Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler

Mahmut Hamsici
BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.
Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.
Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.
25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.
Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı
Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.
Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.
BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'
Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.
Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.
Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

6-7 Eylül Olayları: Azınlıkları Tasfiye Hareketi

 1955’in 6 Eylülü. Başta İstanbul olmak üzere, İzmir ve Adalar’da Rumlara ve diğer gayrimüslimlere karşı büyük bir linç ve yağma hareketi gerçekleşti. İki gün boyunca devam eden olaylarda birçok gayrimüslim yaralanırken, yaşamını yitirenler oldu. Maddi hasar ise çok büyük boyutlardaydı. Kalabalık güruhun önüne çıkan tüm dükkânlar, kiliseler yağmalanmıştı. Devletin kolluk kuvvetleri önceden haberdar oldukları halde herhangi bir müdahalede bulunmadan olayları izlemekle yetindiler. Olayların ardından birçok Rum ve gayrimüslim, sahip oldukları her şeyi geride bırakarak yaşadıkları alanları terk etmek zorunda kaldılar. Olayların tarihsel gelişimi, eski despotik devlet geleneği üzerinde yükselen yapının yeni sahiplerinin sınıfsal ihtiyaçlarıyla örtüşmekteydi.
Kapitalist üretim ilişkilerinin yeni yeni nüfuz etmeye başladığı Osmanlı devletinin son dönemine kadar, ticaret, ağırlıklı olarak gayrimüslim tebaanın eliyle yürüyordu. Bu olgu TC’nin kuruluş yıllarında da varlığını sürdürecekti. Lozan Konferansıyla “azınlık” statüsü verilen Rumlara ve diğer gayrimüslimlere, yeni gelişmekte olan Türk burjuvazisi bir taraftan gıpta bir taraftan da açgözlü bir kinle bakıyordu. Bu “azınlıklar”ın burjuva kesimlerinin sahip olduğu servet ve mülkiyete çeşitli biçimlerde el koyma girişimleri en açık ifadesini aslında daha II. Dünya Savaşı sırasında yürürlüğe konulan Varlık Vergisi ile bulmuştu.

Cezaevi; ucuz emek

Bu haber zaman gazetesinden alınmıştır.

Bir milyarlık üretim yapan mahkûmlar ihracata hazırlanıyor
Şaban Gündüz izmir - 04.09.2012
Cezaevlerinde kurulan işyurtları, birer fabrika gibi çalışıyor. Ayakkabıdan mobilyaya sabundan halı ve kilime kadar 100'den fazla iş kolunda üretim yapan atölyeler, yıllık bir milyar liraya yaklaşan ciro elde ediyor.
Türkiye'deki birçok resmî kurumun ihtiyacını karşılayan işyurtları, artık yurtdışından da talep görüyor. Kısa bir süre önce Amerikalı bir girişimci, Ayaş Cezaevi'nde mahkumlar tarafından üretilen geleneksel el ürünlerinden sipariş verdi. Firmanın önümüzdeki aylarda toplu alım yapacağı belirtildi. Yaklaşık 15 bin mahkûmun çalıştığı işyurtlarından elde edilen gelirler ise cezaevlerine yatırım için kullanılıyor. Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İsyurtları Kurumu Ar-Ge Uzmanı Rahmi Karaman, Türkiye genelindeki 400 cezaevinden 225'inde işyurtları bulunduğunu, bunların yıllık cirosunun bir milyar liraya yaklaştığını söyledi. Türkiye genelindeki işyurtlarında yaklaşık 15 bin yükümlünün çalıştığını kaydeden Karaman, "Açık cezaevleri birer üretim merkezi gibi çalışıyor. Ciromuz her yıl artıyor. Elde ettiğimiz gelirleri yine cezaevlerine yatırım için kullanıyoruz."

White White World / Beli, beli svet - İZLE

Sırbistan,Almanya,İsveç / Türkçe Altyazılı
IMDB Puanı: 7.2/10
Tür: Dram
Yönetmen: Oleg Novkovic
Senaryo: Milena Markovic
Oyuncular: Jasna Djuricic,
Uliks Fehmiu, Hana Selimovic
Süre: 1 saat 59dk
Kocasını öldürüp hapis yattıktan sonra özgür kalan bir kadın, Sırbistan’daki Bor şehrine geri döner. Kızı ve iki erkek arkadaşıyla birlikte zaman geçirmeye başlayan kadın, bir süre sonra kızının bu erkeklerden biriyle yakınlaştığını fark eder ve annesiyle kızı arasında garip ve sonuçları iyi olmayan bir rekabet baş gösterir.
Sırp sinemasının bağımsız filmlerinden olan White White World, ilginç ilişkiler yumağına dramatik bir bakış açısı sunuyor. Eski Yugoslav birliğinden sonraki dönemi de yansıtan ve başarılı olarak nitelendirilen film için yorumlarınızı bekliyor; iyi seyirler diyoruz.

Toplumun Kürt Algısı: Folklorik-İyi Kürtler ve Politik-Kötü Kürtler

Toplumun kürt algısında genel olarak bu iki görüşün egemen olduğu söylenebilir.Birinci grupta yer alan kürt modeli kimi zaman kentli-orta sınıf veya kentli burjuva olarak karşımıza çıkabilir.Yahut devletine bağlı bir bürokrat olarak göze çarpar.Bu iyi Kürt modelindeki insana göre devlet baba iyidir,fakat kürt de iyidir hatta ‘’Kürtlüğünden gurur duyulur falan ama Kürtlerin hepsini kötü göstermek yanlıştır.’’Yine bu Kürt modelinde Kürtçe müzik falan dinlenir , esprilerde , şakalaşmalarda günlük kullanımda bir iki Kürtçe kelime araya sıkıştırılır.Fakat bu Kürtçenin bir anadil olduğu ve bir anadile gösterilmesi gerek özenin-saygının Kürtçeye de gösterilmesi gerektiği bu Kürt modelinde pek de önemsenmez , hatırlanmaz ,bilin(e)mez.Çünkü bu Kürt modelinde Kürt olmak folkroik bir zenginlik, farklılıktan öteye geçemez.

Ama bir gün gelecek başka bir volkanın gümbürdeyen sesi yükseltecek - Rosa Luxemburg


        Üzerinde duman tüten yıkıntı dağları, parçalanmış ceset yığınları, baktığınız her yerde buhar ve duman tüten bir ateş denizi, çamur ve küller; çırpınan bir kırlangıç gibi volkanın kayalık yamacına konmuş kıpır kıpır küçük şehirden tüm kalanlar işte bunlar. Öfkeli dev, bu insan cüretine, iki bacaklı cücelerin kör kendini beğenmişliğine karşı bir süredir gürleyip köpürüyordu. Gazabında bile iyi yürekli, vefalı olan bu dev, ayaklarına çıkmış sürünen bu fütursuz yaratıkları uyarıyordu. Dumanlar çıkarıyor, ateşten bulutlar kusuyordu, bağrında fokurtular, kaynamalar ve tüfek mermileri ve top gümbürtüsü gibi patlamalar oluyordu. Fakat insanın kaderine hükmeden yeryüzünün efendileri, kendi bilgeliklerine sarsılmaz bir inanç duyuyorlardı.

Hükümet tarafından gönderilen komisyon, ayın 7’sinde St. Pierre’in endişeli halkına gökyüzü ve yeryüzünde her şeyin yolunda olduğunu duyurdu. Her şey yolunda, endişeye mahal yok! Tıpkı, devrimci volkanın kraterinde ateşten lav korkunç patlama için toplanırken, XVI. Louis’nin dans sarhoşu salonlarındaki Tenis Kortu Yemininin arifesinde söyledikleri gibi. Her şey yolunda, her yerde huzur ve sükûnet! Tıpkı 50 yıl önceki Mart patlamasının arifesinde, Viyana ve Berlin’de söyledikleri gibi. Martinik’in yaşlı, cefakeş devi, saygıdeğer komisyonun raporlarına aldırış etmedi: 7’sinde halkın içi vali tarafından rahatlatıldıktan sonra, 8’i sabahı erken saatlerde patladı ve birkaç dakika içinde valiyi, komisyonu, halkı, evleri, sokakları ve gemileri, öfkeli kalbinin ateşten soluğu altına gömdü.

Eser tamdı. 40 bin can yok oldu, bir avuç titrek mülteci kurtuldu. Yaşlı dev huzur içinde gürleyip kabarabilir, zira artık kudretini göstermiştir, gücünün başlangıçta hiçe sayılmasının öcünü korkunç bir şekilde almıştır.

Antakya´nın göbeğinde El Kaide parkı - Görüntüler ve Fotoğraflar


El Nusra Cephesi´nin bayrağı
        Türkiye, Hatay’ın Suriye sınırındaki mülteci kamplarının resmen askeri üs olarak kullanıldığını konuşuyor ancak durum sanıldığından da vahim. Apaydın kampının “Özgür Suriye Ordusu”nun kullanımına tahsis edildiği hükümet yetkililerince açıklanırken, El Kaide bağlantılı gruplar da merkez ilçe Antakya’nın göbeğinde elini kolunu sallayarak dolanıyor. Sendika.Org, röportaj için gittiği Antakya Belediye Parkı’nda En Nusra Cephesi’ne bağlı kalabalık bir gruptan bazı cihatçılarla, grubun kullandığı bir evi ve aracı görüntüledi. Cihatçılardan birine ait bellekten çıkan görüntüler Antakya parkında dinlenen “misafirlerin” Suriye’de elde silah çatışan El Kaide bağlantılı gruplar olduğunu ortaya koyuyor

The Turin Horse (A Torinói ló – Le cheval de Turin) - İZLE

IMDB Puanı: 8.4/10,
Tür: Dram, Psikolojik
Yönetmen: Béla Tarr, Ágnes Hranitzky
Senaryo: László Krasznahorkai, Béla Tarr
Oyuncular: János Derzsi, Erika Bók, Mihály Kormos
Süre: 2 saat 26dk
Sene 1889, ünlü Alman düşünür, filozof Nietzsche İtalya – Turin yolculuğu sırasında bir çiftliğe uğrar ve burada bulunan bir atın sahibi tarafından kırbaçlandığına şahit olarak göz yaşlarını tutamaz. Ata sarılarak onun acısını paylaştığı söylenen Nietzsche, bu olaydan sonra 10 yıl sürecek olan bir bitkisel hayat sürecine girer. Film ise bu hikayeden geri kalanlar üzerine kuruludur ve o kısımdan itibaren konu ele alınmaya başlanır.
Gerçekten böyle bir olayın olup olmadığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, dünya düşünce tarihini derinden etkileyen Nietzsche’nin bu yaşadıklarından sonra bitkisel hayata girdiği söylenir. Film, tamamen dramatik ve psikolojik bir sanatsal yapımdan ibaret ve Nietzsche ile hiç bir ilgisi yok.. Sadece onun ardından kalan “at ve onun sahibi baba-kız”ın sefalet içindeki yaşamı irdeleniyor. Yönetmenin ise Nietzsche ile film arasında kurduğu bağ şu şekilde:
“Nietzsche’ye ne olduğunu herkes biliyor; biz asıl at’a ve sahiplerine ne olduğunu merak ediyoruz”
Film oldukça durağan, birbirini tekrar eden siyah-beyaz sahnelerden oluşmaktadır. Ancak her sahnenin içinde çözüme yönelik bir derinlik mevcut. Bu ağır yapım 2.000′e yakın kişi tarafından oylanarak 8.4 gibi muazzam bir puanla karşımıza çıkıyor. Bu yapımı Babilkulesi olarak sizlere sunuyoruz. Film için sizlerin de değerli görüşlerinizi mutlaka beklemekteyiz. İyi seyirler.

Bu çığlıkları UNUTMAYIN!

Yıl, 14 Temmuz 1982. Yer, Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi. 12 Eylül askeri darbesinin işkence tezgahlarının kurulduğu yer. İnsan aklının alamayacağı denenmeyen işkence yöntemi bırakılmamıştı. "Öyle bir vahşetti ki yapılmayan bir türü kalmamıştı" diyor tanıklar. Amaç, cezaevindeki tutuklular şahsında "özgürlük mücadelesi"ni tasfiye etmek. Ama hesaplar 14 Temmuz günü altüst oluyor. Herkes duysun diye mahkeme salonu tercih ediliyor. Ve her şey M. Hayri Durmuş'un şu sözleriyle başlıyor: "Ben ölüm orucuna giriyorum bir sonraki mahkemede olmayacağım çünkü o zaman ölmüş olacağım."
Zulmün ve vahşetin kol gezdiği, her çeşit işkence yönteminin mübah görüldüğü Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi'nde ilk başkaldırı, 21 Mart 1982 günü PKK'nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan'ın "Arkadaşlar bu vahşetin durdurulması ve soylu direniş ateşimizin halkımıza ve dağlarımızın doruklarına ulaşması için kan gerekiyor" sözlerinden sonra kendi bedenini ateşe vermesiyle başladı. 18 Mayıs 1982 tarihinde hafızalara "Dörtler" olarak kazınan Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner'in bulundukları hücrelerde yaşanan onur kırıcı muamelelere karşı bedenlerini ateşe vererek direniş daha da yükseltiliyor.

Serçelerin Şarkısı - İZLE

Yapım: 2008 - İran,
Tür: Dram, Komedi,
Süre: 96 dakika
Yönetmen: Majid Majidi, Mecid Mecidi,
Oyuncular: Neshat Nazari, Karman Dehghan, Maryam Akbari, Shabnam Aklaghi, Reza Naji,
Müzisyen : Hossein Alizadeh,
Görüntü Y.: Tooraj Mansoori,
Senaryo: Mecid Mecidi, Mehran Kashani,
Yapımcı: Majid Majidi,
 
2008 yılında Berlin Film Festivalinde en iyi erkek oyuncu kategorisinde Gümüş Ayı ödülüne layık görülmüş olan film , Tahran dışında bir devekuşu çiftliğinde çalışan Amir ve ailesinin etrafında dönüyor. Amir, sorumlusu olduğu çiftlikten kaçan bir kuş sebebiyle işsiz kalır ve işitme engelli kızının işitme cihazını tamir için Tahran'a gider.Hiç beklemediği bir iş kapısı açan şehir , karmaşası ve çeşit çeşit insanlarıyla dürüst ve cömert ve yumuşakbaşlı dünyasını ne kadar etkileyecektir.
Hep batının filmlerini ve dolayısıyla bilinçaltımıza itilen dünya görüşlerini yeterince izledik senelerce. Kuşkusuz İran ve doğu filmlerinin de keşfedilmeyi ve anlaşılmayı bekleyen yönleri var, onların da bize mesajları var, yeter ki kulak verelim. Serçelerin Şarkısı, diğer Majidi filmleri gibi dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir insanın yaşayabileceği insan dolu bir hikâyeyi konu alıyor. Keza yönetmen “Herhangi bir yerde herhangi birinin yaşayabileceği şeyleri anlattım” diyor. Bu film, insanlığın filmi, yani uzun zaman önce batılıların içlerinde ölen, o yığınların altında kangren olup yok olan insanlığın “küçük bir minyatürü..” Büyük şehirlerde unutmaya yüz tuttuğumuz değerlerimizi bize anımsatan, sevgiyi, paylaşmayı ve mutluluğu anlatan bu film kesinlikle izlenmeyi hakediyor... Babilkulesi olarak iyi seyirler dileriz...

Montaigne; İyi Amaç Uğruna Kötü Yollar

Doğanın yapıtlarındaki evrensel düzende şaşılası bir bağlaşma ve uyuşma var: Belli ki oluruna bırakılmış ve değişik başların yönettiği bir düzen değil bu. Bedenlerimizin hastalıkları, nitelikleri, devletlerde, hükümetler de de görülüyor. Krallıklar, cumhuriyetler bizim gibi doğuyor, gelişip parlıyor ve yaşlanıp ölüyorlar. Bedenlerimizin gereksiz ve zararlı akıtlarla dolduğu oluyor: Bunlar iyi akıtlar da olabilir aslında (çünkü hekimler sağlığımızın fazla iyi olmasından korkarlar ve her şeyimiz değişken olduğu için derler ki sağlığımız fazla parlak, fazla kanlı canlı oldu mu özellikle bozmalı, hızını kesmeli, yoksa belli bir yerde dura kalamayan yaratılışımız düzensizce ve birdenbire geriye teper işte bu aşırı sağlığı önlemek için atletlere müshil verir ve kan alırlar bir yerlerinden). Ya da kötü akıtlar aşırı çoğalıyor ki, hastalıkların genel nedeni budur. Buna benzer bir aşırı çoğalma yüzünden devletlerin hastalandığı görülür ve onlar için de türlü müshiller kullanmak adet olmuştur. Kimi zaman büyük sayıda ailelere göç ettirildi, ülkenin yükünü azaltmak için; bunlar gider başkalarının zararına geçinecek bir yer ararlardı. İşte böylece bizim eski Franklar Almanya içlerinden gelip Galya’yı aldılar, ilk sakinlerini kovdular; sonsuz bir insan seli böylece gelişip Brennus ve başkaları zamanında İtalya’ya aktı. Gotlar, Vandallar için de, bugün Yunanistan’ın ilk halkını kovup yerine oturanlar için de böyle oldu.

Forabandit - DİNLE

Şarkı listesi // track list:
1. neydik biz
2. paur
3. vesionari
4. amor de luenh
5. madem dilber
6. leylam mevlam
7. l’epictafi of simon de montfort
8. dönen dönsün
9. cançion
10. engabiolat
11. dins lo monde
    Oksitanya’da, geçmişi kadar düşüncesine kadar uzanan trubadur şarkıları ile Anadolu’da Alevilik ve Bektaşilik inancını temel alan aşık türkülerinden yola çıkan forabandit, oksitanya, anadolu ve iran coğrafyasından tüm dünyadaki dışlanmışlara selam gönderiyor.
     forabandit derives its music from troubadour songs, which go back to catharist thought in occitania, and the aşık ballads which are based on alevi and bektashi faiths; the group sends its greetings from all the excluded of the lands of occitania, anatolia, and iran to all forabandits in the world.
Sam Karpienia: Mandocello, Vokal - Mandocello, Vocal
Özdemir: Bağlama, Vokal - Baglama, Vocal
Bijan Chemirani: Zarb, Perküsyon - Zarb, Percussion

ETNİSİTE VE SINIFSAL TEMELİ - Nuray ÇEVİRMEN

Dünyanın neredeyse geneline hakim olan kapitalist sistemde ekonomik sömürünün hiçbir etnik temele dayanmadığını biliyoruz. Yalnız kapitalizm, kendi sürecinin devamı için etnisiteden beslenir.
Jön Türklerin İttihat Terakki ile başlattığı, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra tek partili yeni yönetim ile devam ettirilen devlet yapısının temel harcı, etnik bir bütünlük sağlamak olarak nitelendirilebilir. Bunun örneklerini Ermeni kıyımı, Rumların Ege ve Karadeniz’den çıkarılması ve ardından Kürt illerine karşı başlatılan etnik savaş olarak görebiliriz.
Etnik cinayetlerin temelinde çoğunluğu temsil eden kesimin azınlık olarak görülen topluluğa karşı bir nefretin olduğu, en kestirme neden olarak kabul edilebilir vaziyette. Ne ki asıl neden tamda bir nefret olarak nitelendirilemez. Özellikle Anadolu’da Osmanlı döneminde bir birbirine benzeyen yaşam, din, dil ve kültürel olarak benzerlik içerisinde olan halkların kendilerinden farklı topluluklarla, kaynaşmasa bile bir arada yaşamışlardır ve kadim bir nefretin olmamıştır. Müslüman, Hıristiyan ve Musevi inanışına ve daha farklı inanışlara sahip halklar, toplumsal yaşamda kendilerine bir yer ayırarak gerek ticari alanda gerekse sosyal alanda bir arada yaşayabilme becerisini gösterebilmişlerdir. Günümüzde birçok şehirde en azından din evi çeşitliliği ile bunu gözlemlemek mümkün. Kilise, Havra, Cami, aynı tarihsel döneme tanıklık ederler. O halde yaklaşık yüz yıldır içinde bulunduğumuz bu kara ve utanç dolu kinin nedenleri nelerdir?

Etnik ayırımlarda tek bir farklılık insanları birbirinden ayırmaya yetmez. Modern bilimde etnik kökene bağlı olan ve buna göre belirginlik gösteren antropolojik ayrımların olduğu safsatası çöpe atıldı. O halde bu etnik farklılıkları nasıl tanımlayacağız? Din tek başına yeterli değil, çünkü Anadolu’da hali hazırda en büyük iki topluluk olan Türklerin ve Kürtlerin çoğunluğu İslam inanışına sahipler. Hatta pek çok noktada Kürtler İslam öğretilerine daha çok sahip çıkmış durumda ve hayat pratiklerini buna göre devam ettiriyorlar. O halde din yeterli bir neden değil. Dil konusu da tek başına bir yeterlilik arz etmiyor. Dünya üzerinde etnik olarak birbiri ile çatışmış toplulukların bir kısmı aynı dili konuşuyor. Din yeterli değil, dil yeterli değil, ırk bilimsel olarak çürüdü.

Machuca - İZLE

IMDB Puanı: 7.7/10
Tür: Biyografi, Dram, Tarih
Yönetmen: Andrés Wood
Senaryo: Mamoun Hassan
Oyuncular: Matías Quer,
Ariel Mateluna, Manuela Martelli
Müzik: Buddy Richard, Los Jaivas,
Tormenta, José Alfredo Fuentes
Süre: 2 saat 2dakika
1973, Şili… Santiago’da yaşayan 11 yaşlarındaki Gonzalo yaşamını güzel bir semtte sürdürürken, aynı yaşlardaki Machuca birkaç blok ötedeki gecekonduda yaşamla mücadele etmektedir. Bu ayrımcılığı yıkmak için canla başla çalışanlar arasında özel bir Katolik okulun müdürü olan Peder McEnroe da vardır. Ülkedeki politik ve sosyal ortamın giderek kötüleştiği bir ortamda, çevresindekilere saygı ve toleransı öğretmeye çalışan Peder, öğrencilerin aileleriyle bunu başarmaya çalışır. Bu sayede aynı sınıfta okumaya başlayan Machuca ve Gonzola birlikte ilk aşkı, başkaldırma içgüdülerini ve adalet hayallerini yaşarken, Salvador Allende hükümetinin sonuna imzasını atan kanlı bir darbenin güçsüz tanıkları olurlar…
1973 yılında sosyalist Allende hükümeti yıkılarak, dünyanın en kanlı faşist darbelerinden biriyle Pinochet iktidara gelir. Düşünce üreten her kesime acımasızca yaklaşan Pinochet rejimini, iki çocuğun gözünden aktaran bu yapım 10 adet ödüle layık görüldü. Babilkulesi olarak bu dönemi başarılı bir şekilde anlatan biyografi filmini sizlerle paylaşıyor; yorumlarınızı bekliyoruz.

Beyaz orta sınıf bir annelik fantazisi: New Momism

Sibel Neslişah Hazar
"Beyaz" orta sınıf bir annelik fantazisi: "New Momism"[1]
           Xua Xua, homo-sapiens öncesinde yaşamıştı. Sürüdeki en güzel dişiydi, Li-peng de en güçlü erkekti. Birbirlerini çok sevdiler. Aylar sonra Xua Xua’nın karnı büyümeye başladı. Xua Xua Li-peng’den uzaklaştı. Artık karnını seviyordu. Ve güneşli bir gün, nehir kıyısında bir oğlan doğurdu. Bu küçük beden, içinde yaşamıştı, şimdi dışarıdaydı ama; yine kendisiydi. Anne ve çocuk tekti. Küçüğün, onun memesini emmek ve onunla yeniden birleşmek istemesi bunun bir göstergesiydi. Li-peng ise onları seyrediyordu. Sonraları Xua Xua yavru-bedenin ana-bedene itaat etmemeye başladığını fark etti. Li-peng içinse başından beri, kendi ve çocuk ayrı bedenlerdi. Li-peng, bir gün oğlanla bir şeyler yapmak istedi ve balık tutmaya gittiler. Anne uyandığında, yavru-kendini bulamadığı için korktu ve üzüldü. Bedenini geri almak istedi, ama oğlan reddetti. Xua Xua böylece oğlunun kendi bedeninin dışında istek ve ihtiyaçları olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Xua Xua Li-peng’i istemiyordu ama; oğlan istiyordu. Onlar farklı fikirleri olan insanlardı. İşte insanın kendini ilk seyrettiği an, Xua Xua’nın bebeği geri alıp onu tamamen kendine mal etmekten vazgeçtiği bu an, tiyatronun keşfedildiği andır[2]
            Tiyatronun keşfini anlatmakla birlikte, bana göre, anne ve çocuğun birbirlerinden özgürleşmesini de anlatan güzel bir masaldır bu. Bir ezilme durumunu fark etmek, alternatifler üretmenin ve mücadele etmenin ilk adımıdır. Bu yanıyla, anneliğin hem anne hem çocuk hem de baba açısından –ya da ebeveynler- özgürleştirici, feminist, katılımcı bir deneyim olarak yaşanabilmesi için alternatifler üzerine tartışmayı başka bir yazıya ertelerken; bu yazının kapsamını, anneliğin halihazırda nasıl yaşandığına ve yaşatıldığına dair küçük de olsa bir farkındalık oluşturmakla sınırlamaya çalıştım.

Erkeksiz Kadınlar - İZLE

Yönetmen: Shoja Azari,Shirin Neshat
Yapım: 2009~Almanya,Avusturya,Fransa
Oyuncular: Bijan Daneshmand,Essa Zahir,Mina Azarian,Navíd Akhavan,Orsolya Tóth
Senaryo: Shoja Azari,Shirin Neshat,Steven Henry Madoff,Shahrnoush Parsipour
Senaryo: Shahrnoush Parsipour
Yapımcı: Shoja Azari,Peter Hermann
Görüntü Yönetmeni: Martin Gschlacht
Biri aldatılmış bir kadın, biri bahtsız bir aşık, biri hayat kadını ve bir diğeri de intiharın eşiğine gelmiş dört farklı kadın... Film, dönemin İran Başbakanı Musaddık'ın devrilip Şah'ın iktidarı devraldığı 1953 yılında ülkenin içinde bulunduğu ortam baz alınarak, bu dört kadının isyan ve baskı dolu hikâyelerini anlatıyor. Yönetmen Şirin Neşat, filminde bu dört kadını sihirli bir bahçede buluşturuyor. Bu bahçe, kimi zaman balta girmemiş bir orman, kimi zaman bir çöl ya da cenneti çağrıştıran büyülü bir doğa harikası. Ama her şekilde bu dört kadının kendilerini güvende hissettikleri, sığınabilecekleri bir ortam. Bir belgeseli andıran içeriğine rağmen güçlü fantastik kareler ve kuvvetli metaforlar sayesinde olağanüstü bir atmosfer yaratan Neşat, filminde umut, çaresizlik, acı ve direnç gibi konulara ağırlık veriyor. Neşat, Şarnuş Parsipur'un aynı adlı romanından uyarladığı filmin yola çıkış noktasını şöyle anlatıyor:
"Bu filmle 1950'lerin İran'ındaki yaşamın, şu ankinden çok daha renkli olduğunu göstermek istedim. Filmde, tıpkı o zamanlar İran'da olduğu gibi, Batılı düşünceye sahip birçok İranlıyı, aynı zamanda dindar insanları, hayat kadınlarını ve bunun gibi birçok farklı örneği görmek mümkün. Yani bugünkü gibi, herkesin dindar olmaya zorlandığı bir hayattan çok daha farklı bir yaşam söz konusu.''

Her Dilden Her Telden Nam-ı Diyar Bella Caio - DİNLE

       Tarihin gördüğü en kanlı savaş olan 2.Dünya Savaşı 1939'da başlayıp 1945'e kadar sürdü. 70 milyondan fazla ölümle sonuçlanan bu kanlı savaşa birçok devlet doğrudan katıldı; nükleer silahlar kullanıldı, milyonlarca sivil öldürüldü, soykırım yaşandı.
Bu dönemde halklar faşizme karşı özgürlük, sosyalizm mücadelesi veren  İtalyan partizanların söylediği bir şarkıdır Bella Ciao, (Türkçe'de Çav Bella olarak bilinir). Bu sözlerin yazarı bilinmemektedir  ve melodisi eski İtalyan Halk Şarkılarından Po Valley adlı şarkının melodisine benzemektedir.
Haksızlığa, eşitsizliğe karşı mücadeleyi benimseyenlerin, devrime inananların, hakları, özgürlükleri için mücadele edenlerin, ezilenlerin marşı Ciao Bella, (Çav Bella) faşizme karşı verilen savaşta dağdaki partizanlarının şarkısı olmuştur. İtalyan köylüsünün ve işçisinin Mussoliniyi alt ettiği bir marştır. Türkçesi ‘Hoşçakal Sevgilim’ anlamına gelen Ciao Bella (Çav Bella) Sosyalistlerin çok severek dinlediği, hatta sosyalist olmayanların bile dinlemekten haz aldığı dünya da özgürlükçü mücadelenin simgesi haline gelen bir marş oldu zamanla.
      İtalyanca,Türkçe, Kürtçe Lazca, Zazaca, Arapça, Yunanca, Almanca, İngilizce, Makedonca, Fransızca, Rusca, Sırpca ve daha bir çok dilde; her telden, neseften, tuştan, ritimden çıkan Bella Caio sesini heyecanını sizinle paylaşıyoruz.
İşte bir sabah uyandığımda
Çav Bella Çav Bella
Çav Bella Çav, çav, çav
Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun
Her yanı işgal altında
Sen ey partizan beni de götür
Çav bella çav
Beni de götür dağlarınıza
Dayanamam tutsaklığa
Eğer ölürsem ben partizanca
Çav bella çav
Sen gömmelisin ellerinle beni
Ellerinle toprağına
Güneş doğacak açacak çiçek
Çav bella çav
Gelip geçenler diyecek merhaba
Merhaba ey güzel çiçek

İspanyol İç Savaşı'nın Edebi Portresi: Katalonya'ya Selam

1903 yılında doğan, asıl adı Eric Arthur olan George Orwell, 20.yüzyıl İngiliz ve dünya edebiyatının en büyük kalemlerinden olmasının yanı sıra; özellikle 1984, Hayvanlar Çiftliği ve tüm bunların alt yapısını belki de en iyi açıklayacak Katalonya’ya Selam eseri ile tarihsel olarak gerçekleri göz önünde sunma açısından eserlerinden faydalanabilecek yazarlardan en önemlileri arasındadır. Hayvanlar Çiftliğin’de eleştirdiği hiyerarşik yapılanma ve bürokratik Stalinist devlet mekanizması ya da 1984’te işçi sınıfı egemenliğinin yerine geçen ‘tek partinin egemenliği’ ve geri kalan her türlü düşüncenin hızla cezaya çarptırılması ‘Katalonya’ya Selam’ eserinde somut ve daha gerçekçi bir şekilde görebileceğimiz tablolar arasındadır. Kitapta zaman zaman eksik bırakılmış birkaç nokta veya öldükten sonraki notlarında çeşitli geri çekilmeler görsek dahi, o dönemler arasında George Orwell sesini yükselten ender aydınlar, yazarlar arasındadır.
Orwell, gerek yazdığı kitaplarda gerekse hayatının büyük bir evresinde gerçekleri bulma yönündeki arayışını uzun süre devam ettirmiştir. Hayatının son dönemlerini saymazsak -ki bu dönem 1984 eserini yazdığı dönemdir de aynı zamanda- yaşama ve mücadeleye karşı umudu hiçbir zaman kesilmemiştir. 1984 eserinin yazıldığı dönem ise Stalinist karşı devrimin dünyada hızla yayıldığı ve neredeyse tüm komünist partilerin SSCB’nin dış politikasına hizmet eden bir yapıya dönüştüğü dönemdir ki, bu kitapta dahi ‘bir kurtuluş varsa yine işçi sınıfından gelecektir’ cümlesinin altını çizmek gerekir.

Zero (2010) (Kısa Film) - İZLE

Yönetmen: Christopher Kezelos
Ülke: Avustralya

imdb: 7.2
Süre: 13 dakika
Dil: İngilizce
Senaryo: Christopher Kezelos
Müzik: Kyls Burtland
Görüntü Yönetmeni: Matthew Horrex
Yapımcılar: Christine Kezelos
Ödüller: 4 ödül ve 1 adaylık

Seslendiren: Nicholas McKay

Konu: Sayılarıyla kişilerin hükmettiği dünyada, Sıfır sürekli önyargı ve zulümle karşı karşıyadır. Onun hayatını değiştirecek bir şansla karşılaşana kadar yanlız bir yolda yürür. Bu şans bayan bir sıfırla karşılaşmasıdır. Onlar birlikte, hiçbirşeyinde gerçekte birşey olabileceğini azim, cesaret ve sevgi ile kanıtlarlar.

Emel Mathlouthi - DİNLE

“Bulimik hastaları misali, Joan Baez, Bob Dylan, Şeyh İmam ve Marcel Khalife gibi onlarca müzisyeni bir arada dinleyerek büyüdüm.” Tunuslu şarkıcı Emel Mathlouthi, müzikal oburluğunu bu şekilde izah ediyor. “Demek ki hayatımın en güç dönemi bu dönemmiş” diye devam ediyor, Mısır Daily News’e verdiği mülâkatta.2004’te Mathlouthi, kendi Tunus ağzı ile şarkılar yapmaya başlıyor. 2006’da da Paris’e taşınıyor.Şarkıları yüreği sarsan notalarla örülü. Müziği heavy metal ile hard rock arasında salınıyor ama bu müzik türlerinin daha hazin örneklerini andırıyor. Anavatanlarından mahrum Filistinliler için dillendirdiği ağıt Naci en Palestine (Filistin’de Doğdum) bunlardan biri.
(Bu şarkı) “çingeneleri anlatıyor, onların hikâyesinden bahsediyor." Esasında şarkı Naci en Alamo isimli başka bir şarkıdan uyarlama. Mathlouthi, çingenelerin de vatansız olmaları üzerinden Alamo (Aşk) kelimesi yerine Filistin’i koyuyor ve şarkıyı mahrumiyetin ağıtına dönüştürüyor.
Ancak öte yandan ona göre, burada müstehzi bir durum söz konusu, zira “belki de vatansızlık çingeneler için bir tercih meselesi iken, Filistinliler için değil.”
Naci en Alamo, çingene yönetmen Tony Gatlif’in çektiği Vengo isimli filmde kullanıldı ilk kez. Mathlouthi, bu türden film müzikleri seslendirmeyi sürdürdü.
“Sinemayı seviyorum. Çok film izliyorum, bu sayede de ilginç müzikler keşfediyorum.”
Bu türden film müzikleri arasında Fatih Akın’ın Cennetin Kıyısında filminden aldığı Ben Seni Sevdiğumi isimli Karadeniz türküsü de var. Emir Kusturica’nın Çingeneler Zamanı’nda kullanılan Ederlezi şarkısı da repertuarında yer alıyor.
Etkileyici sesiyle Kürtçe Ahmedo parçasını seslendiren Tunuslu sanatçı Emel Mathlouthi, anadil ve kimliklere verdiği önemi şarkılarında dile getiriyor. Mathlouthi, anadil yasağının verdiği acıyı hayal bile edemediğini belirterek, "bu nedenle Kürt halkının mücadelesi benim varlığımı en derinden altüst ediyor" diyor.
Bu şarkıların önemli bir bölümü vatansız insanlara ait ya da onlarla ilgili. “Belki de benim hassasiyetim de bu yönde” diyor Mathlouthi ve ekliyor: “Çünkü bu şarkılar çok derin. Şarkıları söyleyen ya da yazan insanların ıstırabı beni söylemeye mecbur ediyor.”
Filistin davası, şarkıcının kalbinde çok özel bir yere sahip. İsrail’in Gazze’yi bombalaması sonrası Mathlouthi, Malkit (Bulamadım) isimli şarkısını bestelemiş: “Tek kelime bulamadım” diye başlıyor şarkının sözleri ve devam ediyor:

'Eşek kulaklı' Midas

         Kral Midas, Gordion kentinde yaşamış efsanevi Frigya kralıdır. Kral oluşu gibi yaşamı ve ölümü üzerine de mitolojiler yazılmıştır. Yaşamı boyunca acılar çekmiş olan Midas, "eşek kulak"larıyla ya da "dokunduğu herşeyi altına çevirmesiyle" ünlenmiştir.         Kral Midas, Ankara civarında kurulmuş olan Frigya'da M.Ö. 738 - M.Ö. 696 yılları arasında Gordion olarak bilinen kentte yaşamıştır. Midas, hem tarihi kişiliği hem de mitolojik efsaneleri ile oldukça ünlüdür. Bu söylencelerden birisi meşhur "eşek kulaklı Midas"dır. Yapılan bilimsel çalışmalarda, Midas'ın ana karnında bir hastalığa yakalandığı ve kulak kanalları asimetrik olarak doğduğu anlaşılmıştır. Asimetrik kulak yapısı nadir görülen bir hastalık şeklidir. Önden veya arkadan bakıldığı zaman bir kulağın diğerinden çok daha yukarıda veya aşağıda olduğu görülür. Çirkin bir görünüm oluşturan bu hastalık Midas'ın kafatasında belirgin izler de bırakmıştır. Halkından utanan Midas'ın sürekli olarak başına geçirdiği bir "serpuş"la gezdiği, kulaklarını hiçbir zaman göremeyen halkının ise, krallarının kulakları hakkında yorum yaparak, göremedikleri kulakları eşek kulağına benzeterek kralları hakkında dedikodu yaptıkları düşüncesi kuvvet kazanmıştır.
          "Antik Telmesos'tan başlayıp, Ankara'da sona eren kader çizgisinin ünlü yolcusu Kral Midas'ın acı dolu yaşam öyküsü" demir çemberli tekerlerin aşındırdığı Kral Yolu'nda bir gün eski bir araba yol almaktadır. Arabayı kullanan gence yaşlı annesi ve orman işçisi babası eşlik etmektedir. Annesinin doğduğu Telmesos'u bugünkü Fethiye'yi ve liman kenti Patara'yı arkalarında bırakalı günler olmuştu. Bey dağlarını ve Batı Toroslar'ı aşıp kuzeye Frig ülkesine doğru yönelmektedirler. Frig Kralı Gordios ölmüştür. Halk çok üzgündür. Kralın yerine geçecek kimse yoktur. Ülkenin ileri gelenleri toplanır ve kahinlerden yardım ister. Kahinler kehanette bulunurlar ve şu andan itibaren Gordion'a arabasıyla ilk giren kraldır. Kral Midas'tır artık O. Midas Frig ülkesinin bilinen iki kralından bir tanesidir. Frig kralları ya Gordios ya da Midas olarak anılırdı. Ele geçirilen çok az belgeye dayanarak başkent Gordion'un Gordios ünvanlı bir kralın kurduğunu, Midas'ın ise bundan sonra krallık yaptığı tahmin edilmektedir.

SOSYALİST DÜŞÜNME VE SOSYALİST TİYATRO

Duvara Karşı Tiyatrosu
              Tüm sanat akımları bir düşünme biçiminin, bir dünya görüşünün hayatı anlama ve anlatma biçimleridir. Dolayısıyla; bir sanat akımı ifadesini bulduğu düşünme şeklinin ve böyle düşünen bireylerin toplum içinde yayılmasına hizmet eder. Eski Yunan tiyatrosunun yaptığı buydu, gerçeküstücülerin, varoluşçuların ve hatta dadacıların yaptığı da buydu. Değişik toplumsalşartlara bağlı olarak oluşan tüm tiyatro biçimleri ve akımlarıda bu duruma dahildir ve bir yaşam kültürünün ve bir düşünmeşeklinin yayılmasına hizmet eder.
Eski Yunan dünyası, köleci toplum düzenleri ve sermaye birikimleri sayesinde onlardan önceki uygarlıkların bilgi birikimlerini de iyi değerlendirerek yüzyıllar sonra bile seviyesine erişilemeyecek bir uygarlık yarattı. Yaşamsal üretimlerini ve gündelik işlerini kölelerine yaptıran Yunanlılar ekonomik zenginliklerinin de etkisiyle düşünmeye ve savaşmaya bol bol zaman buldular. Savaşmak çok değilse de, düşünmek ve boş zaman felsefe ve sanatın önünü açtı. Eski Yunan toplumu bu iki alanda bir hayli ilerledi. Tabii tiyatro da bundan nasibini aldı. Bu dönemde tiyatro sanatı tüm tarihinin en parlak zamanlarından birini yaşadı Yunanistan’da.

Man On Wire / Teldeki Adam - İZLE

IMDB Puanı: 8.0/10
Yapım: 2008 ~ ABD , İngiltere
Tür: Belgesel , Suç
Yönetmen: James Marsh
Senaryo (Kitap): Philippe Petit
Görüntü Yönetmeni: Igor Martinovic
Görüntü Yönetmeni: J. Ralph
Oyuncular: Paul McGill , Alan Welner , Annie Allix , Ardis Campbell , Aaron Haskell
Süre: 1 saat 30 dk
Gösterim Tarihi: 13 Mart 2009 (Türkiye)
Konusu: James Marsh ın çok bahsedilen merak edilen muhteşem belgeseli..1974 de Philippe Petit New York un En muhteşem kuleleri olan İkiz kulelerin arasında bulunan telin üstüne ilk kez ayak basmış oldu..1 saate yakın orada dans etti ve daha sonra tutuklanıp pskolojik değerlendirme yapılması için hapse girdi.. O hep kulelerin hayalini kurdu ve bu hayali gerçekleştirme yollarını.. İkiz kulelere ulaşmak ve aralarına tel yerleştirmek ipi ermek gereken eşyaları binaya sokabilmek Sallanma oranlarını ve ruzgarın gücünü hesap etmek derken Petit sabah 7;15 te 411 metre yukseklikte tele ilk adımını atar..

Amida'nın düşleri - Yusuf Nazım

İşte geldim sana Amida!
        Yüreğimde, sınırsız bir kardeşlik hasretinin şarkısını söyleyerek dayandım kapılarına. Sana olan dayanılmaz özlemimi gidermeye geldim sonunda...
Şimdi, kaybettiğim düşlerimi arıyorum sende. Bizi ortak bir hayata bağlayan düşlerimizi. Bereketli topraklarında yüzyıllardır onulmaz cefalarla korkusuzca büyüttüğün, uğruna nice bedeller ödediğin, bir büyük insanlık hayaliyle bu yeryüzü cennetine sayısız hayatlar bağışladığın düşlerini arıyorum senin Amida.
         Sur diplerinde çocuklar, telaş içinde koşuyorlar, yorgun suretlerini yüzlerinde ağır bir dünya yükü gibi taşıyarak. Biliyorum, siftahsız gitmemek evlerine biricik hayalleri. Büyümüş de sanki küçülmüş figürleri gibi bu hayatın; öylesine sessiz, öylesine masum. Bakışları, sanki hayal içinde hayal satıyorlar. Taş kaldırımlara uzuyor gölgeleri sere serpe.
         Bilmiyorlar, niye yavuklu gibi onlara mesken oluyor dağlar. Niye durduk yerde kaçakçıya, eşkıyaya çıkıyor adları. Niye düğün dernek yerine, ölüm haberleri yer alıyor manşetlerde gençlerin.
Ahh, Amida! Bunlar senin çocukların mı yoksa? Gülüşleri eksik, yürekleri ince.. Yolcuyum bu diyarda, keşke biraz daha kalabilsem sende Amida. Keşke biraz daha bilsem seni, biraz daha tanısam, biraz daha anlasam; hani o duvar diplerinde çocukları, yürekleri yangın yeri kadınları; dertleri çok, dermanı yok, düşleri yarım kalmış genç kızları…
         Amida’nın düşlerini arıyorum; ıssız sokaklarında, bazalt taşlarıyla döşenmiş eski kaldırımlarında, birbirine büzülerek sokulmuş, korkuyla nefes alır gibi gecekondularında…

Çözüm Ararken Kürtleri Anlamak…- Mustafa Sönmez

Gündemin ilk sırasında yine Kürt sorunu ve “çözüm” için çabalar var. CHP’li iki milletvekilinin , komisyonlar kurulması için Meclis Başkanı Çiçek’e öneri vermeleri ile başlayan süreç RTE ile Kılıçdaroğlu’nun buluşması ile ilerledi ve “çözüm” konusunda iyi niyet ifadelerinin ardından, RTE, CHP’ye, “MHP’yi ikna edin, olmazsa biz bir araya gelebiliriz” diyerek kapıyı araladı. MHP için, “Kürt sorunu” diye bir şey zaten yok ve bunu bir sorun olarak niteleyenler zaten hıyanet içinde. Dolayısıyla, MHP, bu bahiste el freni.
Konu “çözüm” olunca, “Hangi çözüm ?” sorusunu tartışmaya geçemeden adımlar ikişer üçer atlanıyor, akla ilk gelen “reformlar” üstünden tartışmaların dehlizlerine dalınıyor. Kürt siyasetinin aslarından Leyla Zana’nın, “Bu sorunu çözse çözse Erdoğan çözer” kerametinde bulunması, Kürt mahallesini iyice karıştırdı. Bunca yılı bulan, Kürt halkının kendi gücüyle, binlerce cana mal olan mücadele ile kazanımlarından hiç dem vurmadan, RTE’ye bahşedilen bu keramet de neyin nesi, diye açık ya da örtük eleştiriler geldi Zana’ya…
Çözüm, çözüm…Hangi çözüm ? Sorunu doğru tanımlamada, beklentileri doğru okumada mutabakat var mı? Çözüm diye ortaya konan şey Kürtçeyi seçmeli dersler arasına almak mı? Demeçlerden anlıyoruz ki, Kürtçe, seçmeli ders olarak, yeni eğitim sisteminin ikinci dörtlük diliminde haftada iki saat , “yaşayan diller ve lehçeler” adı altında verilecekmiş. Ama bunun için en az 10-12 kişilik talep gelmesi de gerekiyormuş. Anadilde eğitim mi istiyordunuz , alın size anadil!..Anadiline, yabancı dil muamelesi yapılması hangi Kürdü isyan ettirmez? Daha 18-20 yaşında kendini dağa vurmuş, insanlık dışı şartlarda yaşamayı öğrenmiş, ölmeyi, öldürmeyi göze almış bir Kürt gencine “çözümünüz bulundu, Kürtçe artık seçmeli ders” müjdesini verdiğinizde, “çözüm”ü sunmuş ve silahı bırakmaya ikna etmiş mi olacaksınız ? Kargalar bile güler buna…

Kertenkele /Marmoulak /The Lizard - İZLE

Yapım: 2004 - İran  
IMDB Puanı: 8.2  
Tür: Aile, Dram, Komedi  
Yönetmen: Kamal Tabrizi  
Senaryo: Peyman Ghassemkhani  
Oyuncular: Parviz Parastui, Bahram Ibrahimi, Shahrokh Foroutanian  
Müzik: Mohammad Reza Aligholi 
Süre: 1 saat 55dakika  
Konusu: Kendi çapında bir hırsız olan Rıza, yattığı hapishaneden molla rolü yaparak çıkmayı başarır. Fakat bu kılık değiştirme işi sandığından da uzun sürünce etrafındakiler ona saygı duymaya başlar. Sonunda küçük bir cemaatin başına geçecek olan hırsız Rıza, bilmediği bu vaaz verme işini, Tarantino’nun Pulp Fiction (Ucuz Roman) filmine kadar getirecektir. İran sinemasından ilginç bir örnek teşkil eden Kamal Tabrizi’nin filmi, rejimle dalga geçen oldukça muhalif bir içerik barındırıyor. Babilkulesi iyi seyirler diler...

Kuantum Fiziği ve Düşünce Dünyamızın Kontrolü - Prof. Dr. Mustafa EROL

“Yaşamdaki temel amacımız nedir?”… sorusunun en mantıklı cevabı sanırım “Mutlu olmak” olmalıdır. Istisnasız tüm insanların yaşlısı genci, yoksulu zengini, Paris'lisi Izmir'lisi…ne kadar farklı yaşam tarzlarına sahip olursak olalım ne kadar farklı çevrelerde yaşarsak yaşayalım temelde ihtiyaçlarımız aynıdır. Ancak günlük yaşam içinde hepimizin sıkıntıya girdiği oldukça mutsuz olduğu adeta aşılması imkansız bazı sorunları vardır. Bu sorunlar dış etkenlere bağlı olabileceği gibi büyük bir oranda aslında kendi düşünce sistemimizin ortaya çıkardığı sorunlardır. Bu nedenle gerçekte insanoğlu sorunları aşmaya çalışırken en büyük mücadeleyi yine kendisine karşı vermektedir. Karşılaştığımız sorun nedenli büyük yada aşılmaz olursa olsun aslında düşünce sistemimizin ortaya çıkardığı ve dolayısıyla da yine beynimizin çözebileceği sorunlardır. Burada esas olan insanın düşünce sistemini değiştirmesi yada sorunu çözebilecek şekilde soruna adapte etmesidir. Bu ise gerçek anlamda zihinsel, bedensel eğitim ve ciddi çalışma gerektirmektedir. Insanın mutluluk sorunu felsefe, psikoloji, nöroloji, psikiyatri, sosyoloji, fizik…gibi aslında bütün bilimlerin ortak sorunudur.
İnsan düşüncesinin oluştuğu ve yönetildiği yer olan beynimiz bilindiği gibi yaşamımıza dair olumlu yada olumsuz her şeyden adeta sorumludur. Bu durumda bütün mesele beynimizin işleyiş mekanizmasının çözümlenmesi düşüncelerin nasıl oluştuğunun ve nasıl yönetildiğinin ortaya çıkarılmasıdır. Bu ise sadece nörologların yada tıp biliminin altından kalkabileceği bir sorun değildir. Zaten şuan kadar da bu alanda fazlaca bir yol kat edilememiştir.

Captain Abu Raed - İZLE

IMDB Puanı: 7.3/10
Tür: Dram
Yönetmen: Amin Matalqa
Oyuncular: Nadim Sawalha,
Rana Sultan, Hussein Al-Sous
Müzik: Austin Wintory
Süre: 1 saat 42dakika

Abu Raed isimli eski bir havaalanı çalışanı, çöplerin içinde bir uçak kaptanı şapkası bulur. Yoksul hayatı ve kendisi gibi olan komşu çocuklarıyla sık sık bir araya gelen yaşlı adam, bu şapkayı takar ve gerçekleştiremediği hayallerini onlarla paylaşmaya başlar. Büyük bir zevkle dinledikleri bu iyi insanın hikayeleri, çocukların düş dünyalarını derinden etkileyecektir.
Fakirliğe rağmen iyi insan olarak kalabilmenin çok farklı dille aktarıldığı film, Sundance Festivali dahil 14 ödüle layık görüldü. Dramatik ögelerin başarı ile işlendiği Ürdün yapımı film, iyi seyirler dileriz...

“İNSANLIK KENDİ MEZARINI KAZIYOR”

“İnsanlar kendilerine çeki düzen vermezse, Dünya hızla bir felakete doğru ilerleyecek.” Bu cümle, çeşitli ülkelerden ve alanlardan bir grup uzmanın imzasıyla dün Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmanın özeti.
Araştırmaya göre, Dünya 12 bin yıl önce buzulların çekildiği dönemden bu yana görülmemiş değişikliklere doğru hızla ilerliyor. Bu süreçte yaşanacak en kritik gelişmelerden biri önemli türlerin nesillerinin tükenmesi olacak.
Berkeley’de bulunan California Üniversitesi’nde biyoloji profesörü olan Anthony Barnosky, LiveScience’a yaptığı açıklamada, “Yüzyılın sonunda Dünya’nın bambaşka bir yer olma ihtimali çok yüksek” dedi.
Toplam 18 kişilik ekibin bulgularını özetleyen Barnosky, yeni gezegenin yaşamak için pek hoş bir yer olmayacağını ifade etti.
“İĞNE DELİĞİNDEN GEÇİYORUZ”
Barnosky, “Bu değişim dönemini insanlığın iğne deliğinden geçmeye çalıştığı bir uyum sağlama süreci olarak düşünebilirsiniz. İğnenin deliğinden geçerken siyasi çatışmalar, ekonomik sorunlar, savaş ve kıtlıkla karşı karşıya kalabiliriz” diye konuştu.
Uzmanlar iklim değişikliği, ekoloji ve Dünya’nın kırılma noktaları üzerine olan araştırmaları inceledi. Sonuçta bazı eşik noktalarında çevreye daha fazla baskı uygulamanın sonuç getirmediği, gezegenin bu baskılara tahmin edilemez şekillerde yanıt verdiği ortaya çıktı. Bunun da büyük küresel dönüşümleri tetiklediği ifade edildi.

Ölümsüz Anlar – İZLE

Everlasting Moments (2008) 
-Türkçe Dublaj- 
Tür : Dram
Yönetmen : Jan Troell
Senaryo : Jan Troell , Niklas Rådström
Görüntü Yönetmeni : Jan Troell , Mischa Gavrjusjov
Müzik : Matti Bye
Yapım : 2008, İsveç / Danimarka / Norveç / Finlandiya / Almanya
Süre: 131 dk.
Oyuncular: Maria Heiskanen (Maria Larsson) , Mikael Persbrandt (Sigfrid Larsson) , Jesper Christensen (Sebastian Pedersen) , Emil Jensen (Englund) , Ghita Nørby (Bayan Fagerdal) , Hans Henrik Clemensen (Bay Fagerdal) , Callin Öhrvall (Maja Larsson)
1900′lerin başında İsveç’teyiz. Halkın savaş ve yoksullukla boğuştuğu, sosyalist hareketlerin yavaş yavaş kendini göstermeye başladığı bir dönemde, işçi sınıfından bir ailenin yaşamlarına şahit oluyoruz. Alkolik kocasının davranışlarından bunalan Maria, piyangodan kazandığı fotoğraf makinesini kullanmaya başlayınca, hayatının bir anlamı olduğunu yavaş yavaş keşfetmeye başlar. Tüm yaşadığı zorluklar arasında fotoğraf çekmek Maria için tutunabileceği ufak bir umut olmuştur.
İsveç’te sosyalist hareketlerin ortaya çıkmaya başladığı dönemi bir aile üzerinden başarılı bir şekilde anlatan Ölümsüz Anlar, kadının aile ve toplum içindeki yerine, işçi sınıfının yaşadığı politik ve ekonomik baskılar gibi konulara da değiniyor. Film, İsveç’in adayı olarak Oscar yarışına da gönderilmişti. Babilkulesi iyi seyirler diler...

Fidel Castro: Samimi bir açıklama

Kısa bir süre önce, 28 Mayıs günü gerçekleşmiş olan Uvero Muharebesi’nin yıldönümüydü. Bu olay sırasında yaşananlara dair bazı temel bilgileri açıklamak benim için bir görev.
O sıralarda “Kızıl sakal” lakaplı Manuel Piñeiro, Santiago de Cuba şehrine bir kamyon dolusu silahla birlikte geldi. Devrimciler olarak Batista güçlerine karşı yapılacak saldırıya hazırlanıyorduk. 26 Temmuz Hareketimizin ulusal ölçekteki sorumlularından Frank Pais, bu cephanenin önemli bir bölümünü büyük zorluklar aşarak Sierra Maestra Dağlarına getirmişti. Sierra Maestra Dağlarında genç devrimci hareketimiz küllerinden yeniden doğmaktaydı.
Öğrenme süreci zorluydu. Yavaş yavaş ilk zaferlerimizi kazanıyor, hem cephanemizi hem de destekçilerimizi artırıyorduk. Köylülerin içindeki devrimcilerden Eutimio Guerra’nın ihanetinin yıkıcı etkilerine karşı koymaya çalışıyorduk. Tüm engellere rağmen ve Frank Pais’in gönderdiği kadrolar sayesinde ilk büyük ölçekli silahlı birliğimizi oluşturmuştuk. Camilo Cienfuegos önderliğinde öncü birliği, Efigenio Ameijeiras komutasındaki artçı birliğine sahip bir vurucu güce sahiptik. Muharebenin yapıldığı bölgeye mükemmel uyum sağlayan birliklerimiz “Kızıl sakal” tarafından gönderilen silahlarla başarılı olacaktı.

İsyanda 'Kameraya dikkat'!

İsyanda 'Kameraya dikkat'!Syntagma Meydanı'ndaki isyanın üzerinden bir yıl geçti. Protestocuların multimedya ekibi 'Kameraya Dikkat' aktivistlerinden Vassilis Chryssos 'medya stratejileri'ni anlattı.
Yunan halkının Syntagma (Anayasa) Meydanı’ndaki isyanının üzerinden bir yıl geçti. Geçen yaz, binlerce insan iki ay boyunca her akşam halk meclislerinde toplanmış, her pazar da sokaklara dökülüp hükümetin IMF ve AB işbirliğinde giriştiği ‘kurtarma’ planlarını protesto etmişti. Oluşturdukları halk meclisleri, hiçbir gazeteciyi Syntagma Meydanı’na sokmama kararı almıştı. Devletin ve büyük şirketlerin güdümündeki kanal ve gazetelere karşı, ‘tabandan gazetecilik’ örneği kendi multimedya ekiplerini kurdular.
‘Kameraya Dikkat’ (Mind the Cam) ekibinden Vassilis Chryssos, aslen çevre mühendisi. Ekiptekilerin birçoğu gibi profesyonel bir gazeteci değil, hobi olarak fotoğraf ve video çekiyor. Fakat Vassilis’in de anlattığı gibi isyan sırasında önemli olan ortaya mükemmel görüntüler çıkartmak değil, çabuk davranmak: “Ana akım medya, eylemcileri molotof, taş atarken gösteriyor, polis şiddetini ise görmezden geliyordu. Biz de buna karşı kendi görüntülerimizi olabildiğince çabuk sosyal medyada yaymaya çalışıyorduk.Sokaklarda ‘erişim noktaları’ kurduk: Bazen bir kafe, bazen internetin çektiği bir köşeye kurulmuş bir masa... Laptoplarla sahadan gelen malzemeleri hemen montajlayıp internete aktarıyorduk. Bir de ‘postacılarımız’ vardı. Sahadan ayrılamayan fotoğrafçı ve kameramanlara boş hafıza kartı götürüyor, dolu hafızayı bize getiriyorlardı.”

Latin Amerika’da kürtaj –Cüneyt Göksu

Küba dışındaki Latin Amerika ülkelerine kadın hakları Katolik gericiliğine kurban. Kürtaj Venezüella, Brezilya, Arjantin, Bolivya ve Şili’de yasak
Ülke gündeminin ortasına kürtaj konusu öyle bir getirildi ki, biz bunları yeniden tartışa dururken, acaba Latin Amerika\'da kürtaj konusu nasıl düzenlenmiş diye araştırasım geldi. 
Önce Küba!
Kürtaj Küba\'da, devrimin ardından, 1965\'ten beri bir kadın hakkı olarak kanunla düzenlenmiş. Altını çizerek söylemeliyim ki, anayasada, bir kadın hakkı olarak yer alıyor ve “Hamileligin 10. haftasından önce kürtaj yapılabilir, sonrası için tıbbi sebepler gözetilmelidir ve gösterilmelidir” diyor. “Halk Sağlığı kurumları dışında uygulanan kürtaj işlemleri ise ancak gerekli görülürse yapılabilir” diye bir de not bulunmakta.
Uluslararası İletişim Enstitüsü\'nün 2006\'da, Küba\'da, 4000 kadınla yaptığı bir ankete göre, bu ülkedeki kürtaj oranlarının geçmişe göre azaldığı yönünde sonuç açıklanmış. Yapılan anketin anafikri, “kadınların bu yöntemi kullanmak için, tabii ki can atmadıkları veya mutlu olmadıkları, ama bir çözüm olarak ellerinde böyle bir hak olmasından memnun oldukları” şeklinde…

Purdestan: Düşmanların her türlü saldırısına yıkıcı yanıt vereceğiz


İran İslam Cumhuriyeti Kara Kuvvetleri Komutanı Ahmed Rıza Purdestan, düşman tehditlerinin sürdüğüne, milletin ve devletin sağduyulu olması gerektiğine değinerek, düşmanın her türlü saldırısına sert ve yıkıcı karşılık verileceğini belirtti.
IRNA’ya konuşan Purdestan “bugün silahlı kuvvetler her türlü tehditle mücadele etmek için kalite, güç ve potansiyel açısından çok üstün konumdadır. Bugün silahlı kuvvetlerin savaş hazırlığı en üst düzeydedir ve ülkemizi tehdit etmek isterlerse kesinlikle bizim karşılığımız daha sert ve yıkıcı olacak” dedi.
Silahlı kuvvetlerin, düşmanların yazılım tehditleri karşısında her zaman hazır olduğuna işaret eden Purdestan “bu tehditlere karşın uzman güçlerimiz çok çaba sarfetti. Şu anda kara kuvvetlerin ihtiyacı olan tüm savunma ve teçhizatlarımız yurt içinde üretilmektedir” dedi.

İki Tutam Saç: Dersim'in Kayıp Kızları - İZLE

Yapım: 2010 – Türkiye
Tür: Belgesel, Dram
Yönetmen: Nezahat Gündoğan
Senaryo: Kazım Gündoğan, Nezahat Gündoğan
Yapımcı: Yapım 13 Prodüksiyon
     1937 – 38 Dersim harekâtıyla birlikte ailelerinden alınarak rütbeli askerlere verilen kızlar, yıllar sonra bir belgesel film aracılığıyla aileleriyle buluştu. Bugün 80’li yaşlarını süren Huriye ve Fatma’nın ailelerine kavuşma süreçlerini anlatan İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları belgeseliyle halen köklerini arayan başka kızlar ve kızlarını arayan başka ailelerin duyguları da perdeye yansıyor...
     Kemalistler muhtemelen bu yazıdan ve filmden pek hazzetmeyecek ama ‘gerçek’, üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin karşımıza bir anda tüm çıplaklığı ve korkunçluğuyla dikiliveriyor işte. Çeşitli vaatler karşılığında beraberce kurtuluş mücadelesi verdiğimiz Kürtlere Cumhuriyet kurulduktan sonra bir anda ‘sayım suyum yok’ deyiveren Atatürk, hasta yatağında ‘haberi yokken’ gerçekleşen Dersim Katliamı’nın da nereden bakarsak bakalım aktörlerinden biri ne yazık ki...

Protestonun coğrafyası -Immanuel Wallerstein


Dünya sınıf mücadelesi: Protestonun coğrafyası


Protestonun coğrafyası hızla ve sürekli olarak değişiyor. Birden çıkıveriyor ve sonra ya bastırılıyor, ya uzlaşılıyor ya da tükeniyor. Ve bu yaşanır yaşanmaz, yine bastırılabileceği, uzlaşılabileceği ya da tükenebileceği bir başka yerden patlak veriyor. Ve sonra, sanki dünya çapında bastırılabilmesi mümkün değilmiş gibi üçüncü bir yerde patlak veriyor

Dünya ekonomisinin artı-değer üretimi anlamında genişlemekte olduğu iyi zamanlarda, sınıf mücadelesi de yumuşar. Hiçbir zaman ortadan kalkmaz ama işsizlik seviyesi düşük oldukça ve alt katmanların reel gelirleri çok küçük seviyelerde bile olsa arttıkça, günün kuralı toplumsal uzlaşıdır.
Ama ne zamanki dünya-ekonomi durgunlaşır ve gerçek işsizlik fark edilir biçimde artar, bu, pastanın küçülmekte olduğu anlamına gelir. O zaman şu soruyla karşı karşıya geliriz: Bu daralmanın yükü ülke içinde ve ülkeler arasında kimin sırtına yıkılmalıdır? Sınıf mücadelesi şiddetlenir ve er ya da geç çatışma açıktan sokaklara taşar. Dünya-sistemde 1970’lerden bu yana ve en yakıcı biçimde 2007’den beri yaşanmakta olan şey budur. Şu ana kadar, en üst yüzde 1’lik katman kendi payını koruyor ve işin doğrusu daha da artırıyor. Bu da kaçınılmaz olarak yüzde 99’un payının düşüşte olduğunu gösteriyor.
Küresel bütçede bölüşüm kavgası temel olarak iki başlık altında ilerler: vergiler (kim, ne kadar ödeyecek) ve nüfusun büyük çoğunluğunu ilgilendiren sosyal güvence ağı (eğitim, sağlık harcamaları ve ömür boyu gelir güvenceleri). Bu mücadelenin görülmediği herhangi bir ülke bulunmamaktadır.

Dönüş / The Return - İZLE

Yapım: 2003 ~ Rusya  
IMDB Puanı: 8.1/10
Tür: Dram, Psikolojik
Yönetmen: Andrei Zvyagintsev
Oyuncular: Konstantin Lavronenko, Galina Petrova, Ivan Dobronravov
Müzik: Andrei Dergachyov
Süre: 1 saat 45 dk
Senaryo: Aleksandr Novototsky , Vladimir Moiseyenko
Yapımcı: Dmitri Lesnevsky
Görüntü Yönetmeni: Mikhail Krichman
      Andrey ve Ivan isimli iki erkek kardeş, babalarının onları terketmesi sonucu çocukluktan beri birbirlerine tutunarak yaşamıştır. Günün birinde çıkagelen babalarını tanımamalarına rağmen, annelerinin onay vermesiyle birlikte zaman geçirmeye başlarlar. Bu durumu küçük kardeş Ivan kabullenmez; Andrey ise gidişatına bırakır. Ivan’ın kararlı duruşu, babalarının kötü davranışlar sergilemesiyle psikolojik bir gerilim yaratacaktır.
 Rus sinemasının dram türünde çekilen en iyi filmleri arasında gösterilen ve sade bir konuyla birlikte, az diyaloglara rağmen çok şey anlatan bir yapım. Yabancı Film dalında, Altın Küre Ödülüne aday gösterilen ve bunun yanında 28 adet başka ödüle layık görülen bu yapımı Babil kulesi olarak sizlere sunuyoruz. İyi seyirler.

Kaplan: AKP kendi inancına göre ideolojik zam uyguluyor


      BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, AKP Hükümeti'nin zam-vergi politikasını eleştirerek, "AKP, ideolojik zamlara ağırlık verdi. Kendilerince zararlı buldukları her şeyin fiyatlarını artırmaya başladılar" dedi. Kaplan, alkol ve tütüne uygulanan zamların 'ideolojik' olduğuna dikkat çekerek, üretici ve tüketicinin hükümet tarafından mağdur edildiğini, yabancı şirketlerin yararlanacağı politikaların geliştirildiğini kaydetti.

TBMM Plan Bütçe Komisyonunda gündeme gelen yasa tasarısı ile birlikte sigara ve alkol fiyatlarına yeni zamlar uygulanacak. Zammın yüzde 15 civarında yansıyacağı öğrenildi. AKP Hükümeti, mart ayında akaryakıta yüzde 7, doğalgaza yüzde 8, elektriğe ise yüzde 19 oranında zam uygulamıştı. Mart ayındaki bu zamlardan sonra, şimdi de alkol ve sigaraya yönelik uygulanmaya hazırlanılan fiyat artışları, yeni bir enflasyon dalgasına sebep olma riski taşıyor.

THY Morarıyor Çalışana Patlıyor - Mustafa Sönmez

         AKP rejiminin ‘başarı öyküleri’nden biri olarak sergilenen THY’nin, aslında nasıl şişirilmiş bir balon olduğu, Hava- İş üyesi çalışanları ile sürdürülen toplu sözleşme-grev sürecinde ortaya döküldü. Akaryakıtından uçağına, her tür ekipmanından donanımına kadar dışa, dış kaynağa bağımlı olan sivil havacılığın, likidite bolluğu dönemlerinde ucuz kaynakla büyütülmesinin ceremesi , küresel kriz ile birlikte ödenmeye başlandı. THY’nin döviz borçları, her kur zıplaması ile birlikte THY’yi de zıplatmaya başladı. Yüzde 51 hissesi borsada  alınıp satılan THY’nin mali yapısı daha çok mercek altına alınır oldu. 2010  net karını 286 milyon TL olarak açıklayan THY, ne olduysa 2011 karının 18,5 milyon TL’ye düştüğünü bildirdi hissedarlarına. Ancak, öyle de değilmiş. Kamuoyunu Aydınlatma Platformu(KAP)’a yaptığı açıklamada kazın ayağının öyle olmadığı, 1 milyar 40 milyon TL zarar edildiği bildirildi. Bildirimde şöyle denildi; 01.01.2011-31.12.2011 hesap dönemine ait konsolide finansal tablolara göre 18.516.632 TL net dönem karı elde edilmiş olup, yasal kayıtlara göre elde edilen net dönem zararı ise 1.040.827.727 TL’dir. .. 2011 yılı mali sonuçları neticesinde hissedarlara kar dağıtımı yapılamayacaktır”.
THY’nin, yaklaşan küresel krizi dikkate almadan dış borçlanmaya giderek genişlemesi  başını daha çok ağrıtacağa benzer. 2009 sonunda 134 olan toplam uçak sayısı 2010 yılısonunda 158′e, 2011 yılısonunda da 180′e ulaşmıştırçıkarıldı. 2010 sonunda 130 olan dış hat destinasyon sayısı ise 19 artışla 2011 yılısonunda 149′a yükseltildi. İyi de bu genişlemenin mali yükü, değirmenin suyu ? Bu konuda ise  KAP’a yapılan bildirimde şöyle deniliyor; “…uçak alımları ile ilişkili olan finansal kiralama borçlarının toplam yükümlülüklere oranı ise  yüzde 66′dır. 2011 yılında gerçekleşen uçak girişleri nedeniyle önceki yıla göre ABD Doları olarak maddi duran varlık değerindeki artış oranı yüzde 50 olmuştur. Aynı dönemde, uçaklarla ilişkili ve ağırlıklı olarak ABD Doları bazlı finansal kiralama borçlarındaki artış oranı da yüzde 56 gibi yüksek bir orandadır.”

Bu Son Olsun - İZLE

Vizyon tarihi:  6 Ocak 2012
Yönetmen: Orçun Benli
Oyuncular: Volga Sorgu Tekinoğlu, Mustafa Uzunyılmaz, Orhan Eskin, Hazal Kaya
Tür: Komedi , Dram
Yapım yılı: 2012
Dağıtımcı: Özen Film
Filmin Konusu: Yaşar, Apo, Kovboy Ali, Cevat ve Ertuğrul’un hayattaki tek gayeleri, karınlarını doyurmak ve en büyük tutkuları olan şaraptan bir gün bile olsun ayrı kalmamaktır.Günübirlik yaşayan bu beş kişi, gayelerine ulaşabilmek için zamanın fırtınalı politik atmosferinden dahi faydalanmasını bilir.Sokaklarda yaşayan bu beş evsiz 12 Eylül 1980 sabahı geldiğinde sokağa çıkma yasağı ile karşı karşıya kalırlar.Ancak onların gidebilecekleri tek evleri vardır; o da yine sokaklardır.
     Orçun Benli’nin yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı film olan Bu Son Olsun,12 Eylül’e mizahi bir bakış atıyor.Filmde beş evsiz arkadaşı canlandıran Mustafa Uzunyılmaz, Orhan Eşkin, Ferit Kaya,Volga Sorgu ve Ufuk Bayraktar’a Engin Altan Düzyatan, Hazal Kaya ve Deniz Uğur gibi isimler de eşlik ediyor…
      Yönetmen, Albert Camus’un “birisinin cenneti bir başkasının cehennemidir” sözü üzerinden önermede bulunan “Bu Son Olsun” isimli uzun metraj sinema filmi projesi, evsiz, sokaklarda yaşam mücadelesi veren beş insanın 12 Eylül Askeri Müdahalesi sonucu ilan edilen sokağa çıkma yasağı karşısında düştükleri durumu anlatır.  12 Eylül 1980 sabahı Türkiye yıllar sonra yeniden Hasan Mutlucan türküleriyle uyandı.Siyah-beyaz televizyonlarda arzı endam eden bir paşa huzur ve güven ortamını sağlamak içun ordunun yönetime el koyduğunu, sendika ve partilerin kapatıldığını ve ikinci bir emre kadar sokağa çıkmanın yasak olduğunubildiriyordu.Peki çıkmanın yasak olduğu o sokaklar sizin tek eviniz ise…

The Bambir (Seçkiler) - DİNLE

Bambir ve müzikle aşılan sınırlar
      'Taşın müziğini yapıyoruz' diyen Ermeni rock grubu Bambir, Ermeni müziğinin makamlarını rock müziğiyle buluşturuyor. İnsanların sınırlara ihtiyacı olmadığını belirten Bambir, "Elbette ki politikacıları etkileyebilecek bir gücümüz yok ama biz zaten bir şekilde insanlarla bir araya gelip sınırları aşmaya çalışıyoruz" diyor. 
       30 yıllık hikayesi olan bir grubun devamcıları olarak müzik yapan Bambir, "Bizi Türkiye'ye bağlayan çok şey var. Öncelikle Bambir sözcüğü. Bambir çok eski bir enstrüman. Eskiden kilisedeki rahipler ve dervişler bunu çalardı. Türkiye'de de sufiler aynı enstrümanı çalıyor. Türkiye'de Bendir deniyor. Ama şuan da bambir çelloya çok yakın bir enstrümana verilen isim. Yüzyıllarca vurmalı enstrümana verilen isim şimdi telli bir çalgıya verilmiş. 6 telli bir enstrümanmış çellodan farklı olarak" diyorlar.
       Eski ismiyle Jeninagan (Kümrü -Gümrük) şehrinde büyüyen Narek Barseghyan, Arik Grigoryan ve Arman Kocharyan, 9-10 yaşlarından itibaren müzikle ilgilenmeye başlıyorlar. Birkaç yıl geçtikten sonra bu daha profesyonel hale geliyor.
      Rock müziğin güçlü ve enerjik bir yapısı olduğunu söyleyen Narek Barseghyan, "Bizim yaptığımız müzikte de müzik aracılığıyla sizi iki dakika içinde 18. yüzyıla taşıyabiliyoruz. O dönemin makamlarına gidip o gücü alabiliyorsunuz. Bu durum müzik terapileri gibi bir şey ve birden bire farklı bir yüzyıla gidip oranın gücünden besleniyoruz" diyor.

Gökyüzü Kadar Kırmızı (2006) - İZLE

IMDB Puan : 7.8/10Tür : Dram
Orjinal adı: Rosso come il cielo

Yönetmen: Cristiano Bortone
Senaryo: Cristiano Bortone, Paolo Sassanelli, Monica Zapelli
Görüntü Yönetmeni: Vladan Radovic
Müzik: Ezio Bosso
Oyuncular: Francesco Campobasso, Luca Capriotti, Marco Cocci, Simone Colombari, Alessandro Fiori, Simone Gullì, Andrea Gussoni, Michele Iorio, Patrizia La Fonte, Francesca Maturanza, Norman Mozzato, Paolo Sassanelli
Süre: 96 dk.

Yıl 1970. Mirco Toskanalı ve sinemaya çok düşkün bir çocuktur. Bir kazada görme yetisini kaybeder. Dönem İtalya’sında yasalar kör insanları özürlü olarak görür ve onların devlet okuluna gitmelerine izin vermez ailesi de onu kendisi gibi görme engelli çocukların eğitim gördüğü bir enstitüye gitmesi konusunda zorlar.
Burada küçük çocuk eski bir bant makinesi bulur ve onunla sesleri kaydederek hikâyeler üretir. Çocukların kendi yeteneklerini kullanırken ne kadar istekli ve yaratıcı olduklarını kanıtlayan çok çarpıcı bir İtalyan yapıtı. Babilkulesi iyi seyirler diler.

Karmate (Seçkiler) - DİNLE

"Lazca’da “su değirmeni” anlamına gelen karmate, nani adlı ilk albümünü çıkardı. karmate; üretimi, emeği, karşılıksız yardımlaşmayı simgeliyor. nani, karmate’nin yozlaşmaya direnen; kültürleri, dilleri özüyle yaşatmak için çabalayan haklı duruşlarının ürünü.
Karmate’nin canlı olarak (hücum kayıtla) hazırlanan ilk albümü nani, z müzik ve kalan müzik ortak yapımı olarak yayınlandı. uzun süredir sahnelerde sergiledikleri canlı performansları ile dikkat çeken grup, karadenizli halk ozanlarının sandıklarda saklı kalmış, tozlu raflarda unutulmuş bant kayıtlarını gün ışığına çıkararak, bu melodileri yeniden harmanlayıp öğüterek dinleyicilerine sunmayı hedefliyor.
Türkçe, lazca, gürcüce, ermenice, rumca ezgilerin bir araya getiren karmate; ‘’karadeniz kültürünün müziğini icra edebilmek, özveri, en önemlisi sorumluluk gerektirir’’ diyor ve akustik enstrümanlarla ezgilerin hassas yapılarını bozmadan yorumluyor.
İlk albümleri olan nani'yi kalan müzik'ten çıkartmışlardır. grup üyeleri;
Resul Dindar ( vokal ) Oktay Üst ( kemençe, vokal ) İsmail Avcı ( tulum )
Gökhan Özkan ( akordion, vokal ) Muhterem Sur ( buzuki, lavta, bağlama )
Eshat Alpkaya ( klasik gitar ) Yıldırım Yalçınkaya ( bas gitar ) Ömür Arslan ( perküsyon )

İNSANİ GEREKSİNMELER VE YABANCILAŞMA

      Sosyalizmde insani gereksinmelerin zenginliğinin ne anlam kazandığını ve, bunun sonucu, yeni bir üretim biçimi ile yeni bir üretim nesnesinin ne anlam kazandıklarını görmüş bulunuyoruz: insanın özsel gücünün yeni bir belirtisi ve insani özün yeni bir zenginleşmesi. Özel mülkiyet çerçevesinde, şeyler ters bir anlam kazanırlar. Her insan, öteki için, onu yeni bir özveriye zorlamak, yeni bir bağımlılık içine sokmak ve yeni bir yararlanma, ve bunun sonucu iktisadi yıkım biçiçimine götürmek üzere, yeni bir gereksinme yaratmaya çalışır. Herkes, onda kendi bencil gereksinmesinin doyumunu bulmak için, öteki insanları egemenlik altına alan yabancı bir özsel güç yaratma ardında koşar. Nesneler yığını ile birlikte, demek ki, yabancı varlıkların insanın uyruğu bulunduğu egemenliği de büyür ve her yeni ürün, bu karşılıklı aldatma ve karşılıklı soygunu daha da pekiştirir. İnsan insan olarak bir o kadar yoksullaşır, düşman varlığa egemen olmak için bir o kadar paraya gereksinme duyar, ve parasının erkliği de üretim hacmi ile tastamam ters orantılı olarak düşer, yani paranın erkliği arttığı ölçüde, onun yoksulluğu da artar. — Demek ki, para gereksinmesi, ekonomi politik tarafından üretilen gerçek gereksinme ve onun ürettiği tek gereksinmedir. Paranın niceliği gitgide onun tek ve erkli özgülüğü durumuna gelir; her şeyi kendi soyutlamasına indirgediği gibi, kendi öz hareketi içinde kendini de nicel bir varlığa indirger. Ölçü yokluğu ve ölçüsüzlük onun gerçek ölçüsü durumuna gelirler.

Korkuya Karşı Özgür Sanat -SÖYLEŞİ

Şehir Tiyatroları Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle Şehir Tiyatroları belediye bürokratlarına teslim ediliyor. Sanatçılar, değişikliğin özgür sanat ve özgür tiyatroya bir saldırı olduğunu düşünerek sokaklara çıktı. Onlara binlerce tiyatro izleyicisi katıldı. Kısa zamanda hem sosyal medyada hem sokaklarda en çok konuşulan gündemlerden biri haline gelen sanatçıların direnişini Oyuncular Sendikası Genel Sekreteri Şebnem Sönmez’le konuştuk. 1 Mayıs hazırlıkları, Şehir Tiyatroları için yapılan tartışmalar, eylemler, çalışmalar ve tiyatro oyunları arasında oldukça yoğun bir dönemden geçen Sönmez, Adana’daki “Korkuya karşı özgür tiyatro” eyleminden sonra “Düğün” oyunuyla sahneye çıktı ve Sendika.Org ile Adana’dan telefonla sohbet etti
Şehir Tiyatroları’ndaki “Yönetim, belediye bürokratlarına bırakılıyor” denerek protesto edilen yönetmelik değişikliği genel olarak ne getiriyor?
Yeni yönetmelikle, eski yönetmelikteki genel sanat yönetmenin yetkileri tamamen alınmış durumda. Genel sanat yönetmeninin yerine, Şehir Tiyatrosu’nun yönetim kurulunun başına belediyeden bir bürokrat geliyor. En önemlisi bu.
İkinci önemli konu: Repertuar Kurulu, edebi kurul haline getirilmiş. Repertuar Kurulu’nda da belediyeden atanmış olan genel sanat yönetmeni yetkili oluyor, enteresan bir şekilde. Bundan önceki yönetmelikte Yönetim Kurulu, dört tane şehir tiyatrosu sanatçısı, artı üç tane belediyeden atanan bürokratlardan oluşuyordu. Genel sanat yönetmeni ve üç şehir tiyatrosu sanatçısı bulunuyordu. Fakat Şimdi Yönetim Kurulu’nda sadece bir tane şehir tiyatrosu sanatçısı var. Adı da genel sanat yönetmeni. Yetkisi olmadığı için adını bırakıp fikrinin içini boşaltmışlar diyelim. Bu çok önemli.

Peki belediyenin “Daha demokratik bir işleyiş olacak, tek kişinin değil çok kişinin söz hakkı olacak” gibi bir savunması var. Onu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yeraltı - Underground ( 1995 ) - İZLE

Tür: Dram, Nostalji, Romantik, Savaş
Yapım:
1995 Almanya
Yönetmen:
Emir Kusturica
Oyuncular:
Davor Dujmovic, Srdjan Todorovic, Slavko Stimac, Miki Manojlovic, Erol Kadic
IMDB Puanı:
8.1/10
Emir Kusturica’nın ülkesindeki olayları resmettiği ünlü filmi “Yeraltı”, Nazi saldırısından sonra Tito’nun yönetimine geçen ve sonunda parçalanma noktası gelen Yugoslavya’nın 20.yüzyıldaki seyrini anlatıyor. 1941 yılında Belgrad’a atılan bir bombayla başlayan film, Kusturica’nın tüm maharetlerini sergilediği bu sekansta acı içinde kıvranan hayvanları Fellini-vari bir üslupla görselleştiriyor. Nazi belasından kurtulan Yugoslavlar, yer altında saklanıyorlar ve geçen yılların ardından yer üstüne çıktıklarında savaşın başka bir boyutta, aynı zalimlikle devam ettiğini görüyorlar. Bu arada Kusturica kamerasını bir avuç insanın üzerinde gezdirerek filmini yan öykülerle de besliyor.
1995 yılında Cannes’da, aynı yıl gösterilen “Ulis’in Bakışını” geride bırakarak Altın Palmiye kazanan “Yeraltı”, amatör oyuncularla çekilmiş ve özellikle son yarım saatiyle belleklerde yer edinen bir yapım. Filmin Goran Bregovic imzalı müzikleri ise Türkiye’de filmin kendisinden daha çok ün yaptı. 
Filmin Konusu: Yıl 1941 Belgrad. Almanların başlattığı bombardıman komünist Marko’nun önlenemez yükselişi için gereken kaos ortamını yaratır. Marko, arkadaşı Blacky’i ve yoldaşlarını silah üretmeleri için yeraltındaki bir mahzene yerleştirir.Savaş bitince herkesin dısarıya çıkabileceğini garantilemekten de geri kalmaz. Günler geçer, ülkede barış tekrar sağlanır fakat mahzendeki yaşam olduğu gibi devam eder. Marko, yeraltındakileri faşist yönetimin iktidarda olduğuna ve savaşın devam ettiğine inandırmıstır. İyi seyirler dileriz.