Mısır ayaklanması: Yalnızca bir ‘geçiş’ sorunu değil

Geçen haftanın olayları, on yılların derslerinin kısa bir zaman diliminde iç içe geçirilebildiği ve görünüşe göre daha küçük hadiselerin fevkalade önem kazanabildiği tarihsel anlardan biridir. Milyonlarca Mısırlının politik sahneye girişi, Ortadoğu siyasetinin esasını meydana getiren gerçek süreçleri canlı biçimde aydınlatmıştır. Ayaklanma, ABD’nin ve mümkün olan en kötü rejimlerle birlikte diğer dünya güçlerinin epeydir devam eden suç ortaklığını açığa çıkarıp, ABD Başkanı Barack Obama ve diğer liderlerin boş ve ikiyüzlü retoriklerini ifşa etti ve bütün Arap rejimlerinin ödlek kapitülasyonlarını sergileyip, bu rejimler arasındaki, İsrail ve ABD, gerçek ittifakları gösterdi. Bunlar uzun süre hatırlanacak politik derslerdir.

Ayaklanmalar aynı zamanda Arap dünyasındaki iltimas rejimlerinin olağanüstü kırılganlığını göstermiştir. Bu rejimler gizli polis (muhaberat) ve eşkıya (baltacıya) ağlarına dayanıyordu ve Arap politik mizahının keskin iğnelemesinde yansıtılan değişim olasılığı hakkında görünüşe göre kati bir karamsarlık telkin etmiştir. Ancak bu kontrol mekanizmaları, insanlar korkularından arındıkça tamamen buharlaştı. Arapça intifada kelimesi bu anlamda silkelenmeyi ve korkularından arınarak bu devrimci momentin en kalıcı hatıralarından biri olarak uzun müddet belleklerde yer edeceği duygusunu kazanan milyonlarca insanın bakış açısını ifade eder. Bu sürecin tarihsel önemi yitip gitmemelidir. Arap dünyasında bu tür bir potansiyel momenti asla tam anlamıyla olmamıştır.

Bu makalenin amacı bu ayaklanmaların öyküsünü anlatmak ya da Mısır’ın devrimci sürecinin muhtemel gelecek senaryolarını öngörmeye çalışmak değildir. Aksine, bir bütün olarak Ortadoğu açısından daha geniş bazı olası etkilerini ana hatlarıyla ortaya çıkarmayı ve bu mücadelelerin en iyi sınıf mücadelesi merceğinden anlaşılabileceğini ileri sürmeyi amaçlıyorum. Bu son ayaklanmalar kesin olarak sınıfın her türlü toplumsal dönüşümün anlaşılmasında anahtar dinamik olarak kaldığını ve aynı zamanda “sınıf mücadelesinin” ifade edildiği biçimlerin her türlü indirgemeci ekonomist okumayı sürekli olarak parçalayan çeşitli biçimler alacağını gösteriyor.

Ortadoğu’da kapitalizm
Ayrı alanlar olarak düşünmeye alıştığımız “politika” ve “ekonomiyi”, aynı mücadelenin parçası ve kaynaşma noktası olarak düşünmemiz gerekir. Mısırlı göstericilerin esas itibariyle Hüsnü Mübarek’le ve “politik özgürlükler”le ilgilendiğini iddia etmek, –ki bu ABD ve diğer dünya liderlerinin ve şirket medyasının hakim anlatısıdır- bu protestoların doğasını çarpıtmak ve yanlış okumaktır. Açıkçası protestolar farklı taleplerle çeşitli, geniş toplumsal katmanları kucakladı, ancak bunların tüm esemesi Ortadoğu’da kapitalizmin daha kapsamlı sorunlarıyla ayrılmaz şekilde ilişkilidir. Bu sorunlar şunları içerir: (1) Küresel ekonomik kriz ve Mısır’da neoliberalizmin doğası ve (2) Mısır’ın Ortadoğu’da ABD egemenliğinin desteklenme biçimlerindeki rolü. Bu sorunlar ne yalnızca “politik” ne de “ekonomik”tir; bilakis aslında Mısır’ı hangi sınıfın yönettiğini ve Mısır devletinin kimin çıkarına iş gördüğünü düşündürür. Mübarek yönetiminin doğası bu sorunlardan ayrılamaz. Nitekim politik despotizme karşı mücadelenin, kaçınılmaz olarak sınıf mücadelesinin dinamiğiyle iç içe geçmesinin nedeni budur. Söz konusu ayaklamalar en iyi, sınıfın bu çok yönlü anlayışı yoluyla anlaşılabilir.

Küresel krizin bir ifadesi
Bu halk ayaklanmalarının sınıf niteliğinin ilk açıklaması, küresel ekonomik krizin sonucunda son üç yıldır patlayan protestolar zinciriyle olan bağlarıdır. Bu protestolar Arap dünyasının krize yanıtıdır ve ekonomik krizin ileri kapitalist merkezle sınırlı olduğu ve her nasılsa “gelişmekte olan piyasalar”ın en kötü etkilerden kurtulduğu yönündeki –ne yazık ki bazı radikal iktisatçılar tarafından da tekrarlanan- egemen anlatıyı fevkalade bozar. On yıllarca neoliberalizm Mısır ekonomisini kapitalist dünya piyasasına çok eşitsiz bir tarzda bağladı ve sonuç olarak krizin ülke nüfusunun çoğunluğu üzerinde ezici etkileri oldu.

Krizin bu geçiş sırasında ortaya çıktığı çeşitli mekanizmaları olmuştur. Öncelikle, Ortadoğu (ve özellikle Kuzey Afrika bölgesi) büyük ölçüde Avrupa’dan ihracatlara bağımlıdır ve ekonomik daralmayı izleyen talepteki düşüşten ötürü bu ihracatlar baş aşağı düşmüştür. Dünya Bankası rakamları Mısır’ın yıllık AB’ye olan ihracat büyüme oranlarının 2008’de yüzde 33’ten 2009 Temmuz’a gelene kadar yüzde 15’e düştüğünü gösteriyor.[1] Benzer şekilde Tunus ve Fas, 2009’da dünya ihracatlarının toplam değerinin, önce yüzde 31’e daha sonra yüzde 22’e kadar düştüğünü gördü. Dünya Bankası bu ülkelerin son altmış yılın en kötü gerilemesiyle karşı karşıya olduğunu belirtiyordu.[2]

İkinci geçiş mekanizması Ortadoğu’nun son derece bağımlı olduğu işçilerin para transferlerinin azalması oldu. Mısır örneğinde işçiler Körfez ülkelerine, Libya ve Ürdün’e göç etmeye meyleder. Kuzey Afrika’nın geri kalanı açısından bu emek göçü Avrupa’ya yönelir. Mısır ulusal GSMH’nın yaklaşık yüzde beşini temsil eden, Ortadoğu’daki en büyük para transfer haznesidir. Küresel krizi karakterize etmeye devam eden kitlesel işsizliklerle birlikte –özellikle inşaatçılık gibi sektörlerde- para transferleri hızlı bir şekilde düştü. Mısır 2008’den 2009’a kadar para transferlerinde yüzde 18 yoğun bir daralma yaşadı. Bu akışların milyonlarca insanın temel hayatta kalma mekanizmasını teşkil ettiği bir bölge açısından, düşüşün tahrip edici sonuçları olmuştur.

Bu etkilerin, krizin diğer daha güncel özelliklerinin –temel gıda ve enerji maddelerinin enflasyon sarmalı bedeli- yanına eklenmesi gerekir. Bunun kısmen, merkez ülkelerdeki, özellikle ABD parasal genişleme programının krizini iyileştirmek için sisteme pompalanan büyük miktarlardaki ekstra nakit paradan kaynaklanan krizin bir başka yönü olduğunu belirtmenin dışında, söz konusu yükselen meta enflasyonun arkasındaki karmaşık nedenleri tartışacak yerimiz yok.[3] Bir kere daha krizin etkileri Ortadoğu’nun çoğunluğunda göklere çıkarıldı. Mısır’da yıllık gıda fiyat enflasyonu süratle Aralık’ta 17.2’den, Ocak 2011’de 18.9’a tırmandı. Fiyatlardaki bu hızlı artışlar, aslında gelirlerinin çoğunu temel maddelere harcamaya mecbur olan nüfusun, amansız ücret kesintilerinin bir biçimidir.

Neoliberalizm
Fakat krizin haritalandırılmasına ilişkin her türlü çabanın, küresel durgunluğun ivedi sonuçlarının ötesine geçmesi ve Mısır’ın deneyimlediği otuz yıllık neoliberal “reformlar”a dâhil edilmesi gerekir. Neoliberalizm ülkeyi –eşitsizlik düzeylerini yekpare halde genişleterek ve aynı zamanda muhtemel sosyal destek mekanizmalarını zayıflatarak- krize karşı çok daha savunmasız hale getirmiştir. Elbette neoliberalizmin bu sonuçlarından ötürü, krizin etkileri şiddetle Mısır toplumunun en savunmasız katmanlarına yöneldi. Aynı zamanda, ki bu neoliberal projenin asıl sınıf niteliğini ifade eder, küçük bir elit bu ekonomik önlemlerden muazzam bir şekilde faydalandı.

Mısır’ın neoliberal deneyimine ilişkin böyle bir okuma, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası mali kurumların açıklamasına ters düşer. IMF Şubat 2010’da “2004’den beri sürdürülen geniş kapsamlı reformlar, mali, parasal ve dışsal kırılganlıkları azalttığı ve yatırım ortamını geliştirdiği için” Mısır’ın “krize dirençli” olduğunu iddia ediyordu. IMF’ye göre Mısır hükümetinin neoliberalizmi başarılı uygulaması “ekonominin sürekliliğini destekledi ve uygun politikalar için nefes almayı sağladı.”[4]

IMF ülkenin sürdürmeyi başardığı görece yüksek GSMH büyüme oranlarını Mısır’ın dirençliliğine kanıt olarak gösteriyor. Yıllık büyüme 2006’dan 2008’e kadar yüzde 7 civarındaydı ve 2009’da dünyanın çoğunluğu GSMH büyümesinde düşüş sergilerken, Mısır GSMH’sı yüzde 4.6’dıydı. Ancak bu GSMH merkezli hesaplama, bir ülkenin genel değerlendirmesini toplu makro-istatistiğe bağlar. Bu yaklaşımdaki gizli konuşulmayan varsayım toplu düzeydeki bir büyüme eğiliminin bir bütün olarak nüfus için iyi olduğudur. Bu varsayım kapitalizmin sömürücü bir sistem olduğu gerçeğini ve dizginsiz piyasa neticesinin, tipik olarak toplam büyümenin genişleyen eşitsizlikle sonuçladığını gizler. GSMH, bir başka deyişle “komşuda pişer bize de düşer”in[5] istatistiksel bir ifadesidir. Mısır bu mitin arkasındaki gerçekliğe ilişkin muhteşem bir örnektir: neoliberalizm hızlı büyüme oranları yaratmıştır ancak aynı zamanda nüfusun çoğunluğu açısından giderek kötüleşen yaşam standartlarına ve zenginliğin giderek küçücük bir azınlığın (tam anlamıyla az sayıda ailenin) elinde toplanmasına yol açmıştır.

Resmi hükümet istatistiklerine göre 2008’den 2009’a kadar yoksulluk yüzde 20’den yüzde 23.4’e çıkmıştır. Bu başlı başına önemli bir artıştır ancak resmi istatistiklere geniş bir şüphecilikle yaklaşılması gerekir. Resmi yoksulluk sınırı, saçma bir şekilde düşük bir oranda belirlenir –aslında Mısırlıların takriben yüzde kırkı, günlük iki doların altında yaşamaktadır. Resmi işsizlik oranı yüzde 9 civarında gösterilmektedir ancak bir kere daha gerçeklik tamamen farklıdır. Tarımın dışındakilerin yarısından fazlası “kayıtdışı sektörde”dir ve işsizlik istatistiklerinde düzgün bir şekilde gösterilmezler. Bu kayıt dışı işçiler, eğitim, sağlık ya da daha fazla refah bakımından her türlü adil sosyal şartlardan mahrumdur. Örneğin Mısır nüfusunun üçte birinin okur-yazar olmadığı tahmin edilmektedir. Demografik sorun da burada olduğundan daha büyüktür. Liderliğin 80’li yaşlarında olan insanlardan oluştuğu bir ülkede, gençlik işsizliğin yüzde 90’ınından daha fazlasını oluşturmaktadır.

Mısır’da neoliberalizmin ilk belirtileri, 1970’lerde Başkan Enver Sedat yönetiminde başlatılan infitah (açılım) olarak bilinen politik yasa tasarıları dizisiyle bağdaştırılır. Sedat’ın öldürülmesiyle iktidara gelen Mübarek’ten sonra, art arda gelen hükümetler infitah ile kararlaştırılan politik hattı devam ettirdi. Bu politikanın, özellikle 1990-91’deki IMF yapısal düzenleme programının kalkanı altında gözler önüne serildiğinde iki ucu vardı. Birincisi kırsal alanlarda toplumsal ilişkileri dönüştürmeye başlayan politikalardı. 1992’de Mısır Halk Meclisinin 96. Yasası, tarımsal kira bedellerini liberalleştirdi ve beş yıllık bir geçiş döneminden sonra kiracıların toprak sahipleri tarafından tahliye edilmesine imkân tanıdı. Kira bedelleri -IMF, Dünya Bankası ve USAID gibi uluslar arası mali kurumların teşvikiyle birlikte- üç kat arttırıldı ve Mısır tarımı, günümüzde daha çok Afrika tarımını simgeleyen ihracat yönelimli üretim tarzına doğru kaydı.[6] Toprak üzerinden yaşamını sürdüren yüz binlerce Mısırlı bu hakkını yitirdi ve özellikle Kahire gibi kent merkezlerinin kayıt dışı sektörlerine aktı.

İkinci olarak, devlet istihdamı 2005’e kadar 314 kamu sektörü şirketinden 209’unun (tamamen ya da kısmen) özelleştirilmesiyle birlikte dramatik bir şekilde azalmaya başladı.[7] Bu kamu sektörü şirketlerindeki işçilerin sayısı 1994-2001 arasında yarıya indirildi. Banka sektöründe bankacılık sisteminin neredeyse yüzde 20’si kamu denetiminden özel sektöre geçirildi. 2006’da IMF tarafından “baskın beklentiler”[8] olarak selamlanan bu özelleştirme dalgası, çalışma koşullarında muazzam bir gerileme ve Mısır nüfusunun geniş katmanlarının daha fazla yoksullaşmasıyla sonuçlandı. Bu, Mısır kentlerini karakterize eden ve son ayaklanmada önemli bir rol oynayan kayıt dışı işçi ordusunun yaygınlaşması yönündeki bir başka yardımcı unsurdu.

2006-2008 önemli grev dalgalarında ortaya çıkan bağımsız işçi örgütlenmesi biçimleri, söz konusu neoliberal kanunlara ve resmi devletle bağlantılı sendika hareketinin yardakçılığına karşı bir yanıttır. 2006 yılı boyunca on binlerce işçinin dâhil olduğu, Mısır’ın on yıllardır gördüğü en büyük grev dalgasında 220 çok önemli grev oldu.[9] Bu grevler, yukarıda belirtilen neoliberal kanunlardan ötürü topraklarını kaybetmeye direnmeyi amaçlayan köylü hareketleriyle bağlantı kurdu. Bu ilk örgütlenme ve mücadele biçimleri, halihazırdaki protesto dalgasının temelini oluşturan tarihsel deneyimlerin kilit bir öğesi olmuştur.

Ancak bu neoliberal kanunların doğal mantıki sonucu şu oldu: zenginliğin ülkenin küçücük elit tabakalarının elinde yoğunlaşıp merkezileşmesi. Tim Mitchell’ın ayrıntılarıyla belirttiği gibi, 1990-91 IMF yapısal düzenlemesinin asıl özelliği zenginliğin özel sektöre aktarılması olmuştur. Sonuç olarak, etkinlikleri inşaatçılıktan, ithalat/ihracat, turizm, gayrimenkul ve finansa kadar uzanan –Osman, Bağdat ve Orascom Grupları gibi- bir avuç devasa şirketler topluluğu güç kazandı.[10] Özelleştirme sürecinden, ucuz emeğe erişimden, devlet sözleşmelerinden ve devlet kanalıyla dağıtılan diğer bağış biçimlerinden faydalanan bu sınıf oldu.

Dolayısıyla Mübarek’in ve onun rejimiyle ilişkilendirilen devlet yetkililerinin malvarlığına ilişkin öfkeye hak verirken, Mübarek’in ve bir bütün olarak Mısır devletinin bütün bir kapitalist sınıfı temsil ettiğini unutmamalıyız. Küçük bir elitin zenginleşmesiyle büyük bir çoğunluğun yoksullaşmasının aynı zamanda olması neoliberalizmin sonucudur. Bu sistemde bir sapmadan ziyade, –bazı mali yorumcuların tanımladığı gibi bir tür “ahbap çavuş kapitalizmi”- kesinlikle dünya çapında tekrarlanan sermaye birikiminin normal bir özelliğidir. Mısır’ın baskıcı devlet aygıtının kötüleşen koşullardan yükselen herhangi bir toplumsal hoşnutsuzluğa meydan vermemesi amaçlanıyordu. Bu anlamda ekonomik krizin etkilerine karşı mücadele, kaçınılmaz olarak rejimin diktatöryal karakterine karşı koymak zorunda kalacaktır.

Bölgesel boyut
Bu ayaklanma bölgesel bağlamda ele alınmadan anlaşılamaz. Burada bir kere daha, politik ve ekonomik olanın iç içe geçişine tanık oluruz. Ortadoğu’daki ABD politikası öncelikle petrol ve Petro-dolar zengini Körfez devletlerini kendi etkisi altında tutmayı amaçlar. Bu, ABD’nin söz konusu petrol stoklarını doğrudan edinmek istemesinden daha ziyade (her ne kadar bu sürecin parçası olsa da), petrol stoklarının bölge halkının demokratik kontrolünün dışında kalmasını sağlamak istediği anlamında yorumlanmalıdır. Küresel kapitalizmin doğası ve ABD devletinin dünya piyasasındaki egemen konumu, önemli ölçüde Körfez bölgesi üzerindeki kontrolüne dayanır. Bölgenin daha kapsamlı bir demokratik dönüşüm yönündeki her türlü hareketi, ABD’nin küresel düzeyde iktidarını potansiyel olarak tehdit edebilir. ABD’nin Körfez devletlerini yöneten diktatörlükleri bu kadar güçlü desteklemesinin ve Körfez’deki emeğin çoğunluğunun her türlü yurttaşlık hakkından yoksun, geçici göçmen işçiler tarafından yapılmasının ve herhangi bir hoşnutsuzluk işaretinde sınır dışı edilebilmelerinin nedeni budur.

ABD ve bölgedeki başka devletler arasındaki bütün diğer ilişkiler, ABD hegemonyasının Körfez bölgesindeki bu amacına tabi kılınır ve bağlanır. Buna ABD-İsrail ilişkisi dahildir. Bu yüzden ABD dış politikasını kontrol eden bir “İsrail lobisi”nden bahsetmek saçmadır. ABD İsrail’i kendi kapsamlı Ortadoğu politikasının en önemli destekçisi olarak görür: İsrail, tamamen ABD askeri ve politik desteğine bağımlı olan bir müttefiktir ve her zaman Arap kitlelerinin çıkarlarına karşı hareket etmek için dayanak yapılabilir. İsrail’in kökleri, tamamen Filistin halkının mülksüzleştirilmesine dayalı yerleşimci-sömürgeci bir devlet olduğu için, halk isyanı tehdidine maruz kalan Arap diktatörlüklerinden daha istikrarlı ve sarsılmaz bir dayanak olarak görülür. Hem Tunus hem de Mısır’daki son isyanlarda gayet açık bir şekilde resmedildiği gibi, İsrail ve Arap diktatörlüklerinin çıkarlarının birbirine zıt olmaktan ziyade örtüşmesinin nedeni budur.

Bölgedeki ABD iktidarının Körfez devletleri ve İsrail’den sonraki üçüncü ayağı, Mübarek gibi despot liderlere olan itimattır. Ancak Mübarek’in arkasında (selefi Sedat’la birlikte) her zaman Mısır ordusu olmuştur. ABD’nin Mısır’la bağları geniş ölçüde ordu tarafından kurulmuştur ve Mısır devletinin yapılarında ordunun bu kadar hâkim bir rol oynamasının başlıca nedenlerinden biri de budur. Mısır’ın ABD’den aldığı büyük askeri yardım miktarı (yıllık yaklaşık 1.4 milyar dolar) gayet iyi bilinir. Nitekim ordunun görevi Ortadoğu çapında ABD politikasını desteklemektir. Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin şu anki başı, Muhammed Tantawi 1991 Körfez Savaşı’nda ABD askeri birlikleriyle yan yana savaşmıştır. Mısır ordusunun en yüksek rütbelileri, devlet ve özel sektörün örtüşen önemli ekonomik çıkarlarıyla birlikte, tamamen kapitalist sınıfın parçası olarak değerlendirilmelidir. ABD’nin bölgesel olarak iktidarının desteklenmesinde ordunun kesinlikle merkezi rolü olduğu için, Mısır ordusunun “halkın parçası” ya da “tarafsız ve siyaset üstü” olduğuna ilişkin herhangi bir inanç, çok tehlikeli bir yanılsamadır.[11]

Son yirmi yılda ABD iktidarının Ortadoğu’daki politik ve ekonomik yapılandırma arasındaki bağlantıları çok daha açık hale gelmiştir. ABD politikası neoliberalizmi, Arap dünyası ile İsrail arasındaki ekonomik ve politik ilişkilerin normalleşmesine bağlayan iki uçlu bir tuzak izlemiştir. Daha kapsamlı amaç, ABD egemenliğine bağlı, İsrail’den Körfez devletlerine uzanan tek bir bölge yaratmaktır. Bu amaca varmanın mekanizmalarından biri de, ABD ile bölgedeki Arap devletleri (Fas, Bahreyn, Umman, Ürdün ve Mısır) arasında imzalanan, bölge çapında dizginsiz sermaye ve meta akışını sağlayarak zaman içerisinde tek bir serbest ticaret bölgesinde bir araya getirilecek bir dizi Serbest Ticaret Anlaşması’dır (FTA).[12]

Normalleşme ve neoliberalizm arasındaki bağ, şartlarının parçası olarak İsrail’le ticaret yapma konusundaki her türlü boykot ya da reddi kaldırma gerekliliğini içeren, iki taraflı ABD anlaşmalarının niteliğinde etkili bir biçimde resmedilir. Mısır (ve Ürdün) örneğinde bu bağ bölgede hiçbir devletle olmadığı kadar ileri boyuttadır ve Nitelikli Sanayi Bölgeleri’nde (QIZ) çok iyi açıklık kazanır. Bu Nitelikli Sanayi Bölgeleri, Mısır ihracat mallarının ABD piyasasına gümrük vergisinden muafiyetini sağlar. Fakat gümrük verginden muaflık statüsünü elde etmek için belli bir oranda (yüzde 12 civarında) İsrail’den ithalat malı olması şartını içerir. Mısır Nitelikli Sanayi Bölgeleri, 2009’un sonunda bölgede 770 şirketin çalıştığı tekstil sektöründe yoğunlaşmaktadır. Bunlar kısa zamanda Mısır’ın ABD’ye ihracatında önemli bir ağırlık olacak kadar büyüdüler. Bu bölgelerden olan Mısır ihracat malları, 2005 ile 2008 arasında inanılmaz bir şekilde, toplamda Mısır’ın ABD’ye ihracatından on kat daha fazla, yıllık yüzde 57 büyüdü.[13] 2010’da, Nitelikli Sanayi Bölgeleri ihracat malları, ABD’ye olan bütün Mısır ihracatının yüzde 40’dan daha fazlasını meydana getiriyordu.[14]

Mısırlı aktivistlerin son ayaklanmalar sırasında bu bölgelerin kapatılması için taleplerini yükseltmeleri kayda değerdir. Bu bölgelerin defterinin dürülmesi bakımından bu talep, daha ileri güçlü bir adım olacaktır. Bu bölgelerin işleyişleri hakkında doğru ve gerçek bilgi edinmek herkesin bildiği gibi güçtür ve Mısır halkının büyük hizmeti bunları dünyaya ifşa etmek olacaktır. Çoğu işçinin fena halde sömürülen Asyalı göçmenlerden meydana geldiği, benzer Nitelikli Sanayi Bölgeleri’nin Ürdün’de de bulunduğu belirtilmelidir.

Bu bölgesel süreçler hâlihazırdaki isyanların “ekonomik” ve “politik” yönlerini ayırmanın imkânsızlığını daha da doğrular. İsrail’le bağları kesme ve Sedat ile Mübarek tarafından imzalanan bölgesel anlaşmaları feshetme talebi, neoliberalizmin mantığına ve ABD’nin bölgedeki gücüne direnmenin tamamlayıcı parçalarıdır. Devletin otoriter doğası bu bölgesel süreçlerin doğrudan bir sonucudur ve dolayısıyla eğer başarılı olacaksa, daha fazla siyasal özgürlük için mücadelenin kaçınılmaz olarak bölgedeki ABD hâkimiyetine ve İsrail’in bu hakimiyetin sürdürülmesindeki özgül rolüne karşı koyma sorunuyla uğraşılmasını gerektirir.[15]

Sonuç
Kitle iletişim medyasının çoğunda anlatılan ve ABD ile Avrupalı yetkililerin retoriğinde dikkatlice kelimelere dökülen hikâye şöyledir: Bu gösteriler esas itibariyle bireysel despotları devirme mücadelesidir. Elbette bunun bir yanı doğrudur: protestocular, Ben Ali ve Mübarek’in bireysel şahsiyetlerini hedef almıştır. Fakat bunun bir “demokrasi” mücadelesi olduğu iddiası, bu ayaklanmaların ne olduğunu açıklamaktan çok zihin bulandırma vazifesi görür. Mısır nüfusunun üçte ikisi otuz yaşın altındadır. Bu, Mısır nüfusunun büyük çoğunluğunun bütün yaşamlarını Hüsni Mübarek’in yönetimi altında geçirdikleri anlamına gelir. Üstelik neoliberal kapitalizmin çok vahşi bir biçimine tahammül etmişlerdir. Gösteriler Mübarek yönetiminin temsil ettiği açık sınıf iktidarının doğrudan bir sonucuydu. Belki de kapitalist sınıfın aslında ayaklamanın ilk birkaç gününde ülkeden kaçma biçiminden başka hiçbir şey bu kadar canlı biçimde bunu resmedemezdi.[16]

Mısır rejiminin anti-demokratik karakteri tesadüfî ya da bireysel bir sorundan daha ziyade Mısır’daki kapitalizmin politik biçimi sorunudur. Bu, giderek genişleyen hayret verici eşitsizlik düzeyleriyle açıkça ortaya konan ve küresel düzeyde ABD iktidarının kuruluşunda son derece merkezi olan bir bölgede konumlandırılan kapitalizmin toplumdaki işleyişinin kaçınılmaz yoludur. Dolayısıyla on yılların yozlaşmış kamu uzamıyla nitelenen toplumlarda demokratik ifade talebi, esas olarak sınıf sorunu etrafında dönen daha geniş kapsamlı mücadelenin bir yönüdür. Mübarek askeri bir yönetimin kamusal yüzüydü ve bu çehreyi kaldırmak askeri yönetimin niteliğini ya da yönetimin belirli bir sınıfın egemenliğini sürdürdüğü biçimi değiştirmez. Mısır devletinin politik biçimi geçici değildir. Kapitalizmin yapısı ve onun bölgesel bağlantılarına meydan okunmadan, Mısır ordusunun rolü kati surette reforme edilemez.

Bu analiz, on yıllarca Mübarek’e desteği aklayan ve Mısır halkının mücadelesinin tamamen bir politik “geçiş” sorunu olduğunu iddia eden Obama ve dünyanın diğer liderlerinin retoriğiyle taban tabana zıttır. Şu anda Mısır ordusu ve elitlerinin, ABD hükümeti ve bütün diğer bölgesel müttefiklerin, halk mücadelesinin “politik” ve “ekonomik” niteliklerini ayırma ve mücadeleyi basit bir Mübarek sorunuyla sınırlama yönünde hummalı çabaları söz konusudur. Bu, 14 Şubat’ta ordunun grevleri ve diğer bağımsız işçi örgütlenmesi yapılarını yasa dışı ilan edeceğini söyleyen medya haberleriyle açıkça kanıtlanmıştır. Fakat Mısır diktatörüne karşı mücadele, özü itibariyle, halen bir sınıf mücadelesidir. Bu abartılı bir beyan ya da boş bir politik slogandan daha ziyade kaçınılmaz bir gerçektir.

Dipnotlar:
[1]. World Bank, Global Economic Prospects: Crisis, Finance and Growth (Washington: World Bank), s.142.
[2]. World Bank, s.142.
[3]. Bakınız: David McNally, “Night in Tunisia: Riots, Strikes and a Spreading Insurgency,” The Bullet, N. 455, 19 January 2011.
[4]. IMF, Arab Republic of Egypt – 2010 Article IV Consultation Mission, Concluding Statement, 16 February 2010, 2010.
[5]. Trickle-down effect: Gelir artışının zamanla alt ve orta sınıflara yeni istihdam olanaklarını sunacağını ifade etmek için kullanılır (ç.n).
[6]. Bu sürecin ayrıntılı bir açıklaması için bakınız: Ray Bush, “Civil Society and the Uncivil State Land Tenure Reform in Egypt and the Crisis of Rural Livelihoods” (United Nations Research Institute for Social Development), Programme Paper, N. 9, May 2004
[7]. Angela Joya, “Egyptian Protests: Falling Wages, High Prices and the Failure of an Export-Oriented Economy,” The Bullet, N.111, 2 June 2008.
[8]. IMF, Arab Republic of Egypt: 2006 Article IV Consultation.
[9]. See Jamie Allison, “Wave of struggle shakes Egyptian regime,” Socialist Worker, 7 April 2007.
[10]. Timothy Mitchell, ‘Dreamland: The Neoliberalism of Your Desires,’ Middle East Research and Information Project (MERIP), N. 210, Spring 1999.
[11]. Ayrıca bakınız: Gilbert Achcar, “Whither Egypt?,” The Bullet, N. 459, 7 Feburary 2011.
[12]. Bakınız: Adam Hanieh “Palestine in the Middle East: Opposing Neoliberalism and US Power,” The Bullet, N. 125, 15 July 2008.
[13]. Barbara Kotschwar and Jeffrey J. Schott, Reengaging Egypt: Options for US-Egypt Economic Relations, Peterson Institute for International Economics, 2008, p.20.
[14]. Dataweb.usitc.gov. adresinden hesaplanmıştır.
[15]. Üstelik bölgesel mücadeleleri destekleyen herhangi bir dayanışma hareketi de politik rejimin doğasını kucaklama eğilimindedir. Bu ayaklanmanın öncüllerinin Filistin intifadasıyla dayanışma içerisinde, Eylül 2000’de ortaya çıkan protestolarda görülmesi tesadüf değildir. Mısırlı sosyalist Hossam el-Hamalawy’nin belirttiği gibi o sıralar öğrenciler sokağa çıkmaya çalıştı ancak rejim tarafından bastırıldılar. Bakınız Mark Levine, İnterview with Hossam el-Hamalawy, The Bullet, N. 456, 31 Ocak 2011.
[16]. Ayaklanmanın ilk günlerinde Mısır’ın en büyük iş adamlarının, ayaklanma fırtınasını atlatmayı umdukları Dubai’ye 19 uçakla uçtukları söyleniyordu.

[socialistproject.ca adresindeki İngilizce orijinalinden Akın Sarı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder