Kimlik siyaseti ile sınıf siyaseti nasıl birleşir? –Ferda Koç


Ezilen ulusun, ulusallıkla tanımlanan “kurtuluş süreci” ile ezen ulusun devrimci sınıflarının politik gündemi ancak “devrimci durum”da örtüşür. Bu örtüşme anına kadar, “ezen ulus şovenizmi” ile “ezilen ulus milliyetçiliği” devrimci toplumsal güçleri birbirinden uzaklaştıran önemli bir sübjektif karşıtlık olarak devreye girer
Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun seçimlerde sağladığı başarının yarattığı umut ve heyecanın tüm demokratik toplumsal muhalefet öznelerini ortak bir mücadele hattında buluşturacak bir momenti sağladığı varsayımı, Türkiye sosyalist hareketinin Blok dışında kalan kesimlerinin (Halkevleri, ÖDP, TKP) Kongre Hareketine (en azından ilk adımda) katılmamalarıyla pratikte yeterli karşılığı bulamadı.
Tabii ki bu pratik durum, Kongre Hareketi oluşturma önerisinin yanlışlığının bir kanıtı değil. Ancak bu somut durumu, Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin “dar grupçulukları”, “sorunlardan kaçarak varlıklarını sürdürme güdüsüyle hareket etmeleri” gibi basmakalıp suçlamalarla anlamaya ve anlatmaya çalışmak da bir o kadar yanlış.
Kürt ulusal hareketinin, Kürt sorununun barışçı, demokratik ve onurlu çözümünü içeren bir “Türkiye siyasi alternatifi”nin gelişmesini istediğinden kuşku yok. Kürt siyasi hareketinin de içinde yer aldığı böylesi bir cephenin oluşturulması için, hareketin politik potansiyelini seferber etmeye istekli olduğu görülüyor.
Buna karşılık Türkiye sosyalist hareketinin Kongre dışı kesiminin Kürt halkının demokratik taleplerine destek olmak ve yüz yüze olduğu saldırganlığa karşı etkin bir dayanışma gösterme isteğinde olduğu da gerçeğin diğer yüzünde yer alıyor.
Peki öyleyse, Türkiye sosyalist hareketi ile Kürt ulusal hareketi bu karşılıklı çabaya rağmen neden “kavuşamıyorlar”? Daha önce de yazdım; Türkiye’deki ilerici muhalefetin esas olarak neoliberal yeni sömürgecilik politikalarına karşı toplumsal ve politik direnişler ekseninde gelişmektedir. Kürt siyasi hareketi ise neoliberal yeni sömürgecilik politikalarının inşası sürecindeki zora dayalı toplumsal ve siyasi dışlanma zemininde ortaya çıkan ve Ortadoğu’daki “siyasi istikrarsızlık koşulları” içerisinde kendisine yer bulan bir ulusal direniş hareketidir. Her iki hareketin gelişme eksenlerindeki bu farklılık siyasal alana, “sınıf siyaseti” ile “kimlik siyaseti” arasındaki “uyuşmazlık” olarak yansımaktadır.

Türkiye sosyalist hareketi bu “kavuşamama” durumunu, Kürt siyasi hareketinin sınıfsallıktan uzak durmasıyla izah ediyor; Buna karşılık Kürt siyasi hareketi aynı durumun, Türkiye sosyalist hareketinin “ulusal sorunu sınıf sorununa veya emperyalizme bağımlılık sorununa indirgemesinden” kaynaklandığı inancında. “Ezilen ulus milliyetçiliği” ve “ezen ulus şovenizmi” bu değerlendirmeler zemininde yeniden üretiliyor ve her iki hareket arasındaki ıraksama bu zemin üzerinde “ideolojik üstyapısını” oluşturuyor.

Karşımızdaki sorun, devrimci hareketin her devrinde görülen bir sorunudur. Ezilen ulusun kurtuluş mücadelesi, her zaman bir “ulusal kuruluş” sürecini beraberinde getirir ve ezen ulusun devrimci sınıflarının toplumsal kurtuluş mücadelesinden özerk dinamiklere sahiptir. Ezilen ulusun, ulusallıkla tanımlanan “kurtuluş süreci” ile ezen ulusun devrimci sınıflarının politik gündemi ancak “devrimci durum”da örtüşür. Bu örtüşme anına kadar, “ezen ulus şovenizmi” ile “ezilen ulus milliyetçiliği” devrimci toplumsal güçleri birbirinden uzaklaştıran önemli bir sübjektif karşıtlık olarak devreye girer. “Devrimci politika”nın temel bir görevi de bu karşıtlığı çözmektir. Formül basittir: Ezen ulusun devrimcilerinin öncelikli görevi ezen ulus şovenizmine karşı mücadele, ezilen ulusun devrimcilerinin öncelikli görevi ise ezilen ulus milliyetçiliğine karşı mücadeledir. Lenin bu ilkeyi Çarlık Rusya’sına uygularken ezen ulus devrimcilerinin “ayrılma hakkını”, buna karşılık ezilen ulus devrimcilerinin “birliği” propaganda etmeleri gerektiğini söyler.

Çarlık Rusya’sında ulusal sorun “bağımlı uluslar” sorunuydu. Türkiye’deki Kürt sorunu ise yeni sömürge kapitalizmi ile eklemlenen bir “ezilen halk sorunu”. Kürt Sorunu yeni sömürge kapitalizminin “özsel bir bileşeni”dir ve neoliberal yeni sömürgecilik politikaları Kürt sorununu Türkiye’nin yeni sömürge kapitalizmi içerisinde yeniden yapılandırmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de “ezen ulus devrimcilerinin ezen ulus şovenizmine karşı mücadele” görevini “ezilen ulusun ayrılma hakkının propagandası” ile tanımlamak mümkün değildir. Ezilen ulus içerisindeki milliyetçi eğilimlere karşı mücadele ihtiyacı da “gönüllü siyasi birlik” propagandası ile karşılanamaz.

Neoliberal yeni sömürgecilik politikaları, ezilen toplumsal “kimlikleri” proleterleşme sürecinin yapı taşları haline getirmektedir. Kürtler, proleterleştirme sürecinin ilk adımı olan “mülksüzleştirme” evresini vahşi bir ulusal baskı siyaseti altında yaşamışlar ve önce zorla “dışlanmışlardır”. Dışlandıkları topluma “sürgün” ve “göçmen” olarak eklemlenmekten başka bir yol bırakılmayan Kürt emekçilerinin neoliberal emek pazarının “en altına” sürülme biçimleri de aynı ulusal baskı siyaseti ile beslenmiştir. “Dilsizlik”, “niteliksizlik” ve “göçmenlik”, emek pazarındaki Kürt’ün kaderini belirleyen “vasıfları”dır. Bu vasıfların ulusal baskının somut dışavurumları olduğu ise tartışma götürmez.

Neoliberal yeni sömürge kapitalizmine karşı mücadelenin en önemli iki bileşeni “mülksüzleştirme/yoksullaştırmaya karşı mücadele” ile “güvencesiz çalıştırmaya karşı mücadele”dir ve bu mücadelenin programı Kürtlerin mülksüzleştirilme ve işçileştirilme özelliklerini dışarıda bırakılarak kurulamaz. Bu nedenle, genel olarak “Türkiye halkının neoliberal yeni sömürge kapitalizmine karşı mücadelesi” ve özel olarak da “Türkiye işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele”, “Kürtlerin mülksüzleştirilmesinin ve işçileştirilmesinin özel koşullarına karşı mücadelenin taleplerini” de içermelidir. Bu talepler, Kürtlerin zorla göç ettirildiği kentlerde, Kürt göçmenlerinin barınma, ulaşım, eğitim, sağlık, enerji gereksinimlerinin karşılanması için özel programların uygulanmasından, Kürt illerindeki toplumsal yıkımın sonuçlarını gidermeye yönelik idari reform, ekonomik inşa ve etkili bir kamu hizmeti programına kadar uzanır.

Kürtlerin ezilen bir halk olmaktan çıkmak için ileriye sürecekleri taleplerin Türkiye toplumunun bütünü için bir özgürleşme programı olarak nasıl formüle edilebileceğini tartışmak ise öncelikle Kürt devrimcilerinin görevidir ve Demokratik Özerklik programı, (tartışılacak birçok yönü olmasına karşın) bu yönde bir çabayı yansıtmaktadır. Ama böylesi bir formülasyon için başka örneklerden de yararlanılabilir. Örneğin Kara Panter Partisi’nin 10 maddelik programının* bu bakımdan ilham verici olabileceğini söyleyebilirim.


Ezen ve ezilen ulusun halklarının ilerici toplumsal muhalefetini aynı ortak çatı altında bütünleştirebilmek için yukarıdaki bakış açısını somut mücadelelerde görünür hale getirmek zorunludur. Elbette bu “zorunluluk”, Türkiye’deki ilerici toplumsal güçlerin Kongre Hareketi’nin kuruluşuna katılabilmesinin bir “ön şartı” olarak ele alınmamalıdır. Kongre Hareketi, bu somut mücadele düzlemlerinin yaratılmasının zemini olarak da kurgulanabilir. Yeter ki meram edilsin…

* Kuramsal ve Tarihsel Boyutlarıyla Hak Mücadeleleri Cilt II; Sf. 318
Sendika.Org alıntısıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder