16 yıldır süren katliam: Gazi - BELGESEL

Bu Datça’da
Bu uzak zürafasında Anadolu’nun
Filizkıran fırtınası esiyor
Eşzamanda İstanbul’da, Gaziosmanpaşa’da
Dal gibi Aleviler kırılıyor
İşte bu Vatanla Milletin
Bölünmez Bütünlüğüdür

Can Yücel


Başbakan Erdoğan iki hafta önce partisinin grup toplantısında “Çeteleri arıyorsanız Gazi’ye bakın” demişti. Bakalım Gazi’ye, ama yalnız dününe değil bugününe de… Katliamı başlatanlar, gasp edilen bir arabadan otomatik silahlarla kahvehaneleri tarayanlardı. Sonra polis devraldı, ‘yasal mermilerle’ Gazi Mahallesi halkının üzerine günlerce ateş açıldı. Olaylar bittiğinde Ümraniye Katliamı ile birlikte geride 22 ölü vardı. Katliam bitmedi, bu kez yargı devraldı. Sorumlular yargılanmadı, dava sürüncemede bırakıldı ve 22 canın bedeli olarak sadece iki polis memuruna 4 yıl hapis cezası verildi. 8 yıllık AKP iktidarı döneminde de değişen bir şey olmadı. Gazi davası raflardan indirilip adil yargılama için tekrar açılmadı. Failler ellerini kollarını sallayarak dolaşmaya, terfi ettikleri makamlarda oturmaya devam etti. Bu da yetmedi AKP’li belediyelerin verdiği yemeklerde katliamın bir numaralı sanığı onur konuğu olarak yer aldı…

SALDIRI BAŞLIYOR, POLİS TELSİZLERİ SUSUYOR

12 Mart 1995. Akşam saatlerinde Gazi Mahallesi’nin ana caddesinden geçen bir taksiden otomatik silahlarla Alevilerin gittiği kahvehaneler tarandı. Doğu Kıraathanesi’nin önünde gelen geçen mahalleli gençlere gülümseyerek selam dağıtan Alevi dedesi Halil Kaya, ilk ateşte taburesinden devrildi, yaşamını kaybetti. Saldırganlar cadde boyunca 3 kahvehane bir pastaneyi de taradı, 5’i ağır 20 kişi yaralandı.

Gazi Mahallesi, Alevilerin ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı, solun güçlü olduğu bir semtti. Saldırının ardından halkın bir araya gelmesi uzun sürmedi.

Polis telsizleri sustu
Saldırının ardından polisin olay yerine gelmesi bir hayli uzun sürmüştü. Polis geldiğinde tepkili mahalle halkını karşısında buldu. Olayın tanıkları polislere saldırganların gittiği yönü tarif edince “Merak etmeyin biz yakalarız” cevabını aldı, ancak polis otosu tarif edilen yönün tam tersine doğru gidiyordu. Bu durum Gazi halkını daha da öfkelendirdi.

Polis telsizleri ise saldırının ardından susmuştu. Asayiş anonsları dahi bir süre duyulamadı. Saldırıda kullanılan otomobil kısa süre sonra mahallenin ıssız bir köşesinde yanmış halde bulundu. Aracı gasp edilen şoför ise boğazı kesilerek öldürülmüş olarak…

Karakol yürüyüşü
Gelişmeler üzerine mahalle halkının bekleyişi biriken öfkeyle eyleme dönüştü. Gazi Karakolu’na yürüyüş başladı. Karakoldan açılan ateş sonucu cemevi önünde bekleyen Mehmet Gündüz yaşamını yitirdi, çok sayıda mahalleli yaralandı.

Olaylar sırasında karakoldan sorumlu Gaziosmanpaşa Emniyet Müdürü Mehmet Han Tokuş’tu. Ateş emrini veren “sarkık bıyıklı ülkücü polis” Tokuş, birkaç yıl sonra MHP’den seçimlere katılacaktı. Daha önce de defalarca işkence suçlamasıyla yargılandı ancak her seferinde beraat etti. Şu an “devlet için kurşun sıkan” her ‘vatansever’ gibi emekliliğin keyfini çıkarıyor.

Öfkesi çoğalan Gazi halkının karakoldan açılan ateşle yeniden kayıp vermesi ertesi gün kalabalığın büyümesine yol açtı. 13 Mart sabahı binlerce mahalleli Mehmet Gündüz ve Halil Kaya’nın cenazelerini almak için cemevi önünde bekledi. Ancak cenazeler verilmeyince kitle saat 11.00’da tekrar polis karakoluna yürüyüş düzenledi. Bölgeye sevk edilen çevik kuvvet ve özel tim hedef gözeterek yürüyen 6 bin kişinin üzerine ateş açınca katliamın boyutu da arttı; 15 kişi daha yaşamını yitirdi, gazetecilerin de aralarında bulunduğu onlarca kişi yaralandı. Saldırganların peşine düşmeyen polis, kameralar önünde halka ateş açıyordu.

13 Mart’ın akşam saatlerine gelindiğinde katliamın bilançosu ortaya çıktı: 17 ölü. Gaziosmanpaşa’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ancak Gazililer sokağı hiç terk etmedi. Başta cemevi olmak üzere mahallenin her yanında bekleyişini sürdürdü.

Direniş ve katliam yayılıyor: Ümraniye’de 5 ölü
Gazi’de dünyanın gözü önünde yapılan katliama karşı İstanbul ve Ankara’da yaşayan Aleviler ve solcular da sessiz kalmadı.

14 Mart’ta Ankara Kızılay Meydanı’na çıkan büyük bir kalabalık katliamı protesto eylemi düzenledi. Eyleme saldıran polis, 36 kişiyi yaraladı, 40 kişiyi gözaltına aldı.

15 Mart’ta ise İstanbul’un dört bir yanında eylemler vardı. Okmeydanı, Kağıthane, Nurtepe gibi Alevilerin yoğun olduğu mahallelerde kitlesel eylemler düzenlendi. Bu eylemler olaysız sona ererken, Ümraniye Mustafa Kemal Mahallesi’nde (1 Mayıs Mahallesi) polisler yeni bir katliama imza attı. Halkın üzerine ateş açıldı 4 kişi öldü, 20’den fazla kişi yaralandı.

DEVLET KATLİAMI ÜZERİNE YIKACAK ÖRGÜT ARIYOR!

Olayları başlatan saldırı sonrası emniyete hızlıca yapılan bir ihbar, devletin rol aldığı bir kontrgerilla operasyonununa dair karışıklık yaratmayı hedefleyen ilk hamleydi: “Saldırıyı PKK yaptı.” Ardından ikinci ihbar geldi; “Otomobilden ateş açanlar TİT üyeleriydi.”

Dönemin DYP’li İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, yaptığı açıklamalarla manipülasyon dalgasını bizzat sürdüren kişiydi. Katliam sürerken yaptığı her açıklama halkın öfkesini arttırdı. İlk gün “olay provokasyon, sağduyulu olalım” diyerek saldırganların peşine düşülmediği halde, halkın saldırıyı sineye çekmesini istedi. Ardından “Olayı PKK de yapmış olabilir, Dev-Sol da olabilir. Ya da İBDA-C” diyerek yakınlarını kaybetmiş insanları çileden çıkardı. Bu sözlerin ardından dönemin Cumhuriyet gazetesi, “Tam da bir içişleri bakanına yakışacak açıklama” yorumunda bulunuyordu.

Menteşe’nin açıklamaları bitmek bilmedi. Kendisinden saldırganları yakalaması beklenen bakan, 14 Mart’ta örgüt bulamamaktan şikayet etti; “Hangi örgüt olduğunu bilsek, olay bitecek. Ancak şu bir gerçek ki 12 Eylül öncesi Dev-Yol ve Dev-Sol buralarda at oynatmış.” Ve Menteşe, noktayı Türk İslamcı devlet adamlarının her dönem dilinden düşürmediği “Mezhep ayrımı yapmıyoruz. Ben kendim Sunniyim. Ama Ali’yi sevmek Alevilikse, aslında ben de Aleviyim” açıklamasıyla koydu.

Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, 55. hükümette Ulaştırma Bakanlığı yaptı
Necdet Menzir, Hayri Kozakçıoğlu, Mehmet Ağar, Ercan Ersoy, Ayhan Çarkın…
Gazi ve Ümraniye Katliamlarında hayatını kaybeden 22 kişi karşısında görevden alınan (bir süreliğine) sadece Gaziosmanpaşa Emniyet Müdürü Mehmet Han Tokuş oldu.

Dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu, İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, Emniyet Genel Müdür Mehmet Ağar hakkında idari bir soruşturma dahi başlatılmadı. İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, defalarca “Ben hiç birinin olayda sorumluluğu, ihmali olduğunu düşünmüyorum” diyerek memurlarını korudu. Katliam sırasında olay yerinde bulunan iki isim daha dikkat çekiciydi; Ayhan Çarkın ve Ercan Ersoy. “Olay yerinde ne işleri vardı” sorusu hep yanıtsız bırakıldı. Bu iki isim daha sonra Susurluk Davası nedeniyle, devlet içi başka hesaplaşmalar sonucu tutuklandı, ancak Gazi Katliamı’ndan sorgulanmadılar bile. Oysa Ayhan Çarkın ve Oğuz Yorulmaz adlı özel timcilerin halkın üzerine ateş açarken görülen fotoğrafları basında dahi yer almıştı.

O dönem Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı, Susurluk sonrası yaptığı ifşaatlarda, Gazi Katliamı’na da değinmişti. Avcı, kahvehane taramalarından Yeşil’i sorumlu tutarak, katliamın MİTçi Tarık Ümit’in öldürülmesinin üzerine gidilmemesi için gerçekleştirildiğini ileri sürdü. Bu bilgiye sahip olan ancak saklayan Avcı hakkında da Gazi Katliamı ile ilgili hiçbir dava açılmadı.

Komisyonun başına tanıdık isim
Katliam sonrası dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in talimatıyla kurulan TBMM Araştırma Komisyonu ise Alevilerin büyük tepkisiyle karşılandı. Çünkü komisyonun başına DYP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Köse getirilmişti. Köse, ne tesadüftür ki Sivas Katliamı sonrası kurulan araştırma komisyonunun da başındaydı ve halk arasında aşırı sağcı bir isim olarak biliniyordu. Alevi örgütleri ve Gazi halkı bu komisyonu hiçbir zaman tanımadı.

YARGI DEVREDE, YARGI SÜRÜNCEMEDE, YARGI YOK…

Gazi Katliamı davası, bu ülkede kontrgerillanın yargı ayağının nasıl işlediğini görmek için bakılması gereken bir örnek; davanın uzak bir ile kaçırılması, sürekli erteleme, yüksek ceza indirimleri, delillerin kabul edilmemesi, mahkemede suçunu itiraf edenlerin duymazlıktan gelinmesi, davadan çekilen yargıçlar ve cezasızlık…

Katliamda ölenlerin yakınları ilk suç duyurusunu 11 Nisan 1995’de yaptı. Ancak devlet hazırlıklıydı. Vali Hayri Kozakçıoğlu, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir gibi isimlerin de yer aldığı suç duyurusunun ardından 8 gün geçmişti ki, Kozakçıoğlu, Menzir ve Ağar hakkında takipsizlik çıktı.

Dava Trabzon’a, linçlerin kolay düzenlendiği yere
İddianame ise 10 Temmuz 1995’te hazır oldu. Eyüp Cumhuriyet Başsavcısı Ali Ural Büyükdinçer’in hazırladığı iddianamede “yürüyüş düzenleyen mahalle halkının” baş sanık olarak gösterilmesi davanın nasıl bir seyir izleyeceğinin işaretini veriyordu. Üst düzey tek bir polis bile iddianameye giremezken, 20 polis memuru hakkında “Müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek” gerekçesiyle dava açıldı. İddianamede öyle ibareler vardı ki, suçu sabit olan polisler neredeyse kusursuz görülebilirdi. Yargı, daha süreci işletmeden provokasyonu belirlemişti; “Saldırının hemen ardından kalabalığın kısa sürede toplanabilmesi ve yürüyüş düzenlenmesi, saldırganlar ile yürüyüşü organize edenlerin arasındaki ilişkiye işaret.”

Dava 13 Temmuz 1995’te Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı, ancak buradaki duruşma çok kısa sürdü; dava mahkemenin olay yerine yakınlığından “güvenlik” gerekçesiyle Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’ne alındı. Kararı önceden haber alan sanıklar, bu duruşmaya katılmaya gerek bile görmemişti. Trabzon’a alınan davanın ‘güvenliği’ sağlandı, ancak duruşmalara katılmak isteyen aileler için tam tersi oldu. Her duruşma öncesi aileleri taşıyan araçların önü kesildi, taşlandı, linç girişimleri düzenlendi. Yine de aileler vazgeçmedi, 5 yıl boyunca 31 kez kendi imkanlarıyla Trabzon’a giderek duruşmalara katıldılar. Bu arada Trabzon'a alınan davada ilginç bir gelişme yaşandı. Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’nde davaya bakan hakim Hüseyin İmamoğlu, “Beni korumakla görevli polisleri ben yargılayamam” diyerek polislerden yana taraf olduğunu açıkladı, davayı bıraktı. Bu hamle davanın iki buçuk yıl fazladan uzamasına neden oldu.

Sanıklar ilk ifadelerini olaydan iki yıl sonra, 17 Kasım 1997’deki duruşmada verdi. Öyle örgütlüydüler ki, hepsi aynı duruşmada mahkemeye gelmiş, benzer ifadeleri vermişti; “Yasal yetkimiz çerçevesinde silah kullandık.”

Fotoğraftaki beyaz giyimli kişi Adem Albayrak. Fotoğrafı çeken kişi ise Ahmet Şık
22 can için 1 yıl…
İlk duruşmada sanık polislerden Adem Albayrak, Metin Mehmet Gündoğan, Hamdi Özata, Hasan Yavuz, İsa Bostan, Sedat Özdemir, Hayrullah Şişman ve Metin Çakmaz hakkında tutuklama kararı verildi. Tutuklananlar fotoğraflarla tespit edilebilenlerdi, diğer sanıklar ise fotoğraf bulunamadığından ilk duruşmada ‘yırttılar’. Ancak polislerin halka ateş açtığının fotoğraflarla tespit edilmesi de fayda etmedi. Devlet “vatanı için kurşun atan şerefli memurları” korudu, sanıklar sonraki duruşmalarda teker teker salıverildi. 11 Haziran 2002’de tamamen kapanan davada sadece Zeynep Poyraz ve Mümtaz Kaya’yı öldüren Mehmet Gündoğan ve Dilek Aradan, Reis Kopal, Sezgin Engin ve Fevzi Tunç’u öldüren Adem Albayrak ceza aldı. Onların aldığı ceza da Yargıtay 1. Ceza Mahkemesi tarafından bozuldu. “Af yasası”ndan yararlanan sanıklar sadece 1 yıl cezaevinde kaldı. 22 can için 1 yıl… Davanın karar metninde yazılı olan “olay sonrası halkın verdiği tepki demokratik değildi” notu davanın özeti gibiydi.

Gazi Katliamı’nın baş sanığı yıllar sonra şu açıklamayı yapacaktı; “Operasyonu yöneten Mehmet Ağar, Necdet Menzir ve Hayri Kozakçıoğlu’ydu. Emri onlar verdi, yargılanan biz olduk.”

Yıllar sonra ailelerin AİHM’e açtığı davada Türkiye bu yargılamalardan dolayı “yaşam hakkını ihlal”den 510 bin euro tazminata mahkum oldu.

DEVLET VİCDANININ RESMİ: ADEM ALBAYRAK

Gazi Katliamı davasının baş sanığı Adem Albayrak, davanın ‘en popüler’ ismi oldu. 4 kişi onun uzun namlulu tüfeğinden çıkan kurşunlarla yaşamını kaybetmişti. TRT arşivlerinde yer alan görüntülerde, beyaz kot ceket ve beyaz pantolonuyla halkın üzerine ateş açarken görülüyordu. Hedef gözeterek ateş ettiğini hiç saklamadı, ama mahkeme söylediklerini duymazdan geldi.

Bir duruşma sırasında oğullarını, kızlarını öldürdüğü insanların üzerine yürümekten dahi çekinmedi. Hatta “Bırakın hakim bey, şunları da tarayayım” diyerek hakimden izin istedi. Duruşmalara katılanlar, bir annenin çömeldiği yerde söylediği şu sözleri duymuştu; “Devlet tek taraflı işte. O adamın orada konuşmaya değil, solumaya hakkı yok, hakim çıkıp ‘ne konuşuyorsun’ diyemedi gördünüz mü? Hepsinin gözleri önünde üstümüze yürüdü, ‘şunları tarayayım’ dedi. Zabıt bile tutmadılar. Sanki bizi onlar dünyaya getirmiş, Allah değil…”
Adem Albayrak, annenin dediği gibi resmen ‘korunuyordu’. 4 can için sadece 1 yıl içeride kaldı. Yıllar sonra İhlas Haber Ajansı’na verdiği röportajda öldürdüğü kişiler için şunları söyledi; “Aynı şartlar olsa yine aynı şeyleri yaparım. Benim için bu kadar adam vurdu diyorlar. Ben hiç adam vurmadım. Ben adam olana mermi atmam, olmayana atarım. Atmışsam da adam olmayanlara atmışımdır. Adamlar vurulmaz adam olmayanlar vurulur.”
Pişman olmaması sebepsiz değil
Adem Albayrak’ın 4 kişiyi öldürmesine rağmen pişmanlık duymaması sebepsiz değil. Yargı yaptıklarının cezasını vermediği gibi, devlet bu kadar deşifre olmasına rağmen ona hep sahip çıktı. 2002’de Rize Terörle Mücadele Şubesi’ne terfi ettirildi. AKP iktidarı döneminde de 4 yıl boyunca terfi ettiği görevini sürdürdü. 4 kişiyi katletmişti ancak katledilenlerin ailelerinin de ödediği vergiden maaşını alıyordu. Sonunda 12 Haziran 2006’da adli bir yaralama olayına da karışınca meslekten men edilebildi.

KATLİAMCI, AKP’NİN SOFRASINA NASIL OTURDU?

Adem Albayrak, meslekten men edilse de sahip çıkanları, hürmet gösterenleri hiç eksik olmadı. Üstelik devran değişmiş, “Çetelerle hesaplaşıyoruz” iddiasıyla sürekli oy isteyen bir hükümet göreve gelmişti.

Resim çok net değil, kişileri tanımayanlar seçemiyor olabilir ama kim oldukları biliniyor. Tarih Mayıs 2007. Rize İyidere’nin AKP’li Belediye Başkanı Ahmet Mete’nin Bafra Belediyespor onuruna verdiği yemekli bir davet. Fotoğraftakiler ise Ordu İl Emniyet Müdürü, İyidere Belediye Başkanı Ahmet Mete, Güneysu Belediye Başkanı Ahmet Minder, Derepazarı Belediye Başkanı Şaban Kalça, Yalova Çınarcık Belediye Başkanı Murat Erdoğan, Çaykur Müdürü Yaşar Mete ve bu kadar AKP’li arasında kendi tabirleriyle “Bafralı polis hemşehrimiz Adem Albayrak”.
Bebekten katil yaratan bir yerel çakal
Adem Albayrak’ı, ismini vermek istemeyen Bafralı ‘eski ülkücü’ bir genç şöyle anlatıyor: “Spor klüplerinde takılıyor genelde. Polislikten atıldıktan sonra teröristler vuracakmış dediler, silah ruhsatına başvurdu ama kabul edilmedi. ‘Ben korkmuyorum, hainlerden korkmam’ diyordu ama çelik yelekle geziyordu, sürekli tedirgindi. Genelde kumar oynatılan bazı kahvelerde gençleri etrafına toplayıp eski hikayelerini anlatıyordu.”

Bafralı ‘eski ülkücü’ devam ediyor Albayrak’ın nasıl ‘bebekten katil yaratma’ görevini sürdürdüğünü anlatmaya; “Ben onların samimiyetine inanmadığım için artık takılmıyorum. Hep ‘biz vatanı şöyle savunduk, vatan hainlerini böyle vurduk ama devlet bize yeterince sahip çıkmadı’ diyordu. Ne yalan söyleyeyim bizim oranın milliyetçi gençleri de özeniyordu o böyle anlatınca.”
Bafralı gencin anlattıklarına göre Adem Albayrak, yöredeki AKP’li ve MHP’liler tarafından büyük hürmet görmeyi sürdürüyor. AKP ve MHP içinden Albayrak’a hürmet gösteren, zaman zaman para yardımı yapan ancak yazmamızı istemediği isimleri de sıralıyor.
Kısacası Gazi Katliamı 12 Mart 1995’te otomobilden açılan ilk ateşle başladı, 12 Mart 2011’de katillerin korunmasıyla, faillerin ortaya çıkarılmamasıyla sürüyor…

Sendika.Org / Hakan Demir




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder