Onunla anlaşabilmek için, kısa ve basit
cümleleri seçmek gerekirdi. Uzun olanları anlamakta güçlük çeker, hemen kafası
karışırdı. Üç sözcük söylense, aklında ancak son ikisi kalır, birinciyi
kesinlikle unuturdu. Doğduğunda, başı normalden çok büyükmüş. Köy yerinde doktor ya
da ebe hak getire! Aile, uzun süre çocuklarının iri yapılı vucuduyla övünmüş,
zekasındaki geriliği ise çok sonra farkedebilmişlerdi. Hoş, farketseler de ne
yazardı; hayatın, onlar için karşı konulmaz olan hışmına boyun eğmekten başka çıkar yolları yine
olmayacaktı. Neyse ki, onun bu engelli hali, “deli” denmeyecek denli zararsız
bir zeka geriliği idi. Fikri yeteneklerindeki kısıtlığa karşın, kimseye zarar
vermeyen, kendi halindeki uysal kişiliği, herkesçe sevilmesine neden olmuştu.
Üstelik, bu heybetli gövdenin taşıdığı çocukça saflık, anlama ve kavrama
yeteneğindeki kıtlıkla birleşince, onu mahallenin maskotu yapmıştı.
Sözcüklerin
“k” ile başlayanlarıyla, arası hiç iyi değildi Koko’nun. Böyle sözcüklere
takıntısı vardı; kesinlikle ilk seferinde söyleyemez, “ko...,
ko..., ko...” diye birkaç kez kekeledikten sonra, zoraki çıkarırdı ağzından
kelimeyi. Bu yüzden “Koko” demişlerdi O’na. Asıl ismini, kimbilir kendi bile
unutmuştu ...