Dünya Kadın Ozanları Seçkisi - DİNLE

Albümde, dünyanın dört bir yanindan kadın ozanların en güzel ürünlerinden yapılan seçki "global divas/dunya kadın ozanları" albumünde bir araya getirilmis. albümde, dünyanın en iyi kadın seslerinden biri olarak kabul edilen Lübnanlı sanatçı Feyruz'dan Rebetika müziklerinin unutulmaz yorumcu ve bestecilerinden Roza Ezkenazi 'ye, Güney Afrika müziği dendiginde ilk akla gelen isimlerden Miriam Makeba'dan Latin Amerika 'nın en iyi seslerinden biri olan Mercedes Sosa'ya, yaşayan en büyük kadın flemenko şarkıcılarından Ilan Carmen Linares'e kadar farklı sanatçıların ürünleri yer alıyor.
Kadın ozanların en güzel ürünlerinden yapılan seçki ''Global Divas/Dünya Kadın Ozanları'' albümünde bir araya getirilerek üç CD olarak çıkan çalışmanın ilk CD sini  online olarak dinleyebilirsiniz.

Psikolojik ve Ahlâkî Bir Sorun Olarak İtaatsizlik | Erich Fromm

Yüzyıllardan beri krallar, rahipler, feodal beyler, sanayi patronları ve ana-babalar itaatin bir erdem ve itaatsizliğin de kötü bir huy olduğunda ısrar edegelmişlerdir. Farklı bir bakış açısı ortaya koymak için, bu tavrın karşısına şu ifadeyi koyalım: İnsanlık tarihi, bir itaatsizlik eylemi ile başladı ve bir itaat eylemi ile sona erdirileceği hiç de ihtimal dışı değildir.

İbranî ve Yunan efsanelerine göre insanlık tarihi bir itaatsizlik eylemi ile başladı. Adem ile Havva, Aden cennetinde yaşadıkları sırada doğanın parçasıydılar; onunla uyum halindeydiler, ancak onu aşarak ötesine geçemediler. Onların doğanın içinde oluşları, ceninin ana rahminde oluşu gibiydi. İnsandılar, ama aynı zamanda henüz insan değildiler. Ne zamanki bir buyruğa karşı geldiler, herşey değişti. Toprak ve ana ile bağı koparıp, göbek bağını kesmekle, insan insanöncesi uyumdan sıyrıldı ve bağımsızlık ile özgürlüğe ilk adımı atabildi. Boyun eğmeme hareketi Adem'le Havva'yı özgür kıldı ve gözlerini açtı. Birbirlerini bir yabancı olarak ve kendileri dışındaki dünyayı da yabancı, hattâ düşman olarak algıladılar. İtaatsizlik eylemleri, doğa ile ilksel bağlarını kopardı ve onları ayrı bireyler haline getirdi. "İlk günah", insanı bozmak şöyle dursun, onu azat etti ve tarihin başlangıcı oldu. Kendi yeteneklerine güvenmek ve tümüyle insan olmayı öğrenmek için, insan Aden Cenneti'ni terketmek zorundaydı.

Fasulye - İZLE

Yönetmen : Bora Tekay
Senaryo : Haluk Özenç
Görüntü Yönetmeni : Mehmet Zengin
Müzik : Erdem Helvacıoğlu
Yapım : 1999, Türkiye , 105 dk.
Oyuncular : Selim Erdoğan , Elvin Beşikçioğlu , Bülent Kayabaş , Taner Barlas

Köydeki emeklilerin vergi iade zarflarını şehire götürme görevi Genç'e verilmiştir. Saf ve iyi niyetli Genç vasıta ararken kendisini, bir işin hemen sonrasında ücretini almak üzere buluşma noktasına giden ünlü bir kiralık katilin arabasında bulur.
Katil'i bu son iş için görevlendiren İşadamı'nın ödemesini taşıyan Kurye buluşmaya gelmez ve Genç kendisini Katil ile İşadamı arasında çıkan büyük bir anlaşmazlığın içinde bulur. Kendisini ait olmadığı bu denklemden kurtarmasına karşın, kaçışı Genç'i daha da şüpheli bir konuma sokar. Genç, bir anda herkesin aradığı adam olmuş, kovalamaca başlamıştır. Bu arada babasının dağ evine tatile giden genç ve güzel televizyon muhabiri Kız da rastlantı sonucu olaylara karışır. Sonuçta İşadamı, Katil, Kurye, muhabir Kız, köylü Genç ve muhabir Kız'ın hiçbirşeyden haberi olmayan Baba'sı ile Kızkardeş'i, Baba'nın dağ evinde bir araya gelirler. Çok geçmeden dağ evinin sakin ortamının yerini gergin yüzleşmeler, komik yanlış anlamalar ve kovalamacalar alır.

Umursama Kapasitesi - Mira Fong



“Başka bir varlığı onun sorunlarını kendi sorunlarıymış gibi sahiplenecek denli umursamak, kişinin gerçek etik gelişiminin başlangıcıdır.” Felix Adler
Yoldaki nice insan gibi benim yolculuğum da anlam arayışı yolunda sürüp giden bir macera. 60’lardan 90’lara dek içinde nükleer karşıtı ve feminist hareketlerin, çevre ve hayvan özgürlüğü hareketlerinin de bulunduğu bir dizi toplumsal reform meydana geldi- bunlar daha az ayrıcalığı bulunan gruplara yönelik adalet ve eşitlik taleplerinin bir uzantısıydı.

Çoğu insan için ruhsal bir hayat yaşamak deyince akla meditasyon, yoga pratikleri ve kutsal metinlerin incelenmesi geliyor, tabii bunlara bir takım ezoterik öğretiler de dahil. Ayrıca insanların sağlığına ve refahına işaret eden kadim iyileşme sistemlerinin yeniden revaçta olduğunu görüyoruz. Bu tür odaklanmalar bir anlamda egoları şişiren ruhsal bir materyalizme dönüşüyor, gerçek ruhsal tesellimiz olan dünyayla değil de fiziksel benliğin iyileşmesine yoğunlaşıyor.

Suriye´de isyan -Alain Gresh

Arap isyanlarının dışında kalan son ülkelerden biri daha bu isyanlardan etkilenmeye başladı. Libya rejimine karşı hareket geçen devletlerin aldırışsızlığının sürdüğü, Bahreyn´de bu hareketleri bastırma eylemlerinin güçlendiği (ben bu arada bugüne dek hiçbir medyanın değinmediği bir şeye, Bahreyn halkıyla dayanışmaya çağrı yapıyorum), Yemen´de sonuç almak için uğraşıldığı, Ürdün´de gösterilerin arttığı ve sertleştiği bir dönemde, sıra Suriye´ye geldi. Ciddi çatışmalar yalnızca ülkenin güneyindeki Dera kentinde yaşanmıyor; ülkenin çeşitli yerlerine de yayılmış durumda ve onlarca ölü var.

Her şey Dera´da kent duvarlarına yönetim aleyhine slogan yazan birkaç çocuğun tutuklanmasıyla başladı. Çocuklarının serbest bırakılması için koşup gelen anneler polisle karşı karşıya kaldı, bazıları tutuklandı ve görgü tanıklarının ifadelerine göre saçları kesildi. Bu kıvılcım otları tutuşturdu, çünkü otlar iyice kurumuştu.

En iyi Suriye gözlemcilerinden biri olan Joshua Landis, Syria Comment adlı sitesinde şunları yazdı (“Derea: The Government Takes off its Gloves: 15 killed”, 23 Mart 2011): “Dera çok yoksul bir Sünni Müslüman kenti. Suriye için sorun olan her şey bu kentte toplanmış durumda: iflas etmek üzere olan bir ekonomi, aşırı bir nüfus artışı, kötü bir yönetim ve otoriter güvenlik güçleri.”

Suriye örneği özel de olsa (her ülke örneğinin özel olması gibi) bu sorunlar, Arap dünyasının diğer yerlerinde yaşanan sorunlardan çok farklı değil. Ama burada mezhep sorunu, tüm sorunların en endişe verici boyutunu oluşturuyor: nüfusun yüzde 60´ı Sünni ve yüzde 10´u Hıristiyan olmasına karşın ülke Alevi bir azınlık tarafından yönetiliyor -rejim Sünni Şam burjuvazisiyle sıkı bir ittifak kurmuş olsa da. Bu arada bir bölümü Suriye uyruklu olmayan önemli bir Kürt azınlığını da unutmamak gerek.

Landis, Dera´daki gösterilerde şu noktaların altını çiziyor:

Yükseköğretimde Paragöz Niyetler - Mustafa Sönmez

Birçok alanda olduğu gibi eğitimde de fırsat eşitsizliği dağ gibi. İlköğrenimi zar zor bitirenin ortaöğrenimi, ortaöğrenimi bitirenin ise yükseköğretimi sürdürmesi, engelli koşuya benziyor. Dökülen dökülene. Sonuçta, üniversite çağındaki gençlerden kapağı üniversiteye atmış olanların oranı yüzde 36 gibi duruyor. Ama, burada soluklanıp bunun ne menem bir oran olduğunu sorgulamak gerek.

AKP iktidarı, üniversite sınav kapılarındaki yığılmanın dudak uçuklatıcı boyutlara ulaştığını ve ailelerin isyanını görünce çala kalem onlarca üniversite açtı, şirketler vakıf üniversitesi kursun diye de her tür tavizi bol keseden saçtı. Sonuçta, 2006-2010 döneminde 49 yeni devlet üniversitesi, 2007-2010 döneminde ise 25 yeni vakıf üniversitesi kuruldu. Böylece, eskiden her ile bir çimento, bir şeker fabrikası popülizminin yerini, her ile bir üniversite aldı ve 102’si devlet , 51’ i vakıf olmak üzere toplam üniversite sayısı 153’e ulaşan bir görüntüye ulaşıldı.

Yükseköğrenimdeki çapaçulluk, yükseköğretim kontenjanlarının artırılması ile sürdü. 2008, 2009 ve 2010 yıllarında örgün yükseköğretim kontenjanları, bir önceki yıla göre sırasıyla yüzde 28,1, yüzde 16,6 ve yüzde 11,8 oranlarında artırıldı ve 2010 yılında 672 bine ulaşıldı.

Farid Farjad ( SEÇKİLERİ ) - DİNLE

Farid Farjad (Farsça: فرید فرجاد), Fars asıllı ABD vatandaşı keman virtüözü. "Kemanı ağlatan adam" olarak bilinir ve dünyanın en iyi keman virtüözlerinden birisi olarak kabul edilir.
8 yaşından beri keman çalan İranlı bir müzisyen olan Farjad, 1938 yılında Tahran’da doğmuştur. 1966 yılında, Tahran Müzik Konservatuarı'nda klasik müzik üzerine master yapmış, bundan sonraki adımında Tahran Senfoni Orkestrası'nda önemli görevler üstlenmiştir. Fars Halk Müziği birikimine sahip olan Farjad, keman ile Klasik Batı müziği üzerinde de çalışmalarda bulunmuştur. Bu çalışmaları Fars müziğinin gelişmesinde önemli bir yer tutmuştur.
Farjad’ın, yalnızca piyano ve keman kullanarak oluşturduğu Anroozha (O Günler) isminde beş albümden oluşan bir albüm serisi bulunmaktadır. Ayrıca Golha Orkestrası adlı kolektif iki albüm de sanatçının eserleri arasındadır. Bu albümlerde Farjad, kendi deyimiyle doğadaki hüznü notalara dökmüştür. Albümlerinin bu yönde oluşmasının sebeplerinden birisi olarak devrimden sonra ülkesinden uzaklaşması ve ülkesinden uzakta yaşamak zorunda kalmasını göstermiştir.

On'lara Yakılan Türküler - DİNLE

12 Mart 1971 askeri darbesi sonrası yakalanan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın idamlarını engellemek için NATO dinlenme üssündeki görevlilerin kaçırılması kararını Mahir Çayan ve arkadaşları 25-26 Mart 1972'de verdiler. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) kurucularında Mahir :ayan, Dev- Genç MYK üyesi Hüdai Arıkan, Dev-Genç Başkanı Ertuğrul Kürkçi, THKO militanı Cihan Alptekin, Fatsalı şöför Nihat Yılmaz, Fatsalı öğretmen Ertan Saruhan ve Ünyeli çiftçi Ahmet Atasoy kaçırdıkları iki İngiliz ve bir Kanadalı askeride yanlarına alarak Dev-Genç Genel Sekreteri Sinan Kazım Özüdoğru, SBF Öğrenci Derneği yöneticisi Sabahattin Kurt, THKO militanı Ömer Ayna ve ''Hava Kuvvetleri Proleter  Devrimci Örgütü'' kurucusu olarak aranan üstteğmen Saffet Alp'in daha önceden yerleştikleri Tokat'ın Niksar İlçesi, Kızıldere Köyü'ne geçtiler. 30 Mart sabahı elde ettikleri istibaratla köy civarındaki ağıllara varan güvenlik güçleri bilgi almak için köy muhtarının evine gittiler. Muhtar önceden hazırladığı ihbar mektubunu vererek, arananların evinde olduğunu bildirdi. Etrafları sarılan Mahir Çayan ve arkadaşları teslim olmayı reddettiler. makinalı tüfekler, havan topları ve bombalarla yapılan saldırı sonucu on devrimci hayatlarını kaybetmişti. Olay tarihe ''Kızıldere Katliamı'' olarak geçti. '' Kızıldere'' devrimci hareketin dönüm noktası olmuştur.
ON'LARA yakılan türküleri sizinle paylaşıyoruz.

ARK (Animasyon) - İZLE

Yönetmen: Grzegorz Jonkajtys
Süre : 7 Dakika 31 Saniye
Bilinmeyen bir virüs insan ırkını yok eder. Kalan bir avuç insan da büyük gemilere binip daha önce insanoğlunun yaşamadığı bir kara parçası aramak üzere denize açılır. Sin City, Terminator, Star Trek,Blade, Hellboy gibi filmlerde yer alan başarılı görsel efekt uzmanı Grehorz Jonkajtys’ten şaşırtıcı bir kısa film.
Ödüller
ANIMANIMA INTERNATIONAL FILM FESTIVAL (2007, Serbia): Award for the Best Directing
AUSTRALIAN EFFECTS AND ANIMATION FESTIVAL (2007, Australia): Winner – Short Film
BUDAPEST SHORT FILM FESTIVAL (2007, Hungary): Best Animation
CRACOW FILM FESTIVAL (2007, Poland): Silver Hobby-Horse, Best Animated Film
KYIV INTERNATIONAL FILM FESTIVAL MOLODIST (2007, Ukraine): Best Short Film
PRIX ARS ELECTRONICA (2007, Austria): Award of Distinction
SIGGRAPH (2007, USA): Best of Show Award
TEHRAN INTERNATIONAL SHORTFILM FESTIVAL (2007, Iran): Best Experimental Award
TIRANA INTERNATIONAL FILM FESTIVAL (2007, Albania): Best Animation
TOKYO INTERNATIONAL ANIME FAIR (2008, Japan): Notable Entry Prize
VIEW CONFERENCE (2007, Italy): Best 3D Short

MERALAR BETON OLUYOR! / Mustafa KAYMAKÇI*

25 Şubat 2011 tarihli Resmi Gazete’de “Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik” kaşla göz arasında çıkıverdi. Yeni yönetmelik ile 31 Temmuz 1998 tarihli “Mera Yönetmeliği”’ne göre çok önemli, ancak meralarımızın korunması ve geliştirilmesi açısından olumsuz değişiklikler getirildi.
Yapılan değişiklik, aslında yetersiz olan meralarımızı amaç dışı kullanmaya açacak ve meralarımız beton olacak. Durum, salt hayvan yetiştiricilerimiz için değil, bütün yurttaşlar açısından da yaşamsal önem taşıyor.
Meralar neden önemli?
Meralar, zengin bitki çeşidine sahip bitki örtüleridir. Toprak ve su varlığını erozyona karşı korurlar. Bunların yanında hayvanlar için en ucuz ve en sağlıklı kaba yem(ot) kaynağıdırlar. Nedeni şudur; Hayvanlar meradan uzaklaştıkça etleri ve sütlerindeki yağ asitleri, damar tıkayıcı bir niteliğe dönüşür, aynı zamanda antioksidan özelliklerini yitirir. Kısaca, meralar bir ülkenin en önemli doğal kaynakları arasındadır.
Türkiye Meraları, son elli yıldır 41 milyon hektardan 13 milyon hektara düşmüştür. Bu düşüşte bir kısmının tarımsal alana çevrilmesi, bir kısmının da orman alanları içine alınması rol oynamıştır. Geriye kalan meralar ise artan otlatma baskısı nedeniyle verim düzeylerini ve kendini sürdürme yeteneğini yitirmeye yüz tutmuştur.

Nasıl Anlatayım Hasretim Seni / Kadri Karagöz - DİNLE

Zazaca'nın sinema da ilk kez kullanıldığı Duvar filminin müziklerini yapmıştır. Kadri Karagöz'ün 'Haydêrê' türküsü filmin unutulmazları arasındadır.
1 - Atladım Girdim Bağa / 2 - Bir Nefescik
3 - Bizim Dönüş Ne Zaman / 4 - Bizim Eller
5- Burçak Tarlası
6 - Daldalan Barı  / 7 - Munzur
8 - Nasıl Anlatayım Hasretim Seni
9 - Türkülermiz / 10 - Uçtu Havalandı / 11 - Uzakcıl
12 - Yarin Bahçasına 13- Yurtta Göç Başladı



Bir direniş ve dayanışma destanı

30 Mart Kızıldere Katliamı’nda yaşamını yitiren devrimciler bu yıl Taksim’de düzenlenecek ortak ve kitlesel bir eylemle anılacak. On’lar, bir direniş ve dayanışma destanı yazmakla kalmayıp, Türkiye sosyalist hareketinin üzerinde yükseldiği bir teorik-pratik miras bırakmıştı. Çarşamba gübü 12.30’da gerçekleştirilecek olan eylem, bu mirasa yönelik saldırılara karşı birlikte yanıt verme çağrısıyla örgütleniyor.


Birde çoğuz çokta biriz
Ne evveliz, ne ahiriz
Cümlemiz birer Mahiriz
Kanımıza kan isteriz

Kızıldere doymaz kana
Kan yaraşır mert olana
Faşistler kıydı Cihana
Canımıza can isteriz


(Kızıldere Katliamı sonrasında yakılan bir ağıttan)
30 Mart 1972’de, on devrimci, Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy, Niksar’ın Kızıldere köyünde kuşatıldıkları kerpiç bir evde vahşice öldürüldü.
30 Kasım 1971’de Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçan Mahir Çayan’ın önderlik ettiği Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) savaşçıları, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) savaşçıları Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamını engellemek için NATO’nun Ünye Radar Üssü’nde görevli 3 teknisyeni kaçırmışlardı.

Gittikçe mükemmelleşen insan diye bir şey yoktur | Arthur Schopenhauer

İnsanın yavaş yavaş, hiç durmadan mükemmeliyete doğru ilerlediği tasavvurunun geçmişi belki de iki yüzyılı bile bulmaz. Schopenhauer bunun bir yanılsama olduğunu düşünür. O durağan diyebileceğimiz bir insan görüşüne sahipti. Nesiller birbirini takip eder, fakat büyük ölçüde aynıdırlar. İnsan belli değişmez niteliklere sahip olduğu için, büyük ölçüde diğerleri—maymun, aslan, herhangi bir ağaç yahut bitki—gibi bir türdür. Gittikçe daha mükemmel meşe ağaçlarına ya da daha mükemmel aslanlara doğru bir ilerleme yoktur; giderek daha mükemmelleşen insan diye bir şey de olamaz.

Böyle bir görüş insan hayatını anlamından yoksun bırakmaz, fakat anlam değişime uğrar. Bir ara şartlar elverişlidir ve mükemmel bir ağaç ile karşılaşırız. Dolayısıyla uygun şartların bir araya gelmesiyle nadir zaman aralıklarında (görece mükemmel) insan türünün mükemmel örnekleriyle karşılaşırız. İnsan hayatının anlamı bu örnekleri vücuda getirmesinde aranmalıdır—bunlar zamanın taçyapraklarıdır; fakat bunlar zorunlu olarak zamana bağlı evrim denen şeyin sonunda görünmezler, orada burada, şartlar elverişli olduğunda ortaya çıkarlar. […] Değişimler bilgidedir, iradede değil; bir taş parçası ne kadar altına dönüşürse kötü insanlar da o kadar iyiye döndürülebilir, kedi fare yakalama dürtüsünü ne kadar kaybederse bir kimse bencilliğine de o kadar ikna edilebilir ya da bundan vazgeçirilebilir.

Sİyah Beyaz - İZLE

Yapım: 2009 ~ Türkiye
Yönetmen: Ahmet Boyacıoğlu
Senaryo: Ahmet Boyacıoğlu
Yapımcı: Ali Akman , Başak Emre , Akman Film ,
Görüntü Yönetmeni: Özgür Eken, Onur Yüce , Cem Anıl
Oyuncular: Nejat İşler , Erkan Can , Tuncel Kurtiz , Şevval Sam , Derya AlaboraSüre: 1 saat 30 dk
Konusu: Fırtınalı bir hayat yaşamış ama 70 yaşına gelmesine karşın hala durulmamış, ideallerine bağlı bir ressam (Tuncel Kurtiz); kalp krizi geçirdikten sonra işini bırakan, sümüklü böcek besleyip sakin bir yaşam sürmeye çalışan bir avukat (Erkan Can); mesleğini yapmaktan sıkılmış, üstüne bir de karısı tarafından terk edilmiş bir doktor (Nejat İşler); hayata karşı tek başına direnen, yalnızlığı bir yaşam tarzı haline getirmiş bir iş kadını (Şevval Sam); SİYAH BEYAZ adlı  barda onların sığınabilecekleri son liman… Barın sahibiyse kimseye taviz vermeyen, sinirli, alıngan ama dünya tatlısı bir insan olan Faruk (Taner Birsel).
Ahmet Boyacıoğlu yönetmenliğindeki film çoğu bölgede gösterime alınmadı.

Goran Bregović / Songbook - DİNLE

Goran Bregović (1950, Saraybosna), 1950 yılında sırp bir anne ve hırvat babanın cocuğu olarak dünyaya göz açmıştır. 16 yaşındayken konservatuardaki klasik keman eğitimini bırakarak Yugoslavya'nın en başarılı gruplarından sayılan "White Button" (bijelo dugme, "Beyaz Düğme") adında bir rock grubu kurdu.
Film müziğine ilk olarak 1978'de Mica Milosevic'in Nije Nego filmiyle başladı. Bregovic'in en renkli ortaklığı yönetmen Emir Kusturica ile gerçekleşti, 1989'da Dom Za Vesanje, 1993'de Arizona Dream, 1995'de Cannes Film Festival'ini kazanan Underground ve 1998'de Crna Macka gibi Emir Kusturica filmlerinin müziklerini yaparak Kusturica ve Bregovic çok başarılı bir ikili haline geldi. Sanatçı Türkiye'de İzmir, İstanbul, Bursa ,Ankara ve Diyarbakır illerinde de konserler vermiştir. Sanatçının parçalarından bazıları Sezen Aksu ve Candan Erçetin gibi Türk müzisyenler tarafından Türkçe sözlerle seslendirilmiştir.

Şiir ve Şiirsel Eylem - Octavio Paz

yukarılarda bir yerlerde vuruyor çekiçler..
tozlaşıyor sesleri
ikindinin tepelerinden
dümdüz iniyor yapı işçileri
mavi ve hoş bir akşamın içindeyiz
burda başlıyor aylaklık günleri
tutuşuyor aniden solgun su birikintisi
yakıyor sinekkuşunun gölgesi
ilk evlere varır varmaz
paslanıyor yaz
birileri kapıları kapatıyor,
birileri gölgesiyle konuşuyor...
Ortalık karardı..caddede kimsecikler yok şimdi...
ne de şu köpeğin
yalnızlığıyla korkak yürüyüşü
korkutacak birisi kapasa gözlerini...*

Şiirsel eylemin her birisinin farklı binlerce biçim içine dağılmış olması bizi ideal bir şiir tipi oluşturmaya zorlayabilir, ancak böyle bir çaba karşımıza bir canavar veya bir hayalet getirecektir.
Şiir bilgidir, kurtuluştur, güç ve terkediştir. Dünyayı değiştirebilecek güçte bir eylemdir şiir, doğası gereği devrimcidir: Ruhun eğitilmesi ve içsel özgürlüğün yolu. Şiir bu dünyaya anlam kazandırır, onu yüceltir; bir başkasını yaratır. Seçilmişlerin ekmeği, lanetlenmiş lokma. Şiir ayırır, birleştirir. Yolculuğa davet, yuvaya geri dönüştür. Esin, soluk alma, bedenin eğitilmesi. Hiçliğe yakarış, yoklukla yapılan söyleşi: sıkıntı, acı ve ümitsizliktir onu besleyen.

MILK - İZLE

Yönetmen : Gus Van Sant
Senaryo : Dustin Lance Black
Görüntü Yönetmeni : Harris Savides
Müzik : Danny Elfman
Yapım : 2008, ABD
Oyuncular : Sean Penn (Harvey Milk) , Josh Brolin (Dan White) , Emile Hirsch (Cleve Jones) , James Franco (Scott Smith) , Diego Luna (Jack Lira)

KONU: 1977’de, Harvey Milk San Francisco Şehir Meclisi’ne seçilerek Amerika’da eşcinselliğini saklamadan bir devlet kadrosunda üst düzey yöneticiliğe seçilen ilk kişi oldu.
Zaferi, sadece eşcinsel hakları adına önemli değildi. Politik alanda koalisyonlar peşindeydi. Yaşlı vatandaşlardan sendikalı işçilere kadar herkes için, Harvey Milk bir uğurda savaşmanın anlamını değiştiren, 1978’de ölümüne kadar da tüm Amerikalıların kahramanı haline gelen biri oldu. Film Eşcinsel hakları ve mücadelesini çok iyi anlatan bir film izlemenizi öneririm.
Sean Penn'e ikinci Oscar'ını kazandıran film, aynı zamanda en özgün senaryo ödülüne de sahip oldu.

BENDEN NE İSTİYORSUNUZ - Doris Dorrie

Was wollen Sie von mir ?

‘Schwitter, Kubeck –Reimer şirketi, iyi günler.- Evet bağlıyorum...İstediğiniz hat şu an dolu. Beklemek ister misiniz ? – Schwitter Kubeck-Reimer, iyi günler.’ Bu, sabahın dokuzundan akşamın beş, beşbuçuğuna kadar böyle sürüyor.- Telefonik bir sesim varmış.Öyle söylüyor çok kişi. Öğleleri evden getirdiğim yulaf ezmesini ( müsli ) yiyorum.Şirket telefonun başında böyle mıhlanıp kalmamı takdir edecektir.Öğle arasında telefonun başında kimsenin bulunmaması iyi bir izlenim olmaz ki.
İki seneden beri küçük bir mikrofonu olan bir kulaklığım var ama boyun ağrılarım hala devam ediyor.Her yüz görüşmeciden en çok on tanesi teşekkür ediyor. Halbuki ben, bir resmi makamı yada bir firmayı aradığımda santraldakilerle özellikle kibar konuşurum.Müziği müzik yapan nasıl ses tonu ise ben de şirketimizi arayanlar için ilk ses, ilk izlenim oluyorum ve ilk izlenim ilk karardır herzaman.
Hattı bağladığım zamanlar, aralarda iyi bir kitap okumayı deniyorum.Günde beş sayfadan fazla okumayı başarabildiğim çok ender.Bugün sadece üç. Bütün gün karmakarışıktı herşey.Böyle, dünyada kim varsa herkesin –Tanrı dahil – aradığı günler oluyor.Diğer günlerde onbeş dakikada bir.

"Libya'ya Saldırının Amacı Petrol Değil Ayaklanmayı Kontrol Etmek" - KORKUT BORATAV

İktisatçı Boratav, Batılı devletlerin Libya saldırısının arkasında petrol olmadığını söyledi. Bunun bir çarpıtma olduğunu söyleyen Boratav'a göre, asıl amaç, yükselen muhalif hareketi kontrol etmek.
"Saldırıyı petrolle açıklamanın bir gerçekliği yok. Libya petrolünü zaten çokuluslu şirketler yönetiyordu. Böyle yorumlamak saptırmak olur. Mesele toplumsal ayaklanmaları kontrol etmek."
İktisatçı Korkut Boratav, Arap dünyasındaki muhalif hareketi, Libya saldırısını ve Türkiye'nin tavrını bianet'e değerlendirdi. Boratav özetle şunları söyledi:

* Arap dünyasındaki halk ayaklanmaları Batılı devletlerin beklediği bir şey değildi. Bu hareketlerin kendilerinin istemediği doğrultuda gelişme potansiyeli vardı.

* Mısır ve Tunus, Arap dünyasında sınıf platformunun siyasete dönüşme imkanı olan ülkeler. Bu ayaklanmaları kontrol etmek istediler. Libya'da olayın seyri daha farklı oldu.

Nazizm psikolojisi ve aşağı orta sınıfın rolü üzerindeki etkisi – Erich Fromm |

Nazizm psikolojisiyle, çağdaş demokrasi sorunlarının anlaşılmasında yardımcı olacağını umarım. Nazizm psikolojisini tartışırken en önce temel bir sorunu -Ruhbilimsel etmenlerin Nazizmin anlaşılmasıyla olan ilgisi sorununu- ele almamız gerekir. Nazizmin bilimsel, hatta halk arasında ele alınışında, çoğu kez, birbirinin tersi iki görüş ortaya atılıyor: ilki, psikolojinin, faşizm gibi ekonomik ve siyasal bir görüngüye hiçbir açıklama getiremeyeceği, ikincisiyse faşizmin bütünüyle psikolojik bir sorun olduğu.

Birinci görüş, Nazizme ya yalnızca ekonomik dinamizmin, yani Alman emperyalizminin yayılmacı eğilimlerinin, ya da temelde siyasal bir görüngünün, yani devletin sanayiciler ve Junkerler tarafından desteklenen bir siyasal parti tarafından ele geçirilmesinin sonucu olarak bakıyor; kısacası, Nazizmin zaferi, bir azınlığın hilelerinin ve, nüfusun çoğunluğunu zorlamasının sonucu olarak görülüyor.

İkinci görüşse. Nazizmin yalnızca psikolojik, daha doğrusu psikopatolojik koşullar çerçevesinde açıklanabileceğini savunur. Hitler’e bir çılgın ya da “nevrotik” gözüyle bakılır, onu izleyenler de aynı ölçüde deli ve zihinsel açıdan dengesizdirler. L. Mumford tarafından geliştirilen bu açıklamaya göre, faşizmin gerçek kaynaklan, “ekonomide değil insan ruhunda” bulunabilir. Şöyle devam eder Mumford:

“Faşizmin açıklaması, Versailles Antlaşmasında ya da Alman Cumhuriyetinin yetersizliğinde değil, aşırı gurur, acımasızlıktan hoşlanma ve nevrotik parçalanmada aranmalıdır.”1

FALLEN ART - İZLE

Yönetmen: Tomek Baginski
Senarist: Tomek Baginski
Yıl: 2004
Süre: 6 dk.
Polonyalı yönetmen Tomasz Bagiński'nin yazıp yönettiği animasyon, askerlik üzerine eleştirel bir bakış açısını sunuyor. 2006 yılında BAFTA (British Academy of Film and Television Arts) ödülünü alan film; askerlerin, "savaş" denilen oyunda, ölmelerine veyahut yaşamalarına birileri tarafından karar verilen basit birer araç olduklarını tekrar hatırlatıyor. Film etkili bir biçimde, hiyerarşi ilkesi ve askeriyedeki kör itaati mizah kullanımıyla eziyor ve bu mizah anlayışının yanı sıra özneye yaklaşılan tutum, muhakkak bir dereceye kadar Polonya kültürünün (ima ettiği her şeyle birlikte) şu anki değerlerini yansıtıyor.
Tomek Bagiñski, 1976 yılında Bialystok, Polonya'da doğdu ve Varsav Tekonoloji Enstitüsü'nden mevzun oldu. 1998 yılından itibaren bir Varsav efekt ve animasyon stüdyosu olan Platige Image için çalıştı.

10 SORUDA GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR (GDO)

Ulusal Biyogüvenlik Yasası doğa için Anayasa niteliğinde olması gereken bir yasadır. Tohumculuk Kanunu ise doğanın anayasasına uygun bir kanun olarak çıkarılması gereken bir kanundu. Tohum şirketlerinin bastırmasıyla Türkiye’de önce Tohumculuk Kanunu çıkarıldı. Şimdi Ulusal Biyogüvenlik Yasası çıkarılmaya çalışılıyor. Tohumculuk Kanunu’nun doğayı ve çiftçiyi koruyan bir özelliği olmadığı gibi çiftçiyi de doğayı da yoksullaştıran bir yasa olduğu biliniyor.
Şimdi de çıkarılacak Ulusal Biyogüvenlik Yasası’nda genetiği değiştirilmiş tohumların alınması, satılması ve üretimde kullanılmasına serbestlik getirileceği söyleniyor. Peki, genetiği değiştirilmiş tohumların serbestçe alınması satılması ve genetiği değiştirilmiş tohumlarla üretim yapılması ülke ekonomisine ve üretici köylülere, çiftçilere yararlı mı yoksa zararlı mı olacak? Gelin 10 soruda buna cevap bulmaya çalışalım.
1 - Çiftçilerin hasattan tohumunu ayırma hakkı ihlal ediliyor mu?
Bilindiği gibi biz köylüler geleneksel (bilge) köylü tarımcılığında yeniden ekilmek üzere ürettiğimiz ürünümüzden tohumluğumuzu ayırabiliyor ve saklayabiliyorduk. Bu amaçla Tarım Bakanlığı tarafından köylerde kurulmuş olan selektör dairelerinde, ürünümüzden ayırdığımız tohumlukları yabani tohumlardan ayırıyor, yeterli irilikte ve olgunlukta olanları seçiyor, kullanıyorduk. Üretimimizi bu şekilde ayırdığımız tohumluğumuzla özgür bir biçimde sürdürüyorduk. Tarımı ve çiftçiyi var eden, tarımsal üretimin günümüze kadar sürmesini sağlayan bu bitki üretme hakkımız ilkönce selektör dairelerinin kapatılması, daha sonra da dışarıdan tohum alımının serbest bırakılmasıyla budanmaya başlandı.
Ardından milyarlarca çiftçiye ait olan bitki üretme hakkı şimdilerde sayıları 10′u bulmayan tohum şirketlerine tohumları patentleme izni verilerek elimizden alınıyor. Biz çiftçilerin ürettiğimiz ürünümüzden tohumluğumuzu ayırma hakkımız elimizden alınıyor.

Cihat Aşkın / SEÇKİLER - DİNLE

İstanbul’da doğdu. Henüz çok küçükken müziğe olan ilgisini keşfeden ailesi tarafından konservatuara kaydı yaptırıldı. Olağanüstü yeteneği ve disiplinli çalışmaları ile başarılı bir öğrencilik dönemi geçiren Aşkın, Prof. Ayhan Turan’ın sınıfından mezun oldu. 12 yaşında ilk resitalini veren Aşkın, 15 yaşına geldiğinde tüm Paganini Kaprisler’i çalıyordu
Müzik otoriteleri tarafından günümüzün önde gelen keman virtüözlerinden biri olarak tanınan ve tanıtılan Aşkın; Cobos, Dmitriev, Yoel Levi, Shlomo Mintz ve Ida Haendel gibi dünyaca ünlü müzisyenler ile aynı sahneyi paylaştı. Dünyanın dört bir yanında, Amerika, Avrupa, Ortadoğu, Asya ve Afrika’da bulunan birçok sanat merkezinde konserler verdi ve çeşitli festivallere katıldı. Bulgaristan, Sirbistan, Polonya, İsrail ve İsviçre gibi ülkelerde gerçekleştirilen uluslararası yarışmalara jüri üyesi olarak davet edildi.
Tecrübelerini gelecek nesillere aktarmak amacı ile Cihat Aşkın ve Küçük Arkadaşları (CAKA) ismini verdiği projesini 2004 yılında hayata geçiren Aşkın, Türkiye’nin dört bir yanında keşfedilmeyi bekleyen nice yetenekli çocuğun eğitimi ve gelişimini desteklemek için keman ustalık sınıfları ve mini konserler düzenlemeye başladı. Sanatçı, aynı zamanda 1999’dan beri İsrail’de bulunan Keshet Eilon Keman Ustalıksınıfları fakülte üyesi olarak görev yapmaktadır.
Basın tarafından “Bu toprağın kemancısı” olarak onurlandırılan sanatçıya, Yalçın Tura, Ertuğrul Oğuz Fırat, Arda Ardaşes Agoşyan ve Oğuzhan Balcı, kendi besteledikleri keman konçertolarını ithaf etmişlerdir.

Black Bread ( Kara Ekmek ) - İZLE

Yapım: 2010 / Fransa, İspanya
Yönetmen: Agustí Villaronga
Senaryo: Agustí Villaronga
Senaryo (Kitap): Emili Teixidor
Yapımcı: Lluis Ferrando
Görüntü Yönetmeni: Antonio Riestra
Müzik: José Manuel Pagán
Oyuncular: Sergi López, Roger Casamajor, Eduard Fernández, Elisa Crehuet, Eva Basteiro-bertoli, Francesc Colomer, Jesús Ramos, Joan Carles Suau, Jordi Pla, Laia Marull, Lluïsa Castell, Marina Gatell, Marina Comas, Mercè Arànega, Nora Navas
Bilgi: Bu yıl 25. kez dağıtılan Goya Ödülleri’nde yılın en iyi filmi, en iyi yönetmeni gibi kategoriler dahil tam 9 ödülü birden alan Pa Negre - Kara Ekmek filmi geceye damgasını vurdu.
Konu: Kırsal Katalonya'nın savaş sonrası zor yıllarında kaybeden tarafın sürgündeki küçük delikanlısı Andreu ormanda bir adam ve oğlunun cesediyle karşılaşır,yetkililer suçu babasının üstüne atmaya çalışınca ona yardım etmeye karar verir ve onları kimin öldürdüğünü bulmak üzere yola koyulur.tecrübeler ona yetişkinler dünyasındaki yalanlarla beslenmiş ahlak bilincini öğretir.Hayatta kalmak için kendi köklerine ihanet eder ve sonunda içinde ,derinliklerde yatan canavarı keşfeder.

BERLİN KUŞATMASI - Alphonse Daudet

Duvarlarını gülle delmiş, kaldırımlarını mermilerin parçaladığı, kuşatma altındaki Paris tarihinin içinden Champs Elysées a doğru, Dr. V… ile yürüyorduk. L’ Etoile sarayını geçmeden biraz önce doktor durdu ve Zafer Tankının etrafında haşmetli bir şekilde sıralanmış, büyük köşe başı evlerinden birini gösterdi.

“Gördün mü” dedi. “ Orada, balkonun üzerinde duran kapalı dört pencereyi? Ağustos ayında, 70 yılının fırtına ve felaket yüklü en korkunç ayı ağustos ayının başlarında, bir apopleksi vakası için beni bu evden çağırmışlardı. Bu evde şan, şeref ve vatanseverlik arzusuyla dolmuş, Napolyon döneminin eski bir süvarisi olan Albay Jouve oturuyordu. Savaş başladığında Champs Elysées’deki balkonlu bu apartman dairesini tutmuştu. Ne için olduğunu biliyor musunuz? Birliklerimizin şehre zafer dolu girişlerinde seyirci olmak için. Zavallı yaşlı adam! Wissembourg haberi ulaştığında masadan kalkıyormuş. Bozgun bülteninin altında Napolyon’un adını okuduğunda, yere yığılmış.
Eski süvariyi, yerde, hareketsiz bir halde buldum. Yüzü kan revan içindeydi. Ayaktayken çok uzun boylu olmalıydı. Yerde öylece yatarken, çok büyük görünüyordu. Güzel yüzlü, güzel dişleri olan, dalgalı saçlı, atmışında görünen seksen yaşında bir adam… Yanı başında gözyaşları içinde kız torunu diz çökmüştü. Ona benziyordu. Onların bu hali bana üzerlerine aynı resim vurulmuş iki yunan madalyonunu hatırlattı. Yalnız birisi toprak yüzlü bir antika, diğeri ise güzel ve temiz. Yeniliğin parlaklığı yansımış.

Üç Deniz Topluluğu / Yağmurlar Dinmeden Gel - DİNLE

1994 yılında Ferda Ereren ve Sevinç Ereren tarafından kurulmuştur. Doğu - Batı enstrümanları ile çok sesli halk müziği icra ederler. Ege, Akdeniz, Karadeniz'in komşu halklarının şarkılarını seslendiren evrensel bir halk müziği topluluğudur. ''Kanadım Değdi Sevdaya'', ''Yine Yeşerdi'' ve burada dinleyeceğiniz ''Yağmurlar Dinmeden Gel'' albümleri bulunmaktır. 
Grup elemanları: 
Ferda Ereren (Bağlama, ses, düzenlemeler)
Sevinç Ereren (Viyolensel, ses) Erencan Ereren (Trompet, kontrbas, ksilofon) Elif Esen Birlik (Kontrbas) Evrim Gökerman (Flüt, ses) Ebru Ayarcı (Ritm) Ezgi Benli (Bağlama) Mustafa Kavraz (Keman) Elif Kılıç (Keman) Tülay Kavraz (Ritm) Alev Aksoy (Flüt, ses) Yusuf Şalikoğlu (Flüt) Erdal Şalikoğlu (Bağlama, ses)

The Shore - Son Kumsal ( Belgesel ) - İZLE

Yönetmen : Rüya Köksal 
Süre: 56 Dk.
Güzel bir yaz günü, Vakfıkebir kasabasının Dutluk plajında neşeyle bağrışan çocuklar, top oynayan, horon tepen gençler, güneşlenenler, yüzenler. Bir kaç yüz metre uzakta, onlarca kamyonun sahile boca ettigi kayaları denize dolduran iş makinaları. Koyun diğer ucunda ise otoyolu yine aynı dalgalardan korumak icin yapılan dalgakıran inşaatları. Doğal limanların ve balıkçı barınaklarının otoyol yapımı yüzünden yok olmasıyla kendilerine yeni yerler arayan balıkçıların takalarını karayoluyla taşımaları ve trajikomik öyküleri...Karadeniz halkının, yol yapma bahanesiyle denizinden koparılmasının hikayesi...
İnebolu ve Abana’da gösterimi engellenen, karadeniz otoyolu’nun yapımı sırasında yaşanan doğa katliamının anlatıldığı son kumsal belgeseli…
Belgeselin Karadeniz sahilindeki gösterim programının İnebolu durağında, filmin gösterimi Belediye Başkanı İdris Güleç tarafından engellenmiş, ertesi gün de abana kaymakamlığı belgeselin Abana’daki gösterimine izin vermemişti.
İnebolu’da yaşanan olayda belgeselin 7’nci dakikasında Başbakan Erdoğan’ın otoyol açılış görüntülerinin ardından Belediye Başkanı İdris Güleç,  yönetmeni yanına çağırarak “ Başbakanı doğa düşmanı gösteriyorsun! sen bu filmi al istanbul’daki komünistlere izlet!” diyerek yapım ekibinin ilçeyi terk etmesini istemişti.

'An azadi an mırın'dan 'An azadi an azadi'ye... Onların Newroz'u, sizin Nevruz'unuz mu? - Ece Temelkuran

Lise çağında genç kızlar gerilla kıyafeti giymiş, yol kenarında arkadaşlarıyla bekliyorlar; dünyaya omuz atacaklar, öyle bir delikanlı tavır. Genç erkekler yaka bağır parçalanarak yürüyorlar meydana. Arabaların camlarından içerideki kalabalığın elleri, kolları fışkırıyor, zafer işaretleri rüzgârda. İhtiyar kadınlar ve genç olanlar, köylüler ve şehirliler, zenginler ve fakir olanlar, ellerinde piknik sepetleri, mangallar, toplar, çantalar; dünyanın muhtemelen en büyük ve muhtemelen en politik pikniğine doğru ilerliyor. "Newroz" alanına sadece insan değil devasa bir enerji akıyor. Ürkütücü büyüklükte bir enerji bu, insanı dehşetle titreten bir gücü var. Türkiye'nin hangi meydanı bu kadar büyük bir kitle görmüş? Hangi siyasi lider bu kadar dev bir kitleye konuşma yapmış? En son böyle büyük halay nerede kurulmuş?

Buradan kaç tahrir çıkar?
Ama bugün gazeteler yine de onlardan söz etmeyecek. Ve benim bu büyüklükten tarafsız bir gözle söz edişim her zaman olduğu gibi yine "en bi' Türkler" tarafından tehditler ve nefretle karşılanacak. Öyle ise onların Newroz'uyla sizin Nevruz'unuzun bir olma ihtimali var mı? "Nevruz hepimizin bayramı" diyenlerin yalanlarının takıldığı yer, dün Diyarbakır'daki bu büyük gürültüye bugün İstanbul'dan, Ankara'dan o büyük sessizlikle cevap verilecek olması. Yani bu Newroz Meydanı'ndan nereden baksan on tane Tahrir Meydanı çıkar ama bugün gazetelerde, eğer birileri birilerini dövmezse sokaklarda, belki bir haber bile çıkmayacak. Bütün bu enerji "sarı, kırmızı, yeşil renkli bezler", "Terörist başının fotoğrafları", "Sayın Öcalan dendi" gibi birkaç cümleyle, sanki Diyarbakır'da bilmemiz gereken hiçbir şey olmuyormuş gibi anlatılacak. Halkların doğrudan halklarla konuşabileceği bir yol icat edilebilse keşke.

DOLL FACE / Kısa Film - İZLE

Yönetmen : Andy Huang
Doll Face : Christina Frenzel

Dolly Face'te bir robotun televizyon ekranında gördüğü bir insana (kadına) benzeme çabasını izliyoruz.Robot kendini kadına benzetmeye,onun kadar 'gerçekçi' ve güzel olmaya çabaladıkça ekran biraz daha uzaklaşıyor ve kadın daha da güzelleşiyor,ulaşılmaz oluyor.Robotun o kadına yaklaşma ve ona benzeme çabası sonunda onu yok olmaya sürüklüyor.
Robotun,ekranın ve ekrandaki kadının birer simge olduğu açık.Bu konusundaki en net işaret filmin son sahnesinde saklı.Kamera televizyon ekranının içinden çıkıyor ve ekranı görüyoruz.İzleyici tam o ekranın karşısına geçmiş oluyor,yani "robotlaşıyor".
Peki izleyici robotu temsil ediyorsa ekranda görünen 'güzel kadın' neyi ya da kimi temsil ediyor? Aslında cevabı açık: her gün ve her akşam televizyonlarda izlediğim şov dünyasının yüzlerini,televizyonun ekranında "parlayan" herkesi ve herşeyi...
Andy Huang bu kısacık animasyonunda bizlere ekran karşısındaki pozisyonumuzu ve ekranda olan biteni nasıl algıladığımızı sorgulama çağrısı yapıyor.
Bizde bu çağrıya uyarak kendimize soralım:
Televizyon hayatımızın neresinde?
Sadece bir 'boş zaman geçirtgeci' mi?
Yoksa 'ideal dünyamızı' çizen bir yazgı kalemi mi?

"chromophobia"- raoul servais [1966] - İZLE

tür: animasyon 
yönetmen : raoul servais
süresi : 10 dak.
dili : konuşma geçmiyor 
ödül : Venice Film Festival

Raoul servias 1 mayıs 1928′de belçika’da doğmuştur. Gand Kraliyet
Akademisinde eğitim görmüştür. 1950′li yıllarda ressam René Magritte ve belgesel film yönetmeni Henri Stork ile çalışmıştır. bir yandan yönetmenlik yaparken bir yandan da Gand Kraliyet Sanat Akademisi Canlandırma Bölümü’nü ve bu bölüme bağlı canlandırma araştırma merkezini kurmuştur. aynı zamanda Gand kentinde ilk ve orta okullar için canlandırma kursları düzenleyen Raoul Servais Vakfı’nda çalışmıştır. 1985-94 yılları arasında Uluslararası Canlandırma Derneği “asifa”nın başkanlığını yapmıştır. Filmleri ulusal ve uluslararası festivallerde 40′tan fazla ödül almıştır. Bu ödüller arasında 1966 venedik bienali birincilik ödülü, 1971 cannes film festivali jüri büyük ödülü, 1979 cannes film festivali altın palmiye ödülü sayılabilir.
Film sembolik bir dille militarizm eleştirisini barındırır. kendi halinde bir kasabaya gelen askeri birlikler tek renkliliklerini kasabaya bastırırlar. Bu bastırılmayla yiten renkler toplumsal çeşitliliklerdir. Ancak bu uzun sürmez… Kısaca şunu diyebiliriz: militarizm öldürür!!!

Ekolojik Feminizmin Gücü ve Vaat Ettikleri - KAREN J. WARREN

Ekolojik feminizm (ekofeminizm), alternatif bir feminizm ve çevresel ahlak anlayışı olarak son zamanlarda hak ettiği miktarda dikkati çekmeyi başardı. Francoise d’Eaubonne’un ekofeminizm kavramını 1974’te kadınların ekolojik bir devrim yapabilme potansiyelini gündeme getirdiğinde açıklamasından bu yana, bu terim bir çok şekilde kullanılmıştır. Benim bu terimi bu yazıda kullandığım üzere, ekolojik feminizm kadın hakimiyeti ve doğa hakimiyeti arasında bulunan önemli tarihsel, deneysel, sembolik, teorik bağlantıların mevcudiyeti ve hem feminizm hem de çevresel ahlak açısından hangisinin daha kritik olduğunun anlaşılmasıdır. Ekolojik feminizmin gücü ve vaat ettiklerinin hem feminizmin yeniden kavranması açısından hem de kadın hakimiyeti ve doğa hakimiyeti arasında önemli bağlantılar sağlayan çevresel bir ahlak anlayışı geliştirmekte kendine özgü bir rejim oluşturmak olduğu düşüncesini savunuyorum. Bunu feminist ahlakın doğasını ve ekofeminizmin sağladığı feminist ve çevresel ahlak yollarını tartışarak yapıyorum. Kadının ve doğanın arasındaki birbirine eş ve onları birbirine bağlayan hakimiyeti ciddiye almak konusunda başarısız olan tüm feminist teoriler ve çevresel ahkal anlayışlarının en iyi ihtimalle tamamlanamamış ve en kötü ihtimalle basitçe yetersiz olduğu sonucuna varıyorum.

FEMİNİZM, EKOLOJİK FEMİNİZM VE KAVRAMSAL REJİMLER

Diğer oldukları bir yana, feminizm en azından seksist hakimiyeti sona erdirmek için bir harekettir. Sistematik ve devam eden kadın itaati ya da hakimiyetine katkıda bulunan herhangi bir faktörü ya da tüm faktörleri berteraf etmekle ilgilidir. Feministler kadın itaatinin çözümleri ve doğası hakkında hemfikir olmasalar da tüm feministler seksist hakimiyetin varlığı, bunun yanlış oluşu ve ortadan kaldırılması gerekliliği konusunda hemfikirdirler. “Feminist Konu” kadın hakimiyetinin anlaşılmasına herhangi bir şekilde katkıda bulunan konulardır. Eşit haklar, karşılaştırılabilir işiler için karşılaştırılabilir ücretler ve yemek üretimi devam eden kadın boyun eğmesinin ve istismarının anlaşılmasına katkıda bulunduklarının anlaşılması

ANLAT /On Dilde On Şarkı - DİNLE

         Toplumlar yaşadıkları acıları,mutlulukları, sahip oldukları tarihi ve kültürel değerleri tanıdıkça sever ve sevdikçe sahiplenir. ''Anlat'' albümünde sanatın sınır(duvar) tanımayan bir olgu olduğundan hareketle, Anadolu topraklarında yaşayan insanların ne kadar farklı olduğunu ve bunun nasıl yüce bir güzellik olduğunun resmi çekmeye çalışılıyor. Birbirinden farklı bu insanların birbirlerini ne kadar benimsediğini,birinin varlığının diğerini nasıl da çoğalttığını ve birbirinin kopyası insanlar topluluğu yerine çeşitliliğin ne yüce bir zenginlik olduğunu vurgulamak istiyoruz.

Qumrike (Kumru) / Kürtçe                                         Okuyan: Zelal Gökçe 
Ağ Elime Mor Kınalar Yaktılar / Türkçe                Okuyan:Duygu Rüzgar
Bingeol / Ermenice                                                         Okuyan: Maral Ayvaz Çağlıçubukçu
Habibo / Süryanice                                                        Okuyan: Yakup Atuğ
Dann'er Sip'o / Çerkesce                                              Okuyan: Gülcan Altan
Kadduk Al Mayyas / Arapça                                       Okuyan: Ali Nafile
Seranta Mila Kokina / Rumca                                   Okuyan: Adem Ekiz
Livadi Kudeli / Lazca                                                    Okuyan: Birol Topaloğlu
Satrpialo / Gürcüce                                                       Okuyan: Kaf Dağı Müzik Grubu
Yar Yar / Hemşince                                                        Okuyan: Hikmet Akçiçek

NE HÜSEYİN NE HRİSTO OLABİLDİ - AZİZ NESİN

Her ulusun insanları arasında iyiler, yiğitler, yürekliler bulunduğu gibi, kötüler, alçaklar, özçıkarcılar, sömürücüler de bulunur. Ulusumuzda iyilerin kötülerden baskın oluşu övüncümüzdür. Şimdi size olayın geçtiği yerin adını vermeden bir çıkarcının başından geçen gülünçlü olayı anlatacağım.
Yunan işgali altındaki kasabalarımızdan birinde çok zengin bir adam vardı, adı Hüseyin Ağa'ydı. O'na göre, paradan daha kutsal hiçbişey yoktu. Çıkarı yolunda, işleri tıkırındaysa, yurdunu düşmanın işgal etmesi ona göre önemli değildi; yeter ki o, bunu bile fırsat bilip para kazansın. İşgalci düşmanın gözüne girmek, böylece çıkarlarını yürütmek için yapmayacağı, yapmadığı alçaklık yoktu. Gelgelelim işgalci Yunan birliğinin komutanı Hüseyin Ağa'nın ne mal olduğunu öğrenmişti. O'nu kendi amacı için kullanıyordu ama hiç sevmiyordu. Çünkü, düşmanın bile sevmeyeceği denli kötü kişiydi. O'nun amansız bir sömürücü olduğunu öğrenen Yunan birliğinin komutanı Hüseyin Ağa'yı boyuna yoluyordu. İkidebir O'na haber gönderirdi:
— Çabuk, bize bir teneke bal göndersin!
— Başüstüne!
Hüseyin Ağa, bütün çıkarcılar, sömürücüler gibi korkaktı. Daha büyük çıkarlar umduğu için, yaranmak istediği düşman komutanına bir teneke balı gönderirdi.
— Hemen bize bir bakraç süt getirsin!

ERKEK GÖZÜYLE KADIN

Pandora
...Pandora Yunan mitolojisinde, tanrılar tarafından kendisine emanet
edilmiş, içi yeryüzünde bulunabilecek bütün kötülüklerin
doldurulduğu ve bunun yanına bir de dünyanın kötülüklerine
direnme gücü sağlayan umudun kapatıldığı bir kutunun emanet edildiği meraklı, tedbirsiz bir kadını simgelemektedir. Pandora meraklı ve tedbirsizdir. Biraz da düşüncesiz… Çünkü kendisine söylenmesine karşın
merakını yenemez ve bu tehlikeli kutunun kapağını aralar ve tabii bu aralıktan bütün kötülükler dünyaya yayılır. Zavallı Pandora'nın aklı başına
gelir ama olan olmuştur. Kutunun kapağını kapatır, içeride yalnız umut kalmıştır. Mitolojik motiflerin hemen hepsinde olduğu gibi, Pandora mitinde çok eski, ilkel inanışların altında yatan etkilerin izlerini
çok silik de olsa fark edebileceğimiz ipuçları bulabiliyoruz.
İlkel kabile yaşamında doğal işbölümü, erkeklerin daha fazla güç ve organizasyon yeteneği gerektiren avcılık faaliyetiyle uğraşmalarına, kadınların ise toplayıcılık ve klanın çocuklarını yetiştirme işleriyle meşgul olmaları sonucunu doğurmuştu.
Toplayıcılık, vahşi hayvanların avlanması ile kısmen karşılanan yaşamak için gerekli ihtiyaçları tamamlamaktaydı ve bu iş klanın kadınlarına ait bir faaliyet alanıydı. Kamp alanının uzaklarında bulunan ve yararlı maddelerin taşınması sorununun çözümü ise bir dizi teknolojik çözümü gerektiriyordu.. Sonuçta bir insanın topladığı meyve, yenilebilir kökler vb. şeyler ellerde ancak sınırlı miktarda taşınabiliyor bu da hem uzaklara gitmeyi engelliyor, hem de daha fazla sayıda sefer gerektirdiği için enerji kaybına neden oluyordu. Herhalde kadınların yanlarında taşımak zorunda oldukları çocuklar da bu faaliyeti sınırlayan önemli bir etkendi.

DİRENİŞ (Defiance) / ALTYAZILI - İZLE

Yönetmen : Edward Zwick
Senaryo : Edward Zwick, Clay Frohman
Senaryo (Kitap) : Nechama Tec
Görüntü Yönetmeni : Eduardo Serra
Müzik : James Newton Howard
Süre : 2 saat 17 dk
Yapım : 2008 ~ ABD
Konusu 
Yıl 1941. Doğu Avupa yahudileri toplu olarak katlediliyordu. Bielski kardeşler (Daniel Craig, Liev Schreiber ve Jamie Bell) bu katliamdan kurtulmak için çocukluklarından beri bildikleri ormanda saklanarak hayatta kalma mücadelesi verdiler.İlk etapta sadece hayatta kalmanın esas olduğu ormanda zamanla gizli bir yaşam kurdular. Kahramanlıkları kulaktan kulağa yayıldı ve eli silah tutan her yaştaki çeteciye cesaret kaynağı oldu
Üç yahudi kardeş, Nazilerin kontrolü altındaki Polonya'dan kaçıp Beyaz Rusya civarında bir yerde Nazilere karşı savaşan Rus direnişçilerine katılıp, ormanın içinde bir köy inşa ederler. Bu sayede hem kendilerini hem de 1200 kişinin hayatını kurtarırlar.

AÇLIK (HUNGER) - İZLE

Yönetmen: Steve McQueen (II)
Senaryo: Steve McQueen (II), Enda Walsh
Yapımcı: Sydney Pollack, Donna Gigliotti
Görüntü Yönetmeni: Sean Bobbitt
Müzik: David Holmes, Leo Abrahams
Süre: 1 saat 36 dk
Oyuncular: Michael Fassbender, Stuart Graham, Ben Peel, Brian Milligan, Dennis Mccambridge

İrlanda Kurtuluş Örgütünün (IRA) eksi milislerinden biri olan Bobby Sands, yaklaşık 100 yıldır İngiltere’ye karşı verilen “haklı” bağımsızlık mücadelesinin önemli isimlerindendir. Ancak tutuklanarak İngiltere’de bir cezaevine gönderilir ve burada, arkadaşlarıyla beraber insanlık dışı bir muameleye maruz bırakılırlar. Artık isyan bayrakları çekilmiştir ve özgürlük için mücadele hapishanede isyana dönecektir. Kullanacakları tek materyalleri ise kendi vücutlarıdır ve büyük bir isyanın ardından, 6 hafta süren bir açlık grevi başlayacaktır.
Son derece dramatik ve etkileyici bir yapım. Cannes film festivalinde soğuk rüzgarlar estiren ve toplam 15 dalda 31 tane ödüle layık görülen bu filmi izlemenizi tavsiye ediyoruz.

KADIN VE KAPİTALİZM

Kapitalist sınıf bir bütün olarak işçi sınıfını çok daha başarılı bir şekilde sömürebilmek için, her zaman ırk veya cinsiyet temelinde, “böl ve yönet” politikasıyla hareket etmiştir.
...Eğirme ya da dokumanın el tezgâhlarında yapıldığı dönemlerde, ev ve iş, bir ve aynı yer demekti. Sanayileşme, ev ve iş arasında hızlı ve keskin bir işbölümü yarattı. 19. yüzyıl Britanya’sında sanayi devrimi yıllarında görülen ve dünyanın her tarafında tekrarlanan manzara buydu. Evle iş arasındaki bölünme, erkekle kadın arasındaki işbölümünü derinleştirdi. Erkek para kazanan ana unsur oldu ve kadına da çocuk bakımıyla ev işlerini çekip çevirmek kaldı. Ne var ki kadın aynı zamanda ailenin gelirine destek olmak için ev dışında da çalışmak zorundaydı. Kadınlar, patronlar tarafından ucuz işgücü kaynağı olarak ve erkek işgücünün zor bulunduğu ya da ihtiyaç duyulduğu savaş gibi durumlarda kendisine başvurulabilecek yedek işgücü kaynağı olarak görülüyordu. Kadınlar patronların kendilerine ihtiyaç duyduğu boom dönemlerinde çalışmaya teşvik edildiler. Resesyon başlar başlamaz da kadından evine dönmesi ve işini erkeklere bırakması istendi. Bu tür olayları son yıllarda da gördük. Ekonomik durgunluğun yaşandığı Muhafazakâr hükümet döneminde, bu parti, eşlerinin geçimini sağlayan erkek işçilere “aile bazlı ücret” verilmesini gündeme getirdi. Azalan işsizliğin yanı sıra Britanya’da ekonominin yine canlandığı dönemde, “Yeni İşçi” hükümeti, çalışmayıp yalnız yaşayan ebeveynlere yapılan yardımları keserken, çalışan ailelere vergi indirimi ve çocuk yardımı sunarak, bilhassa kadınları çalışmaya teşvik etme konusunda çok heveslidir.

Hiç bardakta mısır yediniz mi?

“Gıda kaynaklarını kontrol eden, insanları kontrol eder.”                             
-Henry Kissinger
“Gıda güçtür! Biz bunu davranışları kontrol etmek için kullanırız. Bazıları buna rüşvetçilik diyebilir. Özür dilemiyoruz.”
-Catherine Bertini(ABD eski Tarım Bakanı Yardımcısı, BM Gıda Programı eski yöneticisi)
 Komedi dizisi Seinfeld’in “The Mango” bölümünde Jerry Seinfeld şöyle diyor: “Bilim adamları çekirdeksiz karpuz yapmış. Çekirdeği tükürme sıkıntısı ne kadar büyük bir sorundu ki vakitlerini ve enerjilerini buna harcamışlar?” Seinfeld’in saf bir yaklaşımla anlayamadığı şu ki, o bilim adamlarının derdi bizi çekirdeği tükürme zahmetinden kurtarmak değil. Gıdanın genetiğiyle oynanması fikri, daha fazla tohum satarak para kazanmaktan çok çok öteye uzanıyor. Hayatın yazılımı olan DNA’yı ticari mal haline getirmekten tutun, insanları birer robot-köleye çevirmeye kadar geniş spektrumlu bir planın bir parçası.
Modern hayatta etrafımızda gördüğümüz her nesnenin bir tanımı, hayli uzun bir özellikler listesi var. Alınıp satılan her şey kitaplar dolusu yasa, yönetmelik ve standarda tabi. Bu durumu bir gereklilik gibi algıladık, olağan karşıladık. Bize satılan şeylerin çok ciddi ve sözüm ona mühim standartlarla tanımlanıyor olması gelişmişliğin bir göstergesiydi. Bu “tanımlama” deliliği sonunda canlı varlıklara da ulaştı. Bütün gıdamız canlı organizmalardan oluşur. Gıdanın tanımlanmasının ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Bitkilerin, hayvanların… hatta insanların!anımlama için kullanılacak ölçüt organizmanın “barkod”u olan DNA. Demek ki patentini, telif hakkını (ya da üretim hakkını, adına ne derseniz deyin) almak istediğiniz organizmanın DNA’sını yazabilmelisiniz. Genetik mühendisliği bunun için ortaya çıktı. Dev şirketler canlıların DNA’sını çözüp hayatın patentini alsınlar diye. Aldılar da.

Burada yemek yeriz, Şurada da uyuruz- Gündüz Vassaf

''Kontes: Ama niye bu kadar içiyor ?
Antonio: Bizi yabani hayvanlardan ayıran şey budur Madam;susamadığımız zaman içmek ve canımız istediği zaman sevişmek."
Beaumarchais
I
Yüzyılımızın klasik ev/apartman birimi çeşitli bölümlere ayrılmıştır. Her alan, bedenin belirli bir fonksiyonuna göre ayarlanmıştır. Böylece, oturmak için bir oturma odası, yemek için yemek odası, uyumak için yatak odası, yıkanmak ve bağırsakları boşaltmak için banyo dairesi, yemek pişirmek için de bir mutfak vardır.
Çağdaş mimarinin buna tepkisi, hiç olmazsa duvarları açmak, daha doğrusu onları yıkmak oldu; böylece mekânlar arasında mümkün olduğu kadar insani temas kurulması sağlanacaktı. Ama, mekânın kullanımı hâlâ totaliterdir. Nerede, ne yapılması, hatta nasıl yapılması gerektiği emredilmektedir. Bedenin çeşitli fonksiyonlarına uymak suretiyle, çağdaş yaşama mekânı bizi bölmekte ve yönetmektedir; oysa, insan bir bütündür ve çok fonksiyonlu bir organizmadır.

ÇOCUKLARINDAN DOĞAN ANNELER / BELGESEL - İZLE

Anladık ki, biz anneler politikaya ilişkin hiç birşey bilmiyoruz. Biz hepimiz evimizde, ailemizle birlikteydik. Ama ne zaman ki çocuklarımızı alıp götürdüler, ondan sonra öğrendik. Nasıl bir hayat istiyorlar? Nasıl bir düşünceyi savunuyorlar? Nasıl bir ütopya istiyorlar?
Aynı şekilde askeri diktatörlük bir sürü muhalifin ölmesine yol açtı.
Ne zaman ki anneler, yürümeye başladı, gösteri yaptı. “Nerede bizim çocuklarımız?” dedi.
Çocuklarımızın ne durumda olduğundan haberimiz yoktu.Üç çocuğu alıp götürmüşler, başka birisinin de bir çocuğu kayıp.Ya hepsini birlikte alıp götürmüşler. Ya da sadece birini almışlar.
Herkes önce yalnız başına gösteri yapıyordu.
Ne zaman ki gösteriye başladık. O zaman anladık ki, aynı durumda olan çok fazla anne var. Aynı zamanda biz gösteriye başladığımızda, birbirimizle sosyal olarak ta ilişkiye geçtik.
Anladık ki, hepsi Otuz bin. İki nesil çocuk kayıp! Otuz bin çocuğu ortadan kaldırdılar. Çünkü askeri cunta, muhalifleri, devrimcileri istemiyordu, askeri cunta.

KADININ TARİHSEL GELİŞİMİ

Uygarlığın oluşmasından binlerce yıl önce uygarlıklar öncesi bir tarih aşaması geçirilmiştir. Toplumsallaşma insan türünün var olma biçimidir. İlkel insanın insani değerlerle bütünleşmeye başlaması, toplumsal yaşamı oluşturması ve ona katılmasıyla olmuştur. Bu toplumsallaşmanın oluşmasında, temel...de kadın erkek ilişkilerinin gelişmesi önemli bir yere sahiptir. Bu ilişki sürecinde ve sonrasında ideoloji, temel olarak kadın eksenlidir. Toplumsal yaşamdaki bu ideoloji, pratik yaşama da yansımıştır.
İlk insanın savunma ve korunma güdüleri sadece kendisi ile sınırlı iken kadının kendisiyle beraber yavrusunu da sahiplenme ve koruma yoluna gitmesi, kadını erkekten farklı kılan- ayıran temel özelliği olmuştur. Kadının bu temel özelliğini toplumsallaşmayla birlikte geliştirmesi ve genişletmesiyle tabiat halinin aşılmaya başladığı görülür. Ortak ihtiyaçların beraberce giderilmesi ilk insan topluluklarının örgütlenme bilincini de geliştirmiştir. Yaşam perspektiflerinin giderek artması ve bu gereksinimleri karşılayacak kaynakların sınırlı olmasından dolayı belli arayışlara gidilmiştir. Bunun sonucunda toplayıcılık yerini çiftçiliğe ve hayvancılığa bırakmıştır. Üretim zincirinin aktif halkası olan kadın toplumsallaşma ve ortak yaşamın gelişmesiyle birlikte bu üretim sürecinde öğretici konumdadır. Öğretici konumun bir sonucu olarak toplumsal yaşamda erkeğin de üstlenmeye başladığı koruma, avcılık ve benzeri sorunların aşılmasında birlikte hareket edilmeye başlanmıştır.

PETAG Dersim Ermeni Halk Şarkıları ( Armenian Songs from Dersim ) - DİNLE

Kainatta Yankılanmış Hiçbir Ses Kaybolmaz
Daha çocukluk yıllarımda bazı köylerimizin adlarını içimden tekrarlar dururdum „Norşin“, “Hopik“, „Axweşî“, „Sorpiyan“… ne var ki kendi anadilim Zazaca da bu kelimelerin karşılıklarını bir türlü bulamazdım. Sonra anneme sorardım, annem; „oğlum o isimler Ermeniler`den kalma“ diyerek hızlıca geçiştirirdi. Adlarını köylerimize veren Ermeniler artık yoktu, sanki yer yarılmış, toprak yutmuştu. Köy adlarını, virane kiliselerini, mezar taşlarını bize bırakıp nereye „gitmiş“ olabililerdi ki? Bazen, yıkık kilise duvarlarından kalma taşlar; sıvanmamış, eski yapı evlerimizin duvarlarında tek tük göze çarpardı. Bu taşların dili yok muydu, kimse yok mu onların dilinden anlayan, hangi taşa işlenmişti yankılar?…

Prodüktör: Mikail Aslan
Yapımcılar: Hasan Saltık-Kalan Müzik, Tigran Hekobyan-Yerevan
Yönetmen: Levent Güneş
Kompozisyon: Levent Güneş, Cebrail Kalın, Mikail Aslan
Aranje: Levent Güneş (1,2,3,5,8,10)
Cebrail Kalın (4,6,7,9,11)

Kürtler ve İslamiyet - YASİN CEYLAN*

Kürtler ve İslamiyetBir İslam idealistinin birinci görevi, çağımızın vebası olan milliyetçilikle mücadele etmektir. Ancak görünen o ki, Fethullah Hoca'nın şakirtleri, bu hastalıkla mücadele yerine, onu benimsemişler
Kürtleri Kürt kimliğinden koparmak için çeşitli yöntemler denendi. Devletçe yürütülen bu politika, önceleri Kürt diye bir kavmin olmadığı, Kürt dilinin de birkaç dilden oluşan çakma bir dil olduğu teziyle ortaya çıktı. Daha sonraları, aynı politika, Kürtlerin aslında Türk kökenli oldukları ama sonraları değişikliklere uğradıkları iddiasıyla devam etti. Şimdilerde ise bu süreç, Kürtlerin var oldukları, ancak dillerinin, sadece söz ve türkülerden ibaret olduğu ve bu dilin kanunen, “bilinmeyen bir dil” olduğu noktasına geldi. Son zamanlarda ise bu bir nevi Kürtlüğü imha politikasına, yeni bir halka eklendi: Kürtleri İslamlaştırmak.

16 Mart Katliamı Unutturulamayacak! (Belgesel /Can Dündar) - İZLE

16 Mart 1978' de İstanbul Üniversitesi'nden öğle üzeri dersten çıkan Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencilerine bombalı ve silahlı saldırı düzenlendi. Saldırıda Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl ve Murat Kurt öldü, 41 öğrenci yaralandı.
Saldırı nedeniyle İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesinde açılan davada, Ülki Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı Orhan Çakıroğlu ile Kazım Ayaydın, Mehmet Gül, Ahmet Hamdi Paksoy ve Sıddık Polat yargılandı. 30 Mart 1980 de biten davada Sıddık Polat'a 11 yıl hapis cezası verildi, d,ğer sanıklar beraat etti. Askeri Yargıtay'ın 5 Ekim 1982 tarihli kararından sonra Sıddık Polt'ta beraat etti. Ayrıca polis şefleri Şükrü Balcı ve Süreyya San ile olay esnasında bölgenin güvenliğinden sorumlu Reşat Altay ise görevi ihmalden yargılanıp beraat ettiler.
Susurluk Komisyonu'na gelen bazı belgelerden dönemin Ülkü Ocakları Başkanı Lokman Kondakçı ile dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş arasında , katliamın karanlık noktalarını aydınlatacak önemli bir görüşme yapıldığı anlaşıldı. Bunun üzerine dava,

Japonya'daki nükleer felaket Çernobil'i geçmek üzere

Japonya'daki nükleer felaket Çernobil'i geçmek üzereJaponya'da nükleer felaket her geçen dakika etkisini artırıyor. Fukuşima nükleer santralinde meydana gelen patlamadan sonra ortaya çıkan radyasyon seviyesinin 6'ya çıktığı açıklandı. Çernobil Felaketi 7 seviyesinde değerlendiriliyor.
Fransa'daki Nükleer Güvenlik İdaresi (ASN) Başkanı Andre-Claud Lacoste, Fukuşima 1 nükleer santralindeki iki numaralı reaktörün durumunun değerlendirilmesinden sonra, kazanın 1 ile 7 arasındaki Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Durum Ölçeği'ne göre 6 olduğunu belirtti. Lacoste, Japonya'daki kazanın, 5 seviyesindeki "Three Mile Island" yoğunluğu düzeyine ulaştığını, 7 seviyesindeki Çernobil'e varmadığını söylemişti. Ölçeğe göre Ukrayna'nın Çernobil nükleer santralinde meydana gelen patlamanın büyüklüğü 7 olarak kabul ediliyor.

Hicaz bir portre: Tatlıses / Erdem Can

Cumhuriyet’in modernist kadrolarının, “aydınlanmacı” tutuculuğunun etkisinde kalan Türk solu, arabesk adını verdiği, Server Tanilli’nin adlandırmasıyla, “Doluş müziğini” alt sınıfın ürettiği, “gelişmemiş” kültürün bir parçası olarak gördü.
Sadece müziğini değil, sabahın erken saatlerinde-dahası bu kavramlaştırmaları yapanların da sıcak yataklarında yattığı saatlerde- gecekondularından şehrin çeşitli merkezlerine akan emekçi yığınları taşıyan araçları da aşağılayan bu yaklaşım solun geniş halk yığınlarını tanımaktan ne denli uzak olduğunun sadece bir göstergesidir elbette. Burada aşağılanan, salt bir araç ya da onun içinde yaşandığı varsayılan duyguların ifadesi müzik değil, topyekûn bir yaşam biçimidir aslında.
Köylerinden gelip şehrin çevresinde insanca yaşam koşullarından yoksun, ancak imara açılması durumunda kentlerin hem siyasal hem de ekonomik rant kaynağı olan, ancak o zaman da başkalarına peşkeş çekilen gecekonduların insanları.
Kıyısına kadar sokuldukları kentin ne sokaklarını biliyorlardı ne de dilini. Köyde çeşme başında, akraba düğünlerinde filizlenen aşkların yerini, dolmuş duraklarına yetişmenin telaşına bulanmış “kesişmeler” alıyordu burada. Burada sevdaların kapısını “kesişmeler” aralıyordu. Burada sevdanın tarifi dahi acıyı hatırlatıyordu. Acıyı unutturmaz bir keskinlikteydi.

UZAKTAN DA YAKIN “SEVGİLİ” ( Rachel CORRİE )

“Olmam gereken yerdeyim anne, ne yaptığımı biliyorum. Burada insanlar savaşa doğmuşlar sanki… insanlar öldürüyorlar burada, evler yıkılıyor. Her şey olağan dışı. Şimdi dönsem Amerika’ya Filistin’i Filistinlilerin yalnız mücadelesini unutamam. Mevcut zulme karşı bir şeyler yapıyor olmak beni huzurlu/mutlu kılıyor.”
“Bazen insanlarla oturup akşam yemeği yiyorum ve sonra anlıyorum ki; etrafımızı saran zırhlı bir askeri aracın birlikte akşam yemeği yediğim (bu) insanları öldürmeye çalışıyor.”
Sevgili,
Seni yazıyorum
Sen çok uzaklarda ve en yakınımdasın
Sevgili,
Seni anlatıyorum;
Güzelliğini, güleçliğini yazıyor anlatıyorum.
Sevgili,
Seni söylüyorum dostlara ne kadar erdemli olduğunu, ne kadar onura düşkün olduğunu;
Öyle ki “onur başkasının da olsa ona can feda derdin”…
Öyle güzeldin ki her davranışın güzelliğe boyanıyordu.
Sevgili,
Seni kaybetmenin yasını tutmadık. Çünkü kazandık beraberce. En çok da sen kazandın;
Sevgimizi, ölümsüz dostluğumuzu, en saf ve en içten dualarımızı.
Senden utanır olduk biliyor musun? Yani seni anınca kendimizden utanır duruma geldik.
Şimdi bu söz üzerine hiç inanmadığın halde;” my god” dediğini duyar gibiyim. Ama nasıl bir imana sahip olduğunu biliyoruz. Senin inanmadığın “kilisenin tanrısı”ydı. Yoksa yaradanı hiçbir zaman yok saymamıştın ve inancını en güzel şahitliğinle ispatladın.