Tayland
Dünya gündemini 2010’da en çok meşgul eden ülkelerden biri, Tayland’dı. Hani şu insanlarının edilgen, güleryüzlü, suya sabuna dokunmayan nitelikte olduğu söylenen ülke. Hani şu ‘yaprak bile kıpırdamaz’ dedirten ülke. Kısa adıyla ‘kırmızı gömlekliler’, uzun adıyla ‘Diktatörlüğe karşı Demokrasi için Birleşik Cephe’ olarak bilinen hareket, daha önceki yıllarda, Kral’ın, onun destekçisi olan para babalarına ve onların tezgahladığı askeri darbeye karşı, bir başka para babasını (Taksin Şinavatra) desteklemek gibi bir yanlışın içindeydi. Geniş kitleler, düzenin adaletsizliklerini görüyor; ancak, bu adaletsizliklere karşı, yanlış olarak ‘yoksul dostu’ saydıkları bir başka adaletsizlik anıtına arka çıkıyordu. İlerleyen günlerde, bu yanlış bilinç, ne istediğini bilen, “al birini vur ötekine” bakışını içselleştirmiş bir bilince evrildi. Kırmızı gömlekliler, şu an başta olan Tay hükümetinin darbeyle geldiğine ve darbeciler tarafından desteklendiğine dikkat çekerek, meclisin ve hükümetin dağıtılıp adil seçimlere gidilmesini savunuyor. Hükümet, pes edeceğe benzemiyor; ancak, kırmızı gömleklilerin, çok güçlü ve çeşitlilik gösteren eylemleriyle, hükümeti dize getirme noktasına neredeyse vardığı anlar oldu.
14 Mart 2010’da, Bangkok, Tayland tarihinin en büyük gösterilerine tanık oldu. Özellikle Kuzey ve Kuzeydoğu Tayland’dan gelen onbinlerce gösterici, sokakları, giydikleri kırmızı giysilerle renklendirdiler. Hükümetin ve ordunun denetiminde olan basın, kendilerinden hep bekleneceği gibi, gösterici sayısını düşük gösterdi. Gösteri örgütçüleri, gösteriye katılanlar arasında gönüllü olanlardan kan toplayıp hükümet konağı ve diğer çeşitli resmi kurumlar
önünde kanları yerlere saçıp her yanı böylelikle kankızıla boyadılar. Bu ‘kan’lı eylem, göstericilerin yaratıcılığının bir göstergesi olarak değerlendirilmeli. 8 Nisan 2010’da, Tayland’da, OHAL ilan edildi. OHAL yönetiminin ilk icraatlarından biri, kırmızılara yakın bir çizgide yayın yapan Halk TV’ye el koymak oldu. 10 Nisan 2010’da, ordu, kırmızıların toplandığı bölgeye ateş açtı; 25 kişi öldürüldü, 800’den fazla kişi yaralandı. 19 Mayıs 2010’da çıkan çatışmalarda yaklaşık 90 kişi öldürüldü, yaklaşık 1,900 kişi yaralandı. Aynı gün, göstericiler, tepki olarak, Bangkok’ta alışveriş merkezlerini, borsayı ve bankaları ateşe verdiler. Gösteriler, diğer kentlere de sıçradı. 19 Mayıs’ta ve daha önceki günlerde, asker tarafından öldürüldüğü bilinen göstericilerin katillerinin bulunması ve cezalandırılması, hükümetin gündeminde bile değil. Bu, insanların öfkesini daha da kabartıyor. Hareketin önderlerinin çoğu, içeride. 19 Mayıs’tan bu yana, kırmızıların sesi, cılız kaldı. Bu, hareketin önderliğinin ve yapılanmasının zayıflığından ileri geliyor. Hareketin, seçimlere gidilmesi gibi güncel taleplerinin karşılanması için kitleselleşmek yetmiyor; daha çok kırmızının donanım kazanması gerekiyor. 19 Mayıs’ın altıncı ay dönümünde, Bangkok’ta yaklaşık 10 bin kişi, geçen aylarda yitirdiklerini anmak üzere yeniden biraraya geldi. OHAL’in kalkmasından sonra, 9 Ocak 2011 pazar günü, onbinlerce kırmızılı, yine alanlardaydı. Kırmızı mahkumların serbest bırakılmasını talep ettiler. Gösteriler engellenebilir; hareketlenme bastırılabilir; ancak, toplumsal çelişkiler sürdükçe, daha çok insanı Bangkok sokaklarında göreceğiz.
Sri Lanka
2010’da Sri Lanka, 2009’daki Tamil Kaplanları yenilgisinden sonra, Tamil halkının toparlanma çabasına tanık oldu. Milliyetçiler, Tamil yanlısı olarak gördükleri Birleşmiş Milletler’e karşı birçok gösteri düzenledi. Bu gösterilerin sonucunda, Birleşmiş Milletler Sri Lanka kolu kapatıldı. 2010, ayrıca, Sri Lanka egemenlerinin iç çatışmalarına tanık oldu: Sri Lanka Ordusu başkomutanı Fonseca, Tamil Kaplanları’nı ezdikten sonra, devlet başkanı Rajapaksa ile ters düştü. 2009 sonunda ordudan istifa edip siyasete atıldı ve devlet başkanlığına aday olduğunu açıkladı. Ülkenin muhalefet partileri –ne kadar muhaliflerse artık- generali desteklediler. General, Tamil Kaplanları’nı ezenin kendisi olduğunu; bu böyle olduğuna göre, ülkeyi en iyi kendisinin yöneteceğini; devlet görevlilerine zam yapıp yolsuzlukla mücadele edeceğini vb. söyleyerek oy toplamaya çalıştı. Buna karşılık, devlet medyası, generalin, damadı üzerinden akçeli işler çevirdiğini ileri sürdü. Fonseca, bu iddiaları reddetti. Devlet medyası, bununla da kalmayıp Tamil Kaplanları’yla general arasında yapıldığı ileri sürülen gizli anlaşmayı ortaya saçtı. Tamiller’e özerklik sözü veren generalin, Tamil Kaplanları’nı destekleyen yasal Tamil partisini de, devlet başkanı seçilmek için arkasına aldığının ortaya çıkmasıyla, generalden yana esen rüzgar, yeniden Rajapaksa’ya doğru esmeye başladı. Daha sonra, bu anlaşmadaki imzaların sahte olduğu ortaya çıktı. Sonra imzaların sahte olmadığı ileri sürüldü. Yalan haberler, son ana dek artarak sürdü: Generalin, devlet başkanlığına geldiğinde, ilk iş olarak, Rajapaksa ve hükümetteki iki kardeşini temizleyeceği ileri sürüldü. Sonra bunun doğru olmadığı anlaşıldı. Sonra neyin anlaşıldığı ya da anlaşılamadığı anlaşılamadı! Bu bilgi kirliliği ortamında, kimin neye inanacağı belirsizken, 26 Ocak 2010’da yapılan seçimlerde, Rajapaksa, % 57 oy alarak yeniden devlet başkanı olduktan sonra, ilk iş olarak Fonseca’yı tutuklattırdı. Askeri mahkeme, Fonseca’yı, askeri mühimmat alımında yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle 3 yıl hapis cezasına çarptırdı. General hakkında, ayrıca, darbecilik suçlamasıyla dava açıldı. Yargılamaların adil olmadığı ileri sürülüyor. Bu birbirlerine şakacıktan, ezilenlere gerçekten vurdukları Amerikan güreşinde, halk için değişen ne oldu? Hiçbirşey. Biri, yolsuzluktan içeride yatarken; bini, ülkeyi aynı biçimde yönetmeyi sürdürüyor. Tamiller ise, başta belirttiğimiz gibi, 2009’daki büyük yenilginin ardından toparlanmaya çalışıyor. Sivillere yönelik düzenledikleri saldırılar nedeniyle uluslararası kamuoyunun desteğini büyük ölçüde yitiren hareket, eski yanlışlarını yinelemediği ölçüde kabul görecek.
Kırgızistan Devlet Başkanı Kurmanbek Bakiyev protesto edildi – 7 Nisan |
2010’da sıcak gelişmelere sahne olan bir diğer Asya ülkesi, Kırgızistan idi. Nisan 2010’daki ayaklanmalar, devlet başkanını koltuğundan etti. Ayaklanmanın temel çıkış noktası, ekonomik sıkıntılardı. Şubat ayında, kışın tam da ortasında, sık sık yaşanan elektrik kesintileri yetmezmiş gibi, elektriğe ve doğalgaza % 170-400 dolaylarında zam yapıldı.
Öte yandan, ayaklanmalarda hangi güçlerin yer aldığını saptamak zor. Zor; çünkü Kırgızistan, Afganistan’a, Pakistan’a ve Çin’e coğrafi olarak yakın bir ülke olarak, Rusya ile ABD arasındaki paylaşım kavgası içinde, bir metronom gibi bir o yana bir bu yana giden bir ülke. Manas Askeri Üssü, ABD ve Rusya arasındaki kavganın nirengi noktalarından biri. Koltuğundan olan eski devlet başkanı Bakiyev’in ifadesine göre, ayaklanma, Rusya’nın işiydi; çünkü ona göre, ayaklanmanın, kendisinin ABD’nin Manas’ı kullanım süresini uzatma kararı aldığı bir dönemde çıkmış olması, rastlantı olamazdı. Öyle ya da böyle, ayaklanma sürecindeki çatışmalarda, yaklaşık 88 kişi öldü. Ayaklanmacılar, ellerine geçirdikleri bakanları, öldüresiye dövdüler. Bakiyev karşıtlarıyla Bakiyev yanlılarının gösterileri, günler sürdü. Ayaklanmacılar, polisi, orduyu, medyayı ve yargıyı ele geçirdikten sonra, Bakiyev’in göstericilerin öldürülmesi dolayısıyla yargılanması için yakalama emri çıkardılar. Bakiyev, sonunda, yurtdışına kaçtı ve hem ülke içinden hem de ülke dışından yapılan baskılar dolayısıyla, devlet başkanlığından istifa ettiğini açıkladı. Geçici hükümet ise, bir yandan, iç savaşı engellemek için, onun, sürgün olarak yurtdışına çıkmasını önermişken; bir yandan da, gösterici ölümleri dolayısıyla yargı önüne çıkması için girişimlerde bulundu.
Eski Sovyet coğrafyası; Amerikancı-Rusçu çatışmalarıyla çalkalanıyor. Doğu Bloğu’nun Avrupa ayağı, Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya katılarak, Amerikan egemenliği altına girdi; Asya ayağı ise, çoğunlukla, daha az Amerikancı ve daha çok Rusçu bir çizgi izliyor. 2008 Rusya-Gürcüstan savaşı da, aynı paylaşım kavgasının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Halk hareketleri, bağımsız kalabilmek için, Amerikancı-Rusçu ya da Sincan/Doğu Türkistan ve Tibet örneklerindeki Amerikancı-Çinci ayrımlarını en baştan reddetmek durumundadır. Bu üç örnekteki halk hareketlerinin, bu çifte ayrımı, ta baştan geri çevirdiğini söylemek olanaksız. Ayaklanmalardan hemen önce, Amerikancı karar sonrasında, Rus sermayesinin sahibi olduğu Kırgız kanallarında, Bakiyev’in saygınlığını düşürecek rüşvet vb. iddialarının yer alması, gözden kaçırılmaması gereken bir nokta. Zaten, ayaklanma önderi ve daha sonra geçici hükümetin devlet başkanı olan Roza Otunbayeva’yı ilk tanıyan yabancı devlet başkanı da, Putin oldu. Öte yandan, Otunbayeva’nın daha önce Bakiyev hükümeti döneminde Dışişleri Bakanı ve Kırgızistan’ın ABD Büyükelçisi olduğunu anımsatalım. Dahası, gizli görüşmelerin bir sonucu olacak, geçici hükümet, ABD’nin Manas Askeri Üssü’nü kullanım süresini bir yıl daha uzattığını açıkladı. Kısacası, kimin eli, kimin cebinde, belli değil.
10 Ekim 2010’da Kırgızistan’da millet meclisi seçimleri yapıldı. En yüksek oyu, Bakiyevci Atayurt Partisi kazandı. Yani geçici hükümet, meclis seçimlerinde çoğunluğu elde edememiş oldu. Gariplikler, bununla bitmiyor: Atayurt Partisi’nin 2004’teki kurucularından biri Bakiyev ise; diğeri, Otunbayeva idi. İki yeni düşman, eskiden aynı çatıdaydı. Ve dahası, Bakiyev, 2005’teki ‘Lale Devrimi’ olarak, ancak bizim ‘Lale Darbesi’ olarak adlandırmayı belki de daha uygun bulabileceğimiz ayaklanma sonucunda yapılan seçimlerde devlet başkanı olmuştu. Bir ayaklanmayla gelip bir ayaklanmayla gitmiş oldu. Atayurt Partisi, onu sürgünden geri getirmenin yollarını arıyor. Renkli/renksiz darbeler, bir, Amerika’yı; bir, Rusya’yı getiriyor.
2010’da Kırgızistan, Bakiyevcilik ve Bakiyev karşıtlığı üzerinden çatışmaların yanında, etnik çatışmalarla da anımsandı. Mayıs ve Haziran 2010’da, Kırgızistan’ın güneyinde, Kırgızlar ile Özbekler çatıştı; çoğunluğu Özbek olmak üzere 1,000 ya da 2,000 kişinin hunharca (örneğin yakılarak) öldürüldüğü sanılıyor; ölü sayısı, tam olarak belli değil. 275 bin kişinin sığınmacı durumuna düşürüldüğü bildiriliyor. Çatışmanın, Bakiyevcilik ve Bakiyev karşıtlığı sosu da vardı; çünkü Özbekler, Bakiyev’in Kırgızları kayırdığını ileri sürerken; Güney Kırgızlar, Bakiyev’i destekliyordu. 12 Haziran’da, bölgede, OHAL ilan edilse de; ölümlerin, güvenlik güçlerinin göz yumması sonucunda arttığı ileri sürülüyor. Kimileri, katliamları, Rusya’nın, Kazakistan’ın ve diğer ülkelerin kışkırttığını ileri sürerken, güvenlik güçlerinin konumu, Kırgız derin devletinin rolünün de sorgulanmasını gerektiriyor. 2010 sonunda, geçici hükümetin partisi olan Kırgızistan Sosyal Demokratik Partisi ile Bakiyevci olan Atayurt Partisi’nin birlikte hükümet kurduklarını belirterek, Kırgızistan anlatılarımızı noktalayalım.
Nepal
Nepal halkı, 2008’de 240 yıllık hanedanlığı alaşağı edip zoru başararak, bir federal cumhuriyet kurarak, dünya halklarının hak mücadelelerinde bir umut olmuştu. Sonrasında, halkın büyük desteğine sahip olup cumhuriyetin ilk seçimlerinde en yüksek oyu alan Nepal Komünist Partisi (Maocu)’nun önderi Praçanda, başbakan olmuştu. 2009’da, krallık yanlısı Genelkurmay Başkanı’nın görevinden alınması çabası içerisinde, Praçanda’nın yenik düşüp, Genelkurmay Başkanı yerine, protesto amaçlı olarak kendisinin istifa etmesi, önceleri, birçoklarınca, iktidar delisi ya da iktidar sarhoşu olmamasına verilip göklere çıkarıldı. Ancak bu istifa, 2010’da, Nepal’deki halk hareketlerinin sönükleşmesi gibi olumsuz bir sonuç doğurdu. Maocu parti, asker vesayetine karşı mücadele ediyor; ancak, aynı zamanda, iktidara gelişi, Nepal Halk Kurtuluş Ordusu’na dayanıyor. Öte yandan, iktidar yerine muhalefet koltuğunda olduğu için, sesi, daha cılız çıkıyor. İşin ilginci, önceki başbakan, Nepal Komünist Partisi (Maocu)’nun başıyken; yeni başbakan, Nepal Komünist Partisi (Birleşik Marksçı-Leninci)’nin başı idi. Yani daha önce, Maocular, iktidar; Leninciler, muhalefetken; daha sonra, Leninciler, iktidar; Maocular, muhalefet oldu. Nepal’de, Hintçiler ile Çinciler’in çarpışmasına da tanık oluyoruz. (Bu çatışma, Güneydoğu Asya tarihinde sıklıkla görülüyor: Örneğin, Tayland ve Kamboçya, Hindistan’dan etkilenmişken; Vietnam, Çin’den etkilenmiştir.) Leninciler, Hindistan’a yakın bir siyasa izlerken; Maocular, Çin’e yakın bir siyasa izliyor. Leninci partinin başı Madhav Kumar Nepal, yaklaşık bir yıl başbakanlık koltuğunda kaldıktan sonra, 30 Haziran 2010’da görevinden ayrıldı. Maocu Parti, Başbakan Nepal’in istifasını talep ediyordu. 2010, Maocu partinin düzenlediği gösteriler ve geniş katılımlı grevlerle geçti. 30 Haziran 2010’dan bu yana, Nepal Millet Meclisi’ndeki partiler, kimin başbakan olacağında hâlâ anlaşmış değil. Cumhuriyet anayasası da hazırlanmış değil. Yine de, Maocu parti, hem geniş kitle desteğiyle hem de hazırlıklı kadrolarıyla, Nepal’de iktidarı yeniden alacakmış gibi görünüyor. Öte yandan, bu süreç, Maocu parti içinde, şahin (savaşçıllar) ve güvercin (barışçıllar) ayrışmasını tetikledi. Barış yanlıları ile çözümü daha uzun bir savaşta görenler arasındaki tartışmalar, ülkenin yazgısını belirleyecek denli önemli. Krallık yanlısı Genelkurmay Başkanı’nın görevden alınması ve daha önce şiddetli çatışmalarda karşı karşıya gelmiş Nepal ordusu ile Maocu savaşçıların birleşip tek bir orduya evrilmesi tasarısı, hükümet gündemlerinde sorun olmayı sürdürecek. Diğer partiler, Maocu partiyi iktidara taşıyan Nepal Halk Kurtuluş Ordusu’nun ‘terhis’ edilmesini talep ederken; Maocu parti, Nepal ordusunun kralcı öğelerden arındırılması yönündeki talebinde ısrarcı olacak.
Teksil işçileri kölece çalışma koşullarını protesto ediyor. |
Bangladeş, 2010’da birçok işçi eylemine tanık oldu. Eylemlerin temel odağını, düşük ücretler ve düşük asgari ücret oluşturuyordu. Bangladeş giyim işçileri, asgari ücretin aylık 25 Dolar olması dolayısıyla gösteri düzenleyip bu rakamın yaklaşık 75 Dolar olmasını talep ettiler. Patronlarsa, 50 Dolar vermeye bile yanaşmıyordu. Giyim kesimi, Bangladeş’in dışasatım gelirinin % 80’ini oluşturuyor. Bu kesimde, 3 milyondan fazla Bangladeşli çalışıyor. Bunların büyük bir bölümü, kadın. Giyim kesimi, Bangladeş’te tarımdan sonra ençok istihdam sağlayan kesim. Bangladeş, Kuzey Atlantikli yatırımcılar için bir ‘ucuz işgücü cenneti’. Bu ifade, Bangladeşliler’in çoğunluğu açısından, ‘ucuz işgücü cehennemi’ olarak yaşantılanıyor. Bangladeş’te üretilen giyim ürünlerinin çoğu, Kuzey Atlantik’e gidiyor. Bu, eşitsiz ve adaletsiz bir dağılım gösteren küresel işbölümünün tipik bir örneği. Ayrıca, Bangladeş’te, endüstri bölgelerinde, Japonyalı, Güney Koreli ve Çinli şirketler de bulunuyor. 12 Aralık 2010’da, ücretlere zam için düzenlenen gösterilerde ise, göstericiler, yolları trafiğe kapattılar; fabrikaları işgal ettiler ve araçları ateşe verdiler. Hükümet, Kasım 2010’da açıklama yapmış; ücretlerin yükseltileceğine söz vermişti. Gösteri, hükümetin sözünde durmamasına bir tepki olarak düzenlendi. Ücretlerin 43 Dolar’a çıkması bekleniyordu; çıkmadı. Gösteride, 3 kişi yaşamını yitirdi. İşverenler, işçilerin grevlerine ve gösterilerine karşı, fabrikalarını kapatıp; hükümeti, işveren yanlısı kararlar alması için köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.
Bangladeş, 2010’da, işçilerin eylemlilikleri yanında, az rastlanır gösterilere de tanık oldu: Borsaya para yatıranlar, borsacıların kendilerini dolandırdığını ileri sürerek, önceden hazırlığı yapılmamış çeşitli gösteriler düzenlediler. Göstericiler, polis zoruyla, Dhaka Borsası çevresinden uzaklaştırıldı. Bangladeş’in ikinci büyük kenti Çittagong’da da benzeri sahneler yaşandı. Gösteriler, 2011’in ilk günlerine de taştı.
Çin
2010’da, Çin’de, kitlesel gösteriler, her zamanki gibi çok sayıda ve büyük çaptaydı. 14-15 Temmuz’da, Suzhou kentinde, bin kadar çiftçi, topraklarına el konmasını ve başka yerlere taşınmaya zorlanmalarını protesto ederek, hükümet konağını işgal etti. Ayaklanma, iki hafta sürdü; hükümet, olaylarda, yabancı parmağı aradı. 5 Temmuz’da Jiujiang kentinde, belediyenin kendilerini başka bir yere taşınmaya zorladığını belirten çiftçiler, başkent Beijing’e doğru yürüyüşlerine başlarken, güvenlik güçlerinin engellemesiyle karşılaştılar. Çıkan olaylarda, polis arabaları ve hükümet konağı taşlandı. 3 Ağustos’ta, Neijiang kentinde, park kavgası nedeniyle devlet görevlilerinden dayak yiyen bir çifti desteklemek amacıyla toplanan kitle, dayakçı görevlilerin polis tarafından tutuklanmasını talep ederek, karakol önünde bekledi. Kitle ile polis arasındaki çatışma, gece boyu sürdü. 21 Haziran’da, Changyi kentinde, köylüler, yıkım için gönderilen 60’ı aşkın araca karşı direndi. Araçlardan biri, bir köylüye çarptı. Bunun üzerine sinirlenen kitle, sürücüyü araçtan çıkararak dövmekle kalmayıp 22 araca el koydu ve tekerlerini patlattı. 26 Mart’ta, Kunming kentinde, zabıtaya yakalanan yaşlı bir sokak satıcısı kadın, cezayı ödeyememesi üzerine, görevliler önünde diz çöküp yalvardı; ama görevliler, onun arabasına el koyup kendisini yaraladılar. Bunu duyan satıcılar ve yoldan geçenler, biraraya gelip, görevlileri taşıyan aracı sardılar. Gönderilen 7 polis aracını ters çevirip 2’sini yaktılar. 2 Kasım’da, Zhaotong kentinde, 200 kadar köylü, kamulaştırma adı altında topraklarına el koyan ve şehir plancılığı şirketleriyle işbirliği yapan belediye başkanını protesto ettiler. Şirket ve belediye, iddia edildiğine göre, parayla adam tutup köylülerin üstüne saldırttı. İki köylü, dövülerek öldürüldü. Bunun üzerine köylüler, bir polis arabasını ters çevirip diğerlerini yaktı. Resmi basın, olaylarda köylülerin öldürüldüğünü bildirmedi. 11 Haziran’da, Anhui’de, aşırı hız yapan bir devlet görevlisi, bir öğrenciye çarpmakla kalmadı; aracından inip öğrenciyi döverek ağır yaraladı. Bunun üzerine, halk, toplandı ve görevlinin bulunmasını istedi. Görevli, olay yerinden, bir polis aracıyla gizlice uzaklaştırılırken; gözyaşartıcı bomba atan polise, halk, taşla yanıt verdi. 11 Temmuz’da, Guangxi’de, bir alüminyum şirketi, çevreyi kirlettiği için protesto edildi. Şirket, 300 çalışanının ellerine sopa ve hortum verip onları göstericilerin üstüne saldı. 13 Ekim’de, Wuzhou’da, çiftçiler, zorla yerlerinden edildiklerini ve topraklarından çıkarken düşük bir bedel ödendiğini belirterek gösteri yaptılar ve karakolda tutulan arkadaşlarının serbest bırakılmasını talep ettiler. 7 polis arabası ve bir hükümet aracı, tersine çevrildi. Çin’deki örneklerde, mahalle, köy, ilçe ve kent düzeylerinde eylemlilikler görüyoruz. Diğer ülkelerde ise, işçi eylemlerinin ağırlığı var. Ayrıca, Çin’deki örneklerde, işçilerin, köylülerin üstüne sürüldüğü gösterilerin varlığı, dikkatimizi çekiyor.
2010’da, Asya’da, halkların hak arama mücadeleleri, elbette, bu örneklerle sınırlı değil. Güney Kore, G-20 karşıtı gösterilere tanık oldu; ancak, ülkede, gösteriler, eskisi kadar kitlesel bir boyutta değil. Afganistan’da, işgal güçlerinin, tüfekleriyle, bombalarıyla, insansız uçaklarıyla vd. yaptığı kıyımlar sürüyor. Onların yerine geçebilecekler ise, Ortaçağ’dan bile daha geriye gitmiş bir direnişçi kesiti... Hindistan da, bir diğer hareketli ülke. Hindistan, ülkenin genişliği ve çeşitliliği nedeniyle, ayrıntılı bir değerlendirme gerektiriyor. Filipinler ve Endonezya da, Asya’nın hareketli ülkeleri arasında değerlendirilebilir.
Çeşitli örneklerden gördüğümüz gibi, medyanın, hak arama mücadelelerinde büyük bir önemi var. “Bilgi çağındayız” diyenlere, “bilgi kirliliği çağındayız” demek istiyoruz. Halkların, geleceklerini kazanmaları için, kendi basın-yayın organlarına gereksinimleri var. Bilgi Sızıntısı’nın (Wikileaks), Avrupa’yla karşılaştırıldığında, Asya’da pek etkili olmadığını görüyoruz. Ayrıca, Avrupa’da ekonomik bunalım ve toplumsal harcamalardaki kısıntılar nedeniyle patlama yapan genel grevlere ve büyük çaplı eylemliliklere Asya’da rastlamıyor oluşumuz, dikkat çekici. Bu, Asya’da, sendikaların, Avrupa’dakilere göre zayıf olmasına bağlanabilir.
2010’un dersleri ve kazanımlarıyla, Asya, 2011’de, yeni günlere hazırlanıyor. Güzel günlere, aydınlık günlere... Asya’nın o güzel aydınlık günlerinin öyküsünde, bizim anlattıklarımız, küçük bir nokta... Sizi, Asya’dan, dostluk ve dayanışma duygularıyla selamlıyorum!
Gezgin’in bu tebliği, 21-23 Ocak 2011 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen Halkın Hakları Forumu Dünyadan Hak Mücadeleleri oturumu için kaleme alındı…
Ulaş Başar Gezgin, Vietnam
ulas@teori.org
sendika.org alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder