Sadece Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü kayıtlarında kentte 90'lı yıllarda işlenen 840'tan fazla faili meçhul cinayet yaşandığı ve diğer Kürt illeriyle birlikte bu sayının binleri bulduğu gözönüne alınırsa, 1991-2000 yılları arasında kan deryasına dönen bölgedeki cinayetleri, sebeplerini ve faillerini irdelemek lazım.
Hizbullah'ın bunda ne kadar rolü var, derin devlet bağlantısı ne derecedir, serhildanların yaşandığı bir dönemde birden neden silaha sarılarak 'kafir' diye gördüğü güce karşı değil de yurtseverlere yönelik suikast eylemlerini yaptığını araştırmak lazım.
Hizbullah yayın organlarında sık sık saldırıları kendilerinin başlatmadığını, hep savunmada kaldıklarını, işlenen cinayetlerde kendi dışında oluşturulan 'Hizbülkontra' oluşumunun parmağı olduğunu iddia etse bile, henüz açıklanmamış birçok konunun olduğu, açıklananların da yetersiz olduğu aşikar.
17 Ocak 2000 devlet operasyonu ile darbe alan ve "Rahşan Affı" ile yardım-yataklık gibi suçlardan yargılanan örgütün üye ve sempatizanlarından yaklaşık 2 bininin dışarı çıkmasıyla Hizbullah aslında legal anlamda örgütlenmesine 2004-2005 yılından itibaren yeniden başladı.
Yani Hizbullah yeniden Türkiye yada Kürtlerin gündemine girdi değil. Hizbullah 20 yıldır bilinen ancak eylemsellik olmayınca gündeme gelmeyen bir örgüt. Sivil toplum örgütleri ile basın-yayın organları ile Hizbullah 17 Ocak operasyonu sonrasında bir süre duraksama gösterse bile son yıllarda hep gündemde olan bir örgüt. Kadrolarının henüz nedeni belli olmayan bir operasyonla, hukukçular tarafından bile tartışmalı olan 'tahliyeler!' sonrasında Hizbullah'ın tekrar hayat bulduğunu, hortladığını söylemek biraz safdillik olur.
MİLLİ TÜRK TALEBE İÇİNDE ÖRGÜTLENDİ
Şimdi Hizbullah'ın ilk oluşumuna bakalım.
Lübnan'daki Hizbullah ile aynı adı taşıyan ancak ondan ayrı olan bu örgüt Türkiye'de ve Kürt illerinde aslında 1979 yılının sonu, 1980'li yılların başlarında dar grup şeklinde ortaya çıktı. Hizbullah'ın tabanı Milli Türk Talebe Birliği içinde örgütlenen aşırı dinci gruplara dayanıyor. 12 Eylül darbesinden sonra sesi soluğu çıkmayan örgüt, daha sonra 1986-87 yıllarında daha çok kitapevleri çevresinde kümelenen gruplar tarafından kendine hayat buldu.
Örgüt ilk olarak Diyarbakır'da Gercüş'lü Hüseyin Durmaz (Velioğlu) ve Fidan Güngör tarafından İlim kitapevi çevresinde oluşturulmaya başlandı. (Menzil grubu lideri olan Fidan Güngör, Hizbullah'ın Kürt yurtseverlerine yönelik saldırılarını tasvip etmediği için İlim kanadı ile ters düştü. Birçok Menzil kanadı üyesi öldürüldü. Fidan Güngör İlim örgütü tarafından kaybedildi)
Tanınmayan bir kişi olan Hüseyin Durmaz (Velioğlu), Tevhid, Yeryüzü ve Objektif adlı dergilere yazdığı yazılarla tanınmaya başlandı islami cemaatler arasında. Daha sonra Diyarbakır Ulucami yanında İlim Kitapevi çevresinde kümelenen örgüt, ilk başlarda dar bir grup, daha sonra 'davet' yolu ile İmam Hatip ve Kur'an kursları üzerinden örgütlendi. İran’da imam Humeyni'nin yaptığı devrimden sonra bu ülkeye gidip dini ve silahlı eğitim alanlar oldu ve burada çekilen propaganda kasetleri gizliden Türkiye'ye sokularak, özellikle Batman'da İmam Hatip liselerinde okuyan öğrencilere izlettirilip taban bulmaya çalışıldı.
90'lı yılların başına kadar silahlı tek bir eylemi olmayan örgüt, ikna ve davet yolu ile taban bulma yolunu seçti.
Kürt illerinde 1989 yılında Silopi, Nusaybin ve Cizre'deki serhıldanlar ve PKK'nin yürüttüğü silahlı mücadelenin geniş halk kitlelerine yayılması ardından önce 1984 yılında Hakkari'de koruculuk, ardından da Jitem devreye sokuldu.
Kontrgerillanın korucuların da yardımıyla bölgede ilk işlediği cinayet Uludere-Hilal Belediye Başkanı Hamit Kara ve 5 arkadaşının Haziran 1991 tarihinde Şenoba'da korucu Babat aşireti tarafından araçları içinde öldürülüp yakılması eylemi ve ardından Cizre'de, Kızıltepe'de yaşanan tek tük faili meçhul cinayetler oldu. Bunların failleri belliydi.
İLK CİNAYETLER
1991 yılının ikinci yarısında ise işlenen cinayetlerin seyri değişti ve sayıları binlerle ifade edilen öğrenci, memur, öğretmen, doktor, gazeteci, gazete dağıtımcısı, gazete bayisi, esnafın öldürülmesi olayı yaşandı.
İlk cinayetler İdil’de 3 Aralık 1991 tarihinde Süryani asıllı Mikail Bayru, Diyarbakır Bağlar semtinde 12 Ocak 1992 tarihinde öldürülen Dicle Üniversitesi öğrencisi Abdülsamet Çetin, Batman'ın Beşiri ilçesinde 24 Ocak 1992 tarihinde öldürülen Fekiran Köyü muhtarı Ezidi Kürt Hüseyin Pamukçu'nun öldürülmesi oldu.
Ve bu cinayetlerin ardından PKK ile Hizbullah arasında yaşanan çatışma gündeme geldi.
Hizbullah sık sık yayınlarında hep savunma konumunda kaldıklarını, PKK'ye çağrılarına rağmen çatışmaların önünü alamadıklarını açıklasa da, Mikail Bayru cinayetinden itibaren yaşananlara doyurucu bir cevap vermek zorunda.
Hizbullah yayın organlarında ve İsa Alpsoy tarafından yazılan 'Kendi Dilinde Hizbullah' adlı kitaplarında infaz ettiklerinin kendi içlerine sızmış ajan-jitem ve MIT mensuplarını olduğunu açıklamaya çalışsa da, sorgulanıp infaz edilen Hizbullah itirafçılarının öldürülmeden önceki alınan ifadelerinde (ölüm korkusuyla verilen ifadelerin ne derece doğru olduğu araştırmaya açık) bunlar kısmen doğrulanıyor, ancak bölgede Hizbullah'ın infaz ettiğini kabul ettiği yaklaşık 50-60 kişinin dışında, sokak ortasında arkadan başlarına kurşun sıkılarak öldürülen kendi halinde sıradan yurtsever, işinde gücünde olan binlerce insan var. Bu cinayetlerin ayrıntıları kapatılan Diyarbakır DGM dosyalarında, Diyarbakır 4. ve 6. Ağır Ceza Mahkemesi kayıtlarında mevcut.
HİZBUL-KONTRA VE DERİN DEVLET
Hizbullah ve liderinin ismi ilk kez basında 16 Şubat 1992 tarihinde o dönem yayında olan 2000'e Doğru dergisinde, "Hizbullah Çevik Kuvvet Merkezi'nde Eğitiliyor" imzasız kapak haberiyle yer aldı. 18 Şubat tarihinde ise dergi bürosu kimliği belirsiz kişilerce basılıp Hizbullah'ın 'H'sinden haberi olmayan Halit Güngen adlı muhabir başına arkadan sıkılan tek kurşunla infaz edildi.
İçinde bulunduğu örgüte ters düştükten sonra infaz edilen Jitem kurucularından Cem Ersever, gazeteci Soner Yalçın tarafından yazılan kitapta Güngen cinayetini Yeşil ve ekibi tarafından planlandığını açıklarken, Güngen cinayetinden yargılanan ve ceza alan Hizbullahçılar oldu.
Ve Beykoz'daki Hizbullah operasyonunda ele geçirilen CD ve Hard-Disk'lerin Amerika'da IBM şirketinde yapılan çözümlerinde Hizbullah'ın sorguladığı ve infaz ettiği itirafçılar, Diyarbakır Çevik Kuvvet Merkezi'nde gruplar halinde eğitildiklerini, bu eğitilenlerden halen kentte önemli mevkilere olan insanlar olduğunu anlatıyorlardı.
Bölgede Hizbullah yada PKK adına yapılan birçok olayın derin devlet bağlantılı olduğu itirafçılar tarafından dile getirildiği doğru. Hizbullah, kendi içlerine sokulan ajan-muhbir ve jitem elemanlarının kendi adlarına eylem yaptıklarını, PKK ile Hizbullah'ı karşı karşıya getirmek için iki taraf adına da eylem yaptıklarını hep açıklıyor.
Ancak sadece 'savunma konumundaydık', 'derin devlet yaptı' demek pek yeterli değil.
DEVLETİN GÖZYUMDUĞU BATMAN’DAKİ KAMPLAR
1992 yılında TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sadık Avundukluoğlu ve TBMM heyeti Diyarbakır, Mardin, Batman gibi illerde incelemelerde bulundu. Bu araştırma komisyonuna yansıyan ifadeler meclise sunuldu ve basına da sızdı. Araştırmada Batman'da silahlı eğitim kamplarının olduğu, askerlerin buna göz yumduğu, örgüt militanlarının himaye gördüğü açık bir dille anlatılıyordu.
Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın direktifi ile Başbakanlık Başmüfettişi Kutlu Savaş tarafından hazırlanan Susurluk Raporu'nda da PKK itirafçısı Muhsin Gül'ün itirafları sayfaları buluyordu.
İtirafçı Gül'ün anlattığı iki olay dikkate değer.
İtirafçı Muhsin Gül, Diyarbakır'da evlerinden alınan Bayram Kanat, Lokman Zuğurlu ve Zana Zuğurlu'nun Yeşil'in başında olduğu ekiple birlikte evlerinden ne şekilde alındıklarını ve Diyarbakır'ın hemen dışında tuğla fabrikalarının yanında infaz edildiklerini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor ve cinayet günü kullandıkları telsiz kodlarını bile veriyordu.
Ancak Bayram Kanat ve Zuğurlu kuzenlerin cinayetinden ceza alan Hizbullahçılar olduğu gibi, halen aralarında Yeşil, Abdülkadir Aygan, Ali Ozanson, Kemal Emlük, Saniye Emlük gibi itirafçılar ve jitem elemanları bu cinayetten dolayı 6: Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor. Bu da işin başka bir boyutu.
Huseynisevda.com sitesi yazarlarından Said Gabari, "Hizbullah ve Hizbul-kontra Gerçeği" adlı yazı dizisinde Hizbullah ve Hizbul-kontra oluşumlarından bahsediyor ve ikisinin ayrı olduğunu dile getiriyor. Gabari'nin de dile getirdiği gibi bir Hizbul-kontra oluşumu var. Hizbullah bunun ne derece içinde, Hizbullah'ın içine sızan bir grup mu, Hizbullah adına eylem yapmakla görevlendirilen bir tetikçi grubu mu, bağlantıları ve işledikleri cinayetler hangileridir bunları sormak lazım.
HALK YAKALADI ASKER VE POLİS KURTARDI
Bölgede görev yapan hem gazeteciler hem de sıradan insanlar, yurtseverlere yönelik cinayetlerde suikastçilerin korunduğuna bir değil, onlarca kez tanık oldular. Diyarbakır'da, Silvan'da, Batman'da, Kızıltepe'de buna benzer çok örnek yaşandı. Suikastçiler halk tarafından sağ yada yaralı olarak yakalandı. Linç edilmek istendi. Ancak ya asker, yada polis tarafından kurtarıldı.
Hizbullah'a yönelik 17 Ocak 2000'de başlatılan genel operasyonun öncesinde de aslında tek tük de olsa yakalanan örgüt üyeleri yada sempatizanları oluyordu. Bunlar daha çok polis bölgesinde işlenen cinayetten sonra suç üstü yakalananlar oldu. Himaye edilenler, göz yumulanlar olduğu gibi, gözaltına alınanlar, tutuklananlar ve ceza alanlarda oldu.
Hizbullah İlim kanadının Menzil grubuna yönelik saldırıları ardından, PKK sempatizanlarına yada sıradan yurtsever kesimlere yönelik işlediği cinayetler bölgede ister istemez bunun derin devletle bağlantılarını gündeme getirdi.
'Kafir' denilen bir devlete karşı olduğunu söyleyen örgütün, şimdiye kadar neden sadece yurtseverlere yönelik eylem içinde yer aldığını sormak lazım. Yada yayınlarında Kürt ve Kürdistan argümanlarını kullanan Hizbullah'ın şimdiye kadar bunlar için ne yaptığı, en azından Kürt dili konusunda ne yaptığını sormak lazım.
KUŞTEPE’DEKİLER HİZBULLAH MI? HİZBUL KONTRA MI?
Sadece sıcak bir örnek vermek gerekirse, Cizre'de Şubat 1992 tarihinde öldürülen Hizbullahçı Mele Zeki Demir'in ardından Hizbullah, Kamil Atak'ın başında olduğu Tayan aşireti ve dönemin Cizre Merkez İlçe Jandarma Komutanı Binbaşı Cemal Temizöz'in himayesine girdiği, halen Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ve Binbaşı Temizöz, Korucubaşı Kamil Atak, korucular Tamer Atak, Kökel Atak, itirafçılar Abdülhakim Güven, Hıdır Altuğ ve Adem Yakın'ın yargılandığı davada bizzat dile getiren Kamil Atak'ın kardeşi eski korucu M. Nuri Binzet oldu. Binzet savcılıkta verdiği ifadesinde, Cizre'ye bağlı Kuştepe Köyü'nün boşaltıldıktan sonra Hizbullahçılara tahsis edildiğini, bu köyün dışarıdan gelen 'melle' dile adlandırdıkları kişilerin himayesinde olduğunu, silahlı eğitim verildiğini, köyde sığınaklar yapıldığını, gözaltına alınanların buradaki kişilere teslim edilerek sorgulandığını ve Binbaşı Cemal Temizöz'ün burada verilen derslere girmelerinin teşvik edildiğini anlatıyordu.
Şimdi sormak lazım, Kuştepe'dekiler Hizbullah'mı, Sait Gabari'nin dediği gibi Hizbul-kontra mı? Hizbul-kontra ise, Hizbullah buna karşı ne yaptı. Savundu mu, red mi etti?
HİZBULLAH SİVİLLEŞTİ
17 Ocak operasyonu ardından Hizbullah'a yönelik Türkiye çapında yapılan operasyonlarda yaklaşık 3-4 bin insan tutuklandı. Ve bunların yüzde 80'i de örgüt sempatizanlarından oluşuyordu. 'Rahşan Affı' sonrasında yardım-yataklık suçlarına af getirilmesi ardından tahliye olan 2 bine yakın örgüt sempatizanının yarısından fazlası, dağınık bir durumda olan örgüt içinde ilerleyen yıllarda tekrar yer almaya başladı.
Bitti denilen Hizbullah ise kurduğu sivil toplum örgütleri, yardım dernekleri, okuma evleri ile yeniden kendine hayat buldu. Bu bir anlamda Hizbullah'ın legal anlamda politika yapması, taban bulması, örgütlenmesi anlamına geliyordu diğer islami örgüt, dernek ve cemaatler gibi.
Cezaevinde bulunan askeri kanat her ne kadar sivilleşmeden yana görünmese de, Hizbullah hem 'domuz bağı', 'mezar evler' imajını değiştirmek, hem de daha rahat çalışma için sivil toplum örgüt ve yardım kuruluşları kurarak kendine yeniden hayat buldu.
ASKERİ KANATIN ETKİNLİĞİ
Ki Hizbullah içerisinde de silah yada sivilleşme arasındaki tartışma halen de devam ediyor. 2 yıl önce Hizbullah'a yakın bir dernek referansı ile yaptığımız röportajda Hizbullahçıların devletin kendilerini kısmen olarak kullandıkları yönündeki açıklamaları, yine askeri kanat tarafından yalanlandı.
Hizbullah'ın sivilleşme stratejisi ardından Diyarbakır başta olmak üzere, Batman, Mardin, Van, Bingöl, Urfa gibi illerde değişik adlar altında onlarca dernek kuruldu ve halen de faaliyetlerine devam ediyor.
2004-2005 yılında ağırlık verilen sivil alanda örgütlenme, bir anlamda Hizbullah'ın yeryüzüne çıkmasına ve kendilerini yüz yüze insanlara tanıtmasına vesile oldu.
‘UZMANLARIN’ KORKU YARATMA GAYRETLERİ
Hizbullah örgütünün ileri gelenlerinin Ocak 2011'de yasanın yürürlüğe girmesi sonucu tahliye olmaları TV kanallarını dolaşan ve kendilerine 'Hizbullah uzmanı' diyen gazetecileri bile dumura uğrattı. Hizbullah iddianamelerini, gerekçeli kararlarını alıp haber yapan ve TV'lerde 'uzman' diye reklamlarını yapan gazetecilerin foyası ortaya çıkınca, basın bu kez yeni 'uzman'lar peşine düşerek Hizbullah'ın hortladığını, eski günlere geri dönüleceği, mezar evler, domuz bağlarının yeniden ortaya çıkacağı propagandası yapmaya başladılar. Bilerek yada bilmeyerek bir korku yaratma gayretleri halen devam ediyor.
Feleğin çemberinden bir değil birçok kez geçen, 50 bin insanını toprağa gömen, 3 bin köyü tarumar edilen, cahşların, jitemin ve itirafçıların zulmünü gören Kürtler, korku duvarını çoktan aşmış. Medyanın anlamadığı ve çözemediği bu. Ayrıca Hizbullah’ın iddia edildiği bölgede sıralamaya girecek bir güç değil. Peygamber mitingini referans kabul etmek doğru olmaz. Bugün Hizbullah’ın yapacağı mitingde toplayacağı insan sayısı en fazla 2 bini aşmaz.
Hizbullah ana davasını takip eden her gazeteci yada avukat, dava seyri konusunda yeterli bilgiye sahip aslında.
Cinayet emri vermekle suçlanan Hizbullah ileri gelenlerinin mahkemelerce 'iyi hal indirimi' uygulanarak cezalarının ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından müebbet hapse dönüştürülmesi ve sadece dava dosyasının 5 yıl adli tıpta bekletilmesi, dava dosyasının iş yükü ağır olan Yargıtay'a geç gönderilmesi kafalarda soru işareti yaratıyor.
HÜKÜMET TAHLİYELERİ ÇOK ÖNCEDEN BİLİYORDU
Yargıtay'ın 2005'te yasalaşan ancak 1 Ocak 2008 tarihinde yürürlüğe girmesi planlanan yasanın yürürlüğe girmesi halinde Hizbullahçılar'ın tahliye olacağını görmüş ve hükümeti uyarmıştı. Hükümet bu uyarı sonrasında yasanın yürürlüğe giriş tarihini 1 Ocak 2011 olarak düzeltti. Ancak, tahliyeler olacağı bile bile ne Yargıtay, ne de AKP hiçbir adım atmadı.
Tahliyelere göz mü yumuldu, yada tahliyeler derin devlet, AKP içindeki derinler ve yargı içinde yer alan bir oluşumun operasyonumuydu yada gerçekten Yargıtay'ın iş yükü nedeniyle mi bunlar önlemedi...
HIZBULLAH VE ATEŞKES
Hizbullah üst düzey örgüt mensuplarının tahliyeleri ve hem yazılı, hem de görsel medyanın yeniden 90'lı yıllara dönüleceği, sokakların kan gölüne döneceği beklentilerine rağmen, Hizbullah kendi sitesinden basına yaptığı açıklamada, herhangi bir çatışmaya girmek taraftarı olmadığını açıkladı 14 Ocak tarihinde.
Hizbullah sürekli PKK ile arasında yaşanan çatışmada kendilerinin 'savunma' konumunda olduğunu, saldırılara rağmen 6 ay boyunca karşılık vermediğini açıklasa da, 1991-1999 yılları arasında binlerce sıradan yurtsever insan yana yönelik yaşanan faili meçhul cinayetler ortada.
PKK yıllardır, bölgede yaşanan karanlık olayların aydınlatılması için Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulması ve bu komisyonda her kesimden kişi, kurum, örgütlerin yer alması gerektiğini açıklıyor.
Hizbullah'a 'infaz ettiklerimiz ajan-jitem elemanlarıydı', 'sadece kendimizi savunduk', 'Hizbullah adına derin devlet eylem yaptı' diyorsa, üstlenmediği, reddettiği cinayetler konusunda daha somut adım atmalı ve kendini halka anlatmalı. Eleştiri-özeleştiri yapılacaksa, 1991 yılında Mikail Bayru cinayetinden başlanmalı...
ANF NEWS AGENCY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder