Fuller'in Kürt sorunu: İslam çözer...


CIA Türkiye masası eski şefi Graham Fuller’in, Henri Barkey ile beraber yazdığı “Türkiye’nin Kürt Meselesi” isimli kitabı Türkçe’ye çevrildi. Fuller, bugüne devrolunan sorunda, “Kürtlerin solculuğu”nun önemli olduğunu iddia ederken, sorunu İslam'ın çözeceğini savunuyor.
Graham Fuller ve Henri Barkey tarafıdan yazılan “Türkiye’nin Kürt Meselesi” isimli kitap, Profil yayınevi tarafından Türkçe olarak yayımlandı. Fuller, Türkiyeli okur açısından tanıdık bir isim. Bu tanınmışlık, yalnızca Fuller’in daha önce yazdığı kitapların “olay” olmasından kaynaklanmıyor; Fuller aynı zamanda CIA’da uzun yıllar görev yapmış ve Türkiye’yi yakından tanıyan bir isim. Henri Barkey ise, ABD’li bir think-tank olan Carnegie Endowment For International Peace’te ismini duyurmuş birisi. İstanbul’da doğup büyüyen Barkey, 1998-2000 yılları arasında Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın Politika Planlama Bölümü'nde Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs, Irak ve istihbarat alanlarında direkt dışişleri bakanına bağlı çalışmıştı. Kitabın önsözünü yazan kişi de yine tanıdık bir isim: 1989-1991 yılları arasında ABD’nin Türkiye Büyükelçiği’ni yapmış olan ve Cumhuriyetçilere yakınlığı ile bilinen Morton Abramowitz. Türkiye’nin Kürt Meselesi kitabıyla ilgili ilginç bir ayrıntı, Fuller ve Barkey’in bunu aslında 1998 yılında yayımlamış olmaları. Bu konu önemli, çünkü kitabın yazılış tarihiyle bugünkü durum arasında kimi paralellikler var.
Fuller ve Barkey, kitaba yazdıkları önsözde amaçlarını açıklıyorlar:
“Bu çalışmayı hazırlamaktaki esas amacımız, Amerika’nın kilit bir müttefiki olarak Türkiye’nin gelecekteki istikrarının ve esenliğinin, ayrıca Türk yönetiminin Kürt sorununu tatmin edici biçimde ortadan kaldırma kabiliyetinin korunması gerektiğinin altını çizmektir.” (Sf. 11)

Fuller ve Barkey, kitapta sürekli olarak Kürt meselesinin çözümü ile Türkiye’nin “istikrarı” ve “gücü” arasında bağ kuruyorlar. Aslında bu iddia, bugün AKP iktidarı ile Kürt sorunu arasında daha pozitif bir ilişki kurmaya çalışanların savundukları fikirlerle örtüşüyor. Buna göre, kendi içindeki Kürt meselesini halleden/Kürt dinamiğini susturan bir AKP, Yeni-Osmanlıcı bölgesel vizyonunda büyük bir sıçramaya gidebilme potansiyelini barındırmaktadır.
Kürtler solcu olmasaydı...
Zaten, kitabın büyükçe bir bölümünün eskimiş kabul edilmesinin önüne geçen şey de bu bağlantı noktaları. Yoksa, 13 yıl önce basılmış bir kitabı, hem de sürekli yeni verilerle güncellenmesi gereken bir meselede yayımlanmış bir çalışmayı, 2011 yılında Türkçe’ye çevirerek gündeme getirmek, sürekli “maliyet hesabı” yapan bir yayınevi açısından pek de kârlı olmazdı.
Paralellik açıktır: Yazarlar, aşağıda değinileceği üzere, o dönemki Refah Partisi’nin “düzen dışı” yönelimlerinin Kürt meselesinde “ilerleme” sağladığını ve İslam’ın kullanılışının sorunun çözümünde anahtar bir rol oynayabileceğini düşünmektedirler.
Kitapta dikkati çeken bir diğer husus da, PKK’nin (ve genel olarak Kürt hareketinin) ortaya çıkışında etkili olan sol-sosyalizan fikirlerin etkisinin kırılması gerektiği yönündeki ima. Yazarlara göre, birincisi, PKK zaten kuruluşundan itibaren milliyetçi bir örgüt olmasına rağmen, Marksist-Leninist bir söylemi kullanıyordu. İkincisi ise, PKK 90’lı yıllarda Marksizm-Leninizmden uzaklaşma eğilimi gösterince, daha “gerçekçi” bir pozisyon almaya başladı. Fuller ve Barkey’e göre, PKK’nin bağımsızlık vs. gibi fikirlerden vazgeçmesinde, bu “gerçeği” görmüş olmasının büyük payı var.
Yazarlar, genel olarak Sovyetler Birliği’nin varlığını sürdürmesini veya çözülmesini analizlerinin herhangi bir yerine yerleştirmiyorlar. Zaten PKK’nin geçmişinin izi sürülürken de, Türkiye’de işçi sınıfı ve sosyalist hareketin yükselişte olduğu 1960-1980 yılları arası referans gösteriliyor. Türkiye Kürtlerinin sosyalist hareket tarafından kapsanması ve öncü kadrolar çıkartması, PKK’nin kuruluşunda yazarlara göre önemli bir rol oynuyor. Fuller ve Barkey, PKK’nin Avrupa’daki faaliyetlerinin o dönemki yoğunluğunu da, “Avrupa’nın solcu ve silahlı hareketlerden çok milliyetçi hareketlere destek verme eğiliminden kaynaklandığını” iddia ediyorlar.
‘Devlet’ ile PKK arasında orta yol: Refah Partisi
Yukarıda da bahsedildiği gibi, Fuller ve Barkey, Kürt sorununun çözümüne Türkiye’nin istikrarı açısından yaklaşıyorlar. Devleti “eleştirdikleri” noktada dahi, verili idari sistemin sorunun çözümüne olmasa bile yumuşatılmasına katkı sağlayamadığı için bunu yapıyorlar.
Yazarlar, Refah Partisi’ni ön plana çıkartıyorlar. RP’nin, hem devletin “geleneksel” unsurlarıyla bir laisizm kavgası verdiğini, hem de Kürt meselesinde genel bir Türklük kategorisinden çok İslam’a öncelik verdiğini söyleyen Fuller ve Barkey, Türkiye’deki sistemin RP tarafından zorlandığını belirtiyorlar. Bununla birlikte, RP’nin radikal İslam ve Batı karşıtı söyleminden de çekinen yazarlar, TSK’nın da birçok yönden “değiştiğini” vurguluyorlar. Aslında yazarlar, bir “Restorasyon” öneriyorlar; çünkü kitap yazıldığı sırada, “28 Şubat” diye bilinen süreç başlamış, daha öncesinde de Susurluk Kazası meydana gelmiş durumda...
Yine de bugüne ışık tutması açısından, şu özet yapılabilir: PKK, kökeni, söylemi ve uluslararası konumu itibariyle desteklenemiyor. Ancak devlet de, sorunun yönetimi açısından yalnızca askeri bir tarzı tutturduğu için her şeyi “eline yüzüne bulaştırıyor”. Bu durumda, yazarlar için iki odak beliriyor: PKK harici Kürt partileri (PSK gibi) ya da Kemalist olmayan, İslamcı Türk partileri (bir parantez olarak, yazarların tuhaf Cem Boyner övgüsü de bu noktada anılabilir).
Burada hemen bir bağ kurulabilir: RP’nin Osmanlıcı söylemine de dikkat çeken yazarlar, bunun önünde bölgesel ve uluslararası engeller olduğunun farkındalar. Aslında, kitabın neden bugün Türkçe’de yayımlandığı sorusunun cevabı da burada aranmalıdır: 90’ların sonunda, (Yeni) Osmanlıcı eğilimler için ne bölgesel, ne de uluslararası koşullar yeterince olgundu. Bunda, şimdilerde “Arap Baharı” adı verilen hareketlenmeyle, emperyalizmin Soğuk Savaş’tan kalma yapıları çözmesinin büyük payı var. Hatırlanacağı üzere, AKP’nin ilk Yeni Osmanlıcı girişimi de, Ortadoğu’daki Arap milliyetçiliğinin duvarına toslamakta gecikmemişti. Bu politikanın yeniden güncellenmesi ise, “Arap Baharı” vesilesiyle gerçekleşti. RP ise, Kürt sorununun çözümünde “din kardeşleri” İran ve yakınlaştığı Suriye’den “kardeşçe” adımlar atmalarını beklerken, neredeyse hiç karşılık alamamış ve RP’nin bu dış politika kozu elinde patlamıştı. Bugün ise AKP, İran ve Suriye’ye dönük hiç de “kardeşçe” hisler beslemiyor.
Bu çözüm tutar mı?
Burada kitabın yarıntılarına girmek pek mümkün değil. Ancak, Fuller ile Barkey, 1998 yılında, Türkiye’nin idari yapısının yerellere doğru genişletilmesi gerektiğini, yani adem-i merkeziyetçiliği savunuyorlar. Bunda şaşılacak bir yan yok; çünkü emperyalizm uzunca bir süredir “yerelleşme”yi savunuyor ve dayatıyor.
Bununla birlikte, bir tür gevşek federasyon veya özerkliğin, ideolojik olarak İslam-Yeni Osmanlı ekseninde şekilleneceğini düşünmek, yazarların Kürtleri hafife aldığını gösterir. Birincisi, Osmanlı hatırasının yalnızca Arap halkları nezdinde “beter” olduğu düşünülmemeli. Her ne kadar, ulusal hafızada Osmanlı’daki isyanlar yer etmese de, Kürt ulusal bilinci, Osmanlıcılığın ve onun varyantı akımların Türklerin merkezinde durduğu bir projeyi temsil ettiğini bilecek kadar gelişmiş durumdadır. Dahası, böyle bir formülasyonun, Kürtlerin kendilerini aldatılmış hissettikleri Cumhuriyet’in kuruluşunda yaşadıklarından daha “ileri” bir mevziyi simgeleyeceği de hayli tartışmalıdır.
Öte yandan, yazarların önerisi, her ne kadar devletin PKK’yi muhatap alması olsa da, bu masaya oturuşun “eşitler arası” bir ilişki olmasını murat etmedikleri açık. Dahası, PKK’nin ve Türkiye Kürtlerinin öyle ya da böyle genel sol damarla ilişkide bulunmaları, yazarlar açısından daha liberalize edilmiş bir Kürt hareketini zorunlu kılıyor. Zaten, Fuller ve Barkey, askeri çözüme değil, yalnızca askeri çözüme karşı olduklarını ilan ediyorlar. Onların “kızdıkları” şey, Kürtlerin devlet tarafından kurulacak bir Kürtçe TV’den haber almaları dururken, PKK’ye yakın kaynaklardan haber almaları!
Fuller ve Barkey sevinebilirler: Bu satırları yazdıktan yalnızca 3 yıl sonra, İslamcı bir Türk partisi, Kürt sorununu onların istediği gibi “çözüyor”.
Erman Çete (soL) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder