Düşman: demokrasi – Slavoj Žižek

‘Wall Street ve St Paul’s Katedralindeki protestolar, odaklanma eksiklikleri, tam oturmamış doğaları ve bunların tümünün üzerinde, mevcut demokratik kurumlara katılmayı reddetmeleri ile, birbirine benziyor’, diye yazmış Anne Applebaum Washington Post’ta. ‘Londra ve New York protestocularının kendileri ile açıktan (ve saçma bir şekilde) benzerlik kurdukları Tahrir Meydanı’ndaki Mısırlıların aksine,’ diye devam ediyor, ‘bizim demokratik kurumlarımız var.’ Tahrir Meydanı’ndaki protestoları, Applebaum’un yaptığı gibi, Batı tarzı demokrasi talebine indirgedikten sonra, elbette Wall Street protestoları ile Mısır’daki olaylar arasında benzerlik kurmak saçma olacaktır: Batıdaki protestocular, zaten sahip oldukları bir şeyi niye talep etsinler ki? Applebaum’un gözden sakladığı ise, küresel kapitalist sistem karşısında, yerine göre farklı biçimler alan genel bir hoşnutsuzluk olasılığı.Ancak şunu da kabul ediyor, ‘Yine de uluslararası İşgal hareketinin sağlam meşru önermeler üretememesi bir şekilde anlaşılabilir bir durum: Hem küresel ekonomik krizin kaynakları hem de buna karşı çözümler, tanımı gereği, yerel ve ulusal politikacıların yeterliliğinin dışında.’ Ve şu sonucu çıkarmak zorunda kalıyor: ‘Küreselleşmenin Batı demokrasilerinin meşruiyetini baltalamaya başladığı açık bir gerçek.’ Protestocuların dikkat çekmek istediği nokta tam da bu: Küresel kapitalizm demokrasiyi baltalıyor. Bunu mantıksal olarak izleyen sonuç ise, ekonomik yaşamın yıkıcı sonuçlarını yönetme becerisine sahip olmadığı kanıtlanmış olan çok taraflı ulus devletlere dayalı olarak, demokrasinin, sahip olduğu mevcut biçimin ötesine nasıl genişletileceği üzerine düşünmeye başlamamız gerektiği. Ancak Applebaum bu adımı atmak yerine, suçu bu sorunları ortaya koydukları için protestocuların kendisine atıyor:

‘Küresel’ aktivistler, dikkatli olmazlarsa, düşüşü hızlandıracaklar. Londra’daki protsetocular şu sözleri haykırıyor: ‘Bir usulümüz olması gerekiyor!’ Ama zaten bir usulleri var: Buna İngiliz siyasal sistemi deniliyor. Eğer onunla ne yapacaklarını bilemiyorlarsa, daha da zayıflatmasından başka bir şeye sebep olmayacaklar.
Dolayısıyla, Applebaum’un iddiası, küresel ekonomi demokratik siyasetin kapsamı dışında olduğundan, onu idare etmek amaçlı herhangi bir demokrasiyi genişletme girişiminin, demokrasinin düşüşünü hızlandıracağı. Peki, bu durumda ne yapmamız gerekiyor? Görünen o ki, iş görmediğini kendisinin de kabul ettiği bir siyasal sisteme katılımı sürdürmek.
İçinde bulunduğumuz dönemde, antikapitalist eleştiri kıtlığı da söz konusu değil: Boğazımıza kadar, acımasız çevre katliamı yapan şirketler, bankaları bütçe paraları ile kurtarılırken kendileri şişkin ikramiyeleri har vurup harman savuran bankacılar, cadde üzeri mağazalar için ucuz giysiler yapan çocukların fazla mesai yaptığı berbat atölyeler hakkındaki haberlere batmış durumdayız. Ancak doğru bir nokta da var. Bu aşırılıklara karşı mücadelenin aşina olunan liberal demokratik çerçeve içinde gerçekleşmesi gerektiği varsayılır. (Açık veya örtülü) hedef, medya ifşası, meclis araştırmaları, daha sıkı yasalar, polis soruşturmaları vb. üzerinden kapitalizmi demokratize etmek, küresel ekonomi üzerindeki demokratik kontrolü genişletmek. Sorgulanmayan şey ise, burjuva demokratik devletin kurumsal çerçevesi. Bu, en radikal ahlaki antikapitalizm biçimlerinde dahi dokunulmazlığını koruyor– Porto Allegre forumu, Seattle hareketi ve daha birçoğu.
Burada, Marx’ın kilit içgörüsü, bugün de her zamanki gibi geçerliliğini koruyor: Özgürlük sorunu, ana olarak siyasal alan içine yerleştirilmemelidir–örn. özgür seçimler, bağımsız yargı, basın özgürlüğü, insan haklarına saygı gibi şeyler. Gerçek özgürlük, ilerleme için gereken değişimin siyasal reform değil toplumsal üretim ilişkilerinde bir değişim olduğu, pazardan aileye kadar apolitik toplumsal ilişkiler ağındadır. Kimin neye sahip olduğunu veya bir fabrikadaki işçiler arasındaki ilişkileri düşünerek oy vermeyiz. Bu gibi şeyler siyasal alanın dışında bırakılmıştır ve bunların demokrasiyi genişleterek değiştirilebileceğini düşünmek bir illüzyondur: Diyelim ki halkın kontrolü altındaki demokratik bankalar kurarak. Bu alandaki radikal değişimler, yasal haklar vb. gibi demokratik aygıtlar alanının dışında gerçekleştirilmelidir. Elbette olumlu bir rolleri vardır ancak demokratik mekanizmaların, kapitalist yeniden üretimin kesintisiz işlemesini garantiye almak için tasarlanmış burjuva devlet aparatının parçası olduğu akılda tutulmalıdır. Badiou, bugün baş düşmanın adının kapitalizm, imparatorluk, sömürü veya bu türde bir şey değil demokrasi olduğunu söylerken haklıydı: Kapitalist ilişkilerde gerçek bir dönüşümü engelleyen şey, demokrasi illüzyonudur, demokratik mekanizmaların değişimin tek meşru yolu olarak kabulüdür.
Wall Street protestoları sadece bir başlangıç, ama bu şekilde, olumlu içeriğinden daha önemli olan şeklen red yönü ile başlaması gerekliydi zaten, çünkü ancak böylesi bir red yeni bir içerik için alan açabilir. Dolayısıyla ‘Eeee? Peki, sen ne öneriyorsun?’ sorusu kafaları karıştırmamalı. Bu, erkek otoritenin histerik kadına sorduğu sorudur: ‘Tek yaptığın mızıldanıp durmak, peki ne istediğine dair fikrin var mı?’ Psikoanalitik terimlerle, protestocular, efendiyi otoritesini sarsarak provoke eden histeriklerdir ve efendinin sorusunun (‘Eeee? Peki, sen ne öneriyorsun?’) gizli bir alt metni vardır: ‘Bana ya benim terimlerimle cevap ver ya da çeneni kapat!’ Protestocular şimdiye kadar kendilerini Lacan’ın 1968′in öğrencilerine yönelttiği eleştirilerdeki gibi ortaya koymaktan başarıyla kaçındılar: ‘Siz devrimciler, kendilerine yeni bir efendi talep eden histeriklersiniz. İstediğinizi bulacaksınız.’
28 Ekim 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder