Yaratılışcıların onbeş saçmalığına, onbeş yanıt | John Rennie

1) Evrim yalnızca bir kuramdır; bilimsel bir yasa değildir.

Kuramın, ''kesinlik hiyerarşisi''nin ortalarında yer aldığı ilkokullarda öğretilir; yani kuram varsayımın üzerinde, yasanın altında yer alır. Ancak bilim adamları bu terimi bu şekilde kullanmazlar. ABD Ulusal Bilimler Akademisi'ne (NAS) göre bilimsel bir kuram ''gerçekleri, yasaları ve test edilmiş varsayımları bünyesinde birleştiren doğal dünyanın bir durumunun gerçekleşmiş açıklaması''dır. Yasa, doğaya ilişkin tanımlayıcı genellemelerdir. Dolayısıyla bir bilim adamı evrim kuramından söz ettiği zaman -bu atomik kuram veya görelilik kuramı da olabilir- doğruluğu hakkında en ufak bir kuşku duymaz.

Değişim geçirerek ilerleme anlama gelen evrim kuramına ek olarak, insanlar evrim gerçeğinden de söz edebilirler. NAS'a göre gerçek ''doğru olarak kabul edilen ve kendini tekrarlayan gözlemlerdir''. Fosil kayıtları ve çok sayıda diğer kanıtlar organizmaların zaman içinde evrimleştiğini kanıtlar. Bu değişiklikleri kimse gözlemediği halde, dolaylı kanıtlar nettir, çapraşık değildir ve zorlayıcıdır.

Tüm bilimler dolaylı kanıtlara dayanır. Örneğin, fizikçiler atomaltı parçacıkları direkt olarak görmez, ancak bunların varolduğunu iyonlaşma odasında parçacıkların bıraktıkları izlerden anlar. Kısaca doğrudan izlenmemesi fizikçilerin vardıkları sonuçların doğru olmadığını göstermez.



2) Doğal seçilim dairesel muhakemeye dayanır. Yani iyi uyum sağlayan hayatta kalır ve hayatta kalanların iyi uyum sağladığı farz edilir.

Doğal seçilimin günlük konuşma dilindeki açıklaması, iyi uyum sağlayanın hayatta kalabilmesi şeklindedir. Ancak teknik açıklamasına göre doğal seçilim, farklı hızlarda üreme ve hayatta kalma kavramlarını içerir.

Bu da şu anlama gelir: Türler az uyumlu, çok uyumlu gibi uyumluluk derecelerine göre tanımlanmaz; belirli koşullar altında geride kaç tane yavru bırakabileceklerine göre tanımlanır. Tohum açısından zengin kaynaklara sahip bir adaya hızlı üreyen bir çift küçük gagalı ispinoz ile yavaş üreyen bir çift büyük gagalı ispinoz bırakın. Birkaç nesil sonra hızlı üreyenler daha fazla besin kaynağına sahip olabilirler. Diğer taraftan büyük gagalıların tohumları daha iyi kırmaları durumunda, avantaj yavaş üreyenlere geçer.

Galapagos Adaları'nda gerçekleştirilen bir pilot çalışmada Princeton Üniversitesi'nden Peter R.Grant , vahşi doğada buna benzer nüfus değişimine tanık oldu.

Burada en önemli olan, çevreye uyumun hayatta kalma kavramından bağımsız olarak tanımlanmasıdır. Yani büyük gagalılar, belirli koşullarda tohumları daha kolay kırdıkları için daha iyi uyum sağlıyorlar. Ancak bu özelliklerinin hayatta kalmalarını kolaylaştırıp kolaylaştırmadığına bakılmıyor.


3) Evrim bilimsel değildir, çünkü doğrulanamaz veya yalanlanamaz. Ayrıca gözlenemeyen veya yeniden yaratılamayan olaylarla ilgilidir.

Bu iddia evrimi iki ana parçaya bölen farklılığı göz ardı ediyor. Bunlar makroevrim ve mikroevrim dir. Mikroevrim bir türün zaman içinde gösterdiği değişiklik ile ilgilidir. Macroevrim, tür düzeyinin üzerindeki taksonomik (sınıflandırma ilmi ile ilgili) grupların değişimini inceler. Bunun kanıtları fosil kayıtları ve DNA karşılaştırmalarından elde edilir.

Bugün yaratılışçıların pek çoğu mikroevrimin laboratuvarlarda (meyve sinekleri, bitkiler ve hücreler üzerindeki testler) ve doğada (Grant'ın Galapagos ispinozları üzerindeki çalışmaları) test edilebildiğini kabul ediyor. Doğal seçilim ve diğer mekanizmalar -kromozomal değişiklikler, simbiyoz ve melezleştirme- zaman içinde nüfusta çok ciddi değişikliklere yol açabilir.

Makroevrim çalışmalarının tarihi yapısı, doğrudan gözlem yerine fosil ve DNA çıkarımlarına dayanır. Ancak tarihi bilimlerde (astronomi, jeoloji, arkeoloji ve evrim biyolojisi dahil) varsayımların fiziksel kanıtlarla uyum içinde olup olmadığı test edilebilir. Örneğin, evrimsel açıklamaya göre insanın ilk bilinen ataları (kabaca 5 milyon yıl önce) ile anatomik olarak modern insanın ortaya çıkışı (100.000 yıl önce) arasında, özellikleri giderek maymundan modern insana benzeyen hominidler yer almıştır. Fosil kayıtları da bunu göstermektedir. Kaldı ki insanlar Jurassic döneme (65 milyon yıl önce) ait katmanların içine gömülü modern insan kalıntıları bulamaz.

Evrim başka şekillerde de çürütülebilirdi. Eğer cansız bir maddeden bir anda oluşmuş, gelişmiş bir yaşam şekli belgelenseydi, fosil kayıtlarının içinde bulunmuş yaratıklardan birkaçının da bu şekilde oluşmuş olması gerekirdi. Aynı şekilde eğer uzaydan gelen insanüstü zekaya sahip yaratıklar ortaya çıkıp, dünyada yaşamı başlattıtlarını iddia etseydi, evrimsel açıklamalara gölge düşebilirdi. Ancak şu ana kadar böyle bir kanıt ortaya çıkarılmadı.


4) Bilim adamları zaman geçtikçe evrim gerçeğinin doğruluğundan şüphe etmeye başladılar.

Evrim kuramının giderek taraftar yitirdiğine ilişkin herhangi bir kanıt söz konusu değil. Şu anda evrim kuramına gönderme yapmamış bir biyoloji dergisi bulamazsınız. Oysa evrimi karalayan bilimsel bir makale neredeyse hiç yok. Washington Üniversitesi'nden George W.Gilchrist binlerce bilimsel makaleyi tarayarak, akıllı tasarım veya yaratılış bilimine ilişkin bir göndermeye yer verilip verilmediğini araştırdı. Sonuçta tek bir makaleye bile rastlamadı.

Yaratılışçılar bilim dünyasının tutucu ve dogmatik bir çevre olduğunu iddia ederek, bilim adamlarının yaratılış bilimi ile ilgili kanıtları ilk baştan, önyargılı olarak reddettiğini ileri sürüyor. Oysa ''Nature'' dergisinin ve diğer bilim dergilerinin editörleri kendilerine gönderilen makaleler arasında evrimi çürüten çok az sayıda makale olduğunu söylüyorlar. Evrime karşı olan bazı yazarların makaleleri ciddi bilim dergilerinde yayımlandı. Ancak bu makaleler doğrudan evrime saldırmadığı gibi, yaratılışçıların düşüncelerini de net bir lisanla dile getirmiyordu. Bunların yaptığı en cesur eleştiri, evrim kuramına ilişkin bazı sorunların henüz çözümlenemediğine dikkat çekmekti. Kısaca yaratılışçılar, bilim dünyasının onları ciddiye alması için yeterli malzeme vermiyor.


5) Evrim biyologları arasındaki görüş farklılıkları, evrimin somut bilimsel temellere dayanmadığının en belirgin göstergesidir.
Evrim biyologları değişik konuları kendi aralarında sert biçimde tartışırlar. Bu konuların başında türlerin nasıl oluştuğu, evrimsel değişikliğin hızı, kuşlar ve dinozorlar arasındaki ilişki, Neandertal'lerin modern insanlardan farklı bir tür olup olmadığı gibi konular gelir. Bu tartışmaların benzerleri diğer bilim dallarında da görülür.

Ne var ki dürüstlükten uzak bir tutum sergileyen yaratılışçılar, bilim adamlarının bu tartışma tarzlarını abartarak, konuyu çarpıtıyor. Harvard Üniversitesi'nden Paleontolog Stephen Jay Gould 'un çalışmalarını bilenler bu saygın bilim adamının evrim kuramını ne büyük bir içtenlikle savunduğunun bilincindedir. Oysa yaratılışçılar Gould'un ciltler dolusu yazılarından desteksiz alıntılar yaparak yazarın ifadesini çarpıtıyor. Bu gibi durumlarda yanlışlığa düşmemek için, yaratılışçıların kullandığı alıntıların kaynağı olan makalenin tümünü görmekte israrcı olun. Göreceksiniz ki makalenin bütünü bambaşka bir telden çalmaktadır.


6) Eğer insanlar maymunlardan gelmiş olsaydı, niçin hâlâ ortalıklarda maymunlar dolaşıyor?

Bu çok yaygın olan iddia, evrim konusundaki bilgisizliği tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor. İlk yanlışlık şu: Evrim insanların maymun soyundan geldiğini söylemez; insan ve maymunların ortak bir ataya sahip olduklarını söyler.

Daha büyük yanlışlık ise şudur: Bu tartışma ile şu soru arasında koşutluk kurulabilir:''Eğer insanlar yetişkinlerin soyundan geldiyse, niçin ortalıklarda yetişkinler dolaşıyor?'' Bir kısım organizma, ailenin ana gövdesinden ayrılıp sonsuza dek aileden uzak yaşayabilecek farklılığa erişince, yeni türler oluşur. Ana gövde bundan sonra yaşamını sonsuza dek sürdürebilir; ya da yok olabilir.


7) Evrim yaşamın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını açıklayamaz.

Yaşamın nasıl başladığı sorusu bugün hala gizemini koruyor. Ancak biyokimyacılar ilkel nükleik asidin, amino asitlerin ve yaşamın diğer yapı taşlarının nasıl oluştuğunu ve bunların kendini kopyalayan ve kendi kendine yaşamını sürdürülebilen üniteler olarak nasıl organize olduğunu bilirler. Astrokimyasal analizler ise bu bileşimlerin uzaydan gelmiş olabileceğini ve bunların göktaşı içinde dünyaya düşmüş olabileceğini göstermektedir.

Bu senaryo dünyanın ilk oluşum dönemindeki koşullarında, bu bileşimlerin nasıl ortaya çıktığı konusundaki soruları yanıtlayacaktır.

Yaratılışçılar evrimi tümüyle hükümsüz kılmak için bilimin yaşamın kökenine ilişkin soruları hala yanıtlayamamasından yararlanıyor. Ne var ki eğer yeryüzünde yaşam evrimdışı bir şekilde başlamış olsa dahi (uzaylılar ilk hücreleri milyarca yıl önce dünyaya taşımış olabilir) bu tarihten sonra evrim sayısız mikroevrimsel ve makroevrimsel çalışmalarla kanıtlanabilir.


8) Matematiksel olarak, bırakın yaşayan bir hücrenin veya insanın rastlantısal olarak ortaya çıkmasını, protein gibi karmaşık bir nesnenin rastlantı sonucu ortaya çıkması mümkün değildir.

Rastlantı evrimde önemli bir rol oynar. (Örneğin random mutasyonlar yeni özelliklerin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynar.) Ancak evrim, organizmaların, proteinlerin veya diğer oluşumların yaratılmasında rastlantıya yer vermez. Hatta tam tersi, doğal seçilim random olmayan değişiklikten yararlanarak, ''arzulanan'' özellikleri korurken, ''arzulanmayan'' özellikleri yok eder. Seçilimin kuvvetleri sabit kaldığı sürece, doğal seçilim evrimi tek bir yöne doğru iter ve şaşırtıcı bir çabuklukla son derece gelişmiş yapılar ortaya çıkartır.


9) Termodinamiğin İkinci Yasası'na göre sistemlerin düzeni zamanla bozulur. Buna göre canlı hücreler cansız kimyevi maddelerden oluşmuş olamaz ve çok hücreli yaşam protozoadan evrimleşmiş olamaz.

Bu tartışma İkinci Yasa'nın doğru anlaşılmamasından kaynaklanır. Eğer bu tartışma doğruysa mineral kristalleri, kar taneleri de mümkün olamazdı, çünkü bunlar da karmaşık yapılardır.

İkinci Yasa aslında kapalı sistemlerde toplam entropilerin (enerji veya maddenin girmediği veya çıkmadığı sistemler) azalmayacağını ifade eder. Fiziksel bir kavram olan entropi genellikle karmaşa şeklinde tanımlanır, ancak günlük konuşma dilinde bu anlamda kullanılmaz.

Ancak hepsinden önemlisi, İkinci Yasa'ya göre entropi, sistemin bazı parçalarının azalırken, bazılarının bunu dengelemek ve telafi etmek için artmasına izin verir. Böylece gezegenimiz bütün olarak giderek daha karmaşık bir yapıya bürünür, çünkü Güneş yeryüzüne ışık ve ısı gönderir. Basit organizmalar, diğer yaşam şekillerini ve cansız maddeleri tüketerek yakıt sağlar ve daha karmaşık bir yapıya ulaşır.


10) Mutasyonlar evrim kuramı için gereklidir, ancak mutasyonlar yalnızca varolan özellikleri yok eder; yeni özellikler yaratmaz.

Tam tersi, biyoloji ''nokta mutasyonlar'' (organizmanın DNA'sındaki noktasal değişimler) yoluyla oluşan pek çok özelliği ortaya döker. Antibiyotiklerin bakterilere karşı direnç kazanması buna bir örnektir.

Ayrıca moleküler biyoloji, nokta mutasyonların ötesine geçen genetik değişiklik mekanizmalarını keşfetmiştir. Bu mekanizmalar yeni özelliklerin oluşması için yeni yollar açar. Genlerin içindeki işlevsel modüller yepyeni biçimlerde birbiriyle birleşir. Bütün genler rastlantısal olarak organizmanın DNA'sının üzerinde kopyalanır ve bu kopyalar yeni, karmaşık özellikler için özgürce harekete geçer. Değişik organizmalardan alınan DNA'ların karşılaştırılması sonucu, bir kan proteini türü olan globinlerin milyonlarca yıllık evrimini gözler önüne serer.


11) Doğal seleksiyon mikroevrimi açıklar, ancak yeni türlerin nasıl ortaya çıktığını ve yaşamın daha yüksek düzenlerini açıklayamaz.

Evrim biyologları doğal seçilimin yeni türleri nasıl yarattığı konusunda çok sayıda çalışmalar yapmış ve bunları bilimsel yayınlarla kamuoyuna mal etmiştir. Örneğin, Harvard Üniversitesi'nden Ernst Mayr 'ın geliştirdiği bir modelde bir organizma popülasyonu, coğrafi sınırlarla kendi türünden ayrı tutulur. Bu durumda bu popülasyon farklı etkilere maruz kalabilir. İzole edilen popülasyonda değişiklikler birbiri ardına birikim yapar. Bu değişiklikler belirginleşmeye başlayınca, ayrı kalan grup orijinal gruptakilerle çiftleşemez hale gelir. Sonuçta ayrı düşen grup üreme açısından izole edilmiştir ve yeni bir tür oluşturmak üzere kendi yolunu çizer.

Evrimsel mekanizmaların içinde en iyi inceleneni doğal seleksiyondur. Ancak biyologlar başka olasılıklara da açıktır. Biyologlar sürekli olarak seyrek görülen genetik mekanizmaların yeni tür yaratma konusundaki potansiyali üzerinde durmaktadır. Dolayısıyla bilim, doğal seçilim dışındaki güçlerin yarattığı evrime de kapılarını kapatmamıştır. Ancak bu güçler doğal olmak zorundadır; gizemli yaratıcı zekâların -bilimsel olarak varlıkları kanıtlanamayan- eylemleri sonucu ortaya çıkmış olmamalıdır.


12) Bugüne dek kimse yeni bir türün evrimleştiğine tanık olmamıştır.

Yeni bir türün oluşumu son derece nadir görülen bir olaydır ve yüzyıllar alır. Ayrıca oluşum aşamasında yeni bir türü tanımak zordur, çünkü biyologlar bir türün nasıl en iyi şekilde tanımlanacağı konusunda görüş birliğine varamazlar. En yaygın tanım Mayr'ın Biyolojik Tür Kavramı 'dır. Buna göre tür, üreme açısından izole edilmiş farklı bir popülasyondur. Bu bağlamda bu türün bireyleri kendi topluluklarının dışında üreyemez. Pratik açıdan bu standardın, mesafe, arazi yapısı veya bitki örtüsü nedeniyle izole edilmiş organizmalara uygulanması zordur. Dolayısıyla biyologlar, bir türün bireylerini tanımak için organizmaların fiziksel ve davranışsal özelliklerinden yararlanırlar.

Yine de bilimsel literatür solucan, böcek ve bitkilerde bazı türlerin oluşumuna ilişkin raporlara yer verir. Bu deneylerin pek çoğunda araştırmacılar organizmaları değişik tipte selesiyona tabi tuttu ve sonucunda bu popülasyonların, dışardakilerle çiftleşmediğini keşfetti.


13)Evrimciler geçiş dönemine ait herhangi bir fosili bulup çıkartamamıştır. Örneğin yarı sürüngen, yarı kuş gibi...

Aslında paleontologlar şu ana kadar, şekil açısından ara konumda olan çok sayıda fosil örneğini bulup çıkartmıştır. Bunların içinde en ünlüsü ''Archaeopteryx'' tir. Bu fosil kuşlara özgü tüy ve iskelet yapısına sahipken aynı zamanda dinozor özellikleri de sergiler. Ayrıca pek çok tüylü, uçabilen veya uçamayan fosil de bulunmuştur. Örneğin modern at, bir ara form olan ''Eohippus''tan gelmektedir. Balinaların atası karada yürüyen 4 ayaklı ara formdan evrimleşmiştir. Ayrıca 20 veya daha fazla hominid, Lucy ile modern insan arasındaki döneme aittir.

Ne var ki yaratılışçılar bu fosil çalışmalarını kabul etmiyorlar. Onlara göre Anchaeopteryx sürüngenler ve kuşlar arasındaki kayıp halka değildir; tam tersi sürüngen özellikleri taşıyan bir kuştur. Diğer taraftan bir yaratılışçı, iki form arasındaki ara fosili kabul etse dahi, bununla yetinmeyecek, bununla ilk iki form arasındaki geçiş fosilini görmek isteyeceklerdir.


14) Canlılar son derece karmaşık bir yapıya sahiptir -anatomik, selüler ve moleküler düzeyde-. Bu yapı daha az karmaşık olsaydı çalışamazdı. Bu da şu anlama gelmektedir. Böyle bir yapı ancak akıllı bir tasarım sonucu oluşur, evrim sonucu değil.

Bu tasarım konusu yaratılışçıların en fazla üzerinde durduğu tartışmadır ve en eskisidir. 1802 yılında teolog William Paley şöyle yazıyordu: ''Eğer tarlada bir saat bulursanız, ilk aklınıza gelen bunu birinin düşürmüş olduğu olasılığıdır; doğal güçlerin bunu orada ürettiğini düşünmezsiniz. Bu benzerlikten yola çıkarsak, canlıların karmaşık yapılarından dolayı doğrudan, kutsal bir iradenin eseri olduğunu anlarız.''

Paley'in bu iddiasına karşı Darwin ' 'On the Origin of Species-Türlerin Kökeni' ' isimli eserini yazarak,seçilimine doğal güçlerinin zaman içinde evrimi nasıl şekillendirdiğini açıkladı.

Yaratılışçılar onlarca yıldır Darwin'in görüşlerini çürütmek için göz örneğini öne sürüyor. Yaratılışçılara göre gözün evrimleşmesi olanaksızdır. Gözün görüntü yaratma becerisi parçalarının mükemmel düzeninden kaynaklanır. Dolayısıyla doğal seçilim gözün evrimi sırasında geçireceği ara dönemlere izin veremez. Yarım bir göz zaten işlev yapamaz.

Böyle bir eleştiriyi önceden tahmin eden Darwin, ''tamamlanmamış'' bir gözün de, tamamlanmış göz kadar olmasa da en azından yararlı olacağını iddia ediyordu; örneğin canlı ışığa doğru yol alabilir. Biyoloji Darwin'in haklılığını daha sonra ortaya çıkarttı. Bilim adamları hayvanlar aleminde ilkel gözlerin ve ışığa-duyarlı organların olduğunu kanıtladı.

Akıllı-tasarım fikrini savunanlar bugün öncekilerden daha zekice sorular soruyorlar. Ancak yine de tartışma ve hedeflerinde bir değişiklik görülmüyor.


15) Son araştırmalar, mikroskopik düzeyde bile, yaşamın evrim sonucu ulaşamayacağı kadar karmaşık bir yapıya sahip olduğunu kanıtlıyor.

''Darwin'in Kara Kutusu: Biyokimya Evrime Meydan Okuyor'' isimli kitabın yazarı Michael J. Behe ''Azaltılamayan Karmaşa'' kavramını ortaya attı.

Behe, bu kavrama örnek olarak fare kapanını ele aldı. En ufak bir parçasının çıkartılması durumunda fare kapanının çalışmayacağını ileri süren Behe, bu parçaların ancak birarada olduğu zaman işe yaradığını söylüyordu. Behe, daha sonra fare kapanı için geçerli olan mantığın bakteriyel flagellum -kamçıya benzer hücresel yapı- için de geçerli olduğunu ileri sürdü. Flagellum'un özel yapısının evrim sonucu oluşmasının mümkün olmadığını ileri süren Behe, bunun ardında akıllı-tasarım'ın olduğunu savunuyordu.

Ne var ki evrim biyologlarının elinde bu itirazları bilimsel olarak yanıtlayacak veriler vardı. Biyologlar daha basit şekillerde kamçılı organizmaların olduğunu ve flagellum'da bulunan tüm parçaların gerekli olmadığını kanıtladılar.

Aynı şekilde Baylor Üniversitesi'nden William A.Dembski , yine canlıların karmaşık yapısından yola çıkarak, yönlendirilmemiş, random süreçlerin bu karmaşık yapıyı oluşturamayacağını söylüyordu. Dolayısıyla böyle karmaşık bir yapıyı ancak insanüstü nitelikte bir zekâ yaratabilirdi.

Dembski'nin bu iddiası bilim adamlarınca çeşitli yönlerden çürütüldü. Santa Fe Enstitüsü'nden bilim adamları basit, yönlendirilmemiş süreçlerin inanılmayacak düzeyde karmaşık şekiller oluşturabileceğini kanıtladılar. Organizmalarda görülen karmaşık yapıların bazıları, dolayısıyla, henüz bilemediğimiz bir nedene bağlı olarak, doğal fenomenler sonucu oluşabilir. Ancak bu, karmaşanın doğal olarak ortaya çıkamayacağı anlamına gelmez.

John Rennie,

Scientific American

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder