Sınıf perspektifi olmayan halk hareketleri başarıya ulaşabilir mi? -Özgür Müftüoğlu

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde dikta rejimlerine karşı halk isyanları dalga dalga yayılmaktadır. Halkın isyan ettiği dikta rejimlerinin iki ortak yönü vardır. Bunlardan birincisi yarattıkları baskı rejimi sayesinde küreselleşme sürecinin gerekleri doğrultusunda ülkelerini ucuz emek alanlarına dönüştüren politikaları uygulamaya koymalarıdır. İkincisi ise yine yarattıkları baskı sayesinde halklarının sesini kesip, küresel kapitalizmin ve elbette bunun merkezi olan ABD’nin bölgedeki çıkarlarının bekçiliğini yapmaktır. Bu ülkelerde dikta rejimlerinin başlangıcı -tıpkı bizim 12 Eylül darbesi gibi- küreselleşmenin yaygınlaşmaya başladığı 1970’li yılların ortaları ile 1980’li yılların başlarına denk gelmektedir. Dikta rejimlerinin tümü demokrasinin sözde savunuculuğunu yapan tüm merkez kapitalist ülkeler tarafından da desteklenmişlerdir.

Dikta rejimlerine yönelen halk hareketlerinde yıllarca süren baskı rejimlerinin son bulması ve daha fazla demokrasi talebi öne çıkmaktadır. Bu talebin isyana dönüşmesinin ardında en önemli etken, dikta rejimlerinin uyguladığı politikalar yani küreselleşme sürecinin derinleştirdiği yoksulluk, işsizlik ve sömürüdür. Batıya biat eden ve bölge halklarının çıkarlarına ters düşen karaktersiz dış politika uygulamaları da yine isyanın büyümesine yol önemli etkenlerden bir diğeridir.



Yoksulluk, işsizlik, artan sömürü ve yine onlarca yıldır süren dikta rejimlerinin kaynağı kapitalist sistem olduğuna göre Tunus, Mısır ve ardından gelmesi beklenen diğer ülkelerdeki halk isyanlarının da özü itibariyle kapitalizme karşı olduğunu söylemek mümkündür. Ancak -en azından şimdilik- görünen odur ki söz konusu halk hareketlerinin hedefinde sorunların gerçek nedeni olan kapitalizm değil, kapitalizmin kuklası haline gelmiş dikta rejimleri ve bu rejimlerin başındaki diktatörler vardır. Bunun en önemli nedeni bu hareketlerin içerisinde yer alanların büyük kısmını emekçi kitleler oluşturmasına rağmen sınıfsal perspektife sahip bir örgütlenme içerisinde hareket etmemeleridir. Buna bağlı olarak halk hareketleri içerisinde yer alanların mevcut dikta rejimlerine son verdikten sonra demokratik ve ekonomik taleplerini yerine getirecek somut bir iktidar alternatifleri de bulunmamaktadır (Kimi sendika ve sol partileri bunun dışında tutmak gerekir. Ancak bunların halk hareketlerinin bütünü içinde yaratabildiği etkinin son derece sınırlı olduğu görülmektedir).

Tarihte sınıfsal bir perspektife sahip olmayan ve bu perspektifte örgütlenmemiş halk hareketlerinin sonucunda ya burjuvazi egemenliği ele geçirmiş ya da İslami rejimler kurulmuştur. Örneğin 17. yüzyılda İngiliz, 18. yüzyılda Fransız ve 19. yüzyılda Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşanan halk hareketleri burjuva devrimleri olarak sonuçlanmıştır. 1990’lı yıllarda Doğu Bloku’nun dağılmasının ardından farklı adlarla tanımlanan ve kapitalizmin egemen hale geldiği rejim değişiklikleri de yine benzer halk hareketlerinin sonrasında gerçekleşmiştir. Bugün yaşanan halk hareketlerine benzer biçimde kapitalizmin kuklası olan Şah’a karşı girişilen halk hareketi ise İslami bir rejimi beraberinde getirmiştir. Tüm bu örneklerde daha iyi yaşam ve demokrasi talebiyle başlayan halk hareketleri amacına ulaşamadığı gibi geniş halk kesimleri için çok daha büyük acılara neden olan rejimler egemen hale gelmiştir.

Kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada halk kesimlerinin özlediği demokrasi ve yaşam koşullarına ulaşmanın yolu tarihin de gösterdiği gibi kapitalizmi hedefine alan sınıfsal bir perspektife sahip örgütlü bir mücadeleden geçmektedir. Ancak böyle bir mücadele sonrasında halklar yoksulluktan, işsizlikten, sömürülmekten ve diğer halklarla savaşmaktan kurtulabileceklerdir.

Sınıf perspektifine sahip bir halk hareketi için her şeyden önce sınıf kimliğini öne çıkartacak bir örgütlenme gereklidir. Bunun yolu ise kapitalizmin, tüm çelişkilerin kaynağı olan üretim sürecindeki çelişkileri öncelikle açığa çıkartıp bunun üzerinden bir örgütlenme yürütülmesidir. Üretim sürecinden başlayacak bir bilgilenme, bilinçlenme ve örgütlenme konusunda en önemli görev sendikalara düşmektedir. Elbette bu görevi üstlenecek sendikaların her şeyden önce sermaye ve siyasi iktidarların güdümünden kurtulmuş ve sınıfın partileriyle işbirliği içinde tüm emekçi sınıfların mücadele aracı olma işlevini üstlenmiş olması gerekir.

Sözün özü: Halk hareketlerinin doğru hedefe yönlenmesi ve devrilen rejimlerin yerine halkın taleplerini yerine getirebilecek anlayışların geçebilmesi ancak, halk hareketlerinin sınıfsal bir karakter kazandırmasıyla mümkündür. Bu da sendikaların ve sınıf partilerinin işlevlerini tam olarak yerine getirmesine bağlıdır.
(Evrensel)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder