik. Ve bununla birlikte onlar aşıktılar.”
Juana Meller De Pargament, Plaza de Mayo Madre – Mayıs (Meydanı) Annesi, Arjantin
…
Ben şahsen dışarıdan direnmeye çalışıyordum, onlar da içerden direnmeye çalışıyordu. Ama işte biliyordum ki orada, içerde dışarda direniş olmadan olmayacağını, en azından, en azından birşeylerin yapılacağını. Ama Sibel’de üzerine düşen ölüm orucuydu, başka bir silahı yoğudu ki, Sibel’in eli kolu bağlı, o an tek yapacağı oydu, onu yaptı. Şok ta olmadım, çünkü ben de direniyordum. Şunu söylüyordum bende, içerde ben de Sibel’in yerinde olmuş olsam ben de aynı şeyi yapardım.
O arkadaşları orada öte tarafta ölürken, çoğu arkadaşları yoldaşları o zaman ölüm orucundaydı, benim için o zaman şu yapı bu yapı yoktu, hepsi aynıydı. Biri öbür hücre de, biri beri hücrede de olsa, onların yaptıkları, birbirlerinden aldıkları güçle, onlar orada direniyorlardı. Onun için Sibel haklıydı, hatta dediği de şuydu, “burada yaşanılmaz, ölünür” dedi bana.”
Sakine Sürücü, Cumartesi Annesi, Türkiye
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder