ETNİSİTE VE SINIFSAL TEMELİ - Nuray ÇEVİRMEN

Dünyanın neredeyse geneline hakim olan kapitalist sistemde ekonomik sömürünün hiçbir etnik temele dayanmadığını biliyoruz. Yalnız kapitalizm, kendi sürecinin devamı için etnisiteden beslenir.
Jön Türklerin İttihat Terakki ile başlattığı, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra tek partili yeni yönetim ile devam ettirilen devlet yapısının temel harcı, etnik bir bütünlük sağlamak olarak nitelendirilebilir. Bunun örneklerini Ermeni kıyımı, Rumların Ege ve Karadeniz’den çıkarılması ve ardından Kürt illerine karşı başlatılan etnik savaş olarak görebiliriz.
Etnik cinayetlerin temelinde çoğunluğu temsil eden kesimin azınlık olarak görülen topluluğa karşı bir nefretin olduğu, en kestirme neden olarak kabul edilebilir vaziyette. Ne ki asıl neden tamda bir nefret olarak nitelendirilemez. Özellikle Anadolu’da Osmanlı döneminde bir birbirine benzeyen yaşam, din, dil ve kültürel olarak benzerlik içerisinde olan halkların kendilerinden farklı topluluklarla, kaynaşmasa bile bir arada yaşamışlardır ve kadim bir nefretin olmamıştır. Müslüman, Hıristiyan ve Musevi inanışına ve daha farklı inanışlara sahip halklar, toplumsal yaşamda kendilerine bir yer ayırarak gerek ticari alanda gerekse sosyal alanda bir arada yaşayabilme becerisini gösterebilmişlerdir. Günümüzde birçok şehirde en azından din evi çeşitliliği ile bunu gözlemlemek mümkün. Kilise, Havra, Cami, aynı tarihsel döneme tanıklık ederler. O halde yaklaşık yüz yıldır içinde bulunduğumuz bu kara ve utanç dolu kinin nedenleri nelerdir?

Etnik ayırımlarda tek bir farklılık insanları birbirinden ayırmaya yetmez. Modern bilimde etnik kökene bağlı olan ve buna göre belirginlik gösteren antropolojik ayrımların olduğu safsatası çöpe atıldı. O halde bu etnik farklılıkları nasıl tanımlayacağız? Din tek başına yeterli değil, çünkü Anadolu’da hali hazırda en büyük iki topluluk olan Türklerin ve Kürtlerin çoğunluğu İslam inanışına sahipler. Hatta pek çok noktada Kürtler İslam öğretilerine daha çok sahip çıkmış durumda ve hayat pratiklerini buna göre devam ettiriyorlar. O halde din yeterli bir neden değil. Dil konusu da tek başına bir yeterlilik arz etmiyor. Dünya üzerinde etnik olarak birbiri ile çatışmış toplulukların bir kısmı aynı dili konuşuyor. Din yeterli değil, dil yeterli değil, ırk bilimsel olarak çürüdü.

Dünyanın neredeyse geneline hakim olan kapitalist sistemde ekonomik sömürünün hiçbir etnik temele dayanmadığını biliyoruz. Yalnız kapitalizm, kendi sürecinin devamı için etnisiteden beslenir. Birçok işe yarar argümanı kullandığı gibi bunu da çok rahatlıkla kullanmaktadır. O halde etnik düşmanlıkların ve bu düşmanlıklardan kaynaklanan baskıların ve bu baskının uç noktasında meydana gelen cinayetlerin sebebi sınıfsal olarak değerlendirilebilir. Burjuva sınıfı ve bunun verimli arazisi devlet birçok unsurdan faydalandığı gibi toplulukların yaşamsal farklılıklarında da yararlanır. Özellikle yönetim biçimi demokrasi olan ülkelerin yani halkların çoğunluğunun tercihine göre yönetenlerin tayini esasına dayanan yönetimlerde; devlet ve yürütme organizasyonu olan hükümetler azınlıklar üzerinde otoriter bir baskı kurarlar. Bu baskının meşruiyetini ise halktan aldıkları yetki ile sağlarlar. Yani çoğunluğun, azınlık üzerinde bir çeşit legal tahakkümü söz konusu olur. Legal tahakkümlerde bir zorlama vardır. Bu zorlama ticari alanda, eğitim alanında, kimliksizleştirme pratiğinde, ibadet ve temel eğitimde tek dil ve tek din esasına göre harekette görülür.

1.Dünya savaşından sonra Ege ve Karadeniz’deki Rumların katledilmesi ve mübadeleye tabi tutulması ekonomik nedenlere dayalıydı. Ticaret kanallarının gayri müslimlerin elinden alınması, yeni kurulan Yunanistan’a bir ekonomik kayma yaşanmamasını sağlamak içindi. Yani bir etnik temizliğin nedeni tekrar ekonomik savaşa çıkıyor.

Ermeni katliamlarını da aynı nedenlere dayandırabiliriz. Genç bir devlet olan Ermenistan’ın sınırlarının, hedeflenen misak-milli sınırlarını içine almaması için olası işbirliğine girecekleri kaygısı ile Ermenilerin bir göç süreci ile yerlerinden edilmeye başlanması ve gizlice verilen kararlar ile göç yollarında katledilmesi süreci başlatılır. Sonuç; kaynaklara göre 1,5 milyon Ermeni’nin katliamıdır.
Dersim mezalimi ve halkın kanlı bir şekilde katledilmesinin nedeni de devletin kontrolünde olmayan bir sınır ticaretiydi. Genç Türkiye Cumhuriyeti yönetimi kendi dışında bir hareketi yönetim zafiyeti olarak algılayarak sınır ticareti ile yaşamını devam ettiren ve bir devlet sistemine entegre olmamış/olamamış halkı kanlı baskınlarla neredeyse yok etme derecesine işi vardırdı.
Devlet, tek tipleştirme konusunda her türlü manevrayı yapmakta kendini özgür hisseder. İsmet İnönü’nün bizzat imzaladığı Kürt illerinin asimilasyonuna dönük kararlar ile hukuksal ve sosyal alanda dönüşüm yaşandı. Kürt illerindeki aşiretlerin bir kısmı zorunlu göç ile batı illerine gönderildi ki buna örnek Çorum Kürtleri, Ankara Haymana Kürtleri v.b. Bir dönem ibadet dilini Türkçeye çevirerek ve Güneş Dil Teorisini bizzat Atatürk’ün desteklediği ama bilimsel camiada rağbet görmeyen çalışmaları ile tek tipleştirme histerisi geri dönülemeyecek bir yola girdi.
Tüm bu etnisite ve bundan beslenen kapitalizm militarist bir devlet anlayışı ile vesayet altına alındı. Laik, modern, yeterince Türk bir toplumsal doku elde edilmeye çalışıldı. Hedeflenen toplumun dışında tutulan halka ise verilen paye çok alçaltıcı idi. Modern ve hedeflenen halka hizmet. Bugün gelinen noktaya bakıldığında bu çok açık görülebilir. Anadolu’dan kovulan Rum ve Ermenilerden sonra geride kalan en büyük azınlık olan Kürtlere ucuz emek gücünü sağlayan bir topluluk olarak bakıldı. Batıda yaşayan, modern olmak zorunda bırakılan halk, gittikçe bir zamanlar bir arada yaşamaktan sakınmamış oldukları halklara bakışını ve yaşam pratiğini değiştirdi.

Bugün Anadolu’ya, neredeyse tamiri imkansız hale gelen/getirilen bir kin hakim. Bu kin çoğunluğun yönetimsel alandaki avantajından dolayı gittikçe daha çok şiddet içeriyor. Bir zamanlar devletin gizlice uyguladığı şiddeti şimdi bunu içselleştirmiş halk daha açık bir şekilde uyguluyor. Orantısız savaşlarda zafer çığlıkları atıyor. Kayıp insanlar, katledilenler, militarizme teslim edilmiş halkların kadersizlikleri neredeyse hiçbir vicdan da yankı bulmuyor. Sesleri çıkaranlara bir avuç mecnun gözüyle bakılıyor. Kinin devamını sağlamak için devlet dezenformasyon kanallarını süreli açık tutuyor. Hiçbir barış ortamına zemin hazırlanmaması için provokasyon söylemleri hiç durmuyor. Üstelik bu kindar söylemler bizi yönetenlerin dilinden çıkıyor.

Dünyanın bir çok yerinde ve bizim topraklarımızda etnisiteden beslenen iktidarların tek kaygısı vardır. Burjuvazinin kaynaklarını açık tutmak. Bu kaynakların devamlılığı içinde halkların haklı taleplerini terörize ederek yok sayıyor. Oysa halklara en meşru haklarını teslim etmek onları bilinçlendirmek demektir. Bilinçli ve aydın halk kapitalist sistemin korkulu rüyasıdır. Sınıf bilinci ile gittikçe donanımlanan azınlık halkları bu düzene karşı ciddi bir tehlike oluşturuyor. Dünyanın uluslar arası şirketleri ve bunların yerli ortaklarının zaman zaman sergiledikleri davranış biçimleri ile kaygılarını okuyabiliyoruz.

Ermeni Soykırmı, Dersim Mezalimi, Ağrı Katliamı,Çorum katliamı, Maraş Katliamı, Sivas katliamı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları ile neredeyse yüz yıllık bir utanç ile boynumuz eğik. Etnik ayrım saçmalıklarının aslında hiçbir bilimsel temele dayanmadığı tamamen sınıfsal bir ayırıma tabi tutulduğumuzu, dünyanın sömürgeci güçleri ile birbirimizi kırdığımızı görmeliyiz. Etnik üstünlüklerin yalnızca devletlerin uydurduğu, kullanışlı kavramlar olduğunu bilmek ve anlatmak zorundayız. Etnik olarak ötekileştirilenlerin militarizme kurban edildiğini görmeliyiz göstermeliyiz. Sınıf bilinci ile hareket eden toplumlarda demokrasiye emanet edilmiş bir toplumsal egonun çözüm olamayacağını öğrenmeli ve öğretmeliyiz.
Ayrımcılığa kurban verilmiş her bir insan bizim ayıbımızdır.
http://www.kadinhareketi.org alıntısıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder