DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesiyle başlayan krizi ve AKP hükümetinin bunun karşısındaki tutumunu değerlendirdi
Mesele Kürtlerin demokratik bir zeminde siyaset üretmesinin engellenmesidir. Başbakan daha önce söyledi: "Milletvekili olabilirler ama tahliye edilmeyebilirler." Başbakan'ın kafasında bazı şeyler var. Salt YSK'nin aldığı karar değil. Bu devletin aldığı bir karar. Ortak pişirilmiş bir karardır.
Hükümet gerçekten sorunların çözümünü istiyorsa bu konuda beklentilere yanıt verecek bir tavrı ortaya koyar. Anti-demokratik yasaları değiştirmek için bir refleks geliştirir. Bizim amacımız sorunları çözmektir. Bu koşullarda gitmenin anlamlı olmadığına inanıyoruz.
Bu devlet aklının kararı
Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku seçim zaferini ağız tadıyla kutlayamadı. Kutlamalarının ortasına düşen bomba, polis müdahalesi, panzerler derken çok geçmedi YSK devreye girdi. Önce seçilmesine yol verdi, mazbatasını alıp milletvekili sıfatını kazanır kazanmaz da Hatip Dicle'nin vekilliğini düşürdü. Bu karara tepki olarak; bloğun seçilmiş adaylarının tamamı, oybirliği ile Meclis'e gitmeme kararı aldı. Ve Türkiye o çok tanıdık, onlarca kez yaşadığı benzer bir krizle karşı karşıya şimdi.
Kürt milletvekillerinin yaka paça Meclis'ten atıldığı günleri hatırlatan YSK kararını, bu kararda iktidarın payını, Kürt meselesinin çözüm umudu ile gerilim arasında gidip gelen bir sarkaç halinden çıkamama nedenlerini, Meclis'e gitmeme kararı üzerine yöneltilen suçlamaları, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu'nun Mardin milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Daimi Meclisi Eşbaşkanı Ahmet Türk'e sorduk.
Bu röportaj yapılırken, diğer tutuklu blok adayları hakkındaki tahliye istemine ilişkin mahkeme kararının çıkmadığını ve Ahmet Türk'ün dikkat çektiği YSK üyesinin Halim Aşaner olduğunu, Aşaner'in, Dicle hakkındaki cezayı onaylayan Yargıtay kararının da, milletvekilliği kesinleşme listesinin altında da, son olarak milletvekilliğinin düşürülmesinde de imzası olduğunu ekleyelim.
Meclis'e gitmeme kararını hangi nedenlerle verdiniz?
-Uzun yıllardan beri demokratik zeminde siyaset yapmaya çalışan bir anlayışa sahibiz. Dünden bugüne birçok siyasi partilerimiz kapatıldı, dokunulmazlıklarımız kaldırıldı. 1994 yılında yine aynı şeyleri yaşadık. Birbuçuk yıl önce Anayasa Mahkemesi yine iki milletvekilimizin milletvekilliğini düşürdü. Hâlâ Kürtleri sindirerek, ders vererek, zindanlara atarak terbiye etmeye çalışan bir anlayış var. Mesele sadece Hatip Dicle olayı değil. Elbette Hatip Dicle arkadaşımız, yoldaşımız, çok saygın bir isim. Kürtler için de çok önemli bir isim. Ancak Kürtlere yaklaşım, Hatip Dicle'nin şahsında ortaya konuyor. Kürtleri terbiye etmeye yönelik bir mantık ortadayken, Kürtlerin tüm haklarını yok sayan bir mantık ortadayken, parlamentoda durmanın bir yararı olmaz. Çözüm için, müzakere için, diyalog için Meclis'te oluruz biz. Her gün kafamıza balyoz iniyor, bağırdığımızda da "vay siz bizi tehdit mi ediyorsunuz" diyen bir mantık var.
Halkımızın taleplerini bir tehdit olarak algılaması bile gerçekten bu devletin bu süreci okuyamaması anlamına geliyor. Kürtler elbette ki demokratik muhalefeti yürüten bir halk. Taleplerini yerine getiren, talepleri noktasında ısrarcı olan bir halktır. Halen bunu görmüyorlar. Sanki milletvekillerinin tavrı bu demokratik muhalefeti yaratmış gibi, milletvekillerini baskı altına almaya çalışan bir zihniyet var. Bu dönem bir yol haritasının ortaya çıkması dönemidir. Bir yol haritası ortaya çıkmazsa, halk, bizim orda durmamızı da benimsemez. Çünkü halk bu yetkiyi "sorunumuzu çözün" diye veriyor.
Ama tam da bu nedenle halkın sizi Meclis'e siyaset yapmak için gönderdiği, sizin ise Meclis'e gitmeyerek halkın iradesine karşı tavır geliştirdiğiniz yorumları yapılıyor.
-Tam tersi. Otuz yıldan bu yana siyaset yapıyoruz. Bunca yıldır hangi düşüncemiz dikkate alındı, nasıl bir diyalog oluşturuldu? Bunları halkımız iyi biliyor. Elbette ki halkımız bize bir görev vermiştir. Ama bu görevi yapamayacak durumda isek, sorunlarımızı orada tartışamayacak bir anlayışla karşı karşıyaysak, halkımız da niçin gitmediğimizi çok iyi anlayacaktır. Biz parlamenter demokratik rejimi hiçbir zaman küçümsemedik. Sorunların parlamento zemininde çözümünün gerekliliğini hep dile getirdik. Bu durumu öteleyen, devlet zihniyetidir. Düşüncelerinizi ortaya koyduğunuz zaman, hemen Terörle Mücadele Yasası veya başka şeyleri devreye koyarak, milletvekilini susturmaya yöneliyorlar. Şimdiye kadar 3500'den fazla çalışanımız, seçim sürecinde 1500'den fazla arkadaşımız tutuklandı. Hangisinin elinde bir bıçak yakalandı, hangisi bir eylemde yakalandı? Hani "demokratik taleplerini dile getirenlere kucak açmak gerekir" diyordu Sayın Başbakan? Mısır için, Libya için bunu söylüyor. Ama burada Kürtler söylediği zaman zindanı boyluyor. Dünyada farklı bir Başbakan, kendi sınırları içinde, Kürtler karşısında farklı bir Başbakan var.
Aslında Hatip Dicle krizinin beklenen bir kriz olduğu, YSK-BDP işbirliğinde bu krizin doğduğu iddialarına ne diyorsunuz?
-Hayır, bu krizin tarafı hükümettir, iktidarın kendisidir. Hatip Dicle'nin avukatlarına bir tebligat yapılmış değil, o kökten yanlış. Şimdi çok dikkatle izleyin süreci; 22 Mart'ta Hatip Dicle'ye verilen ceza Yargıtay tarafından onandı. 11-12 Nisan'da başvuruda bulunmuşsunuz. Arkasından 22 Nisan'da bir kriz çıkıyor, vetolar geliyor ve YSK Başkanı bir açıklama yapıyor, diyor ki; "Yargıtay'dan, savcılardan gereken bilgiyi alarak, bütün adaylar üstünde titizlikle çalışıyoruz. Bunlarla ilgili tüm bilgileri topluyoruz." Gerçekten öyle yapmış. Gültan Kışanak'ın kızlık soyadından geçmişteki bir kararı çıkarabiliyor. Ertuğrul Kürkçü'nün 70'lerdeki kararını çıkarıyor. Peki 22 Mart'ta verilmiş kararı nasıl bilmiyor? Üstelik Yargıtay'daki o kararı alanlardan biri YSK'de görev yapıyorken. Bu aklın ve mantığın alacağı bir şey değil. Bizim tedbir almamızı sağlayacak koşul da bırakılmıyor. Yani mesele Dicle'nin vekil olup olmaması değil. Mesele Kürtlerin demokratik bir zeminde siyaset üretmesinin engellenmesi. Başbakan daha önce söyledi: "Milletvekili olabilirler ama tahliye edilmeyebilirler." Geçmişten beri Başbakan'ın kafasında bazı şeyler var. Salt YSK'nin aldığı karar değil. Bu devletin aldığı bir karar. Ortak pişirilmiş bir karardır.
YSK üyelerinin önceki statükonun atadığı kişilerden oluştuğu, kararın hükümeti de zor durumda bırakmaya yönelik olduğu iddiasına ne diyorsunuz?
-Bu doğru değil, biz biliyoruz. kurul oybirliğiyle karar veriyorsa, 7 saat tartışmasına ne gerek vardı. Demek ki; bir yerlerden bir mesaj beklemişler. Oybirliğiyle verilen kararı bir saatte yazarsın. Bunun nedenleri var. Kimse aptal değil. Geçmişte de Anayasa Mahkemesi milletvekilliğimizi sona erdirdi. İki ay sonra bireysel başvuru hakkı doğdu. Başvurumuz kabul edildi. Dediler ki özel vekaletname gerekiyor. Vekaletnameyi gönderdik, görüşüldü. Milletvekilliğimizi düşüren heyet "dönem bitmemiştir, iade edilmesi gerekir" diye karar verdi ama AKP'nin atadığı yeni üyeler "sona erdirilmesi gerekir" dedi. Ve 7'ye 10'la karar çıktı. Bu 10 kişi de, daha sonra Anayasa Mahkemesi'ne giden üyelerdir. Bugün yargı ile iktidar adeta paslaşarak bu işi götürüyor. Bekir Bozdağ çıkıp "bunların aileleri biliyor" diyor. Önemli olan YSK'nin ne bildiği. Kararı bilmesine rağmen zamanında müdahale etmemişse bu bir tuzaktır. Kazanılan bir milletvekilin, başkasının hanesine geçmesi için tuzak kuruluyor.
Hatip Dicle mazbatasını aldıktan sonra, 'milletvekili' sıfatını kazandıktan sonra bu yolla vekilliği düşürülebilir mi?
-Hatip Dicle arkadaşımız mazbatasını aldıktan sonra YSK'nin görevi artık bitmiştir. Eğer tereddüt varsa mazbatayı vermez. Bakınız daha önceki seçimlerde mazbatasını alıp giden bir milletvekili trafik kazasında yaşamını yitirdiği için yeri boş kaldı. Burada 'düşürülmüş' diyor. 'Düşürülen' vekilin yerine başkasını getiremezsiniz. Bu hukuki de değil ahlaki de değil. AKP'nin hemen gidip kendi vekiline mazbata aldırması, sorunun önünü tıkayan bir mantığa sahip olduklarını gösteriyor. Sadece bu tavır bile AKP'nin ne kadar bu sürecin önünü tıkadığını açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Bu kararınız değişebilir mi?
-Biz bu kararı değiştirmek için almadık, Türkiye'deki sorunların çözümüne katkı sunması için aldık. İktidar partisi gerçekten sorunların çözümünü istiyorsa bu konuda bu beklentilere yanıt verecek bir tavrı ortaya koyar. Parlamentoda Kürt sorunu başta olmak üzere anti demokratik yasaları değiştirme konusunda demokratik bir refleks geliştirir. Orada yararlı olacağımız koşullar gelişirse, tabii ki durum değişebilir. Bizim amacımız sorunları çözmektir. Ama bu koşullarda gitmenin anlamlı olmadığına inanıyoruz.
Hükümet kanadından nasıl bir açıklama gelirse değişebilir bu durum?
Sonuçta her birimiz başka bir dünyada değiliz. Sorunun çözümüne yönelik bir niyet varsa, bunun formülleri çoktur. Yeter ki sorunları çözme iradesini gösterelim. Ama önce "Çözüme, diyaloğa, uzlaşmaya hazırız" mantığının ortaya çıkması lazım. Artık yeni bir dönemdeyiz. Geçmişteki anlayışı kabul etmiyoruz.
Bloğun tutuklu diğer vekilleri için yapılan tahliye talebine de savcılığın reddedilmesi yönünde görüş bildirmesini nasıl yorumluyorsunuz?
-Öyle görünüyor ki birbirlerini bekliyorlardı. İstanbul'daki mahkeme karar verince, görünen odur ki diğerleri de benzer bir karar verecek. Arkadaşlarımızın konumu ile diğerlerinin konumu arasında fark var, ama görünen odur ki; ortak bir devlet aklı ortaya çıkana kadar erteleme yapıldı ve sonra bu karar verildi. Avukatlarımızın yaptığı serbest bırakılma talepleri günlerce bekletilip, daha sonra kararlar veriliyorsa; öyle sadece savcı ve hakimlerle sınırlı olmayan bir çalışma olarak görmek ve değerlendirmek gerekiyor.
AKP'nin anayasayı 'Kürtlersiz' hazırlamak için gereken sayıya ulaşmanın yolu olarak bu yöntemi kullanabileceğini de düşünüyor musunuz? Yani Bloğun tutuklu vekillerinin yerini de AKP'li vekiller alabilir mi?
-Hatip Dicle için koydukları gerekçelerle şimdi koyabilecekleri gerekçeler aynı olmaz. Hukuksuzluk üzerine hukuksuzluk yapamayacaklarını düşünüyorum. Bu arkadaşlarımız milletvekilidir. Böyle bir çaba ne insanlığa ne hukuka hiçbir şeye sığmaz. Kimse de böyle bir şeyi savunamaz. Ben çok fazla ciddiye almıyorum böylesi yorumları.
Bir kesim tarafından şimdiden, Meclis'e gitmeyerek 'kaos yaratmaya çalışanların taleplerine uygun davranmış olacağınız' yönünde suçlamalar yapılmaya başladı. Sizin yanıtınız nedir?
-Başında söyledim, sorunların çözümüne katkı sunmak için aday olduk, parlamentoya gittik. Çözümsüzlüğün kaynağı, iktidardır. Problem yaratan, Kürtlerin taleplerini yok sayan, zorluklar yaratan, demokratik anayasa konusunda bugüne kadar herhangi bir çalışma yapmayan iktidardır. 'Yeni anayasa' demek, yeni bir anayasa yazmak değildir. Yeni anayasa demokratik midir? Bunu görmek istiyoruz. Şimdiye kadar bu taleplerimizin hangisini esas alan bir yaklaşım oldu ki? Bu taleplerimize "evet bunlar bizim gündemimizdedir bunları çözeceğiz" diyen net bir açıklama yapıldı mı? Başbakan'ın Diyarbakır konuşması öyle sıradan bir konuşma değildi. Her şeyi inkar eden ve gerçekten de Kürt sorununu kabul etmeyen bir mantıkla konuştu. Bir sorunun bu şekilde dile getirilmesi bir siyasetçi açısından yakışıksızdır. Gerçeği de görmemedir.
Sizlerin Meclis'e gitmeme durumunda bir ara seçim ihtimali doğabileceği belirtiliyor. Bir ara seçim gündeme gelirse tavrınız ne olur?
-Hayırlı olsun, ara seçime gider orayı da kendini daha güçlendirmek için kullanırlar. Bugün Meclis'e gitmiyorsak, ara seçimlere de katılacak değiliz. Tabii bu benim kişisel görüşüm. Koşullar değişmemişken gidip ara seçimde aday olmanın bir manası var mı? Artık bu nasıl demokrasidir, kendileri adını koyarlar.
O zaman Türkiye nasıl bir güzergaha doğru gider?
-Biz gerekçelerimizi, demokratik siyasetten beklentilerimizi ortaya koyduk. Ve bunu da ispatladık. Yıllardan beri demokratik siyasetteki ısrarımızı sürdürdük ama gelinen noktada bu tutumumuz yok sayılıyor. Yıllardan beri yaşanan tüm hukuksuzlukların ve şiddetin tanığıyız, mağduruyuz. Bütün bunlar yaşandıktan sonra bizi çözümün önünü tıkayan bir unsur olarak görmeleri ne ahlaki ne de insanidir. Halkımız bunu görüyor ve anlıyor. Tabii onlar kendilerini savunmak için belirli yöntemlere başvuracaklardır. Bugün Bekir Bozdağ'ın açıklamasına bakın, içeriğinde bir tek çözüme yönelik söz yok. Sadece kendini savunan bir yaklaşım.
Şimdi nasıl bir yol haritanız olacak?
-Aldığımız karar ortada. Bu karara halkımızı katacağız. Bu karara demokrasiye inananları katacağız. Bu konudaki tutumumuzu anlatmak üzere seferber olacağız. Yurtdışında, basında, diplomatik alanda, tüm olup bitenlerin nedenlerini, bugüne kadar Kürtlerin nasıl bir siyaset zemininde olduğunu anlatacağız. Kürt siyaseti kolektif bir çalışmayı yürütebilen bir noktaya gelmiş. Aldığımız kararları grubumuzla tartışıyoruz, merkezi yürütmemizle tartışıyoruz, DTK ile tartışıyoruz, tavsiyelerini alıyoruz, sivil toplum örgütleriyle tartışıyoruz. Kürt siyasetinin gün geçtikçe daha da demokratikleştiği bir süreci yaşıyoruz. Kolektif bir akıl üretiyoruz. Bundan sonra da demokratik siyaseti Meclis dışında üretmeye devam edeceğiz. Aldığımızın kararların nedenlerini de halkımızla, aydınlarla ve basınla paylaşmayı bir görev olarak biliyoruz.
Hükümet isterse çözüm bulabilir
Bu kriz nasıl bir formülle ya da düzenlemeyle aşılabilir sizce?
Hatip Dicle konusu çok açıktır. Terörle Mücadele Yasası'na göre ceza veriyorlar. Sadece bu yasa bile değiştirilse ceza tamamen ortadan kaldırılıyor. O üç yıllık süreye bile gerek yok. Ama hükümet hiçbir şey yapmak istemiyor. Her konuşanın, düşüncesini ortaya koyanın önüne Terörle Mücadele Yasası konuluyor. İstediği zaman "örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt üyesi gibi davranmak"la suçlayabiliyor. İstediği zaman böyle bir uygulamayı yapabiliyor. Bu hukuk mu? Hep Anayasa'nın 14. maddesine hep vurgu yapılıyor. Anayasa'nın 14. maddesi de kötüye kullanılıyor. Madde ne diyor: Casusluk, vatana ihanet, devletin bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik suçlar... Kürtler devleti bölme değil demokratik bir devlet yapma anlayışıyla hareket ediyorlar. Oysa davaların bir çoğu bu maddeden açılıyor. Mevcut anayasayı bile istedikleri şekilde yorumlayarak Kürtlerin önüne çıkarıyorlar. Tepkimiz bunadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder