KÖŞE- Sezai Karakoç

1.
Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
Gözlerin kac kişinin gözlerinde gezinir
Sen kaç köşeli yıldızsın

Vahşetin Çağrısı-4 Jack London

Liderliği Kim Kazandı

"Yaa, ben dememiş miydim? Bu Buck'm iki şeytan olduğunu söylerken doğru diyordum."
Ertesi sabah Spitz'in kayıp, Buck'm da yaralarla kaplı olduğunu gören François'nın söyledikleri bunlardı. Buck'ı ateşin yanına getirip ışıkta yaraları gösterdi.

"O Spitz canavar gibi dövüşür," dedi Perrault yarıklar ve kesikleri incelerken.

"Ama bu Buck da iki canavara bedel," diye cevapladı Francois. "Artık her şey yoluna girer. Spitz gitti, kavga bitti, orası kesin."
Perrault kamp eşyalarını toplarken, köpek sürücüsü de köpeklere koşumlarını takmaya başladı. Buck, eskiden Spitz'in lider olarak durduğu yere doğru yürüdü, ama ona aldırmayan Francois, gıpta edilen o pozisyona Sol-leks'i yerleştirdi. Ona göre ekipte kalan en iyi lider köpek Sol-leks'ti. Buck öfkeyle Sol-leks'in üstüne atladı, onu geriye iterek yerine geçti.

Şiir Üzerine*-Victor Hugo

        Israrla duralım bu nokta üzerinde. Ey şairleri rekabet, güzelin yaşaması içindir: birincilik daima münhaldır. Cesareti kıran, kanatları düşüren ne varsa söküp atalım; sanat bir cürettir...         Şiir gerileyemez. Neden? ilerleyemez de ondan. Okur yazarlar boyuna inhitattan, teceddütten söz açmakla, sanatın özünü ne kadar yanlış anladıklarım açığa vururlar. Sathî düşünen kimseler, çabucak ukalâlığa kapılıp bir takım galatı riüyetleri, dil olaylarını, fikir med ve cezirlerini, cihan sanatını meydana getiren o bir sürü yaratış ve düşünüş dalgalarım inhitat veya teceddüt sanırlar. Halbuki bu oluş, insan kafasından geçen sonsuzun ta kendisidir. Görüngülere yalnız en yüksek noktalarından bakılabilir. En yüksek noktasından görününce de şiir sabittir. Sanatta ne yükseliş vardır, ne alçalış, insan dehası daima tam verimini yaşar; gökler bosanırcasma yağmur yağsa, gene de okyanus’a bir damla su katılmış olmaz; med ve cezir bir kuruntudur, su bir kıyıda alçalıyorsa, öbür kıyıda yükselir. İhtizazları eksilme sanmayın. “Bundan sonra şiir olmıyacak” demek, “artık med olmıyacak” demektir.

Vahşetin Çağrısı-3 Jack London

İlkel Hayvanın Üstünlüğü


Buck'ın içindeki baskın ilkel hayvan güçlüydü ve kızak hayatının kötü koşullarında gittikçe bu hayvan daha da büyüdü. Ancak bu, gizli bir büyümeydi. Yeni doğmuş kurnazlığı Buck'a kendine hâkimiyet ve kontrol gücü veriyordu. Kendim rahat hissedebilmek için yeni hayata uyum sağlamakla zaten fazlasıyla meşguldü, bu yüzden kavgaları başlatmamakla kalmayıp, mümkün olduğunca onlardan kaçıyordu da. Tavrına belirli bir tedbirlilik hâkim olmuştu, ihtiyatsızlığa ve aceleciliğe kapılmıyor, Spitz'le aralarındaki keskin nefrette sabırsızlık göstermiyor, her türlü saldırgan davranıştan kaçınıyordu.

Diğer taraftan Buck'ı tehlikeli bir rakip olarak gördüğünden olsa gerek, Spitz dişlerini göstermek için hiçbir fırsatı kaçırmı-yordu. Hatta Buck'a gözdağı vermek için yolundan çıkıyor, sadece ikisinden birinin ölümüyle sonuçlanabilecek o kavgayı başlatmak için sürekli uğraşıyordu. Beklenmedik bir olay olmasa bu kavga yolculuğun daha başlarında gerçekleşecekti. O günün sonunda Laberge Gölü'nün kıyısında, rüzgâra açık, sefil ve kasvetli bir kamp kurmuşlardı. Aralıksız yağan kar, akkor bir bıçak gibi insanı kesen bir rüzgâr ve karanlık, onları el yordamıyla bir kamp yeri aramaya zorlamıştı. Bundan daha kötüsü olamazdı. Arkalarında kayalardan dimdik bir duvar yükseliyordu ve Perrault ile Francois, gölü kaplayan buzun üstünde ateş yakmak ve uyku tulumlarını buzun üzerine sermek zorunda kalmışlardı. Daha hafif yolculuk etsinler diye çadırlarım Dyea'da bırakmışlardı. Suyun sürüklemiş olduğu birkaç parça çalı çırpı, ancak buzlarını çözmeye yarayan ve onları akşam yemeklerini karanlıkta yemeye terk eden bir ateş sağlamıştı onlara.

Siper oluşturan bir kayaya yakın bir yerde Buck yuvasını kazdı. Yuvası öylesine rahat ve sıcaktı ki, Francois buzlarını ateş üzerinde çözmüş olduğu balıkları dağıtırken yuvasından istemeye istemeye çıktı. Kendi payını bitirip geri döndüğünde, yuvasının işgal edilmiş olduğunu gördü. Uyarı dolu bir hırıltı, yerini kapanın Spitz olduğunu gösteriyordu. O ana kadar Buck düş-manıyla sorun yaşamaktan kaçınmıştı, ama bu kadarı da fazlaydı, içindeki vahşi hayvan kükredi. Spitz'in üzerine öyle bir öfkeyle atladı ki, ikisi de şaşırdı. Spitz daha çok şaşırmıştı, çünkü o ana kadar hasmının alışılmadık derecede çekingen bir köpek olduğunu ve sadece ağırlığı ve koca cüssesi sayesinde ayakta kalabildiğini sanıyordu.

Ekonomi Politik-P. Nikitin

Yeniden-Üretim ve Sermaye Birikimi
Üretimden sözettiğimiz zaman, maddi malların yaratılması sürecini anlıyoruz. Bu, kapitalist rejimde, işletmecinin pazardan üretim araçları ve emek-gücü satın aldığı ve insanların, maddi malların yaratılmasıyla sonuçlanan üretici faaliyeti anlamına gelir. Üretim süreci tamamlanmıştır. Bu, maddi malların üretimini devam ettirmenin gereksizliği  anlamına mı gelir? Kuşkusuz hayır. Maddi mallar üretimini durdurarak yokolma tehlikesini göze almayan toplum, üretim yapmadan edemez. Bunun içindir ki, maddi malların üretim süreci devam ettirilmelidir, yani aynı aşamalar tekrar tekrar aşılmalıdır. Maddi malların bu üretim sürecine, kesintisiz olarak yinelenen bu sürekli yenilenme sürecine, yeniden üretim denir.

Yeniden-üretim süreci, her toplumda yerine getirilir. Ama, yeniden-üretimin nedenleri toplumlara göre farklı olur. Kapitalizmde, yeniden-üretimin uyarıcısı, kapitalistlerin artı-değer elde etme yarışıdır. Maddi malların üretimi ve yeniden-üretim, emekçilerin gereksinmelerini karşılamak için değil, kapitalistin kazanç sağlayabilmesi için yapılır.

Artı-değeri, kapitalist yeniden-üretim yaratır ve ona kapitalist sahip çıkar. Ama burada, bizi ilgilendiren, yalnız, artı-değere sahip çıkılması değil, aynı zamanda artı-değerin kullanılması, yani onun harcanmasıdır. Eğer artı-değerin tamamı, kişisel, tüketimi için kapitalist tarafından kullanılmışsa, bu, basit yeniden-üretimdir. Örneğin, kapitalist, 160.000 doları değişmeyen ve 40.000 doları da değişen sermaye olmak üzere 200.000 dolarlık bir sermaye yatırmış olsun. Artı-değer oranı, %100'e eşit olduğunda, bütün değişmeyen sermayenin ürün değeri içine girdiği varsayılarak, üretim 240.000 dolara ulaşacaktır. (160.000s+40.000d+40.000a=240.000). Bu 240.000 doların 200.000'i işe başlarken yatırılan miktar ve 40.000'i işçilerin emeği ile yaratılmış olan artı-değerdir.

Maşizm ve Kapitalizm: Venezüella’da cinsiyet eşitliğine giden katılımcı yol -Raquel Barrios

Çeviren: Tuğçe Çuhadaroğlu
Venezüella’daki kadınlık durumu kati toplumsal yargının egemenliğinde seyretmiştir; eğer bir kadın bekâr bir anne ise yanında bir erkek tutamamakla suçlanır, başarılı bir profesyonel ise yaşamına bir partnerin müdahalesini kabul edemeyen “baskın kişilik” olarak muamele görür, eğer bir kamu kurumunda çalışıyorsa erkekleşmiş addedilir ya da fiziksel olarak güçlüyse eşcinsel olabilir… Bir kadındaki herhangi bir eğilim göstergesi “normal” sayılandan sapmayı teşhis etmek için dikkatle ve detaylı bir biçimde irdelenir. Her birey birçok sosyal ilişki ile çevrilidir: üretim, ırk, milliyet, etnisite, toplumsal cinsiyet ve cinsellik. Tüm bunlar birlikte bütünlüklü ve farklılaşmış öznellikleri oluştururlar.
“Toplumsal cinsiyetten konuşmak” ne demektir? Araştırmacı María de Jesús Izquierdo’ya göre: “Kadınların hissettiği eşitsizlik cinsiyetçi iş bölümü ile başlayan ve toplumsal cinsiyetin toplumsal inşası ile pekiştirilen bir süreçtir: kadınsanız, bazı şeyler yapmak zorundasınızdır, erkekseniz başka şeyler yapmak zorundasınızdır. Bir sonraki aşama kadınlara ayrılan işlerin feminen, erkeklere ayrılanların maskülen görülmesidir. Üçüncü aşama maskülen ya da feminen işleri icra edenlerin gördüğü tavırlardaki (saygı, tanıma ya da ücretlendirmedeki) farklılaşmadır.”
Izquierdo, Marx’ın Kapital’i yazdığı, kapitalist üretim araçlarını belirleyen kanunları tanımladığı günden beri, psikanaliz, antropoloji ve sosyoloji gibi toplumsal üst yapının ve bunun üretimle ilişkisinin sorunlarını aydınlatmaya çalışan pek çok bilim geliştiğini söyleyerek devam ediyor. Tabii ki tüm bunlar insanların hayatın maddi koşullarına sırtlarını dönmek zorunda kalıp, çözüm aradığı belirli tarihsel anlarda ortaya çıktı. Bu, işte, doğrudan ya da evrensel olmayan bir mekanik ilişkinin varlığından söz etmek anlamına gelmez. Yine de nihayetinde ekonomik kurallar ideolojik kuralları belirler.

asi ruh beşiktaş belgesel

Yönetmen: Ersin Kaya
Görüntü Yönetmeni: Veli Şimşek
Kurmaca Yönetmeni: Vedat Özdemir
Müzik: Kemal Sahir Gürel, Erdal Güney, Hüseyin Yıldız,
İrşad Aydın, Ayşe Önder, Levent Güneş, Soner Akalın, Mayki

Kurgu: Kanna

Yapımcı: Hüseyin Türkan


Yaratıcı tezahuratları, pankartları, sloganlarındaki keskin mizah duygusu ve asla terketmedikleri asi duruşlarıyla ünleri Türkiye tribünlerini aşan taraftar topluluğu, Beşiktaş Çarşı grubunu anlatıyor “Asi Ruh” belgeseli.. Tribünün liderleri kendilerini anlatırken, futbol çevreleri de bu grubu olumlu ve olumsuz yanlarıyla anlatıyor. “Asi Ruh” tribün topluluğu olmanın ötesine geçip fenomeneleşen Çarşı grubunun iki yılını anlatıyor.

Celia Sánchez Manduley(1920-1980)

Manzonilla'da dünyaya geldi.José Marti'nin düşüncelerine bağlılıktan dolayı göze çarptı.Fidel castrro'nun kırlarda ve şehirlerde yakın silahlı mücadele arkadaşı olmuştur.1980 yılında kanserden öldü.

Bugün Küba Devrimi’nin büyük kadınlarından belki de en önemlisinin, Celia Sanchez’in ölüm yıldönümü. Sanchez 1980 yılında kanser hastalığına yenik düşerek hayata veda etmişti. O günden bu yana Küba halkının hafızasındaki ayrıcalıklı yerini hiç yitirmedi. Sanchez’in ölümünün verdiği ızdıraba dayanamayıp intihareden bir başka büyük devrimci kadın Haydee Santamaria onun için ‘Celia görüp görebileceğimiz en güçlü, en cesur ve en kararlı kişidir. Sierra’da cephede bizim ilham kaynağımızdı. Bugün bütün Küba’nın ilham kaynağı’ demişti. Sierra dağlarında kadın gerillaların oluşturduğu Mariana Grajales tugayının bir başka üyesi olan ve bugün hala Küba ordusunda general ünvanıyla görevini sürdüren Tete Pueblo da aynı görüşte: “Küba Devrimi Celia Sanchez’in devrimidir; ve Devrimci Küba Celia Sanchez’in Kübasıdır. Yaptıklarımızda ve geldiğimiz noktada o hepimizin ilham kaynağıdır.”

Vahşetin Çağrısı-JACK LONDON -2

Sopa ve Diş Yasası

Buck'ın Dyea sahilindeki ilk günü kâbus gibiydi. Her saati şaşkınlık ve sürprizlerle doluydu. Birdenbire uygarlığın kucağından koparılarak ilkelliğin ortasına savrulmuştu. Tembel, güneşli, aylak aylak dolaşıp sıkılmaktan başka yapacak bir şeyin olmadığı bir hayat değildi kesinlikle. Burada ne huzur, ne dinlenme, ne de bir an olsun güvenlik vardı. Her şey karmaşa ve hareket halindeydi ve her an hayati tehlike vardı. Sürekli uyanık olmak şarttı, çünkü bu köpekler ve adamlar, şehirli köpeklerle adamlara benzemiyordu. Bunların hepsi vahşiydi, sopa ve diş yasasından başka hiçbir şey tanımıyorlardı.

Daha önce, bu kurta benzer köpekler gibi kavga eden köpek hiç görmemişti ve ilk deneyimi de ona unutulmaz bir ders oldu. Aslında başkasının başına gelmiş bir deneyimdi, yoksa Buck bundan yararlanacak kadar yaşayamazdı. Kurban Curly olmuştu. Bir odun deposunun yanında kamp kurmuşlardı, burada Curly arkadaşça tavırlarıyla, yetişkin bir kurt büyüklüğündeki bir Eskimo köpeğine yanaşmaya çalışmıştı, gerçi köpek kendisinin yarısı kadar bile değildi. Hiçbir uyarı olmamıştı, sadece yıldırım gibi bir hamle, dişlerin madeni bir sesle birbirine çarpışı, aynı derecede çevik bir geri sıçrayış ve Curly'nin yüzü gözünden dişlerine kadar yırtılmıştı.

Siyasal Mücadele ve Askeri Savaş*-Antonio Gramsci

Askerî savaşta düşman ordusunun imha ve topraklarının işgal edilmesiyle stratejik amaca varınca başarıya ulaşılır. Üstelik şu da belirtilmelidir ki, savaşın sona ermesi için stratejik amaca sadece potansiyel olarak ula şılması yeterlidir. Yani düşman ordusunun artık savaşamayacağının ve zafere ulaşmış ordunun düşmanın topraklarını işgal «edebileceğinin» şüphe götürmemesi yeterlidir. Siyasal mücadeleyse çok daha karmaşıktır: bir bakıma koloni savaşları ya da, zafere ulaşmış ordunun kazandığı toprakların bütününü ya da bir bölümünü kalıcı bir biçimde zaptettiği, eski fetih savaşlarıyla bir tutulabilir. Bu durumlarda mağlup ordu silahlarından arındırılıp dağıtılır ama mücadele siyasal alanda ve askerî «hazırlık» alanında sürer.
Böylelikle Hindistan'ın İngilizlere karşı siyasal mücadelesi (bir dereceye kadar Almanya'nın Fransa'ya ya da Macaristan'ın Küçük Antanta karşı mücadelesi) üç savaş biçimini ortaya koymaktadır : yayılma savaşı, mevzi savaşı ve yer altı savaşı. Gandhi'nin pasif direnişi bazı momentlerde yayılma bazı momentlerde yeraltı savaşı biçimine dönüşebilen bir mevzi savaşıdır. Boykot mevzi savaşı, grevler yayılma savaşı, silah ve savaşçı bölüklerin gizlice hazırlanmasıysa yeraltı savaşıdır. Bir tür komando taktiği de (1) söz konusudur ama bu yalnızca büyük bir ihtiyatla kullanılır. Eğer İngilizler kendi mevcut stratejik üstünlüklerini (ki bu bir bakıma, iç iletişim hatlarının kontrol yoluyla manevra ve kendi kuvvetlerini «münferit» en tehlikeli noktaya yoğunlaştırma imkânıyla ilgilidir) kitlesel bastırma -yani, eşzamanlı olarak genelleşen bir savaş sahnesinde kuvvetlerini yayma zorunda bırakma- yoluyla yok edecek baş kaldırma hareketinin hazırlandığına inansalardı, genel hareketi, (belirlemek ve imha etmek için, Hintli savaşkan kuvvetlerin vaktinden önce ortaya atılmasını kışkırtmak işlerine gelirdi. Aynı şekilde Alman milliyetçi sağının, Fransız bakış açısından zamanında bir müdahaleye imkân verecek biçimde, şüpheli yasa dışı askerî örgütünün, vaktinden önce kendini göstermesini zorlayacak, maceracı bir hükümet darbesine karışmış olması Fransa'nın işine gelirdi. İşte bu biçimlerdeki, temelde askerî ve başat olarak siyasal alanda sürdürülen (ama her siyasal mücadelenin daima askerî bir dayanağı söz konusudur) melez mücadelelerde komando birliklerinin kullanımı özgün bir taktik geliştirimi gerektirir ki, savaş deneyimi, bu geliştirimin düşüncede oluşturulması için, bir örnek değil de yalnızca bir uyarıcı görevi görür.

Vahşetin Çağrısı-İlkelliğe Doğru JACK LONDON


Jack London -gerçek adıyla John Griffith London- 1876'da San Francisco'da doğdu. Çocukluk yılları sefalet içinde ama alabildiğine hareketli geçti. En büyük zevki kitap okumaktı, ancak ailesinin güç koşullarda yaşaması yüzünden on dört yaşında okulu bırakıp bir konserve fabrikasında çalışmaya başladı. Yaşadığı çevredeki sefaletin ve kötü çevrenin de etkisiyle on altı yaşına gelmeden bir sokak çetesinin üyesi olmuştu. Sonraki yıllarda sokak çetesinde yaşadığı deneyimleri The Cruise of the Dazzler ve Tales of the Fish Patrol isimli öykülerinde yazıya döktü. 1893'te, hem para kazanmak hem de maceraperest duygularını tatmin için Sibirya ve Japonya'ya giden bir gemide çalışmaya başladı. ABD'ye döndükten sonra da tüm ülkeyi baştan sona dolaştı. Ancak kitaplara ve okumaya âdeta aşkla bağlıydı. Yoğun çalışmaların ardından Californiya Üniversitesi'ne girmeyi başardı, ancak maddi zorluklar yüzünden eğitimini tamamlayamadan ayrılmak zorunda kaldı. 1897'de, Klondike'ta altın madeni bulunduğu haberi üzerine altın aramaya koyuldu. San Francisco'ya dönüşünün ardından yaşadığı bu deneyimi yine öykülere döktü. İlk öyküleri Overland Monthly ve Atlantic Montbty'de yayımlandı. 1900'de ülke çapında tanınmasını sağlayan The Son of the Wolf yayımlandı. 1902'de Londra'ya giden London'ın hayatı olaylar ve maceralarla doluydu. Güney denizlerine yolculuk yaptı, Rus-Japon savaşında muhabirdi. Yaşadığı olaylar ve kazandığı, deneyimler pek çok öyküsüne ve romanına zemin oluşturdu. Aralarında, The Call of the Wild (Vahşetin Çağrısı), White Fang (Beyaz Diş), Martin Eden gibi romanların da yer aldığı pek çok esere imza attı. 1916'da Californiya'da öldü.
İlkelliğe Doğru

"Göçebe misali gelir eski özlemler, Aşındırır alışkanlığın zincirini; Uzun kış uykusundan tekrar Uyandırır içindeki vahşiyi."

Küresel Isınmanın Buharlaştırdığı Bir Dünyada Su Hakkı

“Toprakla olan temel ilişki “sahip olmak” fiiliyle özetlenebilir. Su ise bu sahipliğin sınırlarını yıkar. Ona asla sahip olunamaz, ancak buharlaşmadan önce paylaşılıp dağıtılabilir.”  Jean Robert

Ümit Şahin'in, 1-4 Temmuz tarihleri arasında İstanbul'da yapılan 6. Avrupa Sosyal Forumu'nda yaptığı konuşmanın metni:Küresel ısınmanın insanların günlük yaşamına, hayatın olağan akışına ve geçim kaynaklarına yönelik doğrudan etkilerinin hemen hepsi bir şekilde suyla ilgilidir. Seller, tayfunlar, yağışların artması, azalması veya karakter değiştirmesi, akarsu debilerindeki değişiklikler, yeraltı su seviyelerinin düşmesi, toprak neminde azalma, buzulların erimesi nedeniyle deniz seviyelerinin yükselmesi, deniz seviyelerinin yükselmesi nedeniyle kıyılara yakın yeraltı sularının tuzlanması, tarımsal üretimde azalma, ürün çeşitlerindeki değişiklik, biyoçeşitliliğin azalması, açlık ve susuzluğa bağlı iklim göçleri, hatta pozitif geri besleme olgularının bir kısmı doğrudan küresel ısınmanın su döngüsü üzerindeki etkisiyle bağlantılıdır. Sıcak dalgaları, orman yangınları gibi doğrudan suyla ilgili olmayan olaylar bile canlılar üzerindeki etkilerini suyla bağlantılı olarak gösterirler. Bu nedenle iklim değişikliğini ikincil bir etken olarak alan bir su tartışması yapmak mümkün değildir.

Su hakları savunucusu Maude Barlow su konusunda yaşanan üç olumsuz gelişmenin birbiriyle bağlantı içinde olduğunu söylüyor. Bunlar dünyadaki tatlı suların tükenmesi, su kaynaklarındaki kirlenme nedeniyle her geçen gün daha fazla sayıda insanın temiz su kaynaklarından yoksun kalması ve kendi çıkarları uğruna suyu her yönden denetim almayı amaçlayan şirketlerin baskısıdır. İnsanların ve diğer canlıların ihtiyaç duydukları suya erişimlerini kısıtlayan tüm bu olumsuz gelişmelerin her aşamada küresel ısınma tarafından şiddetlendiğini görmek durumundayız. Bu nedenle iklim değişikliğini durdurmak için atılacak her adım, aslında su sorununun çözümü için de atılmış bir adımdır.

Meksika’daki 2012 başkanlık seçimine bakmak – Nancy Davies


Meksika’da eyalet yöneticilerini, valileri ve yasama meclisi üyelerini seçmek üzere yapılan 4 Temmuz seçimlerinin sonuçları, 2012’deki ulusal başkanlık seçimlerine dönük ufak bir sismik kayma olarak kabul edilebilir. Seçimler Meksika’nın 31 eyaletinin 14’ünde gerçekleşti, 12 eyalette yeni yöneticiler seçildi. Kurumsal Devrimci Parti (PRI) altı eyaleti elinde tutmayı ve Zacatecas, Tlaxcala ve Aguascalientes eyaletlerini yeniden elde etmeyi becerdi.

İlk olarak, Kurumsal Devrimci Parti’nin sekiz yıllık kesintisiz yönetimini deviren Oaxaca eyaletindeki zafer ulusal bir peri masalını bir gecede gerçeğe çevirdi. Birbirinden oldukça farklı siyasal partilerin ittifakının bir araya gelerek PRI’ya kafa tutulabilmesine dair yaratılan bir tarafta küçümseyici saygısızlık ve diğer tarafta kararlı umudun ardından, Oaxaca halkı yerinden kalktı ve oyunu kullandı. Bu öyle haybeden bir oy da değildi, aksine çoğu kişinin, yolsuzluk, patronlar ve dehşetli yoksulluk nedeniyle tehlikede olan bir devletin şiddetine maruz kalmadan önceki son şans olarak gördüğü bir popüler boşalmaydı. Bu her şeyden önce Ulises Riu-karşıtı bir oydu.

ANAYASA REFERANDUMU -Değişen Maddeler

Kanun No. 5982
Kabul Tarihi: 7/5/2010

MADDE 1- 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
10 uncu maddesinin ikinci fıkrasına "Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz." cümlesi ve maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz."
Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. (*)
(*) 9/2/2008 tarihli ve 5735 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle bu fıkraya “bütün işlemlerinde” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında” ibaresi eklenmiş,bu ibare Anayasa Mahkemesi’nin 5/6/2008 tarihli ve E.: 2008/16, K.: 2008/116 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir.

leoparın kuyruğu - İZLE

LEOPARIN KUYRUĞUNU ASLA TUTMA TUTARSAN ASLA BIRAKMA
Yönetmen : Turgut Yasalar
Senaryo : Turgut Yasalar
Görüntü Yönetmeni : Y. Deniz Güven
Müzik : engiz nural
Yapım : 1998, Türkiye , 90 dk.
Oyuncular Tardu Flordun , Devrim Nas , Ümit Çırak , Serdar Akar , Yetkin Dikinciler

Film,Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yakalanmasından sonra beş gencin idama mahkûm arkadaşlarının infazını durdurmak için bir Amerikalı subayı kaçırması ve ardından gelişen olayları anlatıyor.

Türkiye´de etnisiteye dayalı işsizlik var

İktisat profesörü İzzettin Önder Türkiye’de etnisiteye dayalı bir işsizliğin olduğunu söyledi

Diyarbakır ile Kırıkkale’deki işsiz sayısının aynı olması, Diyarbakır’da işsizliğin müzmin, Kırıkkale’de ise konjonktürel olduğunu gösterir, ki bu durum Diyarbakır’ın aleyhinedir'' diyen Önder, Kriz biraz aşılıp işler açıldığında Diyarbakır’daki işsizliğin aynen devam edeceğini, Kırıkkale’deki işsizlik oranın ise gerileyeceğine dikkat çekti.
İzzettin Önder ile işsizliği, istihdamdaki etnik ayrımcılığı, doğu-batı illerindeki gelir farklılığının nedenlerini konuştuk. Ayrıca, son günlerde Sabah gazetesinde yayımlanan ve ekonomik bakımdan "Türk kentlerinin Kürt kentlerinden geride olduğu" iddiasını içeren makaleler üzerine de, Profesör İzzettin Önder'den kısaca yorumlar aldık...

* Son büyüme verileri ve işsizlik oranı üzerine bir tablo çizersek; durum nedir?
- Son büyüme verileri kriz sonrası verilerdir. Gelişme gibi gözüken bu veriler, aslında gerilemiş bir ekonominin bir miktar durumu telafi etmiş olmasının, yani eksik kapasite ile çalışan firmaların biraz daha aktif olmaya geçmelerinin göstergesidir. Kaldı ki, bu durum yılın ilk çeyreğine ait olduğundan, teorik verilere göre, yıl sonuna doğru bu temponun gerileyeceği kesindir. İşsizlik meselesine gelince, zaten durum daha net olarak anlaşılıyor. Anlaşılan şu ki, hem yeni bir tesis yok ortada, hem de kriz bahanesiyle işten çıkartılan emekçilerin geri dönüşü söz konusu olmamış.

*Sabah gazetesi yazarı Süleyman Yaşar, "ABD'de beyazlarda işsizlik % 8.6, siyahlarda % 15.4. Krizde siyahların % 54'ünün maaşı düştü, beyazların % 37'sinin. Bizde Kırıkkale ile Diyarbakır'daki işsizlik oranı aynı. Rakamlar Türkiye'de etnisiteye dayalı işsizlik olmadığını gösteriyor" şeklinde, bir değerlendirmede bulundu. Bu, doğruluk payı olan bir değerlendirme mi?
- ABD’deki verileri bilemiyorum. Sanırım internet verilerine dayanıyordur ve doğru olabilir. Bizdeki meseleye gelince, Diyarbakır ile Kırıkkale’deki işsiz sayısının aynı olması, Diyarbakır’da işsizliğin müzmin, Kırıkkale’de ise konjonktürel olduğunu gösterir, ki bu durum Diyarbakır’ın aleyhinedir.

Vedat Türkali: Kürt Sorunu ve Sol (Söyleşi)


Vedat Türkali Kürt Sorunu ve Solu degerlendirdi.''Türkiye Komünist Partisi (TKP) diye bir parti var… TKP, seksen beş yıl öncesinde kuruluşuyla tarihimizde onurlu yer almış ilk gerçek Marksist-Leninist büyük örgüttür! Bunların o tarihsel örgütle ne ilgileri var? “T.KE.P”, Türkiye Kemalist Partisi diye okumak gerek aslında. Kemalist tekerlemeleri yineleyip duruyorlar. Geveledikleri Marksist kimi kavramla her şeyi çözdüklerini sanıyorlar. Açın, programlarına bakın; daha yirminci yüzyılın başlarında, yani Kapitalizmin tekelci finans kapital aşamasına vardığı çağdaki temel, yapı değişikliğinin ayırtında değiller. Bu aşamayı Marksist bilimsel yöntemle doğru biçimde saptayan Lenin’dir. İkide bir kullandıkları “Anti-Emperyalizm”i doğru dürüst anlamadıkları ortada. Kürt sorununa bakışları, yaklaşımları hiçbir ciddi, Marksist-Leninist bilimsel temele dayanmıyor. Adını kaptıkları TKP’nin tarihini bilmiyorlar daha. Mustafa Suphi’nin adını vermekle her şeyi açıkladıklarını sanıyorlar.Bugünlerde bana bu TKP’nin, Kürt sorunuyla ilgili açıklaması getirildi. Tek sözcükle yürekler acısı. Bir dizi adalet, özgürlük, eşitlik, emekçi kardeşliği sözcükleri yan yana dizilmiş. Sıraladıkları, cicili sözlerle süslenmiş, çürük çarpık bir sürü sav. Adalet, kardeşlik, özgürlük, eşitlik, modernleşmek… Yuvarlak sloganlar. Bir sürü soyut doğrular. Ancak, burada salt göz boyamaya, asıl sorunu örtbas etmeğe yarıyor.Tatlı ninniler! Kalpazan Marksist palavraları bunlar. Soldaki gerçek devrimciler, Kemal Okuyan’ların aslında nasıl Maval Okuyan’lar olduklarını nasıl olsa anlayacaklardır. Daha önceleri de söylediğim gibi böyle bir örgüt, gerçek TKP değil; bu kanlı, rezil düzeninin demokrasi olduğu yutturmacasına alet edilmiş, sistemi kem gözlerden (!) koruyan bundan daha uygun bir “kızıl boncuk” kolay kolay bulunabilir mi?'' dedi.

Referandumda hayır-boykot?


Anayasa günlerce tartışıldı mecliste, sonunda anayasa mahkemesi ve oradan da referanduma kadar geldi. Şimdi söz sırası ‘millette’. Son günlerde örgütlerin iç toplantıları sonucu referandum konusunda hayır ve boykot olmakla beraber iki ayrı tavır ortaya çıkmaktadır. ‘Evet’ i hiç ele almıyoruz evetçiler devletin niteliğini ve neo-liberal programla bütünleşme konusunda hem fikirler ancak; burada asıl tartışılması gereken hayır ve boykot arasındaki fark. Neden böyle bir ayrışım oluşmaktadır.
Bundan sonrası için kafa karışıklığı ortaya çıkmakta. Boykot ve Hayır arasındaki farkı anlatabilmek tartışmayı açabilmek için iki soru üzerinde durabiliriz.

Bunlar; 12 Eylül anayasasına karşı çıkmak nasıl olur?

Bugünkü anayasaya nasıl karşı çıkılabilinir?

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Anayasası 1936

madde 1. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, işçilerin ve köylülerin sosyalist devletidir.

madde 2. Toprak sahipleri ve kapitalistlerin alaşağı edilmesinden ve proletarya diktatörlüğünün yaratılmasından doğan ve güç kazanan emekçi halk vekilleri sovyetleri, SSCB'nin siyasal temelini oluşturur.

madde 3. SSCB'de tüm iktidar, emekçi halk vekilleri sovyetleri'nde temsil edilen kent ve kırın emekçi halkına aittir.

madde 4. Sosyalist ekonomik sistem ve üretim araçları ve aletlerinin sosyalist mülkiyeti, kapitalist ekonomik sistemin lağvedilmesi, üretim araçları ve aletlerinin özel mülkiyetinin ortadan kaldırılması ve insanın insan tarafından sömürüsüne son verilmesinin sonucu olup, SSCB'nin ekonomik temelini oluşturur.

madde 5. SSCB'de sosyalist mülkiyet devlet mülkiyeti (tüm halkın mülkiyeti) ya da kooperatif ve kolektif çiftlik mülkiyeti (bir kolektif çiftlik mülkiyeti ya da kooperatif birlik mülkiyeti) şeklindedir.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Karikatürleri

Kapitalizmin sonu mu geldi? Slavoj Zizek



Dünyanın en ünlü Marksistlerinden biri... Adı, yaşayan en önemli filozoflar arasında gösteriliyor... Ve sahnede Elvis Presley gibi devleştiği söyleniyor.
Slovenyalı düşünür Slavoj Zizek'ten bahsediyoruz. Zizek'in son kitabı Living in the End Times, İngiltere'de yayımlandı. "Bitiş Zamanlarında Yaşamak" diye çevirebileceğimiz bu isim, sanki kıyamet habercisi gibi dursa da, aslında kapitalizmin içinde bulunduğu ölümcül krizi ele alıyor.
Peki, Zizek kapitalizmin sonunun geldiğini mi düşünüyor? Yerine ne öneriyor?

Latin Amerika ve sosyal-liberalizmin sonu – James Petras

Güncel dünya bunalımı ve bazı ülkelerin olası toparlanışı, geleneksel ‘ihraç piyasası’ -serbest ticaret-, göreceli fayda doktrinlerinin zayıflıklarını açığa vurdu.
Bu hiçbir yerde son Latin Amerika deneyiminde olduğu kadar açık değildir. Bölge ülkelerinin çoğunda ortaya çıkan son halk ayaklanmalarına ve merkez-sol rejimlerin yükselişine rağmen, dış ekonomik ilişkiler başta olmak üzere, izlenen ekonomik yapılanmalar, stratejiler ve politikalar, öncellerinin ayak izlerini takip etmekten kurtulamadı. Özellikle tarım, maden ve enerji alanındaki ürünlere şiddetli talep ve fiyatlarındaki artışın etkisiyle bir dizi kritik alanda yapılması gereken değişikliklerden vazgeçtiler ve neoliberal seleflerinin politik ve ekonomik miraslarına adapte oldular. Böylece şu an 2008’de başlayan dünya ekonomik durgunluğuna bağlı olarak ciddi sosyal sonuçları olan keskin ekonomik gerilemeyi yaşamaktalar.
Sosyoekonomik krizler önemli dersler sunuyor; yatırım, ticaret alanlarındaki derin yapısal değişikliklerin ve stratejik ekonomik sektörlerin mülkiyetini devralma gibi adımların adil ve istikrarlı bir büyümeyi garantilemek için temel noktalar olduğu düşüncesini güçlendiriyor.

Serbest piyasa, serbest ticaret doktrini: 1990’lar

1970’lerin ortasından itibaren ABD yanlısı askeri ve sivil otoriter rejimlerin iktidara gelişi ve ABD serbest piyasa akademisyenleri ve ABD eğitimli ekonomistlerin rehberliğinde Latin Amerika, serbest piyasa-serbest ticaret politikalarının bir laboratuvarı haline dönüştü. Koruyucu ticaret engelleri düşürüldü veya kaldırıldı, böylece sübvanse edilmiş ABD ve AB tarım ürünleri, yerel tüketim için gıda üreten küçük çiftçileri büyük oranda yok ederek engelsiz bir şekilde ülkelere girebildi.

Referandum’da kim ne diyor...

-Siyasette hesaplar 12 Eylül’de yapılacak referanduma kitlendi. Liderler meydanlara inmeye hazırlanırken saflar da netleşmeye başladı. Meydanlardan önce “evet”çiler, “hayır”cılar, “kararsızlar” ve “boykot” cephesi ortaya çıktı. “Evet” cephesinin başını AKP , “Hayır” cephesinin başını ise CHP çekiyor.

- Siyasette hesaplar 12 Eylül’de yapılacak referanduma kitlendi. Liderler meydanlara inmeye hazırlanırken saflar da netleşmeye başladı. Meydanlardan önce “evet”çiler, “hayır”cılar, “kararsızlar” ve “boykot” cephesi ortaya çıktı. “Evet” cephesinin başını AKP , “Hayır” cephesinin başını ise CHP çekiyor. Sandığa gidecek olan vatandaş Anayasa paketi için oyunu kullanacak.

Halkevleri referandumda "Hayır" diyecek

        Halkevleri Genel Başkanı Birol, hükümetin anayasa değişikliği taslağını "kendi iktidarını ve sermaye iktidarını tahkim girişimi" olarak nitelendiriyor. Halkevleri, "12 Eylül 1980 anayasasına da 12 Eylül 2010 AKP anayasasına da hayır" diyor

       Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) hazırladığı anayasa değişikliği taslağının darbe anayasasının eşitlik ve özgürlükleri kısıtlayan niteliğini değiştirmediği görüşünde. "Bu, AKP'nin programına uygun organları tahkim etmek üzere yaptığı bir düzenleme" diyor.

      "AKP toplumu çok büyük bir kandırmaca ile saflaştırarak kendi iktidarını ve sermaye iktidarını tahkim etme çabasında" diyen Birol'un Bianet'e yaptığı açıklama, özetle şöyle:

Demirtaş: Nijeryalılar 'evet' desin, biz boykot edeceğiz

       Cemil Çiçek’in ‘Nijerya’ya Türkçe öğrettik, Hakkâri’dekine, Diyarbakır’dakine öğretemedik’ sözlerini değerlendiren Demirtaş, ‘’Ne Kenan Evren anayasası ne de Tayyip Erdoğan anayasası, biz halkın anayasasını istiyoruz . Nijeryalılar ‘evet’ desin ama biz ‘evet’ demeyeceğiz” dedi
       Partisini, ‘terörden nemalanmakla’ suçlayan AKP’ye ve Başbakan Erdoğan’a seslenen BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, partilerinin kapatılmasına, üye ve yöneticilerinin tutuklanmasına, katledilmesine, işkence edilmesine işaret ederek, “Nemalanmak buysa, Allah size iki katını versin” diye seslendi.
      BDP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, grup toplantısında yaptığı konuşmada gelişmeleri değerlendirdi. Gerçekleştirmeye başladıkları il başkanları toplantılarında partisinin ve halkın erken seçim dahil anayasa referandumuna hazır olduğunu gördüklerini belirten Demirtaş, “Bugün erken seçim kararı alınsa BDP hariç, iktidar partisi da dahil olmak üzere hiçbir parti örgütlü gücüyle ve motivasyonuyla seçime hazır değildir” dedi.
      Tutuklu 151 BDP’linin 18 Ekim’de duruşmalarının yapılacağını belirten Demirtaş, davada soruşturmanın hukuk skandallarıyla yürütüldüğünü ifade ederek, bu büyük duruşma için yapılan uygun salon hazırlığı ve dört ayrı ilde bulunan tutukluların Diyarbakır’da aynı cezaevinde toplanmaları talebinin Adalet Bakanlığı tarafından kabul edilmediğini söyledi. Demirtaş, “Buradan da anlıyoruz ki bu yargılama şekli bir yargılama olarak başladı. Şekli yargılama olarak da devam edecek. Biz arkadaşlarımızla birlikte o yargılamayı esastan sorgulayacağız. Duruşmaya, Türkiye demokrasisine katkı sunmak isteyen herkese katılmaları için çağrı yapmak istiyoruz. 18 Ekim’de büyük Diyarbakır buluşmasıyla Türkiye’de köhnemiş bu zihniyeti yargılamaya, herkesi bunun tanığı olmaya çağırıyoruz” diye konuştu.

VAVİEN - İZLE

Yapım:2009 ~ Türkiye
Tür:Dram, Gerilim, Gizem, Komedi
Yönetmen:Yağmur Taylan, Durul Taylan
Senaryo:Engin Günaydın
Yapımcı:Müge Kolat
Görüntü Yönetmeni:Gökhan Tiryaki
Müzik:Atilla Özdemiroğlu
Süre:1 saat 40 dk

Celal, karısı ve çocuğuyla mutsuz hayat sürmektedir. Abisi Cemal’le birlikte ortak oldukları elektrik dükkânında da işler pek parlak değildir. Abisiyle tek eğlencesi Samsun’da pavyona gitmektir. Pavyonda çalışan Sibel Ceylan’a olan aşkı Celal’in başına dert açacaktır. Celal’in karısı Sevilay, Almanya’da yaşayan babasının gönderdiği paraları biriktirerek saklamaktadır. Bu paranın kurtuluşu olduğunu düşünerek bir plân yapan Celal’i sürprizler beklemektedir.

SUÇU İŞLEYEN İSRAİL, CEZA İRAN’A KESİLİYOR*

Yazarı: Kourosh Ziabrari ** Çeviri: Nizamettin Karabenk

İran milleti süper güçlerin çifte standart davranışlarına yabancı değildir. İran’ın Doğu ve Batı ile olan ilişkiler tarihi düzenbazlık, iffetsizlik ve sahtekârlıklarla doludur. Son günlerdeki, İran’ın nükleer programı konusunda ABD önerisi, Rusya destekli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin yaptırım kararı, büyük güçlerin İran’a karşı adil ve samimi olmadıklarını gösteren yüzlerce örnekler arasından sadece bir tanesidir.
Uluslararası Topluluk işgal altındaki Gazze ve Batı Şeria’da meşruiyeti olamayan İsrail yönetimi tarafında alçakça, durmak bilmeyen ve acımasızca işlenen cinayetlere tanıklık ederken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) yabancı müdahalesi olmaksızın, sivil amaçlı, yerli nükleer programını geliştirmek istediğinden dolayı, bölgedeki en barışçı ve barışsever İran yönetimine karşı sürekli, adil olmayan, tek taraflı ve haksız yaptırımlar uygulanması yönünde körü körüne karar almıştır.

Marx’ın Yabancılaşma Teorisinin Kavramsal Yapısı Istvan Meszaros

Aşağıda çevirisi sunulan bölüm, Macar sosyal bilimci İstvan Meszaros'un Marx'ın Yabancılaşma Teorisi başlıklı 350 sayfalık kapsamlı araştırmasından alınmışıtır. Meszaros bu araştırmasında, yabancılaşma kavramının kökenlerinden başlayarak, gelişme aşamaları içerisinde incelemiş, genç-Marx, olgun-Marx karşıtlığı üzerinde durmuş ve çağdaş yaşam üzerindeki etkilerini tartışmaya açmıştır.
Meszaros'un kitabı, 1970 yılında İsaac Deutscher Anısına verilen ödülü almış ve bütün batı dillerine çevrilmişti. Marx'ın 1844 Ekonomi Politik ve Felsefe Elyazmaları ile ilgilenenler, Marx'ın Yabancılaşma Teorisi'ni kavramak için önemli bir çaba gerektiğini bilirler. Uzun zamandır elimin altında bulunan bu kitabı evirip çevirirken ben, yayımlanan bu bölüm üzerinde okurlardan gelecek yansımaları da beklediğimi kaydetmek istiyorum. Eğer olumlu yansımalar alırsam kitabı bütünüyle çevirme çabalarımı daha da hızlandıracağım.  Alaattin Bilgi

Ruanda'nın soykırım çocukları


Ruanda'da, yüzbinlerce kişinin öldürüldüğü soykırımın üzerinden 16 yıl geçti. 1994'te hükümet yanlısı Hutu milisler, etnik Tutsileri sistematik olarak öldürmüş; Tutsilerin kökünü kurutmak için kadınlarına tecavüz etmişti. Bugün Ruanda iki toplum arasında barışı tesis etmiş gibi görünüyor. Ancak soykırım yıllarının psikolojik hasarı kolay silinecek gibi değil... Çünkü 1994'te yaşananların, soykırım sonrasında doğan çocuklar üzerinde de etkisi sürüyor.
Tür : Dram / Tarihi
Gösterim Tarihi : 18 Şubat 2011
Yönetmen : Tom Hooper
Senaryo : David Seidler
Yapım : 2010, ABD , 118 dk.

Oyuncular : Colin Firth (6. George) , Helena Bonham Carter (Kraliçe Elizabeth) , Derek Jacobi , Robert Portal , Geoffrey Rush , Paul Trussell , Andrew Havill , Charles Armstrong , Guy Pearce

İngiliz Kraliyet ailesine konuk olmaya hazır mısınız?
Babası 5.George'un ölümü ardından, ‘Bertie’ lakaplı Albert Frederick Arthur George, tarihin bildiği adıyla Kral George VI, mecburen Krallık makamını devralır. Zira, ağabeyi Edward, Amerikalı Wallis Simpson ile beraber olmak için tahttan feragat etmiştir. Fakat yeni kralın aşması gereken ciddi bir hitabet problemi vardır: Albert, İngiliz halkına konuşmak yapmak için çocukluğundan beri başına dert olan kekemeliği yenmek zorundadır.
Bu noktada Albert'i halkına ve Kraliyet makamına hazırlamak için Avustralyalı, 'çılgın' konuşma terapisti Lionel Logue devreye girer...
Gösterildiği festivallerde beğeni toplayan film, 2010 İngiliz Bağımsız Film Ödülleri'nde En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Erkek ve Kadın Yardımcı Oyuncu, En İyi Senaryo ve En İyi Film dahil olmak üzere 5 ödülle uzandı.

Ayetullah Fadlallah'ın mirası

Jim Muir
BBC, Beyrut

Önde gelen Lübnanlı Şii dini otorite Büyük Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah'ın ölümü, İslam ve Arap dünyalarında olduğu kadar Batı'da da yankı buldu. Ancak çok farklı nedenlerle.Fadlallah Lübnan'da büyük saygı görüyordu Batı'daki çoğu kimse için Seyid Fadlallah'ın adı, 1980'lerin başında Lübnan'daki Amerikan varlığına karşı girişilen şiddet olaylarıyla birlikte anılıyor.Ancak Lübnan'da ve genel olarak bölgedeki Şii toplumunda Fadlallah’ın ölümü, fetvaları ve buyruklarıyla 'merci-i taklit' seviyesine yükselen ruhani bir devin vefatı olarak görülüyor ve arkasından yas tutuluyor.Ayetullah, arkasında uzun süre ismini yaşatacak 40'tan fazla kitap ve İslami esere ek olarak, hayır kurumları ve dini okullar bıraktı. Şii dünyasındaki şüphe götürmez nüfuzu, Irak'ta, Körfez Bölgesi'nde ve görülüyordu. Ancak büyük itibarı, Sünni ağırlıklı Arap Birliği'nin Genel Sekreteri Amr Musa ve Lübnan'ın Sünni Cumhurbaşkanı Saad Hariri gibi isimlerin başsağlığı mesajlarında daha iyi görülüyor. Musa, Fadlallah'ı 'bir vatansever ve uzlaştırıcı' , Hariri ise 'Ölçülülüğün sesi ve birliğin savunucusu' diye tanımladı. Fadlallah Şii öğretisinin iki önemli merkezi İran ve Irak'takilerle eşit düzeyde bulunan Lübnan'daki tek Büyük Ayetullahtı. Yeri kolay doldurulamayacağı için, Lübnan böyle bir isim daha yetiştirene dek Şiilerin ruhani rehberlik için yüzünü döndüğü yerlerden biri olma özelliğini kaybedecek.

Meksika Körfezi'ndeki çevre felaketinin boyutlarına dair..

Haziran ayı, en iyimser olanlarımızı bile biraz ürkütecek nitelikte bir yığın olayla lebalep doluydu doğrusu. Bunlardan en önemlisi Meksika Körfezi’ndeki büyük kirlenme krizinin süregitmesiydi. O, açık ara öndeydi. Okyanusun dibindeki delikten dünyanın kanı, olanca dehşeti ve müstehcenliği ile fışkırmaya Haziran boyunca devam etti. Öyle anlaşılıyor ki, gelecek Temmuz’da da devam edecek. Ondan sonraki temmuzlarda da. Hatta belki de dünyanın bütün temmuzlarında da... Yeryüzünün bu ağır “kanama”sının nasıl ve ne zaman durdurulabileceği hakkında kimsenin en ufak bir fikri yok çünkü.

Fikrimizin net olduğu tek bir konu varsa, o da şu: yeryüzünde insanların gördüğü veya duyduğu en büyük felakete doğru gidiyoruz. Ve gene öyle anlaşılıyor ki, lav gibi fışkıran petrolün bir şekilde hızla durdurulamaması halinde, Meksika Körfezi bütünüyle mahvolacak. Suyun altındaki ve üstündeki yaban hayatı ve karadaki tüm kadim kültürleriyle birlikte... Dünyadaki dokuzuncu büyük su kütlesi olan ve Akdeniz’in yaklaşık üçte ikisi büyüklüğünde, bağrında da yeryüzünün en müthiş hayat çeşitliliklerinden birini barındıran bir bölgeden bahsediyoruz.

TAKVA - İZLE

Yapım:2006 ~ Türkiye
Tür:Dram
Yönetmen:Özer Kızıltan
Senaryo:Önder Çakar
Yapımcı:Fatih Akın, Andreas Thiel, Sevil Demirci, Klaus Maeck
Görüntü Yönetmeni:Soykut Turan M
üzik:Gökçe Akçelik
Süre:1 saat 36 dk

Geleneksel bir İstanbul mahallesinde doğmuş olan Muharrem 30 yılı aşkın bir süredir aynı mahallede yaşamaktadır. Sade bir işi vardır. Mütevazi ve içe dönük bir kişi olan Muharrem gece gündüz ibadet ederek, cinsellikten uzak, en sert İslami akidelere sıkı sıkıya bağlı bir yaşam sürdürmektedir. Muharrem'in koyu dindarlığı, varlıklı ve güçlü bir tarikat şeyhinin dikkatini çeker. Onun alkışlanası güvenilirliği ve vicdani zenginliği, bu şeyhin kendisine tarikatın sahip olduğu sayısız mülkün kira toplayıcısı olarak çalışacağı idari bir görev teklif etmesine yol açar. Yeni giysiler, cep telefonu ve bilgisayarla donatılmış Muharrem, şimdi uzun zamandır uzağında kalmayı başardığı modern dış dünyanın içindedir. Saf bakışları kısa zamanda içki tüketimi ve hayır konularına karşı gösterilen çelişkili davranışlara şahit olur. Muharrem, artık tahakküm eden ve mağrur bir kişi olmuştur. Çalıştığı yerde elinde olmadan bir yolsuzluk yapar. Daha da kötüsü, Muharrem'in iç huzuru gitgide bir işkence haline gelen, gece gündüz kendisini rüyalarında cezbeden baştan çıkarıcı bir kadının görüntüsü ile allak bullak olur. Muharrem yaşamını dünyevi ve manevi değerleri birbirlerinden ayırabilme üzerine kurmuştur. Ama kendini adadığı değerler birbir yıkılmaktadır. Allah korkusu akli dengesini zedelemeye başlamıştır

KUTSAL YÜREK - İZLE

Yönetmen : Ferzan Ozpetek
Senaryo : Ferzan Ozpetek, Gianni Romoli
Oyuncular : Barbora Bobulova, Andrea Di Stefano, Lisa Gastoni, Massimo Poggio, Camille Dugay Comencini
Filmin Türü : Drama
Orijinal Adı : Cuore Sacro
Yapımcı Firma : Warner Bros
Yapım Yılı : 2005
Yapım Ülkesi : İtalya
Orijinal Dili : İtalyanca
Filmin Süresi : 120 dakika

Filmin baş kahramanı Irene’nin iç dünyasına yaptığı ve kendisini keşfetmesiyle sonuçlanan yolculuk, eski aile evini satışa çıkarma kararıyla başlar. Aileye ait tarihi binanın boşaltılması emrini çıkartan İrene, bu vesile ile, o daha küçükken esrarengiz bir şekilde yaşamını yitiren annesi Adriana’ya ait odanın 30 yıldır hiç bozulmadan, sanki hala annesi içinde yaşıyormuş gibi muhafaza edildiğini görür. Benny adlı bir kız çocuğu ile tanışması ve annesinin hayali, İrene’de büyük değişikliğe yol açacak bir iç çatışmaya neden olur, ve bunun sonucu olarak kendini keşfedeceği bir iç yolculuk başlar. Geçmişin anıları içinde günümüze dair sorularla karşılaşan İrene, bu sorulara cevap ararken İtalya’nın yoksul yüzüyle de tanışır.

Özyönetimci Hareketlerden Özyönetimci Kentlere --- Tom Wetzel

           20. Yüzyıl’ın başlarında radikal işyeri aktivistleri, sıradan işçiler tarafından öz-yönetilen işyeri örgütlerini veya sendikaları kurup üretimi kontrol eden patronlarına meydan okurken, “eski toplumun kabuğu içerisinde yenisini” inşa ettiklerini söylüyorlardı. Sendikanın veya örgütün sıradan işçiler tarafından öz-yönetilmesini, işçilerin pazar dışı, kapitalizm sonrası bir toplumda üretimi yöneteceği taban oluşumlarının ilk belirtisi olarak görüyorlardı.
          Buradaki varsayıma göre özyönetim, yaşantımızı kontrol edebilmek, kendimizi etkileyen kararlar üzerinde söz sahibi olmak, kapitalizm sonrası toplum vizyonumuzun merkezinde yer almalıdır.
Fakat özyönetim, yalnızca bizim çalışma üzerindeki kontrolümüz ve üretim alanı için değil, tüketim alanı için de önemlidir. Nasıl konutlarda yaşamak istiyoruz? Mahallelerimizde hangi hizmetlerin bulunmasını istiyoruz? Kent yerleşim planının nasıl olmasını istiyoruz? Hangi ürünlerin üretilmesini istiyoruz? Ekonomik vizyonumuzun, kendilerini etkileyen tüketim kararları hakkında insanlara söz hakkı verecek araçlara ihtiyacı var.
Bu fikir, özyönetimin yapı taşları olarak hem işçi konseylerini hem de tüketici konseylerini öneren katılımcı ekonomi vizyonunda yer almaktadır. Katılımcı ekonomi kentler için, taşımacılık altyapısının planlanmasında, diğer altyapı işlerinde ve barınma, çocuk bakımı ve sağlık hizmetleri gibi toplumsal ihtiyaçların karşılanmasında yatay, öz-yönetilen bir bölgeciliğin olanaklarını araştırmaktadır.
        

LCD ve Plazma Arasındaki Farklar ; LCD mi ? Plazma mı ?

LCD nedir ?


LCD Likit kristal yani 1888 yılında bitkibilimci Fredreich Rheinizer ‘ın keşfettiği yarı sıvı yarı katı bir likit maddedir. 60 lı yıllardan sonra bu maddeye dışarıdan elektrik verilerek likit kristallerin üzerlerine verilen ışığın özelliğini değiştirdiğini buldular. Yani bu maddeye elektrik akımı verildiğinde ışık değişebilmekteydi. Sonradan TFT LCD olarak iki cam tabaka arasına bu maddeyi yerleştirerek ekranlar üretilmeye başlandı. Ör: Notebook ekranları ikicam arasındaki bu madde elektrik akımları sayesinde verilen voltajın şiddeti değiştirilerek likit kristallerin kutup değiştirmesi ve bu sayede ışığın şiddeti değiştirilerek gözümüze parlak renkler sunan ekranlar oluştu.
LCD ler parlak renkler verirler yani kaliteli görüntü elde edebiliyorsunuz hatta doğal bir resme LCD de baktığınızda renkler daha parlak olduğu için gözümüze daha canlı görünmektedir. LCD ler bu saydığım bu likit kristal özellikleri sayesinde titreşimde yapmazlar. Yalnız CRT monitörlere ( Eski teknoloji tüplü ekranlar TV ler) tepkime süreleri daha azdır.

ÇORUM KATLİAMI

           Çorum katliamı, ülke genelinde işlenen siyasal cinayetlerden, okul işgallerinden, Malatya, Kahramanmaraş, Gazi katliamla-rından soyutlanarak; sağ-sol grupların çatışmasıyla değerlendirilemez. Bu katliamın, emperyalist güçler ve ülkemizdeki işbirlikçilerin ortak planlarıdır, eylemleridir.
          Genellikle etnik ve mezhep topluluk-larının iç içe yaşadığı Doğu, İç ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde gelişen toplumsal muhalefeti baskı ve katliamlarla susturmak, solcu ve Alevileri göçe zorlamayı amaçlamaktadır. Çorum katliamı bu planın bir halkası ve uzantısıdır.

Katliamın Ön Hazırlıkları: MHP ve MSP’nin dışarıda desteklediği Süleyman DEMİREL’in azınlık hükümeti, ırkçı-şeriatçı örgütleri korumuş, eylemlerine göz yumulmuştur. Ayrıca yansız görevini sürdüren Çorum Emniyet Müdürü Hasan UYAR görevinden alınarak, yerine Tunceli’de bir çok olaya adı karışan Nail BOZKURT, Milli Eğitim Müdürlüğü’ne MHP’nin militanı olarak tanınan Fethi KATAR getirilmiştir. Yine sağ görüşlü ve taraflı (AP iktidarında İçişleri Bakanlığı yapmış, zehir hafiye diye tanınan Faruk SUKAN’ın bacanağı) Rafet ÜÇELLİ’de Çorum valiliğine atanmıştır. Demokrat olarak bilinen 40’a yakın polis memuru tel emriyle başka illere ataması yapıldı. Bir çok okul yöneticisi ve demokrat öğretmenin, memurun sürgünü ve yer değişimi yapıldı. Devletin bir çok kurum, faşistlerin karargahı haline getirildi. MHP’lilere ruhsatlı silah verilmeye başlandı. Buna karşın, Çorum emniyetinde görevli sağcı ve ırkçı bilinen bir çok polisin başka illere ataması çıkarılmışken, ilişkileri kesilmeden Çorum’da görevlerinin sürdürdüler.
ABD’nin Türkiye Büyük Elçiliği’nde görevli Robert ALEXANDIR PECK (CIA görevlisi olarak tanınır)
Çorum’a gider. Çorum’da MHP’li il yöneticileriyle, vali ve CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’yla görüşür, MHP’nin etkin olduğu köy ve ilçeler, ???Alevi-Sünni??? hakkında bilgi edinmeye çalışır. Çorum’dan sonra Amasya ve Tokat’a gider. Amasya’da Alevi-Sünni, sağ-sol çatışması üzerine sorular sorar, ne zaman ve hangi ölçüdebir çatışma çıkabileceği hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu. (1)

300 bin mevsimlik işçi gözaltında

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın valiliklere gönderdiği genelge mevsimlik Kürt tarım işçilerine yönelik ırkçı uygulamalar içeriyor. Genelgeye göre mevsimlik işçiler sürekli gözetim halinde tutulacak, yerel yöneticiler ve muhtarlar işçilerin hareketlerini düzenli olarak polise bildirecek

Son dönemde artan çatışmaların Karadeniz'e de sıçraması nedeniyle, bölgede çalışan mevsimlik Kürt tarım işçileri suçlanmış, 31 Mart'ta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın illere gönderdiği genelgenin ardından Kürt işçilerinin Karadeniz'e alınmaması, Gürcistan'dan işçi getirilmesi gibi konular gündeme gelmişti.

İSYANIN KARİKATÜRLERİ

Kürtçe ‘Dido’ söylemek zamanı…

Geldi bir kara duman
Dağların arasına
Kaderim de benziyor
Dumanın karasına”
                             Karmate Nani albümünden

“Doğu ve Güneydoğu’dan yaz sezonunda Karadeniz’e fındık toplamaya gidenler için bu umut kapısı da kapandı. Karadeniz bölgesinde fındık toplamak için bu yıl Gürcistan’dan işçi getirilecek. Bunun dışında Güneydoğu’dan giden işçiler olursa kimik bilgileri önceden valiliklere bildirilecek.”    BİRGÜN 10.06.2010

Geçtiğimiz günlerde okudum bu haberle başım öne eğildi, üzerime “Kara bir Duman” çöktü. Haber kısa, öz ve netti. Karadeniz’in kapıları fındık toplamaya gelen işçilere Kürtlüklerinden dolayı kapatılıyordu. Gerekçe; güvenlik vb…Karadenizliyim ben. 8 dönümlük bir bahçede, 1 tondan az fındık üreten bir ailenin kızı olarak tanırım, fındık toplayan işçileri ve bilirim 3 kuruş yevmiye için, insanlıktan uzak çalışma koşullarını. Kendi soframızdan tanırım, o 12 saat aralıksız çalışan insanların gözlerine yansıyan yoksulluğu ve öteki olmayı. Hümanizmin ağır bastığı ailemin kurulan ortak sofralarında, çoğu zaman unutuldu öteki olmanın ağırlığı elbet. Ama öğrendim ki babam da -son iki yıldır olduğu gibi- Gürcistan’dan getirecekmiş işçileri. Gerekçe ‘onlar bizim tarihsel akrabalarımız; aynı dili konuşuyoruz, kültürümüz aynı’. Ya Kürtler kim?

Başkan Chavez ve FARC: Devlet ve Devrim

Venezüella Başkanı Chavez, Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri FARC’a yürüttükleri silahlı mücadeleyi bırakmaları çağrısı yapıp ‘gerilla savaşının tarih olduğunu’ ilan ettiğinde, geçmişte birçok devrimci önderin geçtiği yolu izliyordu.

1920′lerin başında Lenin, yeni oluşmaya başlayan Türk komünistlerini, Atatürk’ü desteklemek üzere devrimci bağımsızlıklarını feda etmeye zorladı; takipçisi Joseph Stalin, Çin komünistlerini devrimci hareketlerini Çan Kay Şek öncülüğündeki milliyetçi partiye bağlamaya teşvik etti. Mao Zedung, Endonezya Komünist Partisi’nin, milliyetçi lider General Sukarno’nun öncülüğüne boyun eğdiği koalisyonlara öncelik verdi.

1954’te Cenevre’deki Fransız-Çinhindi Barış Anlaşmaları sırasında, Ho Şi Min ülkenin bölünmesini kabul etti ve Güney Vietnamlı komünistleri gerilla savaşına sona vermeye ve seçim yoluyla ülkeyi yeniden birleştirmek için çalışmaya zorladı. Yeni binyılda Fidel Castro, ‘silahlı mücadelenin’ artık geçmişte kaldığını ve mevcut koşullarda, gündemin ön sırasında yeni siyasi mücadele biçimleri olduğunu belirtti.