1970′lerdeki İran Devrimi örneğinde “Tahran pazarcıları” (orta ölçekli tüccarlar ve dükkan sahipleri) büyük önem arz eden “salınan oy” haline gelmişler; İran Devrimi’ni soldan sağa, sosyalist bir isyandan İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasına doğru kaydırmışlardı. Mısır örneğinde kadın ve genç mikro-müteşebbislerin sosyal ve siyasi gücü tarihi tam tersi yöne götürecektir.
Mısır’ın alelacele göreve atanmış Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ömer Süleyman, 6 Şubat 2011′de eski muhafızları, yani bizim, Müslüman Kardeşler’in Müteşebbisler Kanadı diyeceğimiz grubu Mübarek’in başkanlık sarayının cilalı ahşap kaplı kabine odasında gösterişli bir toplantıya davet etti. Bu çay partisinin amacı, ulusal isyanı sona erdirip “normalliği” yeniden tesis edecek bir tür anlaşmayı tartışmaktı. Toplantının haberleri duyulunca blog evreni memnuniyet ve korku ifadeleriyle dolup taştı. Siyasi solun da sağın da kabus senaryoları gerçek mi oluyordu yoksa? ABD/İsrail memuru Süleyman kendi askeri-polis aygıtını, eski İslamcı sosyal hareketin daha muhafazakar kanadının gücüyle mi birleştirecekti? Haberleri duyan İran dini lideri tebriklerini gönderdi. Amerika’nın Glen Beck ve John McCain’i de dünya savaşları ve Kozmik Halifeliğin kaçınılmaz yükselişi hakkında coşkuyla atıp tutmaya başladı. Aynı gün, ismini açıklamayan bir Beyaz Saray yetkilisi Associated Press’e Müslüman Kardeşler’e odaklanmayan, onları bu oyunda baş aktör olarak görmeyen “akademik tipler”in “b.k çukuru” olduğunu söyledi. Öyle görünüyor ki Beyaz Saray, Mısır İstihbarat Servisi Başkanı Süleyman’ın güvenilecek türden keskin bir zeka olduğuna inanıyor. Oysa Süleyman, 3 Şubat’ta verdiği bir söyleşide Mısır’daki isyanın sebeplerini İsrail ile Hamas’ın
, el-Kaide ile Anderson Cooper’ın oluşturduğu birleşik bir cephenin koordine ettiği bir komploya bağlayarak Süleyman tarzı “istihbarat”ı gözler önüne sermişti. Kendisinin elinde, “Simpsons” karakteri C. Montgomery Burns’ün olup bitenlerdeki sinsi rolünü ortaya döken bir dosyanın bulunduğu da doğru mu acaba?
Gelgelelim, Süleyman-Müslüman Kardeşler çay partisinin Nile TV News’un sahnelediği yeni bir gösteriden başka bir şey olmadığı anlaşıldı. Kablolu yayın yapan, vaktiyle ilginç olan bu kanal, Mübarek’in Başkanlık Muhafızları’nın sanatsal dehasının konuştuğu yapımlarıyla, geçen hafta, Murdochvari bir propaganda birimine dönüşüverdi. Süleyman ve Kardeşler’in baş başa görüntüleri, Süleyman’ın meşruiyeti ve akli melekelerinin Mısır’da giderek sallantıda görüldüğü, muhalefetin yalnızca bir hizbinin bir kesimini temsil eden bu Kardeşler alt grubunun gayri muhtemel bir geri dönüş için destek bulmaya çalıştığı bir dönemde yayınlandı. Muhabirler, Süleyman’la hangi Kardeşler’in oturduğuna kafayı takarken isyanı başlatmış olan hareketlerin giderek artan gücünü görmezden gelmeyi ya da yanlış yorumlamayı sürdürdüler. Birçok ilerici, ABD’nin bütün umutları yıkmak için Süleyman’la komplo kurduğunu düşünmeye devam etti; sanki Amerika’nın 1,5 milyar dolarlık yardımı (bunun hepsi de ABD askeri şirketlerinden yapılan alımlarla ABD’ye geri dönüyor olmalı) Rusya, Çin ve Brezilya’yla her ay mültimilyar dolarlık anlaşmalar yapan, tahminen 40-70 milyar doları Mübarek’in kişisel hesaplarına aktarmış bir rejime gerçekten de bir politika dikte edebilirmiş gibi.
Nile TV’nin ve karamsarların hatalı olduğunu gösterircesine 7 Şubat’ta 1,5 milyon insan yürüdü; isyanda şimdiye dek görülen en büyük seferberlikti bu. Kardeşler’e odaklanan yorumcular, son iki günün asıl haberlerini kaçırmışlardı. İktidardaki Ulusal Demokrat Parti içerden oyuluyordu. Mübarek, hayaletsi otoritesini kurtarmaya yönelik nafile bir hamleyle oğlu Cemal’i ve ABD’yle bağlantılı bir işadamları grubunu aslanların önüne atmış; onları istifa etmeye zorlayarak malvarlıklarını dondurmuştu. O esnada Mısır gazetesi El-Masry El-Youm da Müslüman Kardeşler’in Gençlik ve Kadın Kanatları’nın solcu 6 Nisan Hareketi’ne katılmak için ana Kardeşler örgütünden ayrıldığını haber verdi. Süleyman’ın masasına oturan adamların arkalarında pek bir hareket kalmamıştı.
Aşağıda, Kardeşler’in bu “Müteşebbis Kanadı”nın ekonomik ve ahlaki siyasetinin gerilemekte olan gücünün izlerini sürüyorum. Ulusal kalkınma yönelimli yeni bir işadamları ve askeri müteşebbisler koalisyonunun yükselen sosyopolitik gücünün; kadınlar ile gençlerden oluşan mikro-teşebbüs ve işçi örgütlenmelerinin Mısır’da demokrasinin geleceğini ve sosyo ekonomik kapsanmayı gayet iyi haber veren belirleyici gücünün haritasını çıkarıyorum.
Kardeşler Grupları
Müslüman Kardeşler Mısır’da marjinal bir güç değildir. Her şehirde gayet iyi örgütlenmişlerdir; devletin görmezden geldiği ya da ihmal ettiği yurttaşlara sağlık, eğitim, hukuki yardım ve afet yardımı sağlamalarıyla itibar görüyor olabilirler. Fakat Hizbullah ya da Hamas’ın Mısır’daki eşdeğeri değillerdir. Mona el-Ghobashy’nin betimlediği üzere 1990′larda Müslüman Kardeşler Cemiyeti öncesiyle keskin bir kopuş gerçekleştirmiş; gizli, hiyerarşik, şeriata odaklı biçimini terk etmiştir. Müslüman Kardeşler bugün iyi örgütlenmiş bir siyasi partidir; resmen yasaklanmıştır, fakat zaman zaman hoşgörülür. Geçen yirmi yıl içinde başka siyasi partilerle ittifaklar kurarak ya da bağımsız adaylar çıkararak meclise giden önemli yollar açmıştır. Kardeşler artık siyasi çoğulculuğu, kadınların siyasete katılımını ve Hıristiyanlar ile komünistlerin tam yurttaşlar olarak rolünü tam anlamıyla desteklemektedir. Gelgelelim Mısır’da 2000′lerde başka rakip işçi, liberal ve insan hakları hareketlerinin yükselişiyle birlikte, Kardeşler’in artık “yeni eski muhafızlar” (1980′lerde ortaya çıkanlar) diyeceğimiz kesimi kültürel, ahlaki ve kimlik siyasetlerini başlıca odak noktaları olarak korumuştur. Moral-kültürel muhafazakarlık bu grup tarafından hâlâ Kardeşler’i başka partilerden ayıran şey olarak görülür; 2010′da katı bir sosyal muhafazakar olan Muhammed Bedii’yi liderliğe getirerek bunu doğrulamışlardır. Bu gelişmeye hareketteki kadınlar ve gençler karşı çıkmıştır. Dolayısıyla bu sosyal muhafazakar eğilim, “yeni eski muhafızları” Mübarek hükümetinin ahlakçı himayeciliğiyle daha uyumlu hale getirmiş; onları yeni gençlik, kadın ve işçi hareketlerinin karşısına yerleştirmiştir. Bu durum, örgütün Gençlik ve Kadın kollarının 6 Nisan koalisyonuna doğru çekilmesiyle birlikte Müslüman Kardeşler’in bölünmesi ya da örgütün canlandırılıp yenilenmesi yönünde yeni olasılıklara gebedir. “Yeni eski muhafızlar”ın ahlakçı-kültürel gelenekçi kanadı profesyonel sendika liderleriyle zengin işadamlarından oluşuyor. Müslüman Kardeşler hareketi 1950-1980 döneminde yeniden gruplanmış ve ulusal burjuvazinin hayal kırıklığı içindeki kesimlerini temsil etmeye başlamıştı. Fakat bu insanlar sınıfı, büyük ölçüde yeni fırsatlara doğru koşarak örgütten ayrıldı. Kardeşler’in müteşebbis kanadının “yeni eski muhafızları” da bir grup emekli Shriner’a benziyor [çn: 1870'lerde masonlara bağlı bir örgüt olarak ABD'de kurulmuş Kutsal Tapınak Soyluları Kadim Arap Tarikatı / Ancient Arabic Order of the Nobles of the Mystic Shrine kastediliyor; üyeleri kırmızı fes takar, hayır işlerinde bulunurlardı]; Shriner’ların Ortadoğu’da fes giymeyi bırakmış halleri.
Geçen on yıl içinde Kardeşler’in bu kanadının siyasi gücü, Mübarek hükümeti tarafından iki açıdan kısmen kullanıldı. İlkin, Kardeşler’in bağımsız adaylar olarak meclise girmelerine ve son dönemdeki ekonomik patlamadan pay almalarına izin verildi. Önde gelen Kardeşler artık büyük cep telefonu şirketlerine sahip ve gayrimenkul sektöründe yer alıyorlar; yıllardır, Ulusal Demokrat Parti mekanizması ve üst orta sınıf müessesesi içine çekiliyorlar. İkincisi, hükümet Kardeşler’in ahlakçı söylemini tam anlamıyla benimsedi. Geçen on-on beş yıl içinde Mübarek’in polis devleti İslam bayrağını sallayarak ahlak paniği yarattı; çalışan bekar kadınlara, homoseksüellere, şeytana tapan internet kullanıcılarına, çöpleri geri dönüştüren domuz çiftçilerine, gecekonduculara, bunların yanı sıra Bahai, Hıristiyan ve Şii azınlıklara saldırdı. Mübarek hükümeti ahlak seferlerinde kitaplar yaktı, kadınları taciz etti, üniversite profesörlerini görevlerinden aldı. Yani, Mısır’ın son derece dar, İslamcı bir devleti zaten tecrübe etmiş olduğunu söyleyebiliriz: Mübarek’inkini! Mısırlılar bu rejimi denediler ve ondan nefret ettiler.
Saba Mahmud ve Asef Bayat’ın çalışmalarında betimlendiği üzere, son yıllarda insanlar Mübarek’in İslam’ı siyasallaştırmasından tiksinmeye başladılar. Mısırlılar İslam’ı şahsi bir öz yönetim, etik yönü ağır basan bir dindarlık ve sosyal dayanışma projesi olarak sahiplenmeye başladılar. Bu eğilim, İslam’ın siyasi yönelimini açıkça reddediyor ve kendisini hem Kardeşler’in hem Mübarek’in ahlaki seferberliklerinden ayrı tutuyor.
Popülist Bir Orta Sınıf Olarak Ordu
Müslüman Kardeşler bir zamanlar orta sınıfın hayal kırıklığına uğramış, marjinalleşmiş kesimlerini temsil ediyordu. Ah, ama bu hikaye 1986′da kaldı! Şimdi artık ülkede doğmakta olan ekonomik örüntüleri temsil eden çok geniş bir seküler (ama din karşıtı olmayan) gruplar yelpazesi var. Üstelik bu gruplar dünyanın yeni ya da yenilenmiş etkilerinden ve yatırımcılarından -Rusya, Kazakistan, Azerbaycan, İsrail, Dubai, Çin, Türkiye ve Brezilya- gelen yeni politik-ekonomik enerjilere kapılmış durumdalar; bir de Mısırlı profesyonellerin Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki inşaat ve kalkınma patlamasına katılmasıyla ülkeye akan gelirler var.
Doğu/Batı bölünmesinin ve sömürge sonrası örüntülerin radikal bir biçimde yeniden oluştuğu bu yeni çok boyutlu küreselleşme bağlamında, Mısır ordusu da en ilginç ekonomik aracı ve başarı hikayelerinden biri olup çıktı. Ordu Mısır’da en ilginç ve en yanlış anlaşılmış ekonomik aktörlerden biridir. Ordunun ekonomik çıkarları ilginç bir biçimde dağılmıştır. Camp David Antlaşması uyarınca savaşması yasak olduğundan, egemenliğini geniş çöllük alanlarda ve sahillerde zengin ve orta halli Mısırlılara, yerel ve uluslararası tüketiciler ve turistlere hizmet veren alışveriş merkezleri, etrafı çevrilmiş siteler ve tatil köyleri kurmaya harcamıştır. Bu yüzden de ordunun bu isyan karşısındaki konumu karmaşıktır. Askerler, Cemal Mübarek’in etrafını sarmış olan; milli araziler, mal varlıklarını ve kaynakları ABD ve Avrupa şirketlerine satan doymak bilmez kapitalistlerden nefret ediyorlar. Ama ordu aynı zamanda turistlerin, alışverişçilerin, yatırımcıların mültimilyar dolarlık tatil köylerine gelmelerini de istiyor. Ordu, “halkı” temsil etmeyi ve korumayı güçlü bir biçimde benimsiyor; ama insanların evlerine dönmelerini, turistleri kaçırmayı bırakmalarını da istiyor. Ordu, bu arada kalmış konumunu gelecek yıllarda ilginç biçimlerde sürdürecektir.
Süleyman’ın İstihbarat Servisi, yasal olarak ordunun bir parçası; ama kurumsal olarak ondan ayrıdır. İstihbarat, yabancı hamilere (en başta da İsrail ve ABD’ye dayanır) bağımlıdır ve Mısırlılar tarafından şüpheyle karşılanır. Ama asıl Ordu ve Hava Kuvvetleri ülke topraklarının ekonomik ve toplumsal çıkarlarına çok bağlıdır. Ordunun Süleyman’ın baskı kurma heveslerine karşı koymaktaki rolü, bu isyanın momentumunun korunması açısından kritik önemdedir. Tahrir Meydanı’nda en korkutucu polis/çapulcu şiddetinin yaşandığı 4 Şubat’ta, birçok yorumcu, ordunun çapulcuların saldırılarını durdurmaya çalıştığına, ama çok kuvvetli ya da saldırgan davranmadığına dikkat çekti. Bu, ordunun gerçekten de protestocuların ezilmesini istediğine mi işaret? Sonradan, meydandaki askerlere kurşun verilmediğini öğrendik. Ordu polis/çapulcularla savaşmak için elinden geleni yapıyor; ama Süleyman, ordunun protestoculardan yana çıkacağı ve cephanesini kendisini devirmek için kullanacağı korkusuyla kurşunlarını almış.
Kurşunu olsa da olmasa da ordu, üniformalarını çıkarıp çapulcu gruplarına karışan polislerin yerini aldı. Kahire’de güvenlik ordunun elinde; bu arada kamusal mekânlarda ve konutların bulunduğu semtlerde futuvva gruplarının 21. yüzyıl versiyonunun geri dönüşüne tanık olduk. Wilson Jacob’ın anlattığı üzere 19. yüzyılda futuvva Mısır’da işçi sınıfı ulusal kimliği ve cemaat dayanışmasının ikonuydu. Futuvva, Kahire’de loncaları ve işçi sınıfı mahallelerini korumak üzere örgütlenmiş genç adamlardan oluşuyordu. Ama 1 Şubat 2011′de yeniden doğan futuvvaya Halk Komiteleri deniyor; bu komitelerde bütün sınıflardan ve yaşlardan erkekler ile ellerinde kasap bıçakları bulunan birkaç kadın yer alıyor. Bütün köşebaşları onlardan soruluyor; mahalle sakinlerini tutuklamaya, yıldırmaya, yağmalamaya kalkacak polis ve devletin paralı çapulcularına karşı nöbet tutuyorlar. Mübarek’in polis/çapulcularının cinselleştirilmiş fiziksel şiddet tehdidi dikkate alınırsa, bu isyan sırasında, güvenlik ve askeri gücün yeniden tasavvur edilip sevk edilmesinde bir toplumsal cinsiyet boyutu bulunduğu görülür. İsyana ilk günlerde çok sayıda kadının katıldığını gördük. Sonra polis/çapulcu grupları kadınları özellikle korkutarak tacizlerle, gözaltılarla, tecavüzlerle hedeflemeye başladı. Sonra polisler geri çekildiğinde ordu ve futuvva grupları denetimi ele aldı ve halkı, kadınları ve çocukları Tahrir’in dışında tutup kamusal alandan dışlamaya çalışan çapulculardan “korumakta” ısrar etti. Ama isyandaki kadınlar korunmaya ihtiyacı olan kurbanlar değil, hareketin öncü çekirdeği olduklarında diretti. 7 Şubat’ta aralarında solcu 6 Nisan ulusal işçi hareketi, cinsel şiddete karşı faaliyet gösteren yurttaşlık hakları grupları ve Müslüman Kardeşler Kadın Kolları’nın yer aldığı kadın grupları Kahire’nin göbeğinde yüzbinlerce kişiyle belirdi.
Cemal’in Küreselleşmesine Çomak Sokmak
28 Ocak’ta Mübarek’in iktidardaki Ulusal Demokrat Partisi’nin merkez binası yakıldı; onunla birlikte Mübarek’in otoritesi de kül olup gitti. Yükselen askeri ve ulusal-sermaye çıkarları da 5 Şubat’ta bu küllerin üzerine tükürdü. O gün Cemal Mübarek’in Ulusal Demokrat Parti’nin Siyasi Büro Şefi olarak görevinden istifa etmesi sağlandı. Onun yerine partinin yeni genel sekreteri olarak Dr. Husam Badravi atandı. Badravi’nin tercih edilmesi rüzgarın artık hangi yönden estiğini gösteriyor. Kendisi 1989′da Mısır’ın özel sektörde hizmet veren ilk sağlık grubu HMO’yu kurmuş biri olarak şaibeli bir şöhrete sahip. Anayasal olarak bütün Mısırlılar bedava, genel sağlık hizmetinden yararlanma hakkına sahip. Fakat Mübarek, IMF’nin talimatları doğrultusunda, 1980′lerde kamu sağlığı hizmetinde büyük kesintiler yaptı. Badravi sağlık hizmetinin özelleştirilmesine alkış tutmuş, ülke çapında ciddi bir sermayesi ve meşruiyeti olan özel bir sağlık hizmeti sektörü yaratmıştı. Bu sektör küresel rekabetin tehdidi altında ve kendisini milliyetçi, ataerkil renklerle tanımlıyor. Yabancı yatırımların aracı olarak hizmet veren Cemal Mübarek, Badravi gibi ulusal işadamlarına bir tehdit oluşturuyordu. Badravi geçmişte, Ulusal Demokrat Parti’nin insan hakları örgütünün başkanı olarak da görev yapmıştı; kitlesel baskı ve işkence dönemine hayli ters düşen bir görevde bulunmuştu.
Kendisinden menkul “Akil Adamlar Geçiş Konseyi”nin başkanı Necip Saviris de bazı bakımlardan Badravi’ye benziyor. Saviris yurtsever, başarılı, milliyetçi bir işadamıdır. Mısır’da özel sektörde faaliyet gösteren en büyük şirketin, Orascom’un başındadır. Bu şirket demiryolları, tatil köyleri, etrafı çevrilmiş siteler, otobanlar, telekom sistemleri, rüzgar enerjisi sistemleri, kondolar ve oteller yapmıştır. Saviris, Arap dünyası ve Akdeniz bölgesinin önde gelen finansçılarından biridir. Ayrıca Mısır’ın kalkınmacı milliyetçilerinin bayrağını taşır. 4 Şubat’ta Saviris, Süleyman’ı ve polisi denetleyecek ve Mısır’ı geçiş döneminden geçirecek bir akil adamlar konseyi kurulmasını öneren bir açıklama yaptı. Önerilen bu konsey, Saviris’in yanı sıra Müslüman Kardeşler’in müteşebbisler kanadından ideolojik olmayan birkaç ismin ve bir Nobel Ödülü sahibinin yer alacağı “tarafsız, teknokratik” bir konsey olacaktı. Peki bu Nobel ödüllü kişi, Nobel Barış Ödülü sahibi ve muhalefet lideri Muhammed el-Baradey mi olacaktı? Hayır, organik kimya dalında ödül sahibi bir Mısırlı bulmuşlardı.
Kadınlar, Mikro-teşebbüsler ve İşçiler
Yukarıda anlattığımız ilişkiler bağlamında, Şubat 2011′in ilk haftasında neden, kendisi de orta sınıf milliyetçi işadamları gibi hareket eden ordu ile ittifak halinde bir milliyetçi işadamları koalisyonunun oluşumuna tanık olduğumuzu anlayabiliriz. Bu grup Cemal Mübarek’i çevreleyen “eş-dost küreselleşmecilerini” ve “özelleştirme baronlarını” dışladı. Peki bu grup, demir yumruğu olarak Süleyman’la ülkeyi yönetmek için iktidardaki kancasını güçlendirir mi? Hayır. Başka kitlesel sosyal güçler iş başında. Gayet iyi örgütlenmiş durumdalar. Meşruiyet, örgütlenme, yeni vizyon ve ekonomik güç onların ellerinde. Yeni milliyetçi müteşebbis-askeri blok ülkeyi onların katılımı ve seferberliği olmaksızın kalkındıramaz.
Bu isyanın, Müslüman Kardeşler veya milliyetçi müteşebbisler tarafından başlatılmadığını hatırlamak kritik önemdedir. Bu isyan, birbirine paralel iki kuvvetin tedricen birleşmesiyle başladı: Biri, Mısır’da yeni doğmuş mikro-atölyelerde ve yeni doğmuş fabrika şehirlerinde işçilerin özellikle son iki yılda hakları için verdikleri mücadele hareketi; diğeriyse son üç yıl içinde polisin zalimliği ve işkencelerine karşı ülkede hemen her cemaati seferberliğe götüren harekettir. Her iki hareket de kadınların (her yaştan) ve gençlerin (her iki cinsten) liderliği ve kitlesel katılımına dayanıyor. Bunun yapısal sebepleri var.
İlkin, bu isyanı başlatan işçilerin coşkusu, marjinalleşmelerinden ve yoksulluklarından kaynaklanmıyor; yeni kalkınma süreçleri ve dinamiklerinde merkezi önemde olmalarından kaynaklanıyor. Son yıllarda Mısır, çok zorlu ve dinamik koşullar altında olsa da imalatçı bir ülke olarak yeniden doğdu. Mısırlı işçiler seferber oldular; çünkü çekişmeli bir küresel yatırım furyası bağlamında ülkede yeni fabrikalar yapılıyor. Rusya birkaç tane serbest ticaret bölgesi ve imalat merkezi açtı; Çin Mısır ekonomisinin hemen her kesimine yatırımda bulundu. Brezilya, Türkiye, Orta Asya Cumhuriyetleri ve Körfez’deki emirliklerin ülkede çok çeşitli yatırımları bulunuyor. Bu yatırımlar, petrol ve gayrimenkul sektörünün dışına çıkıp imalat, parça mallar, enformatik, altyapı vs. sektörlerine kayıyorlar. Mısır’ın her yerinde tozları alınan fabrikalar yeniden açılıyor ya da yeni fabrikalar yapılıyor. Bütün o alışveriş merkezleri, etrafları çevrili siteler, otobanlar ve tatil köylerinin birileri tarafından inşa edilip çalıştırılması gerekiyor. Basra Körfezi’nde inşaat şirketleri Bangladeşli, Filipinli ve başka yabancı işçileri çalıştırıyorlar. Ama Mısır genellikle kendi işçilerini kullanıyor. Mısır’ın canlanan tekstil sanayi ve parça başı üretim atölyelerindeki işçilerin birçoğu da kadın. Kahire’nin kenar mahallelerindeki büyük işçi sınıfı apartmanlarının ya da köylerdeki beton binaların merdivenlerini tırmanırsanız Avrupa, Ortadoğu ve Körfez piyasalarında satılan cüzdan ve ayakkabıları yapan, oyuncakları ve bilgisayar devrelerini birleştiren kadınlarla dolu atölyeler görürsünüz. Bu atölye işçilerine fabrika işçilerinin de katılmasıyla 2008′de 6 Nisan Hareketi kuruldu. 2011′de bu isyana yol açan örgütlenme ve seferberlik sürecini başlatan onlardır; isyanın patlamasını tetikleyense Asma Mahfouz’un 24 Ocak’ta şevkli bir Youtube videosunu dolaşıma sokup Kahire’nin kenar mahallelerinde on binlerce broşür dağıtarak insanları ertesi günü protestoya davet etmesi oldu. Gerisi zaten tarih.
Mısır’da küçük işletmelerin ekonomik toplumsal cinsiyet ve sınıf manzarası, yine çok önemli toplumsal cinsiyet ve cinsiyet boyutlarıyla çok dinamik biçimlerde siyasallaşmış ve seferber olmuştur. Mısır, 1990′ların başından beri işçi sınıfının ve alt orta sınıfın sosyal güvenlik haklarında kesintiler yapıyor. Bu sınıflara, gıda sübvansiyonları ve istihdam yerine borç sunuluyor. Müteşebbisliği ve kendi yağında kavrulur olmayı teşvik etmek için IMF ve Dünya Bankası’nın şevkli lütfuyla mikrokrediler veriliyor. Bu krediler genellikle kadınlara ve gençlere yöneliktir. Ekonomik olarak dezavantajlı durumda olan başvuru sahiplerinin bu krediler için gösterecek bir teminatları olmadığından, geri ödeme medeni hukuk yerine ceza hukukuyla sağlanmaktadır. Demek oluyor ki bedeniniz teminatınızdır. Borcunuzu ödemezseniz polis burnunuzdan getirir, sizi aşağılar. Böylece mikro-teşebbüs sistemi koca bir polis haraççılığı ve “tefecilik” operasyonları dizisi haline gelmiştir. Polisin gençler ve kadınlara uyguladığı cinsel şiddet, bu büyük küçük işletme ekonomisinin “düzenlenmesi”nin belkemiği olup çıkmıştır. Bu bağlamda, mikro-işletme ekonomisi faaliyet göstermek için sert bir yerdir; fakat kadınların ve gençlerin, kendilerini polis devletine karşı örgütlü bir güç olarak gören sert savaşçılar olarak şekillenmelerini sağlamıştır. Kimsenin piyasanın görünmez elinin lütuflarından kuşkusu yoktur. Bu yüzden de bu kitlesel mikro-müteşebbisler sınıfının ekonomik çıkarları, polis şiddeti karşıtı büyük ve coşkulu hareketin temeli olmuştur. Hareketin iki yıl önce, polisin bir genci zalimce öldürmesiyle ulusal bir güç haline gelmesi de bir tesadüf değildir. Halit Said, o gün kısmen sahibi olduğu küçük bir internet kafede bir şeyler yazıyordu. Polis kimliğini göstermesini ve rüşvet vermesini istedi; Said buna yanaşmayınca polis, herkesin dehşet dolu bakışları altında onu öldüresiye dövdü, kafatasını parçaladı.
Polisin rüşvet istemesi, küçük işletmeleri taciz etmesi, boyun eğmeye yanaşmayanları dövmesi Mısır’da standart uygulama haline gelmiştir. İnternet kafeler, küçük atölyeler, çağrı merkezleri, video oyunu oynanan kafeler, minibüsler, çamaşır yıkama/ütüleme dükkanları, küçük jimnastik salonları Mısır’ın alt orta sınıflarının sosyal dünyası ve istihdam tabanını oluşturan mikro-teşebbüsler manzarasının bir parçasıdır. Herkesin “Facebook Devrimi” dediği bu isyan, insanların sanal alemde seferber olmasıyla ilgili değildir; Mısır’daki internet kafelerle, bunların gerçek sosyal mekânlar ve cemaatlerde temsil ettiği gençler ve kadınlarla, bu kesimlerin sanal alemde inşa edip geliştirdikleri üsleri isyana hizmet edecek şekilde kullanmalarıyla ilgilidir.
Mısır Farkı
1970′lerdeki İran Devrimi örneğinde “Tahran pazarcıları” (orta ölçekli tüccarlar ve dükkan sahipleri) büyük önem arz eden “salınan oy” haline gelmişler; İran Devrimi’ni soldan sağa, sosyalist bir isyandan İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasına doğru kaydırmışlardı. Mısır örneğinde kadın ve genç mikro-müteşebbislerin sosyal ve siyasi gücü tarihi tam tersi yöne götürecektir. Bu grupların bazı İslamcıların ahlaki duruşuyla ilgili son derece gelişmiş karmaşık bir bakışı ve Müslüman Kardeşler’in Gençlik Kolu’na cazip görünen çok açık bir sosyo-ekonomik gündemleri vardır. İlerici gruplar, birbirine bağlı bir teşebbüsler, fabrikalar, kimlikler ve hevesler ağına sahiptir. Geçen yıllarda onları yöneten polis şiddeti ve ahlaki ikiyüzlülüğün yeniden doğmasını engellemek için her şeyi yapmaya hazırdırlar. Bu mikro girişimlerin ardındaki kadınlar ve gençler ile Rusya, Çin, Brezilya, Körfez ve Mısır finansmanıyla çalışan yeni fabrikaların işçileri birleşmiş görünüyorlar ve bu birlik her geçen gün güçleniyor.
Mikro müteşebbisler, yeni işçi grupları ve polis şiddeti karşıtı kitlesel hareketler besbelli ki Saviris ve Badravi’yle, “Akil Adamlar Konseyi”ndeki zenginlerle sınıfsal olarak aynı konumda değiller. Yine de milliyetçi kalkınmaya odaklanmış grupların; yenice müteşebbis saflarına katılmış ordunun; kadınlar ile gençlerin gayet iyi örgütlenmiş sosyal hareketlerinin çıkarları ve siyasetleri arasında önemli örtüşmeler ve yakınlıklar vardır. Sosyal, tarihsel ve ekonomik dinamiklerin bu yakınlaşması, bu isyanın, Süleyman ve birkaç ahbabı için kameralara poz verme fırsatından ibaret kalmamasını sağlayacaktır.
Bir Cheshire Kedisi Süleyman’ın çay partisine yukarıdan gülümseyerek bakıyor.
Paul Amar, Santa Barbara California Üniversitesi’nde Küresel ve Uluslarası Araştırmalar doçentidir. Kitapları arasında, Cairo Cosmopolitan, The New Racial Missions of Policing, Global South to the Rescue yer almaktadır. Security Archipelago: Human-Security States, Sexuality Politics and the End of Neoliberalism adlı kitabı kısa bir süre sonra yayınlanacaktır.
Türkçesi: Ebru Kılıç
Orijinal metin: http://www.jadaliyya.com/pages/index/586/why-egypts-progressives-win
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder