34 yıl sonra Mahir Çayan'ın şiirleri

"Hindistan’ın Kalküta şehrinde/ Benerci kendini vurdu/ Türkiye’nin İstanbul’unda, / Hüseyin’i vurdular." Bu dizeler Mahir Çayan'a ait. Bir devrimcinin, sözünü silah eylediği dizelerini ANF 34 yıl sonra okurlarıyla buluşturdu..Türkiye devrimci hareketinin önemli isimlerinden biri olan THKP-C Lideri Mahir Çayan’ın sadece 1977 yılında Kurtuluş dergisinde yayınlanan şiirlerini, 34 yıl sonra ilk kez ANF yayınlandı.

“Derin bir rutubet kokusu yayılıyor etrafa.
Oda ama ne oda: Hücre hücre…
Kapısına kilit vurmuşlar.
Burası Türkiye, Mozambik, Angola, Endonezya, Brezilya.
Güneşi göremeyenler diyarı."

Sözünün arkasında eylemiyle duran bir devrimcinin, sözünü silah ve eylem haline getirdiği bu dizeler, Kurtuluş Dergisi'nin Mart 1977 tarihli 10. sayısında yayınlandı. Daha sonra da başka bir yerde rastlanmadı. Mahir Çayan'ın bir yoldaşının ANF'ye ulaştırdığı bu dizelerde, bir devrimcinin umudu, özlemi ile kavgası var.

Bu Adam Kurşunların Değil Kahredici Okların Hedefi

“Vedat, Taylan, Battal, Mehmet, Necmi…
Devrim için öldüler…”
Yürüyoruz başkentin sokaklarında,
Önde gidiyor devrim şehidi.
Hep beraber söylüyoruz bu marşı, tek bir adam söylemiyor.
O marşta yaşıyor, marşı söyleyenlerden birisi,
Kendi sırasının yakın olduğunu bilen birisi.
Marştaki şehitler listesine, şeref listesine
Kendi adını sokuyor, sessiz ve mahcupça.
Ve sırası geldi, sırasını bekleyen o neferin.
Ama öylemi gelecekti sırası?
Oysa neler kurmuştu neler…
Erkekçe vurulacaktı kalbinden
“Yaşasın THKP” olacaktı son sözü.
Bu fırsat geçti eline
Ama kahpe kader o kadarını bile çok gördü.
Olmadı olmadı…
O diye yoldaşını delik deşik ettiler.
Kahpenin kurşunu
Ceketini, pantolonunu delik deşik etti
Ama kalbini delemedi.
Ve o kendisini vurdu.
Talih ne gezer bu adamda,
Tetiğini kaldırmayı unuttu, unutmaz olasıca.
Tabancası sarsıldı, kurşun hedefinin altına girdi.
O cezasını çekiyordu, ezeli derdi unutkanlığının ve solaklığının.
Oligarşinin hastahanesi, mapushanesi…
Karanın siyahın her tonu…
Paspal kurbağa Ganzales
Ve ünlü kement atıcı şefkat Kakomço.
Oportünizm atmıştı oklarını yakalanmadan önce,
“Bölücü, kariyerist, pasifist” diye.
Oligarşinin gazeteleri atmıştı oklarını yakalanmadan önce,
“Teslim oldu” diye.
Vuruştu, yine teslim oldu denildi, konuşmadı.
İşkence altındaki arkadaşının bölük pörçük ifadelerini topladılar, tek bir ifade yaptılar.
Ve konuştu diye ilan etti paspal kurbağa Gonzales.
Bu adamın kaderi bu.
Bu adam kurşunların değil kahredici okların hedefi.
Açık vermişti bir kere
Neden korktuğunu hissettirmişti düşmana.
Anlamıştı düşman,
Bu adam işkenceden, kurşundan değil,
Zehirli oktan korkar.
Üzülme aslanım, hatırla bak, ne diyor usta:
“Düşman bize ne kadar çok ok atarsa, biz o kadar doğru yoldayız.”
Varsın bütün oklar üstüne yağsın.
Devrimcilerin gözleri kör kulağı sağır değil.
Biliyorum seni bu oklar yaralıyor.
Bak ne diyor usta:
“Unutma ki devrim şehidi sadece kurşunla olmaz,
Şefkat Kakamço’nun kementleri de şehit eder adamı.”

-2-

Hindistan’ın Kalküta şehrinde
Benerci kendini vurdu.
Türkiye’nin İstanbul’unda,
Hüseyin’i vurdular.
Perde değişiyor.
İzmir kordon boyu
Hasan Tahsin’i vurdular.
Bolivya’da Guevera kanlar içinde
Pera da param parça.
Çho to Vietnam’da kıvranıyor.
Of bacım off
Bitsin artık bu kıyım.
Orfe güneşi çağırıyor ve THKC
1971 ilkbaharında eyleme geçiyor
Burası SAU PAULO
Karanlığın, loşluğun, ezikliğin diyarı.
Orfe karanlıklar tepesine oturmuş,
Gitarı ile güneşi çağırıyor.
Güneş tutulmuş…
Her taraf simsiyah…
Orfe gitarı ile güneşi çağırıyor.
Yalnız Orfe, garip Orfe, yiğit Orfe.
SAU PAULO tepelerinde doğacak güneşi Orfe göremeyecek,
Biliyor bunu Orfe, yine de güneşi çağırıyor.
Karanlığın yedi başlı ejderi,
Orfe’yi parçalıyor.
Orfe artık güneşte…
Güneş tutulması sona eriyor.
Sau Paulo halkı sambo yapıyor güneşin altında.
Orfe rahat, mutlu ve kıvançlı güneşten gitarı ile tempo tutuyor
Aydınlığı kutlayan Sau Paulo halkının sambasında.

***
Hücrem ve Sivrisinekler
Tarihi Selimiye kışlasının bir odası ve kışlanın bir odası,
Derin bir rutubet kokusu yayılıyor etrafa.
Oda ama ne oda: Hücre hücre…
Kapısına kilit vurmuşlar.
Burası Türkiye, Mozambik, Angola, Endonezya, Brezilya.
Güneşi göremeyenler diyarı,
Tutsaklığın kapısının demir parmaklıkları önünde
Mehmed’i yükseltmişler bacım mehmedi.
Nöbet değişiyor, şimdi kapının önünde bir siyahi var.
Mozambikli galiba.
Yanında iki nöbetçi daha var.
Endonazyalı bir emekçi oğlu emekçi biri,
Öteki de Mozambikli yedi göbek köle çocuğu…
İşte hayatın diyalektiği.
Saat 23.00 hücremde sivri sinekler,
Oligarşinin türküsünü söylüyorlar hep bir ağızdan,
Ve bir adam avazı çıktığı kadar başlıyor bağırmaya.
Sesler yükseliyor.
Ve bir koro, hep bir ağızdan özgürlüğün marşını söylüyor.
Sineklerin vızıltısı duyulmuyor atık.
Genç adam hayretle etrafına bakıyor.
Yanında Hasan Tahsin, Hüseyin, Sinan, Alp ve daha niceleri…
Bu hücre kalabalık bacım, kalabalık.
Asyanın, Afrikanın, Amarikanın devrimcileri,
Ve bütün mazlum uluslar bu hücrede.
Marş bitiyor, hava yine ağırlaşıyor.
Sinirler bozuk, herkes sıkıntılı.
Sivrisinekler oligarşinin türküsünü çığırmaya tekrar başlıyorlar.
Hüseyin, Sinan, Alp, Che, Pera’da ve Benercinin dudaklarında sıkıntılı ve acı bir tebessüm…
Emekçiler üzgün, kölelerin boynu bükük.
Sivrisinekler memnun ve neşeli…
Bekliyoruz, ne zaman kesilecek bu vızıltı?
Bekliyoruz, sıkıntılı, sinirli ve mutlu.
Bir bekleyiş bu…
Hepimiz biliyoruz ki repertuarları bitiyor sivrisineklerin.

***
Hücredeki Adalının Dünyası

-I-
Taş duvar, demir karyola, ve yerde sayısız izmaritler.
Halanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli,
İnsanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava,
Duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyin,
Oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkânsız.
Ranzanın karşısında kafesli demir kapı, arkasında Mehmet.
Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek
Mehmedim utanıyor, kahroluyor.
“Askelik ağam n’aparsın” diyor.
Aslında oda tutsak.
Ben hücremde, o hücrenin önünde.
Günde beş kere büyük başlar bakıyor içeriye;
Yüzlerinde tecessüs.
“Çılgın adam, 3-5 kişi ile koskoca karanlıklar imparatorluğuna kafa tutan adalılar.”
Ama yinede “çılgın adamın” karşısında,
Bir eziklik, burukluk duyuyorlar o başka.
Gündüz gece diye bir ayrım yoktur hücrede,
Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bild,ren.
Işık yirmi dört saat yanar.
Bir nefes, bir duman yoldaşım,
Cıgaramı her çekişimde duman olur,
Uçar giderim, ta uzaklara.
Çoğu kere ada’ma giderim,
Cıgaramın dumanı, beni memleketime; Ada’ma götürür.
Kahpe İstanbul’un kahpe bir bölgesinde,
Bir evdeyim, yoldaşımla beraber.
Bu ev, yoldaşlık – dostluk – kardeşlik – mertlik - kıvanç ve sevgi evidir.
Bu evde, her şey o kadar güzel ve o kadar anlamlıdır ki…

***

Ev değil, ada, ada!
Satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, âdiliğin ve her çeşit aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan,
Karanlık denizin ortasında,
Güneşi batmayan bir ada.
Ben ne şuralıyım ne buralı,
Adalıyım adalı,
Adam ormanlıktır. Dostluk yoldaşlık, mertlik ormanı, bütün adamı kaplar.
Erdemin güneşi yirmi dört saat aydınlatır ada’mı, biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı.
Ben adalıyım ey kahpe hücre ada’lı.
Doğruya sen nereden bileceksin ada’mı asırlık, feodal-militarist hücre.
Ya, sen, öküze benzemek için kasılan, şişen haset kurbağa, hilkat garibesi ada’mı?
“Dünya karanlıktır. Güneşi batmayan böylesi bir ada yeryüzünde yoktur.”
Değimli karanlıklar cücesi, zavallı acuze?
Ya sen yarasalar şairi, pişkin Cacomcho?
“Değil şiirlerde, masallarda bile böylesi bir ada yoktur. Böylesi bir ada eşyanın tabiyatına aykırıdır.”
Senin için değil mi karanlıkların kapkara şairi?
Senin dediğin eşyanın değil, karanlığın tabiatına aykırı.
Karanlık cüceleri, acuzeler, dürzüler…
Yarının Türkiyesinin hayvanat bahçesinde teşhir edilecekler…
Adam kalabalıktır hain hücre:
Elde mitralyözüyle,
Sierra Maestra’da, Falcon da, Vietnam da, Mozambikte, Angola da, Sina çöllerinde…
Özgürlüğün türküsünü söyleyenler.
Zülme, kahpeliğe, sömürüye karşı…
Dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar benim evlatlarımdır kahpe hücre.
Benim adamın ormanlarından aldıkları fideleri, birer birer dikiyor, kahpeler koalisyonunun dünyasına.
Kel dünya, ada’mın ağaçlarıyla ayıbını örtüyor, güzelleşiyor.
İyi bak bana feodal duvar, iyi tanı beni.
Seni yerle bir edecek ada’lıları iyi tanı.
Ada’m ve hemşerilerinin çocukları ne halde diye dudak bükme, orospunun dölü utanç duvarı.
Evet, ada’mı karanlığın suları bastı.
Evet, benim gibi pek çok ada’lı bu çirkin suların altında,
Ama boşuna sevinme, ada’m batmaz, yok olmaz,
Ada’m, sadece karanlık denizinde yerini değiştirdi. Hepsi o kadar.

-II-

Cıgaram elimi yakıyor.
Maltepe’de etrafı karanlığın cüceleriyle çevrilmiş marş söyleyen iki ada’lı.
İki ada’lının marş söyleyişinde silâhlar susar.
Maltepe’nin göbeğini derin bir sessizlik kaplar.
Dalga, dalga yayılır, ada’lıların erkek sesi, etrafa.
O anda iki adalının gözünde her şey silinir,
Karanlığın militanları küçülür…
Sanki biraz önce atılanlar tomson kurşunu değil, parmak cücelerinin minik okları.
O an ne binlerce güvenlik kuvveti, ne polis, ne zırhlı tugay, ne tomson, ne mitralyöz.
Her şey önemsiz, küçük ve etkisizdir. İki ada’lı için.
Ada’lıların korosu karanlık cücelerinde bir panik yaratır.
Yüzlerinde, ezikliğin, şaşkınlığın biraz da utancı izleri okunur.
Sanki ilahi bir kuvvet onların ellerini, kollarını bağlamıştır. Ta ki, iki ada’lının marşı bitene kadar.
Ada’lılar sol yumrukları havada, pencerenin önünde boy hedefi oldukları halde ataş edemezler.
Garip bir andır bu an.
Bu an karanlık cücelerinin, insanlığa dönüş anıdır.
Cüceler konuşmazlar bile bu anı.
Büyülenmişlerdir iki ada’lının havaya kalkan sol yumrukları ile.
Ve kaybolup gitmişlerdir iki koronun nameleri arasında.
Koro susar, büyü bozulur, görevlerini hatırlar cüceler,
Eller tetiklere tarrrr………
Ve Cevahirimi kalbime gömüp dönerim hain hücreme.

ADA’LI

EYÜP CELADET – ANF

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder