Koçgiri ayaklanması Sünni aşiretler arasında yankı bulmamış, başlangıçta İstanbul'daki Kürdistan Teali Cemiyetinin adının kullanılmasına karşın, İstanbullu aydınlarla ya da diğer büyük şehirlerdeki Kürtlerle sürekli bir ilişki kurulmasını sağlayamamıştı; Meclis'te Erzurum mebusu Hüseyin Avni dışındaki bütün Kürt mebuslar Koçgiri'ye karşı girişilen tenkil harekâtını "muvafık" bulmuşlardı. Ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin ilan edildiği 1923 yılında tam da bu kesimlerde yeni örgütlenme çabaları görülmeye başladı. Orduda özellikle Hamidiye alaylarından yetişmiş subayların yanısıra, etkili aşiret reisleri ve şeyhlere de yönelen bu örgütlenmenin başını çekenler, Cibran aşiretinden Albay Halit Bey'le Bitlis emirlerinin soyundan gelen Bitlis mebusu Yusuf Ziya Beylerdi. Yusuf Ziya Bey'in, 1923'teki İkinci Meclis seçim kampanyalarından yararlanarak temas kurduğu kişiler arasında, özellikle Diyarbakır'ın kuzeydoğusundaki Zazalar arasında çok etkili olan Şeyh Said de vardı. Azadı adını alan gizli örgüt ilk kongresini 1924'te toplamayı başardı. Kongre'de bütün Türkiye Kürdistanı ölçeğinde genel bir ayaklanmanın çıkarılmasına ve bunun için yabancı güçlerle ilişki kurulmasına karar verildi. Trabzon'daki İngiliz konsolosu ve Irak'taki Kürtler aracılığıyla yapılan başvurulardan bir sonuç alınamadı; Şeyh Şaid'in ısrarıyla Gürcistan'a gönderilen elçiye ise Bolşevikler, ancak ayaklanmanın bastırılması sırasında Türkler'e yardım etmeyecekleri vaadini verebileceklerini bildirdiler.
Mart 1924'te hilafetin lağvedilmesi Azadınin propagandasında dinî unsurlardan giderek artan ölçüde yararlanması sonucunu doğurdu. Ancak Ağustos 1924'te Nasturi ayaklanmasını bastırmak üzere gönderilen alaydaki Kürt subayların Yusuf Ziya Bey'in gönderdiği şifreli bir telgrafı yanlış anlamaları üzerine genel bir ayaklanma tasarısı ciddi sarsıntılar geçirdi. Aralarında geleceğin Ağrı direnişinin komutanı İhsan Nuri ve Yusuf Ziya Bey'in kardeşi Rıza'nın da bulunduğu Kürt subaylar, Yusuf Ziya Bey'den gelen bir telgrafı genel ayaklanmanın balangıç işareti olarak yorumlamışlar ve komutasındaki Kürt subay ve askerlerle birlikte dağa çıkmışlardı. Hakkâri yöresindeki Kürt aşiretlerini isyana teşvik çabaları başarısızlıkla sonuçlanınca yanıldıklarını anlayarak Irak'a kaçmışlardı. Ancak kaçanların barakalarında yapılan aramalar askerî otoritelerin Azadî'den haberdar olmaları ve Yusuf Ziya ve Albay Halit Bey de dahil olmak üzere, önder kadroların önemli bir bölümünü tutuklamaları sonucunu vermişti. Şözkonusu operasyonların sonucunda önder kadro içersinde, tanıklığına başvurulan, ancak tanıklığının yazılı olarak iletilmesi yeterli bulunan Şeyh Said yalnız kalmıştı. 1924 kışı başında anayurdu olan Hınıs'tan ayrılarak, Çebekçur, Palu, Lice ve Hani yörelerini kapsayan uzun bir geziye çıktı. Bir iddiaya göre 1925 kışı içersinde Şeyh Said Azadî'nin ikinci bir kongresini toplamayı başarmış ve burada savaş planlarım tesbit edecek bir savaş konseyi oluşturulmuştu. Ancak tıpkı Koçgiri ayaklanmasında olduğu gibi, gezisi sırasında maiyetindeki yasadışı adamlanndan birini tutuklamak isteyen bir jandarma mangası ile karşılaşan Şeyh Said de ayaklanmayı erken başlatmak zorunda kalmıştı. 10 Şubat'ta Lice yolu üzerindeki bir posta arabasına el konuldu; 4 Şubat'ta Darhini ele geçirilerek bağımsız Kürdistan'm başkenti ilan edildi. Sayılan bu noktada birkaç bini geçmeyen asiler kendi üzerlerine gönderilen bir piyade bölüğünü kolayca tepeledikten sonra Diyarbakır üzerine doğru hareket ettiler.
Bu sırada, Şeyh Said'in isyan bayrağını açtığını haber alan diğer aşiretler değişik yörelerde yeni cepheler de açıyorlar, hiç değilse Murat Çayı vadisinde ayaklanma genel bir nitelik kazanıyordu. (Ancak Çemişkezek ve Pötürge gibi yörelerde de, doğrudan doğruya savaş konseyi tarafından örgütlenmemiş kendiliğinden ayaklanmalar patlak verdi.) Çebekçur, Maden, Siverek, Ergani gibi kasabalar ciddi bir direnişle karşılaşılmadan ele geçirildiler. Şeyh Said'in oğlu Şeyh Ali Rıza'nm kumandasındaki aşiretler Muş ve özellikle Azadî önderlerinin tutuklu bulunduğu Bitlis'i almak üzere doğuya doğru hareket ettiler. Bu gelişmeyi haber alan vilayet yetkilileri Çibranlı Halil'le Yusuf Ziya Beyleri hücrelerinde öldürttûler. Bunun üzerine ayaklanmanın kuzeydoğuya doğru geliştirilmesine karar verildi. Ancak daha bu noktada bile ayaklanmanın, bütün kitleselliğine karşın genel olmadığının ilk işaretleri vardı. Varto'nun alınması, diğer kasabalarınkine kıyasla daha uzun sürdü; çoğunluğu Kürt ve Nakşibendi olan hükümet birliklerinin değil (aksine kritik bir noktada 120 kişilik jandarma birliğinin sağladığı destek sayesinde kasaba alınabildi), Xormek ve Lolan aşiretlerinin direnmesinden ötürü... Ayaklanmanın örgütlenmesindeki yetersizlik ise, asilerin en büyük başarısı olan Elazığ'ın fethinde çarpıcı bir biçimde ortaya çıkacaktı. Vali ve diğer sivil yetkililerin kaçtığı bu şehir de hükümet birliklerinin ciddi bir direnişiyle karşılaşılmaksızın 24-25 Mart'ta ele geçirilmişti. Ancak aşiret birliklerine önderlik eden Şeyh Şerif, bütün çabalarına karşın şehrin yağmalanmasını engelleyememiş ve askerlerin ana gövdesi Malatya yönüne doğru şehirden ayrıldıktan sonra, bu kez eşrafın örgütlediği milisler aşiret ordularından kalanları şehirden püskürtmüşlerdi.
Ancak ayaklanmanın kısmî niteliği en çarpıcı biçimde, asıl hedef olarak değerlendirilen Diyarbakır'ın kuşatılması sırasında kanıtlanacaktı. Kürtler arasında ötedenberi aşiret düzeninin dışında yaşayan, geleneksel olarak aşiretlere haraç ödeme yükümlülüğü olan yerleşik köylülerle, tarıma geçtiklerinde bile göçerlikle, yaylamak şeklinde olsun ilişkilerini koruyan aşiretler arasında derin bir uçurum vardı. Kuşatma sırasında Diyarbakır ovasında yaşayan yerleşik köylüler ayaklanmaya katılmadığı gibi, bütün çabalarını aşiretleri örgütleme doğrultusunda yoğunlaştırmış olan Azadî şeyhleri onları da ayaklanmaya katmak için ciddi bir çalışma yapmadılar. Şehri kuşatan aşiret birlikleri Elazığ'da olduğu gibi Diyarbakır'da da şehirlilerin aktif desteğinden yararlanamadılar. Bu sırada, Kemalizm'in radikal hizbi iktidarı ele geçirmiş ve ayaklanmayı vesile ederek yeni cumhuriyeti bütün muhalefet odaklarından temizlemeye karar vermişti. Ancak bunun için önce ayaklanmanın bastırılması gerekiyordu. Fransızlarla varılan özel anlaşma sonucu, kısmen Fransız mandası altındaki Suriye topraklarından geçen Bağdat demiryolu aracılığıyla bölgeye asker taşınmaya başlandı. Tam sayı bilinmemekle birlikte isyan dolayısıyla bölgeye sevkedilen Türk askerlerinin sayısı hakkındaki tahminler 35 bin ila 200 bin arasında değişiyor; yine tahminlere göre TC ordusu ayaklanmanın bastırılması sırasında, bütün Kurtuluş Savaşı sırasında verdiğinden daha çok zayiat verdi.
Diyarbakır kuşatmasını kaldırmak zorunda kalan asilerle Türk ordusu arasında Nisan başında savaşılan meydan muharebeleri, ayaklanmanın aşiret orduları tarafından yürütülen evresini sona erdirdi; 14 Nisan'da yakalanan Şeyh Said ve 47 arkadaşı Haziran'da yargılanarak Eylül'de asıldılar. Ancak bundan, böyle çete savaşlarıyla sürdürülen ayaklanma, sınırları giderek daha genişleyen bir bölgeye yayıldı. Takrir-i Sükûn yasası ile Türkiye içindeki muhalefeti tamamen susturma yoluna girmiş olan hükümet de giderek daha sertleşen önlemler almaya başladı. Ayaklanmanın aşiret orduları ile yürütülen safhasının bastırılmasında aşiretler arası rekabet devlet ordusu için çok önemli bir yardımcı güç sağlamıştı. Bundan sonra aşiretler arasındaki çatışmaları körüklemek bilinçli olarak benimsenen bir politika halini aldı. Örneğin, bir yandan Diyarbakır valisi Ovacık'a gelip oradaki "kutsal su"dan içer, Mustafa Kemal'in de Alevi olduğu söylentisini yayarak Alevi kimliğini Kürt kimliğinin önüne geçirmeye çalışırken, diğer yandan hükümet Alevi Dersim aşiretlerini birbirine düşürmeyi hedefleyen bir sefer düzenliyordu. 1926'da havali komutanlığına gönderilen emirlerde "Dersim'in yenik olmayan aşireti ve milli kahramanları adını taşıyan Koçuşağı haydutları" diye tanımlanan Koçan aşiretine karşı girişilecek askerî operasyondan önce Hozat'ta diğer aşiret reisleriyle bir toplantı düzenlenip, Koçan'la diğerleri arasındaki geçmiş anlaşmazlıklar üzerinde uzun uzun duruluyordu. 1927, hem Türkiye Cumhuriyeti hem de Kürt ayaklanması açısından, mücadelenin bir üst düzeye sıçradığı yıl oldu. Gerek Koçan aşiretine karşı girişilen harekâtın istenilen sonucu vermemesi, gerekse Şeyh Said'in ayaklanmasını izleyen çete savaşlarına son verilmemesi üzerine Kürtlerin yaşadığı bölgelerin büyük bir bölümünü kapsayacak şekilde bir "Genel Müfettişlik" kuruldu ve bu göreve İbrahim Tali (Öngören) atandı. Diğer yandaysa, 1925'i izleyen yıllarda bütün Türkiye'de Kürtler'e karşı uygulanan baskı sonucunda, geçmişte Kürt örgütlerinde çalışmış aydınların örgütlenme faaliyetleri sonuç verdi ve Lübnan'ın Bihamdun kasabasında mevcut bütün Kürt örgütlerinin yanısıra, Türkiye, Irak ve Suriye'de yaşayan muhalif aşiret reislerini de birarava geçiren Xoybûn'un (Bağımsızlık) ilk kongresi toplandı. Kongrenin toplanmasında, Sovyet nüfuzu akına girmesinden sonra Ermenistan'ı terketınek zorunda kalan, Daşnak örgütünün hatırı sayılır katkıları olmuştu. 1928 yılı Genel Müfettişlik ile Xoybûn arasında bir propaganda savaşıyla geçti. Hükümet bir genel af ilan etti, Xoybûnsa her yerde silahlı aşiretleri affa kanmamaya çağıran bildiriler yayınlamaya başladı. Bu arada Nasturî ayaklanması sırasında Irak'a kaçmış olan İhsan Nuri Bey, İran üzerinden Celali aşiretinin ayaklanmış olduğu Ağrı'ya geçmiş, orada isyan etmiş olan aşiret reislerini silahlı bir halk hareketi halinde örgütlemiş, Ağn adlı bir gazete çıkarmaya başlamış ve Xoybûn\z ilişki kurmuştu. Bu ilişki sayesinde, Xoybûn o zamana kadar koordine olmayan bir biçimde süren çete savaşlarını Ağrı'ya yöneltti ve Eylül 1928'de TC hükümeti İhsan Nuri ile görüşmelere başlamak zorunda kaldı. Görüşmeler sürerken Celali aşireti reisi İbrahim Heski Tello da Koybûn temsilcisi olarak "kurtarılmış bölgeler"deki sivil yönetimi devralıyordu. 1929'da kurtarılmış bölgelerin sınırı Van ve Bitlis'in kuzeyine kadar uzanmıştı. Bu koşullarda görüşmelerin sürmesinin asilerin işine yaradığına karar veren İsmet Paşa hükümeti Haziran 1930'da askerî bir saldırıya karar verdi. Bir ay süren çatışmaların sonucunda İhsan Nuri 1,700 esir almış, 600 makineli tüfek ve 24 top ele geçirmişti. Bunun üzerine taktik değiştiren Türk orduları İran sınırını aşarak Ağrı'yı kuşattı. Sovyetler Birliği'nin diplomatik baskısıyla da İran, Kürtler'e yardımı kesmeye ve Türkiye'den Küçük Ağrı yöresine karşılık Van vilayetinden bir miktar toprak almayı kabul etti. Bu koşullarda ayaklanma ancak sonbahara kadar direnebildi. Eylül sonunda İhsan Nuri İran'a geçerken, İbrahim Heski Tello da ailesindeki kadın ve çocukları öldürdükten sonra, sonuna kadar savaşmak üzere Ağrı dağının mağaralarına çekiliyordu.
Mayıs 1932'de hükümet o güne kadarki zorunlu göç ve iskân uygulamalarına daha bütünsel bir çerçeve kazandıran yeni bir yasa çıkardı. Bu yasaya göre bütün TC toprakları dört mıntıkaya ayrılıyordu,
l Numaralı mıntıka Türk kültürüne mensup nüfusun .yoğun olduğu bölgeler;
2 Numaralı mıntıka Türk kültürü içinde asimile edilebilecek yerler;
3 Numaralı mıntıka Türk kültürüne mensup muhacirlerin (...) serbestçe yerleşebileceği yerler;
4 Numaralı mıntıka sıhhi, maddi, harsi, siyasi, askeri, inzibati sebeplerle boşaltılması şart, açıkça iskan ve ikametin yasak olduğu yerler" olarak tanımlanıyordu.
4 numaralı mıntıka kapsamına giren yerlerin başmda Dersim geliyordu. 1930'ların ikinci yarısında uluslararası ortam, Kürtler'e karşı girişilecek nihai bir tenkil eylemi için çok elverişliydi. Akdeniz ve Balkanlar'da bütün rejimlerin karakterini belirlemiş olan faşizmin etkileri Ankara'da da hissediliyordu. 1936'da yöreye yığınak yapılmaya başlandı ve Dersim kuşatılarak dış dünyayla ilişkisi kesildi. 1937 ilkbaharında, aralarında Mustafa Kemal'in manevi kızı Sabiha Gökçen'in de bulunduğu hava kuvvetlerinin desteğiyle, bütün sefer mevsimi boyunca sürecek harekât başladı. O yıl ve ertesi yıl Dersim'e top mermisi, zehirli gaz ve bomba yağdı. 1938 sonunda artık her şey bitmiş, 1920'de Dersim'de Hozat muhtırasıyla başlayan Kürt bağımsızlık mücadelesi 18 yıl sonra yine Dersim'de yenilmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder