Dikmen Vadisi'nde yıkım ve çatışma

AKP ve Ankara polisi saldırılarına ara vermiyor. Tayyip Erdoğan’ın ve Melih Gökçek’in kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili sözlerinin ardından harekete geçen yıkım ekipleri ve polis, sabah saatlerinde Dikmen Vadisi’ne saldırdı.
Dikmen Vadisi güne yıkım tehdidi ve polis kuşatması ile başladı. Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi'ne göre 4. v 5. etaplarda yıkım yapması gereken Büyükşehir Belediyesi ekipleri, yüzlerce polis ile birlikte vadiye çıkarma yaptı.
Sabah 9.30 sıralarında yıkıma başlayan ekipler, karşılarında vadi halkını buldu. Evlerinin yıkılmasına izin vermeyen halka polis gaz bombaları ile saldırdı. Dikmen Vadisi halkı da bulundukları bölgenin farklı noktalarına kurdukları lastik barikatları ateşe verdi.
Çatışmayı haber alan demokratik kitle örgütleri temsilcileri ve ODTÜ öğrencileri de dayanışma amacıyla vadiye indi. Ancak polis, pek çok noktayı tutarak bölgeye girişleri engelledi. Polis ablukası nedeniyle basın emekçilerinin bölgeye girmesine de izin verilmedi.
Yaklaşık bir saat süren çatışmanın ardından halk, polisi püskürttü. Vadide gergin bekleyiş sürüyor.

Dikmen Vadisi'nde evi yıkılan aile anlatıyor

Blok ve soldaki değişim - KÜRŞAD KIZILTUĞ

BDP'nin yükselişini, Kürtlerin yanı sıra radikal solun 60'lar ve 70'ler devrimci hareketinden miras Kemalizm etkisinden uzaklaşmasına da bağlayabiliriz.
BDP ve ittifak yapan radikal solun desteğiyle oluşan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu adayları, 36 milletvekiliyle meclise girdi. Eşzamanlı olarak bu seçimlerde, 4–5 yıldır Türkiye’deki sağın en uçtaki unsurlarından biri olan ulusalcıların farklı siyasi fraksiyonlarının oluşturduğu Cumhuriyetçi Güç Birliği’nin esamesi dahi okunmadı. Tahminen büyük oranda CHP ve MHP tarafından absorbe edildiler. Bu veri, -solun bir kısmının Kemalizmi ve ulus-devletçiliği sahiplenişi üzerinden reaksiyoner bir yoldan neo-faşizme varabilmesinin en yaygın şekli olan- ulusalcı akımın siyaseten yok olmasının belirtisi olarak okunabilir. Ulusalcı akımın paralize olması önemli, çünkü ulus-devletçi ve Kemalizm’e meyilli bir antiemperyalizm söylemiyle ulusalcılığa yaklaşan bazı geleneksel sosyalist çevrelerin de etkisizleşmesinin belirtisi olarak görülebilir. Bu açıdan TKP’nin bir önceki dönemde 90 bin oy alırken şimdi 60 bin oya gerilemesi, ulus-devletçi sosyalist bir zihniyetin taraftar kaybına uğramasının benzer bir alameti. Politik atalet, iç örgütlenme sorunları, ardı kesilmeyen bölünmeler ve değişip karmaşıklaşan toplumsal sorunlar karşısında söylemini yenilemek ve mücadele alanlarını çoğaltmaktan uzak geleneksel sosyalist akımların da durumları pek parlak değil. Peki, BDP’nin yükselişini bu çerçevede nereye oturtabiliriz?

'Ölmeseydik ne iyiydi' - SIRRI SÜREYYA ÖNDER

'Ölmeseydik ne iyiydi'Bizim topraklarımızda pasaport göstermeden akıp giden beş tane su vardır: Aras, Meriç, Fırat, Asi ve Dicle nehirleri.
Asi Nehri ya da ‘Oronthes’ dışarıda doğup bizim ülkemizi de bereketlendirdikten sonra ‘Herkesin Akdenizi’ne dökülür.
Fırat ve Dicle, bizde doğup ayrı ülkeleri de yeşerttikten sonra Şatt-ül Arap’ta vuslata ererek insanlığın ortak körfezine dökülürler. Kutsal metinlerde, bu üç nehrin kapladığı toplam alana ‘tufan coğrafyası’ denir.
Haritaların ve de sınırların, sular, dağlar ve denizler yerine, kanla çizilmeye başlanmasının tarihi bir hayli eskidir. İnsanlığın evrimi henüz avcılık-toplayıcılık aşamasındayken yani atalarımız gündüz gözüyle avladıkları hayvanları ya da topladıkları bitkileri, gece kurdukları müşterek sofralarda yerken birilerinin içine bir fesatlık düşmüş. “Belki yarın avlayacak bir hayvan bulamam” endişesiyle diyelim ki bir parça eti, mağaranın köşesine saklayıvermiş. Bununla da yetinmemiş, herkesi kendi gibi sanarak mağaranın çıkışına bir kapı, üzerine de bir kilit icat etmiş. Yetmemiş, bir de adam dikmiş. İşte o saklayıcı-paylaşmayıcı insan var ya dünyadaki tüm sağcıların atasıdır. “Bunu beraber avladık, beraberce yemeliyiz kardeşim” diyenlere de o günden beri solcu denir.

SİYA SİYASİYABEND - DİNLE

SİYASİYABEND ÖZGÜR İNSANLARA MÜZİK ÜRETİR....
Sen yalnız değilsin.
Tüm dünyada milyonlarcasından bir tanesisin. Sana devasa görünen o kuleler tek bir fırtınada yıkılır.Çaresiz değilsin dahası çarenin ta kendisisiniz.çare--sizsiniz....Müzik tüm dünyadaki özgür insanların dilidir,düş-düşünce yollarının birleştiği delta dır.Bundan ötürü köleleştiren şarkılara,genelde pop müziğin ruhsuzlaştırıcılığına karşı yaşayan müzikler üretmeli ve tüketmeliyiz....Yaşamı yaşamaya değer kılmak için duyurulam sesimizi,alın sazlarınızı elinize....
Siya siyabend 1996 ilkbaharda Devrim Çetinkayalı ve Murat Toktaş ın projesi olarak oluşturuldu,sonraları Murat Öztürk ve Ahmat Öztürk,Memduh,Okan ,Pascal,Garbis,Orçun,Ferhat,Hakan v.b. gibi pekçok müzik adamıyla çalıştı.
Siya Siyabend grubu bugün Hakan Özboz,Memduh Özdemir,Murat Toktaş,Erdemli kadrosuyla yoluna devam etmektedir,albüm çıkarmamıştır,pek çok demosu vardır.Doğaçlama öykü anlatan Muratın vokali doğaçlama çalınan müzikle ssb sezgisel düşgörücü bir öykübilimcilik eylemidir....Belli bir türe bağlı kalmayarak ekin vermeye devam etmektedir....siyasiyabend.com adlı birde siteleri yeni açılmıştır....

Ne Günah Ne Hastalık Ne de Suç! - Yıldırım Türker

Geçen yıl binlerce kişinin katılımıyla ilk olarak gerçekleştirilen LGBT bireylerinin özgürlüğü için dayanışma yürüyüşünün (gay pride) ardından dün de binlerce kişi sokaklardaydı.
Bu arada geçen hafta Uluslararası Af Örgütü, ‘Ne bir hastalık ne de bir suç—Türkiye’de Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Trans Bireyler Eşitlik İstiyor’ başlıklı kapsamlı raporunu yayımladı.
Raporda, hükümetin kimi hak alanlarında açılımlara imza atmasına karşın Türkiye’de son yıllarda iyice güçlenen LGBT özgürlük hareketi ve genelde LGBT bireylerine yönelik düşmanca tavrının altı çiziliyor.
Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan Aliye Kavaf’ın şanlı ‘tedavi gerektiren hastalık’ tanımı üstüne yükselen protestolara kulak asmayıp özür dilememişliğinden dem vuruluyor. Bu arada hükümetin bol yumurtalı unsuru Burhan Kuzu’dan da müthiş bir alıntı var: “Anayasa çalışmaları sırasında eşcinsellerin de talepleri oldu. Halen de geliyor. İstiyorlar diye verecek miyiz? Şu anki koşullarda mümkün değil, kamuoyu buna hazır değil.”
AKP hükümeti lütfedilecek haklar olarak görüyor eşcinsellerin eşit haklara sahip olma talebini.
En büyük rahatlıkla nefret suçlarının işlenebildiği ve işleyenin yanına kar kaldığı alan, eşcinsellere yönelik haklar zeminidir. Bakanın teşhisi üstüne kimi kendine demokratların, ‘hastalık değil, günah’ fetvasında bulunmasını her yıl onlarca LGBT bireyinin nefret cinayetlerine uğradığı bir ülkede ‘fikir ve inanç özgürlüğü’ olarak adlandırabilmesi de henüz yolun çok başında olduğumuzu gösteriyor.

Kafka’yı nasıl okumalı? - A.Ömer Türkeş

Yaşamı boyunca pek tanınmayan, tüm yazdıklarının imha edilmesini vasiyet ettiği yakın arkadaşı Max Brod’un ‘ihaneti’ sayesinde hikaye ve romanlarıyla bir edebiyat efsanesine dönüşen Franz Kafka, 1883’te, Alman asıllı Yahudi bir tüccarın en büyük oğlu olarak Prag’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Alman okullarında tamamladı. 1901’de Karl Ferdinand Üniversitesi’nin kimya fakültesine kayıt yaptırdıysa da, karar değiştirip önce edebiyat ve sanata yöneldi, en sonunda annesiyle babasının isteğine uyarak hukuk eğitiminde karar kıldı. Üniversite yılları verimliydi Kafka’nın. 1902 yılında tanıştığı Max Brod sayesinde Prag’ın edebiyat çevrelerine açıldı. Nietzsche’den, Darwin’den ve ‘sosyalizm’den etkilendi. Dini inançları olmamakla birlikte, etnik kimliği nedeniyle Yiddiş tiyatro çalışmalarında yer aldı.

Hastalıklar, aşklar
1906’da hukuk doktoru olduktan sonra bir yıl mahkeme stajı gördü. 1908 ortalarında Bohemya Krallığı İşçi Kaza Sigortaları Kurumu’na hukuk danışmanı olarak girdi. Yarı zamanlı bu iş sayesinde yazmaya zaman ayırabiliyordu. Sanılanın aksine ne içine kapanıktı ne de sosyal ilişkileri zayıftı. Yürüyüş yapmayı, yüzmeyi ve kürek çekmeyi, dakika dakika planladığı seyahatlere çıkmayı seviyordu. Kadınlarla ilişkisiyse ikircikliydi; bir yandan fahişelere düşkünlük gösterirken diğer yandan tutkulu romantik aşk arayışındaydı. Evliliğe her zaman soğuk bakan Kafka, 1912’de nişanlandığı Felice Bauer’le sıkıntılarla dolu beş yıllık nişanlılık süresinden sonra 1917’de ayrıldı. Bu dönem aynı zamanda Kafka’nın en verimli çağıydı: Bir gecede yazdığı ’Dos Urteil / Yargı’, en önemli yapıtlarından ’Die Venvandlung / Değişim’ ve yarım bıraktığı ’Der Verschollene / Kayıp’ romanı, çocuk ile aile arasındaki çatışmaları konu alan hikayeleriyle tematik bir bütünlük gösterirler. Kafka bu dönem içinde, ’Der Prozess / Dava’ romanını ve ’In der Strafkolonie / Ceza Sömürgesi’ adlı uzun hikayesini de tamamlar.

Newroz ve Karayüzlerin Şoven Harekâtı


Newroz’un aynasına yansıyanlar
Üzerinde yaşadığımız topraklar dahil, Ortadoğu coğrafyası için özel günler ezilen kitleler nezdinde hep başka anlamlar ifade etmiştir. Çelişki ve çatışmaların alabildiğine derin yaşandığı bu topraklarda, ezilen ve sömürülen kitleler kendi ezilmişliklerini açığa vuracak ve bunu yığınsal olarak örgütleyecek özel günler yaratabilmişlerdir. İşte Newroz, ona atfedilen tüm efsaneleri aşarak ezilen Kürt halkının başkaldırı günü oluvermiştir. Günler sadece vesiledir ve her tarihsel gün döner kendi efsanesini de yaratır. 1990’ların başında milyonlarca Kürt sokaklara dökülmüş ve yükselen ulusal mücadele Newroz’u değiştirerek, onu siyasallaştırarak bir mücadele gününe dönüştürmüştür.
2005’in Newroz’u da diğer Newrozlar gibi Kürt yığınlarının öfkesini ifade eden bir araç oldu. Gerek Kürt illerinde gerekse de Türkiye’nin batısındaki metropollerde yüz binler, kırmızı, yeşil ve sarı renklere bürünerek meydanları doldurdular. Diyarbakır, İstanbul, Van, Mersin, İzmir, Adana, Hakkari ve birçok ilde Kürt kitleler özgürlük taleplerini haykırdılar. 20 ve 21 Marta yansıyanların da ortaya koyduğu üzere, Kürt kitleleri onca baskı ve zulme ve devletin inkârcı ve asimilasyoncu politikalarına karşın mücadeleden vazgeçmiş değildir. Tüm baskı ve zorbalığa rağmen Kürt halkı susmamış, mücadele iradesine sahip çıkmıştır. Ve bir kez daha anlaşılmıştır ki, Kürt mızrağı TC’nin inkârcı çuvalına sığmıyor. En küçük bir başkaldırı dahi statükocu-gerici güçlere karabasanlar yaşatarak onları daha da saldırgan yapmaktadır. 1980 öncesi işçi hareketi ve sonrasında Kürt halkının yükselen özgürlük mücadelesi burjuvazinin belliğinde capcanlı durmaktadır.

Kaosu ortak pişirdiler - İnci HEKİMOĞLU

DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesiyle başlayan krizi ve AKP hükümetinin bunun karşısındaki tutumunu değerlendirdi

Mesele Kürtlerin demokratik bir zeminde siyaset üretmesinin engellenmesidir. Başbakan daha önce söyledi: "Milletvekili olabilirler ama tahliye edilmeyebilirler." Başbakan'ın kafasında bazı şeyler var. Salt YSK'nin aldığı karar değil. Bu devletin aldığı bir karar. Ortak pişirilmiş bir karardır.

Hükümet gerçekten sorunların çözümünü istiyorsa bu konuda beklentilere yanıt verecek bir tavrı ortaya koyar. Anti-demokratik yasaları değiştirmek için bir refleks geliştirir. Bizim amacımız sorunları çözmektir. Bu koşullarda gitmenin anlamlı olmadığına inanıyoruz.


Full Metal Jacket - İZLE

EN İYİ 250 FİLM ARASINDA 82. SIRADA 
IMDB Puanı:8.4/10
Yönetmen: Stanley Kubrick
Müzik:Vivian Kubrick
Süre:1 saat 56 dk
Oyuncular : John Terry, R. Lee Ermey, Onlineizleyin.Blogspot.Com, Matthew Modine, Vincent D’Onofrio, Dorian Harewood
Filmin Konusu
Efsane yönetmenlerden Stanley Kubrick’in müthiş eseri Full Metal Jacket, Vietnam Savaşı sırasında yetiştirilen askerleri, onlara verilen askeri disiplinin sebep ve sonuçlarını ele alıyor. Sıkı askeri eğitimin, erler arasında ne gibi psikolojik etkileri olduğundan filmin ilk kısmında bahsediliyor. Diğer kısımda ise eğitilen askerlerin Vietnam’da cepheye sürülmesi ve burada yaşadıkları savaşın acımasız yüzüyle tanışması anlatılıyor.. 1987 yapımı olmasına rağmen, gerek kurgusu gerekse de kullanılan mekanları ve efektleriyle günümüz filmlerinden eksik kalır bir yanı yok...İyi seyirler diliyoruz..

Aslan Dik Bakarak Öldürür - Subcomandante Marcos

Koca Antonio, eski tüfeğiyle Amerikan pumasına benzeyen bir dağ aslanı avladı. Bundan bir kaç gün önce, "Bu tip tüfekleri Hernan Cortes'in Meksika'yı işgal ettiği zamanlarda kullanırlardı" diye tüfeğiyle dalga geçmiştim.
"Evet ama bak şimdi kimin ellerinde," diyerek savunmuştu kendini. Şu anda tabaklamak için aslanın son et parçasını ayırıyor derisinden. Gururla deriyi gösteriyor bana. Üzerinde tek bir delik bile yok.
"Gözünden vurmuşsun," diyerek tahmin yürütüyorum.
"Deriye zarar vermemenin tek yolu bu," diye cevaplıyor beni.
"Peki, ne yapacaksın bu deriyi?" diye soruyorum.
"Koca Antonio sorumu cevapsız bırakıyor. Palasıyla sessizce deriyi kazımaya devam ediyor. Yanına oturup pipomu doldurduktan sonra tütün sarma aletiyle ona bir sigara sarmaya çalışıyorum. Bir şey söylemeden sigarayı ona uzatıyorum, sigaraya şöyle bir baktıktan sonra kağıdı tekrar açıyor:
"Becerememişsin," diyor, sigarayı yeniden sararken. Bu tütün seremonisini paylaşıyoruz beraberce oturduğumuz yerde.
Sigarasından her nefes çekişinde ilmek ilmek örüyor hikayesini Koca Antonio:

Aslan Dik Bakarak Öldürür
Aslan, diğer hayvanlar güçsüz olduğu için güçlüdür. Aslan, diğer hayvanların etiyle beslenir çünkü bu hayvanlar yenmelerine kendileri izin verirler. Aslan pençeleri ya da dişleriyle öldürmez. Aslan dik bakarak öldürür. Önce yavaş yavaş yaklaşır... sessizce, çünkü pençelerinde sesi öldüren bulutlar vardır aslanın. Sonra sıçrar ve tek hamlede kurbanını alaşağı eder. Gücüncen çok, yarattığı şaşkınlıktır marifeti.

Şair Ceketli Çocuk Kazım Koyuncu - DİNLE

Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan çekinmem” diyordu bir röportajında Kazım Koyuncu...
Dünyaya o unutulmaz güzel sesini bırakıp veda ettikten bir gün sonra 26 Haziran 2005 günü Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda Kazım'ı İstanbul'dan Hopa'ya uğurlanmaya gelen binlerce kişinin sevgisini kazanmasının sırrı bu sözlere yansıyan duruşu ve kişiliğiydi.
Kazım Koyuncu Karadenizliydi. Artvin'in yaylaların yeşiliyle denizin mavisini buluştuğu Hopa ilçesinin bugünkü adı Yeşilyurt olan P’anç’ol köyünde 7 Kasım 1971'de doğdu. Doğum tarihinin nüfus kağıdına 10 Mayıs 1972 yazılması nedeniyle yılda iki kez doğum günü kutlama mesajlarını gülümseyerek karşılardı Kazım. Çocukluğunda “Kemençeci Yaşar” olarak tanınan Yaşar Turna'nın türkülerini çok dinlediğini her zaman dile getirirdi.
Kazım Koyuncu çocukluk günlerini anlatırken “Kitap okuyan babamdan kaynaklı olarak diğer çocuklardan farklı oldum” diyerek babasının farklılığın kendisine nasıl yansıdığının altını çizer. Hopa’da bakkallık ve berberlik yaparak ailesinin geçimini sağlayan Cavit Koyuncu, 1960’larda Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluş dönemlerinde partililerle tanışmış, dükkanı öğrencilerin kitap-gazete okuma yeri haline gelmişti. Cavit Koyuncu’nun Oğuz, Canan, Hüseyin, Orhan ve Kazım’dan küçük Niyazi olmak üzere 6 çocuğu vardı. 12 Eylül'ün ardından Erzurum'da 6 ay hapis yattığı sıralarda Kazım 10 yaşındadır ve aile anne Hüsniye Koyuncu’ nun gayretleriyle ayakta kalır. Baba Cavit Koyuncu’nun aldığı mandolin ve amcasının Almanya’dan getirdiği gitar, Kazım’ın müzik yaşamına ilk adımlarının nedeni olur.
Kazım Koyuncu “17 yaşında köyünden çıkar” ve 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girer. 1993'te okulu bırakır ve sadece müzik yapmaya karar verir. Bu dönemi şu sözlerle anlatıyordu Kazım Koyuncu “Zor dönemler, o okulu bitirip kaymakam falan olacaksın ya da kendi istediğin işi yapacaksın. Ama hep soru işaretleri olacak, sonu nereye varacak? Bu tercihlerden soru işaretli olanını tercih ettim.”

Si u ba [Gölge ve Rüzgar] - İZLE

Yönetmen : Arin İnan Aslan
Kamera : Mehmet Bayer
Kurgu : Arin İnan Aslan
Yapım : Ruken Sansür
Senaryo : Arin İnan Aslan
Oyuncular
Zeliha Işık
Mediha İzgi
Hamza Seven

Arin İnan Arslan´ın, "Gölge ve Rüzgar"inin başarısı bütün bu karelere, bütün bu anlamları yükleme ve bundan da izleyiciyi haberdar etmekte yatıyor. "Si u Ba´, kısa ama tek kelimeyle milyonlarca yaşamı içine sığdırmayı, izleyiciye aktarmayı başarmış başarılı bir Kürt filmi…
2006.Kurmaca
Sony Pictures Home Entertainment Ulusal Kısa Film Yarışması Birinciliği
Yalnızca bir agaci bulunan taslık araziye sahip köyde,çocukların oyun alanları bu agacin gölgesidir. Ağaca salıncak kurmuş, gölgesinde de çamurdan oyuncuklar yapan çocuklardan birisi,annesi tarafından eline ekmek çıkını verilerek köyün dışında bir yerlere gönderilir ve orada kötü bi rüya görür...

Gülen hareketi politikleşmiş bir cemaat - Burhan Sönmez'le söyleşi

Seçim sonuçlarını ve cemaatlerin tutumlarını değerlendiren Burhan Sönmez, “Türkiye’de muhafazakârlık ve dini vurgu, her zaman birbirinden beslenmiştir, ama AKP ile ortaya çıkan durum, Milli Görüş geleneğinin, merkez sağın söylemini de bünyesine almasıdır. Bu sayede, merkez de eskisine nazaran dinselleşmiştir” yorumunu yapıyor.

Burhan Sönmez
Fethullah Gülen cemaatinin, kendi dışındaki cemaat ve tarikatları büyük ölçüde gerilettiğini ve etki alanlarını daralttığını belirten Sönmez, sözlerini şöyle sürdürüyor: “AKP ve Gülenciler, merkez sağda çekim merkezi oluşturdu ve büyük bir pasta yarattı. Bu pastadan istediği payı alamayan tarikatlar ise AKP yerine MHP’ye yöneldi, görüntüde. Burada, büyük bir kütleden söz etmek mümkün değil. Hizbullah geleneğinin başta Diyarbakır olmak üzere Kürdistan illerinde yürüttüğü ‘mustazafcı’ örgütlenme ise ayrıca dikkate değerdir.”

Seçim sonuçlarından başlayalım. Tabloda ilk göze çarpan nedir?
İlk sonuç, siyasi kamplardaki temerküz, yoğunlaşma ve kemikleşmedir, diyebiliriz. Merkez sağ, artık bir büyük parti ile onun çeperinde yer alan irili ufaklı partilerden oluşmuyor. AKP, kendi kulvarında yer alan partilerin hepsini kadük hale getirdi. DP, BBP, Saadet Partisi gibi farklı üsluplara sahip partiler, dört yıl önceki tabanlarını kaybederek, yok olma çizgisine düştü. Böylece AKP, kendi denizinde neredeyse hiçbir adacık bırakmadı. Sağın ana renklerinin tek bir tabloya sığdırılması, aslında bu haliyle bir renksizlik ve ahenksizlik resmidir. Bu durum, yeterli bir demokrasiye değil, yetersiz demokrasinin iyice yetmezleşmesine yol açar.

AKP merkez sağa yerleşti, ama klasik merkez sağdan farklı bir niteliğe sahip değil mi?
Bizim bildiğimiz merkez sağ Demirel’lerin, Mesut Yılmaz’ların çizgisiydi. AKP’nin farkı, neo-liberalizmin yerli acentesi olmasında veya bölgesel bir güce dönüşme gayretinde değil, siyasi söyleminde ve iç bünyesinde ortaya çıkıyor. Klasik muhafazakârlık ile İslamcılığı, dizginsiz liberalizmle bütünleştirerek, sınırlarını öteye taşıdı. Türkiye’de muhafazakârlık ve dini vurgu, her zaman birbirinden beslenmiştir, ama AKP ile ortaya çıkan durum, Milli Görüş geleneğinin, merkez sağın söylemini de bünyesine almasıdır. Bu sayede, merkez de eskisine nazaran dinselleşmiştir. Benzer bir süreç bundan on beş yıl önce MHP açısından söyleniyordu. Yüzde yirmilere varan oylarıyla MHP’nin, merkez sağa yerleşeceği varsayılıyordu. Ama onların konjonktürel çıkışı, bünyedeki kalıcı bir değişimle karşılık bulmadı. O zamanlar Tansu Çiller’in yanında siyaset yapan Mehmet Ağar “Derin devlet ile derin millet birleşti, artık derin Türkiye var” demişti. Bu seçimlerde, biliyorsunuz, AKP’yi destekledi.

AKP’nin Yoksulluğu Yönetme Becerisi… Mustafa Sönmez

Hazret, Türkiye’nin önde gelen vakıf üniversitelerinden birinde hoca, Başbakan’ın damadının yönettiği medya grubunda köşe yazarı. Bu profil, ona sık sık TV ekranlarında ahkam kesme imkanı da tanıyor. Üstelik, kendisine sorsanız hala solcu. Seçimin ertesi günü ekranda konuşmasına kulak misafiri oldum. AKP döneminde yüksek büyümenin nimetlerinden kitlelerin de nasiplendiğini, yoksulluk ve işsizlik göstergelerine itibar edilmemesi gerektiğini söylüyordu. AKP’ye oy verenler, büyümenin nimetlerinden paylarına düşeni almışlardı ki, oylarını RTE’nin partisine oy vermişlerdi vs…Bu tür “bilim insanları”nın ders verdiği kürsülerde, bir tezin doğruluğunun, olgularla test edilmesi gerektiği öğrencilere öğretilir ve olgular tezi doğrulamıyorsa, tezi gözden geçirmek gerekir, denir. Tezin, kendi içinde de tutarlı olması yine öğretilenler arasındadır. “Kahraman’ımız”, bilim insanı olarak göstergelere itibar edilmemesi gerektiğini, ortaya çıkan sonuca göre tez üretmeyi uygun görmüşe benziyordu. Böyleleri ne yazık ki, üniversitelerde çoğaldı. Bir sığlık, bir hoyratlık, öznellik ki, sormayın gitsin…İnsan, özellikle çoluk çocuğunu büyük fedakarlıkları göğüsleyip böylelerinin parsellediği üniversitelerin eline teslim eden ailelere acıyor.

Kürtlerin Uzun İsyanı (Koçgiri)

Koçgiri ayaklanması Sünni aşiretler arasında yankı bulmamış, başlangıçta İstanbul'daki Kürdistan Teali Cemiyetinin adının kullanılmasına karşın, İstanbullu aydınlarla ya da diğer büyük şehirlerdeki Kürtlerle sürekli bir ilişki kurulmasını sağlayamamıştı; Meclis'te Erzurum mebusu Hüseyin Avni dışındaki bütün Kürt mebuslar Koçgiri'ye karşı girişilen tenkil harekâtını "muvafık" bulmuşlardı. Ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin ilan edildiği 1923 yılında tam da bu kesimlerde yeni örgütlenme çabaları görülmeye başladı. Orduda özellikle Hamidiye alaylarından yetişmiş subayların yanısıra, etkili aşiret reisleri ve şeyhlere de yönelen bu örgütlenmenin başını çekenler, Cibran aşiretinden Albay Halit Bey'le Bitlis emirlerinin soyundan gelen Bitlis mebusu Yusuf Ziya Beylerdi. Yusuf Ziya Bey'in, 1923'teki İkinci Meclis seçim kampanyalarından yararlanarak temas kurduğu kişiler arasında, özellikle Diyarbakır'ın kuzeydoğusundaki Zazalar arasında çok etkili olan Şeyh Said de vardı. Azadı adını alan gizli örgüt ilk kongresini 1924'te toplamayı başardı. Kongre'de bütün Türkiye Kürdistanı ölçeğinde genel bir ayaklanmanın çıkarılmasına ve bunun için yabancı güçlerle ilişki kurulmasına karar verildi. Trabzon'daki İngiliz konsolosu ve Irak'taki Kürtler aracılığıyla yapılan başvurulardan bir sonuç alınamadı; Şeyh Şaid'in ısrarıyla Gürcistan'a gönderilen elçiye ise Bolşevikler, ancak ayaklanmanın bastırılması sırasında Türkler'e yardım etmeyecekleri vaadini verebileceklerini bildirdiler.

Sokak muktedire haddini bildirir

İktidar olabilir, yasalar çıkarabilir, polisinizi ve ordunuzu halkın üzerine salabilirsiniz. Ancak direnen bir halkın karşısında yapabileceklerinizin de bir sınırı vardır. O sınırı sokakta görürsünüz. 15-16 Haziran tam da bunun öyküsüdür
1970 yılında, DİSK’in fiili varlığına son vermek, işçilerin örgütlenme özgürlüğünü ellerinden almak için bir yasa değişikliği yapılmıştı. Yasa değişikliğiyle sendikaların işkollarında toplu sözleşme yetkisi ve konfederasyonların işçileri temsil yetkisi tüm çalışanların üçte birinin üye olması koşuluna bağlanıyor, üyelik için noter onayı şartı getiriliyordu.
İşçiler her gün daha da vahşileşen çalışma koşullarına karşı tek dayanakları olan sendikalarının ellerinden alınmaması için direnme haklarını kullanarak 15 Haziran’da sokaklara döküldü. 115 fabrikadan 75 bin işçi üretimi durdurarak eyleme geçti. İstanbul’un sanayi bölgeleri ve İzmit karayolu binlerce işçinin “Yaşasın işçi sınıfı, zincirlerimizden başka kaybedecek şeyimiz yok” sloganlarıyla iki gün boyunca inledi.

Kargaların Seçtiği Padişah - Aziz Nesin

Bir varmış, bir yokmuş. Eski çağlarda, ülkenin birinde bir zavallı kişi varmış. Günlük yiyeceğinin bile yoksunu, çulsuzun biriymiş. Ama kötü yürekli de değilmiş hani. Bütün isteği başkalarına iyilik etmekmiş. İyilik etmek istermiş istemesine ama bunun nasıl yapılacağını da pek bilmezmiş. Sık sık,

- Aaah ah, dermiş, bir gücüm yetse de şu insanlara hep iyilik etsem... Bu sözleri duyanlar sorarlarmış:
- Peki, nasıl iyilik edeceksin? O da,
- İyilik işte, dermiş, herkese iyilik edeceğim. Hele o günler bir gelsin, ben bilirim nasıl iyilik edeceğimi.

Günlerden bi gün dağ başında, «Tanrım bana yardım etse de, ben de insanoğluna iyilik edebilsem.» diye mırıl mırıl mırıldanırken, arkadan gelen bir yolcu, yaklaştıkça adamın bu sözlerini duymuş.
- Merhaba oğul!.. demiş.
İyilik yapmak isteyen adam başını çevirince, ak sakalı göbeğine kadar uzanmış bir yolcu görmüş.
- Merhaba baba... demiş.
- Nedir öyle kendi kendine konuşuyorsun, Tanrıdan bi şeyler istiyorsun? Adam derdini, insanlara iyilik etmek için nasıl içinin yandığını dilinin döndüğü kadar anlatmış. Ak sakallı adam,
- Senin gibi çok kişi başkalarına iyilik yapmak istemiştir şimdiye dek. Bu iyiliğin nasıl yapılacağını bilseydin, bu kadar çok iyilik yapmak istemezdin. İnsanlara iyilik yapmak, kötülük yapmaktan daha zordur. Dünya kuruldu kurulalı bunu becerebilen çok az kişi çıkmıştır... diye adama akıl vermişse de, o dinlemez,
- Ah, demiş, ben başkalarına benzemem. Hele bir öyle yere geçsem, bütün kötülükleri kaldıracağım yeryüzünden. Aç, susuz kalmayacak. Çıplak, çulsuz kalmayacak. Kavga dövüş kalmayacak... Bütün işleri yoluna koyacağım.

Dövüş Kulübü (Fight Club) - İZLE


En İyi 50 Film Arasında 12. sırada
IMDB Puanı: 8.8/10
Yapım: 1999 ~ ABD
Yönetmen: David Fincher
Senaryo: Chuck Palahniuk, Jim Uhls
Senaryo (Kitap): Chuck Palahniuk
Görüntü Yönetmeni: Jeff Cronenweth
Müzik: Dust Brothers, John King
Süre: 2 saat 19 dk
Oyuncular: Brad Pitt, Edward Norton, Helena Bonham Carter, Jared Leto, David Lee Smith, Joon Kim, Holt Mccallany, Eion Bailey
Filmin Konusu:
Ünlü bir otomobil firmasında çalışan genç bir erkek ( Edward Norton ), tek düze bir yaşam sürmektedir. Kronik uykusuzluk çeken genç adam, doktorunun tavsiyesi üzerine kanserli hastaların terapi grubuna katılır. Toplantılar esnasında Marla ( Carter ) ile tanışır ve onun da kendisi gibi hasta numarası yaptığını anlar. Bir iş yolculuğu sırasında sabun satıcısı Tyler Durden ( Brad Pitt ) ile tanışan genç adam, yolculuk sonrası evinin yandığını görünce soluğu Tyler’ın yanında alır. Birlikte tüketim toplumunun dayattığı düzene karşı mücadele etmeye karar veren ikili, yalnızca erkeklerin katıldığı ve acımasız dövüşlerin yapıldığı bir kulüp kurarlar. Giderek genişleyen örgüt zamanla kontrol edilemeyecek bir noktaya varır
İyi Seyirler Dileriz…

SHÇEK KAPATILDI, SOSYAL HİZMET’İN YERİNİ SOSYAL YARDIM ALDI, KADININ ADI YOK!

       8 Haziran 2011 günü Başbakan’ın yeni kabine yapısını tanıttığı basın toplantısından birkaç saat sonra Resmi Gazetenin mükerrer sayısında 11 Adet KHK yayımlandı. Bunlardan 633 sayılı KHK ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruldu. Bu bakanlık kurulurken SHÇEK kapatıldı. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü hizmet birimi olarak bakanlığa bağlandı. Özürlüler İdaresi Başkanlığı yerine Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü bakanlığın hizmet birimi oldu. Kapatılan SHÇEK yerine Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü bakanlığın hizmet birimi olarak kuruldu. SHÇEK’in merkez teşkilatı tasfiye edildi. Taşra teşkilatı İl Özel İdarelerine bağlandı. Yoksulluğun, işsizliğin yüksek olduğu ülkemizde parasız, nitelikli, erişilebilir, kamusal Sosyal Hizmet sunumunun güçlendirilmesi gerekirken, Sosyal Hizmetleri İl Özel idarelerine devrederek özelleştirmeleri kolaylaştırma, Devletin yaşlısını, sokak çocuğunu, engellisini korumayıp, sadakaya muhtaç hale getirmesi anlamına gelmektedir.

Anadolu'nun Kayıp Şarkıları - DİNLE

Bundan 7 yıl önce Nezih Ünen, kurduğu ekiple Anadolu yollarına çıkarken böylesine büyük bir işe kalkıştığını bilemezdi. O anda tek düşündüğü, Anadolu'yu kameralar ve mikrofonlarla dolaşıp, modernize edeceği türküler kaydetmekti. Bu turu tamamladıktan sonra da, ıstanbul'daki stüdyosuna dönüp, eşsiz Anadolu müziklerini modern yaşama kazandırabileceği bir film ve bunun albümünü yapacaktı. 2002 yılında başlayan bu yolculukta elde edilen müthiş görüntüler ve müziklerle yapılan uzun çalışmanın sonuçları şok ediciydi. Anadolu'nun binlerce yıldır suskun kalan kültürleri, müzik ve görsellikte yapılan modern uygulamalarla, adeta görkemini bir kere daha dünyaya haykırmak istiyordu!
Bunun üzerine Nezih Ünen bu çalışmayı derinleştirmeye karar verip, 2005 yılında daha geniş bir kadroyla tekrar Anadolu yollarına çıkıldı. Bu, daha önce benzeri hiç yapılmamış bir film olacaktı. Senaryoyu bizzat Anadolu yazacak, şarkıları da Anadolu halkı kendi ortamında, provasız söyleyecekti. Sonra da bu şarkılara modern düzenlemeler yapılarak ortaya gerçek yaşamın içinden yaratılmış ilk müzikal film çıkacaktı.
Çekimler tamamlandığında Nezih Ünen, bu projeyi şekillendirmeye çalışırken, projenin kendisini şekillendirdiğini söylüyordu. Anadolu'da yaşadıkları ve gördüklerinden o kadar etkilenmişti ki, bu filmi izleyen herkesin yaşadıklarına tanık olmasını istiyordu.

Blok taştı baraj çöktü: 36 vekil

BDP öncülüğünde kurulan Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloku büyük bir başarıya imza atarak 36 milletvekilini parlamentoya gönderdi.
Baraj sorunu nedeniyle ‘Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun bağımsız adaylarına öncülük eden BDP, 2011 seçimlerinde büyük bir başarı kazanarak 36 milletvekilini Meclis’e gönderdi. Kürt sorunu için bir ‘çözüm süreci’ ve ‘yeni Anayasa’ tartışmalarının gündemi belirlemesi beklenen yeni politik süreçte parlamentoda çok daha güçlü bir BDP varlığının yer alması ‘çözüm’ açısından da önemli bir veri olarak değerlendiriliyor.
Geçen dönem TBMM’de 21 milletvekili ile temsil edilen BDP, vekil sayısını yüzde 50’nin üzerinde artırmış oldu. Blok, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun memleketi olan Tunceli’de kaybetmesine rağmen, Kars, Ağrı, Adana, Bingöl, Mersin gibi daha önce milletvekili çıkartamadığı illerden de birer milletvekili çıkardı. BDP, geçen seçimlerde 1 milletvekili çıkardığı Hakkari’de bu kez ‘3-0’lık bir sonuç aldı. Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Batman, Muş, Siirt, Van gibi illerde ise aday gösterdiği tüm adaylar seçilme başarısı gösterdi.

Kentsel dönüşüm üzerine - Ali H.Neccar*

Kentsel Dönüşüm, son günlerde sadece akademik literatürde değil, gazete ve televizyonlarda artık sıkça rastladığımız bir kavram haline gelmeye başladı. Bu yazının amacı son günlerde çıkması beklenen kentsel dönüşüm ile ilgili yasa tasarısıyla kentsel dönüşümün temel felsefi argümanını ilişkilendirmeye çalışılacaktır.
İlk önce dönüşüm kavramın ne olduğunu açıklayalım; dönüşümün sözlük anlamı ‘bir biçimden diğerine geçmek’** olarak tanımlanmaktadır. Dönüşümün özelliği kendiliğinden bir çizgi izlemesidir. Yani çeşitli koşullar arasında çok yönlü ilişkiler çerçevesinde herhangi bir şeyin şekil veya biçim değiştirmesidir.
Yani belli bir sosyal,kültürel ve ekonomik olanın mekanla çok boyutlu ilişkisi sonucu iç ve dış dinamiklerin etkileşimidir dönüşüm. Şu anda yapılmakta olan proje çalışmaları sadece mekana ve mekanın ekonomik boyutuna göndermede bulunmaktadır.
Şimdi Kentsel Dönüşümün ortaya çıkış nedenlerini ve uygulama örneklerini kısaca incelemeye çalışalım:

Kadın Bakanlığı Kaldırıldı, Kadın Örgütleri Öfkeli

Kadın örgütlerinin tepkilerine ve 6 Haziran'da Başbakanlığa iletilen üç bini aşkın imzaya rağmen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Biz muhafazakar demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli" dedi; Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın yerine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı kurulacağını açıkladı.
Açıklamaya göre, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) de Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü ile birlikte bu bakanlık bünyesinde konuşlandırılacak.
Bakanlık bünyesinde şehit yakınları ile gazilerin sorunlarıyla yakından ilgilenmek amacıyla bir de Şehit Yakınları ve Gaziler Dairesi Başkanlığı kurulacak.

Uluslararası sözleşmelere ve AB müktesebatına aykırı
Eşitlik Mekanizmaları Platformu'ndan Hülya Gülbahar, Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM) Öğretim Üyesi Dr. Selma Acuner ile Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA.DER) Yönetim Kurulu Başkanı Çiğdem Aydın, uygulamanın Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelere ve Avrupa Birliği (AB) müktesebatına aykırılığına dikkat çekiyor.
Çünkü tarafı olduğu uluslararası sözleşmeler, Türkiye'yi, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı sona erdirmek ve bunun için de kadın erkek eşitliğini güçlendirecek politikalar izlemekle yükümlü kılıyor.

Manifesto'da "Fransız kalmak", Diyarbakır'da "Türk kalmak" –Özcan Özen

Son iki yüzyıldır Avrupa’da dolaşan hayaletin edebi dilinin etkisi altında kalmayan tek bir siyasetçi gösterebilir misiniz? Bu efsunlu sözler en son Tayyip Erdoğan’a da sirayet etti. Ama ne o bunun farkında, ne de hayranları farkında.

Halkın dilinden konuşan bir başbakan mı?
Nisan ayı ortasında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu’nda bir konuşma yapan Tayyip Erdoğan, Fransız parlamenter Muriel Marland-Militello’nun dini özgürlüklerle ilgili sorusunu yanıtlarken söze bir deyimle başladı: “Arkadaşımız galiba Fransız ama Türkiye’ye de Fransız... Biz de böyle güzel bir söz var. ” Erdoğan’ın parlamenterleri değil de Türkiye’deki seçmeni hesaba katarak yaptığı konuşması ve hitabın hamasi havası değil de bu deyim konuşuldu daha çok: “Fransız kalmak!” Espri de Taraf gazetesi seviyesinde yaratıcıydı: Bir Fransız’ı “Fransız kalmak” ile suçlamak...

Medyada herkes Avrupalıların anlamını sorup durduğu bu deyimin peşine düştü. Yeni Tanrı “google”a soruldu: Bulunan Bizim Anadolu gazetesi yazarı Nazım Güvenç’in deyimin kökenini açıklayan yazısının odatv.com sitesindeki kopyası ve bunu kaynak alanların yazılarıdır. Güvenç bu yazıda deyimin mucidinin Hikmet Kıvılcımlı ve ondan etkilenen Dev-Gençlilerin olduğunu belirtiyordu:

Anonymous'tan Türkiye'ye Tehdit

İnternet sansürüyle Türkiye'nin temel hak ve özgürlükleri ihlal ettiğini söyleyen Anonymous (Anonim) "Sansür uygulayan kurumlara karşı harekete geçeceğiz" dedi.

Tüm dünyadan isimsiz üyelerden oluşan siber protesto ekibi Anonymous, 22 Ağustos'ta Türkiye'de uygulanmaya başlayacak olan 'filtre' ile ilgili olarak hükümeti uyardı.
Filtenin kullanıcıların tüm aktivitelerini kayıt altına alacağını söyleyen grup, bunun sansürü üst seviyeye çıkaracağını öne sürerek bu duruma karşı tepkisiz kalmayacağını ve sansürü uygulayan kurumlara karşı harekete geçeceğini duyurdu.
Haber gruba ait anonnews.org sitesinde de yer aldı ve doğrulandı. Eylem şu anda Twitter'da da #operationturkey hashtagi (etiketi) altında konuşuluyor.
 Grup internette yayınladığı "Merhaba Türkiye" diye başlayan ve İngilizce devam eden uyarısında şunları söylüyor:
"Merhaba Türkiye,

Schindlerin Listesi (Schindler's List) - İZLE

Yönetmen : Steven Spielberg
Tür : Dram / Savaş
Senaryo : Steven Zaillian , Thomas Keneally (Kitap)
Görüntü Yönetmeni : Janusz Kaminski
Müzik : John Williams
Yapım : 1993, ABD , 197 dk.
Oyuncular :  Liam Neeson (Oskar Schindler) , Ben Kingsley (Itzhak Stern) , Ralph Fiennes (Amon Goeth) , Caroline Goodall (Emilie Schindler) , Jonathan Sagall (Poldek Pfefferberg)

Konu : Gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan film, Oskar Schindler adlı bir Alman işadamının 2. Dünya Savaşı sırasında Polonya'da kurduğu fabrikada Yahudi işçileri çalıştırmaya başlaması ve bu sayede 1100 Yahudi'nin hayatını kurtarmasını konu alıyor...
Steven Spielberg'in en önemli yapıtları arasında sayılan ve ünlü yönetmene Oscar kazandıran film, 1994 yılında 12 dalda Oscar'a aday olmuş ve 7 dalda kazanmıştı. Filmin kazandığı Oscar'lar : En İyi Film, Yönetim, Kurgu, Sanat Yönetimi, Görüntü, Özgün Müzik ve Senaryo Uyarlaması...iyi seyirler diliyoruz..

Música Victor Jara - DİNLE

Şarkım ne gelip geçici övgüler düzer
ne de başkalarına ün katar,
yoksul ülkemin
kök salmıştır toprağına.
Orada, her şeyin bittiği
ve her şeyin başladığı yerde,
söylerim o her zaman yiğit ve derin
sonsuza dek yeni olacak şarkıyı." (Victor Jara)

Şili'li ozan Victor Jara 23 Eylül 1932'de Santiago'nun dışındaki küçük bir köy olan Loquen'de yoksul bir köy çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası alkolik bir çobandı ve okur-yazar değildi. Annesi düğünlerde, törenlerde gitar çalıyordu. Jara okuma-yazmayı ve müziğin büyüsünü bir halk şarkıcısı "Cantador" olan annesinden öğrendi. Şili türküleri dinleyerek geçen çocukluğunun ardından 15 yaşına geldiğinde annesi öldü. Sen Bernardo İlahiyat Okulu'na gitmeye karar verdi. Kilise korosunda müzik bilgisinin temelleri atıldı. Okul bittikten sonra rahiplik yapmadı, çeşitli yerlerde ufak tefek işler yapmaya başladı ve kısa süre sonra askere gitti. Dönüşünde, Şili Üniversitesi korosuna girdi. İlk bestelerini burada yaptı. Nueva Cancion "Yeni Türkü" akımının kurucusu olan Violetta Parra ile tanıştı ve onunla çalışmaya başladı.
Violetta Para İnka ve Aztek kültürlerini, Akdeniz ve Afrika kültürleriyle kaynaştırarak "Yeni Türkü"yü oluşturdu. Jara da Yeni Türkü çalışmalarını sürdürdü. Kaynak olarak Latin Amerika'nın geleneksel müziğini ve folklorik öğelerini aldı ve bunları çoksesli hale getirdi. Yeni Türkü kısa zamanda emperyalizmin ve sömürgeciliğin karşısında bir simge haline geldi.

Taş Yok mu Taş (Sırrı Süreyya Önder) - İZLE

Yönetmen : Sırrı Süreyya Önder
KONU: NTV'nin Türkiye'nin Yönetmenleri projesi kapsamında Sırrı Süreye Önder imzalı, hoşgörüsüzülük temalı bir film.

Filmin Yönetmeniyle yapılan bir söyleyişi ise şöyle;
Beynelmilel filminin Adıyaman'lı yazarı vem yönetmeni Sırrı Süreyya Önder de NTV'nin "Yönetmenler Türkiye'yi anlatıyor" adlı projesinde yıllardır süregelen Nemrut dağı Adıyaman'ın mı yoksa Malatya'nın mı konusunu işleyerek Nemrut dağının zirvesinde rüzgarlı ve soğuk bir hava olmasına rağmen bir kısa film çekti.
Türkiye genelinde yaklaşık 10 kadar senaryo yazarının "Demokrasi, Tahammül ve Ötekileştirmeme" başlıkları altında NTV için hazırlayacakları kısa filmlerle Türkiye'nin anlatılacağını söyleyen Beynelmilel filminin yazarı ve yönetmeni Sırrı Süreyya Önder:" NTV'nin Yönetmenler Türkiye'yi anlatıyor adlı projesinde "Demokrasi, Tahammül ve Ötekileştirmeme" başlığı altında bir kısa film yapmamız istendi. Bunda benim en çok ilgimi çeken tahammül meselesi oldu" dedi.

TOKİ’den Aslan Payı Kimlerin?

Mustafa Sönmez
AKP iktidarının en “korsan” kurumu TOKİ’nin, bugüne kadar 30 küsur milyar TL’yi bulan yatırımları, irili ufaklı inşaat firmaları eliyle gerçekleştiriliyor. Korsan kurum TOKİ, doğrudan RTE’ye bağlı. Bütçesi yok!…Sermayesi, kamu arsaları. Kamuya ait en değerli arsaları büyük müteahhitlere lüks daire yapmaları için veriyor, anlaşmaya göre payını alıyor ve onu diğer projelere sermaye yapıyor. Yılda ne bilanço yapar, kar mı eder zarar mı, kaç kişi çalıştırır ne kadar personel harcaması yapar, ne kadar cari harcaması,yatırım harcaması var, ne kadar transfer harcaması var ? Hangi projeden kar, hangisinden zarar etti, kimse bilmez., bilemez. Çünkü TOKİ’yi Sayıştay filan denetleyemez. IMF bile bilgi alamadı TOKİ hakkında.  Güya Başbakanlık Yüksek Denetim Kurulu denetler. Ama o da zaten RTE’ye bağlı..Böyle bir ucube kuruluşun ne kadar arsayı, kime, hem de kamu ihale yasasına tabi olmadan, hem de yapı denetim sürecinden bağışık olarak ,dağıttığını bilemezsiniz. Bir tek web sitesinde, bugüne kadar yaptırdığı işlerin listesi var. Hangi işi, hangi firmaya yaptırmış, işin bedeli ne kadar ve işin ne kadarı tamamlanmış, böyle bir liste…Bu listeden bile TOKİ’nin işleri belli şirketlerde yoğunlaştırdığı anlaşılıyor.

Yerellikler Üzerinden Kalkınma Kimlerin Çıkarına?: Yerel Sermaye ve İslamcılığın Kentsel Siyasette Güçlenen Hegemonyası

Yerellikler Üzerinden Kalkınma
Türkiye’de “24 Ocak Kararları”ndan (1980) beri geçerli olan dışa açık, ihracatı teşvik eden birikim modelinin, 1990’larda mekansal farklılıkları önemli kılan yeni bir rota üzerine oturtulmaya çalışıldığı görüldü. Bu rota, ülkeye yabancı sermaye çekmek ve ihracatı arttırmak için ekonomik gelişme potansiyeli taşıyan yerelliklerin (kent ve bölgelerin) önünün açılması biçiminde özetlenebilir. Yerel sermayenin de kendi yerelliğinin sınırlarını yeni bağımlılık ilişkilerine girerek aşmasını sağlayan bu sürecin arkasında, sermayenin yeni uluslararasılaşma biçimi olan neo-liberal küreselleşmenin yattığı biliniyor.
Böyle bir genel çerçeve içine oturtabileceğimiz “yerellikler üzerinden kalkınma” stratejisini tanımlamak gerekirse, onun yerelliklerin gelişmek için toprak, emek, sermaye açısından sahip oldukları avantaj ve potansiyellerini harekete geçirerek, ulusal ve uluslararası büyük sermayeyi yörelerine çekme çabası anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Bu avantajlar da yenilerde kendi çapında önemli bir sanayileşme sürecine girmiş kent ve bölgelerin sahip olduğu, çoğunlukla -ucuz, itaatkar ve örgütsüz emek, ya da düşük kiralar, çevre standartları ve denetiminin göz ardı edilmesi, ucuz hammadde gibi- azgelişmişlikle bağlantılı şeylerdir. Yani, ulusal kalkınmacılık söylemi ardında azgelişmiş ülkelerin bir çoğunda söz konusu olan baskıcı, anti-demokratik rejimler ve ekonomik bağımlılığın yol açtığı onca insani ve çevresel sorunun, Pierre Bourdieu’nun “sonsuz sömürme ütopyası” dediği neo-liberalizmin egemenliği koşullarında yerel kalkınma adına daha da vahim biçimde, yerel dinamikler, toplumsal güçler de devreye sokularak yaşandığı
görülmektedir. Bu stratejinin model mekanı (coğrafyası) ise; en düşük ücretlerle, en ağır çalışma koşullarının hüküm sürdüğü, sosyal güvenlik, insan sağlığı ve çevre korumaya dönük düzenlemelerin bulunmadığı, kadın ve çocuk emeğinin umarsızca sömürüldüğü terleme atölyeleriyle karakterize olan Çin’dir.

Kader - İZLE

Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Senaryo: Zeki DemirkubuzOyuncular: Ufuk Bayraktar (Bekir), Vildan Atasever (Uğur), Engin Akyürek (Cevat), Müge Ulusoy (Uğur’un Annesi), Ozan Bilen (Zagor), Settar Tanrıöğen (Bekir’in babası), Erkan Can (İrfan), Mustafa Uzunyılmaz (Uğur’un Babası), Güzin Alkan (Emine), Hikmet Demir (Kudret)
Yapım Yılı: 2006
Ülkesi: Türkiye, Yunanistan
Süresi: 103 dakika
Filmin Konusu:
Uğur çok sevdiği Zagor un adam öldürmesiyle beraber ortalıktan kaybolur. Bekir umutsuz aşkı Uğur’un Zagor’la kaçtığını biliyordur. Ailesinin bulduğu bir kızla evlenir. Bir süre sonra gelen bir habere göre Zagor iki polisi öldürmüş ve yakalanmıştır.
Bekir için Uğur’ u bulma umudu doğuran bu olay her ikisi içinde sürgün yaşantılarının başlangıcıdır. Uğur ve Bekir için hayatın ortak noktası, gururlarını her daim yerle bir eden aşklarıdır. Türlü imkansızlıklar içinde yılmadan süren sürgün hayatlarına rağmen aşkları hiç tükenmez. Artık bir noktadan sonra acısını bile hissetmedikleri bu duygu, yılları onlardan adeta çalar. Kader imkansız bir aşk üçgenini ve onun uğruna ziyan edilen hayatları anlatır. Aşkın hastalık olarak tarif edildiği bu filmin hikayesi Masumiyet’te izlediğimiz Bekir karakterinin yaklaşık 10 dakika boyunca süren monoloğuna dayanır. Kader, farklı bir hikaye anlatmak yerine bizleri, Masumiyet filmindeki unutulmaz karakterlerin, gençlik yıllarına götürmektedir. Yönetmen Masumiyet teki oyuncularla bu filmin baş oyuncuları arasında fiziksel benzerlik ve hikayenin zaman kavramı üzerinde durmamıştır. Önce yazılmış olmasına rağmen Masumiyet ten sonra çekilen Kader, Zeki Demirkubuz’ un en sert ve en gerçekçi filmlerinden biridir.
Ödüller:
2006 Ankara Uluslararası Film Festivali – “En İyi Yönetmen”
2006 Antalya Altınportakal Film Festivali – “En İyi Film”
2007 İstanbul Uluslararası Film festivali – “Yılın En İyi Türk Yönetmeni”
2007 Nürmberg Film Festivali – “En İyi Film” , “Audience ödülü”

4 luni, 3 saptamâni si 2 zile (4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün) -

YONETMEN: Cristian Mungiu
SENARYO: Cristian Mungiu
MUZİK: David Arnold
YAPIM: 2007, Romanya
SURE: 93 Dk ..
Oyuncular: Ion Sapdaru, Anamaria Marinca, Laura Vasiliu, Vlad Ivanov, Alexandru Potocean, Teodor Corban, Tania Popa, Cerasela Iosifescu, Doru Ana

2007 Cannes Altın Palmiye ödülü sahibi, festivalde büyük beğeni toplayan “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün”de Romanyalı yönetmen Cristian Mingui, süssüz, neredeyse çiğ bir gerçekçilikle, istenmeyen bir eylemin bireysel sonuçları üzerinden totaliter bir toplumdaki soğukkanlı adalet anlayışını ifşa ediyor. “Altın Çağ’dan Öyküler” başlıklı toplayıcı bir projenin parçası olarak tasarlanan ve şehir efsaneleri ve bireysel zorluklar etrafında gelişen anlatılardan yararlanarak komünizm dönemi Romanya’sının sivil tarihine öznel bir bakış geliştiren film, rejimin son yıllarında Romanya’da küçük bir kasabada yaşayan iki oda ve okul arkadaşı Otilla ve Găbiţă’nın öyküsünü beyazperdeye taşıyor.
İstemediği bir gebelikten muzdarip olan Găbiţă Otilia’dan yardım ister. Otilia Găbiţă için ucuz bir otelde bir oda kiralar ve Găbiţă, hatasını temizleyecek olan kürtajcı Mr. Bebe’yi beklemeye başlar. Găbiţă cezadan ve horgörüden kaçmak için herşeyi yapmaya hazırdır fakat hiçbirşey göründüğü kadar kolay olmayacaktır ...

Kötülük Yoksa, İyilik Diye Bir Şey de Olamazdı | Paul Auster

“… Siz buna konuşma diyorsunuz. Sanırım terim bu. Sözcükler çıkarlar, havaya uçarlar, bir an yaşarlar ve ölürler. Garip, değil mi? Bana sorarsanız bir fikrim yok. Hayır, yine hayır. Fakat yine de, ileride gerek duyacağımız sözcükler var. …” s.21
“… Herkes için iyi bir şey ölü olmak. …” s.25
“… Bizim bildiğimiz insan hayatının ancak cennetten kovulduktan sonra var olmaya başladığını iddia ediyordu. Çünkü eğer cennette kötülük yoksa, iyilik diye bir şey de olamazdı. …” s.49
“… Nihayet söyleyeceklerimizi söyleyebilecek bir dil. Çünkü bizim kelimelerimiz dünyaya denk düşmüyor. Nesneler bir bütünken, kelimelerimizin onları ifade edebileceğine dair güvenimiz tamdı. Ama bu şeyler yavaş yavaş parçalara ayrıldı, paramparça olup kaosa düştü. Yine de kelimelerimiz aynı kaldı. Kendilerini yeni hakikate uyduramadılar. Bu yüzden gördüğümüz şey hakkında ne zaman konuşmaya çalışsak, yanlış konuşuyoruz, temsil etmeye çalıştığımız şeyin kendisini çarpıtıyoruz. … Bir şey işlevini artık yerine getirmezse ne olur? Hala o şey midir, yoksa başka bir şey mi olmuştur? Şemsiyeden kumaşı yırtıp atarsanız şemsiye hala şemsiye midir? … Kullandığımız kelimelerdeki değişim mevhumunu kabul etmeye başlamazsak, kaybolmaya devam edeceğiz. …” s.86–87
“… Bir şeyden deliler gibi nefret edebilmen için bir yanının onu sevmesi de gerekir. …” s.108

“… Gece ve gündüz göreceli iki terimden başka neydi ki; mutlak bir durumu anlatmıyordu. Herhangi bir zamanda her zaman ikisi de mevcuttu. Bunu bilmeyişimizin tek nedeni de aynı anda iki yerde birden olamayışımızdı. …” s:138

MEHMET ATLI ( Seçkiler) - DİNLE

1975 yılında Diyarbakır’da doğan Mehmet Atlı ilk ve ortaöğrenimini Diyarbakır ve Ankara’da tamamladı. Ergani kökenli ve on çocuklu bir ailenin altıncı çocuğudur. Ergani, Diyarbakır ve Elazığ-Maden kültürünün özelliklerini bir arada barındıran ve Kurmanci, Zazaki ve Türkçenin konuşulduğu bir yöredir. Atlı, bu dillerin konuşulduğu bir aile ortamında ve Diyarbakır’ın Bağlar semtinde Çüngüşlü Türkmen, Balkan ya da Kafkas göçmeni Türk; Mardinli, Batmanlı Arap, Zazaca ve Kurmanci konuşan Kürt ailelerle alevi demiryolcu ailelerin bulunduğu çok kültürlü bir mahallede yetişmesini şans olarak değerlendirmektedir.
1997 ile 2000 yılları arasında Koma Dengé Azadi ile çalışmaları sürerken bir yandan da Ferda Ereren yönetiminde, Marmara Üniversitesi Konservatuar Bölümü öğrencilerinden oluşan “Üç Deniz Topluluğu” nda Çoksesli Anadolu Müziği çalışmalarına enstrümanist olarak katıldı.