Her ulusun insanları arasında iyiler, yiğitler, yürekliler bulunduğu gibi, kötüler, alçaklar, özçıkarcılar, sömürücüler de bulunur. Ulusumuzda iyilerin kötülerden baskın oluşu övüncümüzdür. Şimdi size olayın geçtiği yerin adını vermeden bir çıkarcının başından geçen gülünçlü olayı anlatacağım.
Yunan işgali altındaki kasabalarımızdan birinde çok zengin bir adam vardı, adı Hüseyin Ağa'ydı. O'na göre, paradan daha kutsal hiçbişey yoktu. Çıkarı yolunda, işleri tıkırındaysa, yurdunu düşmanın işgal etmesi ona göre önemli değildi; yeter ki o, bunu bile fırsat bilip para kazansın. İşgalci düşmanın gözüne girmek, böylece çıkarlarını yürütmek için yapmayacağı, yapmadığı alçaklık yoktu. Gelgelelim işgalci Yunan birliğinin komutanı Hüseyin Ağa'nın ne mal olduğunu öğrenmişti. O'nu kendi amacı için kullanıyordu ama hiç sevmiyordu. Çünkü, düşmanın bile sevmeyeceği denli kötü kişiydi. O'nun amansız bir sömürücü olduğunu öğrenen Yunan birliğinin komutanı Hüseyin Ağa'yı boyuna yoluyordu. İkidebir O'na haber gönderirdi:
— Çabuk, bize bir teneke bal göndersin!
— Başüstüne!
Hüseyin Ağa, bütün çıkarcılar, sömürücüler gibi korkaktı. Daha büyük çıkarlar umduğu için, yaranmak istediği düşman komutanına bir teneke balı gönderirdi.
— Hemen bize bir bakraç süt getirsin!
— Başüstüne!
Yunan komutanının bir dediğini iki etmiyordu.
— Üç küfe üzüm göndersin çabuk!
En seçme üzümlerden gönderiyordu.
— İki çuval un...
Kendi hemşerileri yarı aç yarı tok yaşarken, O çuval çuval unları, bakraç bakraç yağları Yunan komutanına gönderiyordu. Ama düşman komutanının istekleri de hiç bitmiyordu. Yunan komutanı o denli çok şey istemiş, o da o denli çok şey vermişti ki, artık canına tak demişti. Soyulmaktan bitmişti. Korkudan, vermem, diyemiyordu; yok, diyemiyordu. Baktı ki, bu böyle giderse, Yunan subaylarının sonu gelmeyen istekleriyle başedemeyecek. Ne yapsın? Kendince bir kurnazlık düşündü. Kendi kendine şöyle dedi: "Bu Yunanlılar neden beni soyuyorlar da buranın zengin yerli Rumlar'ını soymuyorlar? Çünkü beni kendilerinden saymıyorlar. Ben de onlardan biri olsaydım, beni de soymazlardı. Öyleyse ben de din değiştirir, onlardan olurum. O zaman beni de kendilerinden sayarlar. Böylece benden şunu bunu istemezler artık..."
İşte bu düşünceyle Yunan işgal birliği komutanının karşısına çıktı. O'na şöyle dedi:
— Efendim, düşündüm, danıştım, sonunda anladım ki, bu Müslümanlıktan hiç yarar yok. Sayenizde Hıristiyan olmaya karar verdim. İzniniz olursa bundan sonra benim dinim Hıristiyanlık'tır. Adım da bundan sonra Hüseyin değil, Hristo'dur.
Kurnaz Yunan komutanı O'nun gizli niyetini hemen anlamıştı. Sözde Hıristiyan olup Yunanlılar'ın güvenini kazanacak, ondan sonra da kendi halkını daha rahatlıkla sömürecekti.
Yunan komutanı,
— Peki, dedi, öyle istiyorsan öyle olsun. Hadi gir içerki odaya da senin Hıristiyanlığını bir sınayalım bakalım.
O'nu bir odaya koydular. Yunan komutanı çavuşunu çağırıp ona şöyle dedi:
— Bu herife, adın ne, diye sorun. Adının Hristo olduğunu söyledikçe basın sopayı!.. Dinin ne, diye sorun. Hıristiyan olduğunu söyledikçe basın sopayı! Ta ki "Aman, Hristo değilim, Hüseyin'im!" diyene dek döveceksiniz.
Çavuş, elinde kalın bir sopayla O'nun olduğu odaya girdi.
— Adın ne senin? diye sordu.
Çavuşun beğeneceğini sanıp sırıtarak,
— İzninizle bundan sonra adım Hristo'dur! dedi.
Demesiyle Yunan çavuşu sopayı sırtına indirdi. Neye uğradığını şaşıran adam,
— Aman! diye yalvarırken bu kez çavuş,
— Senin dinin nedir? diye sordu.
— Sayenizde Hıristiyan'ım! deyince sırtına bir sopa daha indi.
— Adın ne?
— Hristo.
Çavuş veretti sopayı.
— Dinin ne?
— Hıristiyan.
Çavuş bastı sopayı.
Gözlerine girmesi gerekirken, Yunanlıların neden kendisini dövdüklerini bitürlü anlayamıyordu. Çavuş döve döve öyle yorulmuştu ki, sopayı başka birine vermiş, öbürü sopa atıyordu.
"Adım Hristo" dedikçe dövdüler. "Hıristiyan'ım" dedikçe dövdüler. Hiç acımasız dayak attılar. Sopadan her yanı çürük içinde, yüzü gözü yara bere içinde kalmış, ağzı burnu kanamış, sonunda yere yıkılmıştı. Ama neden dayak attıklarını da anlayamamıştı. Artık O'na,
— Adın ne? diye sorulunca,
— Hristo... diye inliyor, dini sorulunca da, sızlanarak,
— Hıristiyan'ım... diyordu.
En sonunda, adının Hüseyin, dininin de Müslüman olduğunu söyleyip dayaktan kurtuldu. Ama yürüyecek, ayakta duracak gücü yoktu. Boşalmış un çuvalına dönmüştü. Yunanlı erler ite kaka, tekmeleyerek dışarı attılar. Akrabaları gelip ordan aldılar, evine götürdüler. Aylarca hasta yattı.
O'nun başından geçenler kulaktan kulağa yayılmış, kasabada duyulmuştu. Kasabalılar sözde O'na, geçmiş olsun, demeye gelip, başına gelenleri soruyorlardı. O da yüzsüz olduğundan şöyle diyordu:
— Bana ne Müslümanlık yaradı, ne Hıristiyanlık... Adım Hüseyin desem, yoğurttur, süttür, yağdır, baldır, undur, üzümdür, bitürlü isteklerinin sonu gelmiyor. Hristo oldum diyorum, bu kez de dövüyorlar. Anlamadım bu işi...
Yunan komutanı yine ikidebir O'na haber gönderiyordu:
— İki kuzu göndersin çabuk!
Kuzuları gönderiyordu.
— Bir sepet yemiş göndersin!
— Başüstüne!
Hemen gönderiyordu.
Aziz NESİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder