Vahşetin Çağrısı-3 Jack London

İlkel Hayvanın Üstünlüğü


Buck'ın içindeki baskın ilkel hayvan güçlüydü ve kızak hayatının kötü koşullarında gittikçe bu hayvan daha da büyüdü. Ancak bu, gizli bir büyümeydi. Yeni doğmuş kurnazlığı Buck'a kendine hâkimiyet ve kontrol gücü veriyordu. Kendim rahat hissedebilmek için yeni hayata uyum sağlamakla zaten fazlasıyla meşguldü, bu yüzden kavgaları başlatmamakla kalmayıp, mümkün olduğunca onlardan kaçıyordu da. Tavrına belirli bir tedbirlilik hâkim olmuştu, ihtiyatsızlığa ve aceleciliğe kapılmıyor, Spitz'le aralarındaki keskin nefrette sabırsızlık göstermiyor, her türlü saldırgan davranıştan kaçınıyordu.

Diğer taraftan Buck'ı tehlikeli bir rakip olarak gördüğünden olsa gerek, Spitz dişlerini göstermek için hiçbir fırsatı kaçırmı-yordu. Hatta Buck'a gözdağı vermek için yolundan çıkıyor, sadece ikisinden birinin ölümüyle sonuçlanabilecek o kavgayı başlatmak için sürekli uğraşıyordu. Beklenmedik bir olay olmasa bu kavga yolculuğun daha başlarında gerçekleşecekti. O günün sonunda Laberge Gölü'nün kıyısında, rüzgâra açık, sefil ve kasvetli bir kamp kurmuşlardı. Aralıksız yağan kar, akkor bir bıçak gibi insanı kesen bir rüzgâr ve karanlık, onları el yordamıyla bir kamp yeri aramaya zorlamıştı. Bundan daha kötüsü olamazdı. Arkalarında kayalardan dimdik bir duvar yükseliyordu ve Perrault ile Francois, gölü kaplayan buzun üstünde ateş yakmak ve uyku tulumlarını buzun üzerine sermek zorunda kalmışlardı. Daha hafif yolculuk etsinler diye çadırlarım Dyea'da bırakmışlardı. Suyun sürüklemiş olduğu birkaç parça çalı çırpı, ancak buzlarını çözmeye yarayan ve onları akşam yemeklerini karanlıkta yemeye terk eden bir ateş sağlamıştı onlara.

Siper oluşturan bir kayaya yakın bir yerde Buck yuvasını kazdı. Yuvası öylesine rahat ve sıcaktı ki, Francois buzlarını ateş üzerinde çözmüş olduğu balıkları dağıtırken yuvasından istemeye istemeye çıktı. Kendi payını bitirip geri döndüğünde, yuvasının işgal edilmiş olduğunu gördü. Uyarı dolu bir hırıltı, yerini kapanın Spitz olduğunu gösteriyordu. O ana kadar Buck düş-manıyla sorun yaşamaktan kaçınmıştı, ama bu kadarı da fazlaydı, içindeki vahşi hayvan kükredi. Spitz'in üzerine öyle bir öfkeyle atladı ki, ikisi de şaşırdı. Spitz daha çok şaşırmıştı, çünkü o ana kadar hasmının alışılmadık derecede çekingen bir köpek olduğunu ve sadece ağırlığı ve koca cüssesi sayesinde ayakta kalabildiğini sanıyordu.

Francois da şaşırmıştı, dağılmış yuvadan birbirlerine girmiş halde dışarı fırlayan köpekleri görünce meseleyi tahmin etti. "Hadi oğlum!" diye bağırdı Buck'a. "Göster gününü ona! Göster o pis hırsıza gününü!"

Spitz de kavga etmeye aynı derecede istekliydi. Büyük bir öfke ve hırsla bağırıyor, Buck'ın üzerine atlamak için ileri geri gidip onun etrafında dönerek fırsat kolluyordu. Buck'ın hırsı ve dikkati de onunkinden aşağı kalmıyordu; o da ileri geri daireler çizerek uygun anı kolluyordu. Ama tam o sırada beklenmeyen bir olay, üstünlük sağlamak için yaptıkları kavgayı, uzak bir geleceğe, miller boyunca yorucu kızak çekme işinin ötesine attı.

Perrault'dan bir küfür, bir hayvan iskeletine vurulan sopanınçıkardığı ses ve acı dolu tiz ve keskin bir ciyaklama, hengâmenin başladığını haber verdi. Bir anda kampın sinsice içeri girmiş kürklü hayvanlarla dolu olduğu anlaşıldı -açlıktan gözü dönmüş seksen ila yüz Eskimo köpeği, kampın kokusunu yakınlardaki bir Kızılderili köyünden almıştı. Köpekler Buck ile Spitz kavga ederken içeri sızmıştı ve iki adam iri sopalarla ortalarına atladığında dişlerini gösterip karşı koydular. Yemek kokusu onları çılgına çevirmişti. Perrault köpeklerden birini kafası yiyecek kutusunun içine dalmış halde buldu. Sopasını şiddetle hayvanın sıska kaburgalarına vurdu ve yiyecek kutusu yere devrildi. Bir anda açlıktan ölmek üzere olan yirmi kadar vahşi hayvan, ekmekle domuz pastırmasının başına üşüştü. Sopalar acımasızca üzerlerine iniyordu. Sopa yağmuru altında havladılar, uludular; ama son kırıntıyı da yutuncaya dek çılgınca mücadele etmeyi bırakmadılar.

Bütün bunlar olurken ekipteki köpekler şaşkın bir halde yuvalarından dışarı fırlamış, fırladıkları gibi de yuvaları azılı istilacılar tarafından işgal edilmişti. Buck hayatında böyle köpekler görmemişti. Sanki kemikleri derilerinden dışarı fırlayacaktı. Alev alev gözleri ve salyaları akan dişleriyle, üzerlerinden sarkan kirli postlardan ve iskeletlerden ibarettiler. Ama açlık onları deliye döndürmüş, korkunç bir hale getirmişti. Onlara karşı koymak mümkün değildi. Daha ilk saldırıda ekipteki köpekler kayalara geri püskürtüldü. Buck üç Eskimo köpeği tarafından sıkıştırılmış ve bir anda başı ve omuzları yaralanmıştı. Kargaşa muazzamdı. Billee her zamanki gibi ağlıyordu. Dave ile Sol-leks çok sayıdaki yaralarından yere kan damlar vaziyette, cesurca yan yana savaşıyordu. Joe şeytan gibi ısırıyordu. Bir Eskimo köpeğinin ön bacaklarından birini dişledi ve dişleri kemiği kırıp içine kadar girdi. Her zaman hasta numarası yapan Pike, sakatlanmış hayvanın üstüne atlayarak hızla dişlerini geçirip ani bir çekişle hayvanın boynunu kırdı. Buck, ağzından köpükler saçılan bir köpeği gırtlağından yakaladı ve dişlerini boynuna geçirince üstüne kanlar fışkırdı. Kanın ağzındaki sıcak tadı Buck'ı daha da büyük bir öfkeye sürükledi. Düşmanının üstüne atıldı ve aynı anda kendi gırtlağına da dişlerin battığını hissetti. Bu Spitz'di, haince yandan saldırıyordu.

Kampta kendi taraflarını temizlemiş olan Perrault ile Francois kızak köpeklerini kurtarmaya koştu. Açlıktan ölmek üzere olan canavarlardan oluşan vahşi grup önlerinden çekildi ve Buck da kendini kurtardı. Ama bu sadece bir anlıktı, iki adamın grubu kurtarmak için geri dönmesi gerekiyordu, çünkü Eskimo köpekleri yeniden ekibe saldırmak için geri dönmüştü. Duyduğu korkuyla cesaretlenen Billee, vahşi dairenin üzerinden sıçrayarak buzun üzerinden kaçıp uzaklaştı. Pike ve Dub da arkalarına bakmadan onu takip ettiler, ekibin geri kalanı da peşlerin-deydi. Buck da onların ardından fırlamaya hazırlanırken, gözünün ucuyla Spitz'in onu yere yıkmak için üzerine atladığını gördü. Bir kez ayakları yerden kesilip bu Eskimo köpeği sürüsünün altında kaldı mı, hiçbir şansı olmazdı. Spitz'in saldırısının getirdiği şoku atlatıp, gölün üstünde kaçanlara katıldı.

Daha sonra dokuz köpek bir araya geldi ve ormanda saklanacak yer aramaya başladı. Takip edilmemelerine rağmen perişan vaziyetteydiler. Dört veya beş yerinden yaralanmamış tek bir köpek bile yoktu, kiminin yaraları da ağırdı. Dub arka ayağından ağır yaralanmıştı; Dyea'da ekibe katılan son Eskimo köpeği olan Dolly'nin ise gırtlağı fena yarılmıştı; Joe bir gözünü kaybetmişti; kulaklarından biri çiğnenip şerit şerit olmuş iyi huylu Billee ise bütün gece boyunca ağlayıp inledi. Gün ağarınca ihtiyatlı bir şekilde topallayarak kampa geri döndüler. Yağmacılar gitmişti veiki adamın da canı çok sıkkındı. Erzaklarının yarısı gitmişti. Eskimo köpekleri kızak kayışlarıyla çadır bezlerini yemişti. Aslında, yenilemeyecek bile olsa hiçbir şeyi çiğnemeden bırakmamışlardı. Perrault'nun geyik derisinden yapılmış bir çift mokasenini, deri kayışların parçalarını, hatta François'nın kırbacının ucundan yarım metreden uzun bir kısmı bile yemişlerdi. Francois yaralı köpeklerine bakınca kederle söylenmeye başladı.
"Ah, dostlarım," dedi şefkatle, "belki sizi kudurtur bu kadar ısırık. Belki de hepsi kuduzdu, sacredam" Sen ne dersin, Perrault?"

Kurye şüpheyle başını iki yana salladı. Dawson ile aralarında hâlâ kızakla gidilecek dört yüz mil mesafe varken, köpekleri arasında kuduz çıkmasına göz yumamazdı. Küfredip uğraşarak geçen iki saatin sonunda koşumlar iyi kötü bir şekle sokuldu ve yaraları yüzünden kıpırdamakta zorlanan ekip, şimdiye kadar karşılaşmış oldukları, hatta Dawsonla aralarındaki mesafede karşılaşacakları en zorlu yolculuk için, acıyla kıvranarak yola koyuldu

Thirty Mile Nehri apaçıktı. Azgın sular donu engelliyordu ve sadece girdaplarda ve durgun yerlerde buz tutmuştu. O korkunç otuz mili kapatmak için altı gün boyunca sıkı kızak çekmeleri gerekti. Korkunçtu, çünkü her adımda hem köpekler için, hem adamlar için ölüm tehlikesi vardı. Önden giden Perrault defalarca kırılan buz geçitlerden düştü ve her seferinde elindeki uzun sopası sayesinde kurtuldu. Sopayı öyle bir şekilde tutuyordu ki, ne zaman kendi vücudunun açtığı deliklere düşse, sopa da onunla birlikte düşüyordu. Ama dondurucu bir soğuk vardı, termometre sıfırın altında elliyi gösteriyordu ve suya her düşüşünde hayatta kalabilmek için, ateş yakıp giysilerini kurutması gerekiyordu.

Hiçbir şey onu yıldırmıyordu. Zaten hiçbir şey onu yıldırma-dığı için hükümet kuryesi olarak seçilmişti. Her türlü riski göze alıyordu, küçük ve kuruluktan kırışmış yüzüyle azimle soğuğun içine dalıyor ve şafaktan günbatımına kadar mücadeleye devam ediyordu. Ayaklarının altında bükülüp çıtırdayan, üzerinde durmaya cesaret edemedikleri buzun donmuş kıyılarından geçiyordu. Bir seferinde kızak Dave ve Buck ile birlikte suya düştü ve dışarı çekildiklerinde ikisi de yarı donmuş ve neredeyse boğulmuş durumdaydı. Onları kurtarmak için her zamanki gibi ateş yakılması gerekti. Kaskatı buzlarla kaplanmışlardı ve iki adam onlan ateşin yanacak kadar yakınında koşturdu, terletti ve buzlarını çözdü.

Bir seferinde de Spitz suya gömüldü ve peşi sıra bütün ekibi de, Buck'a gelinceye kadar sürükledi. Buck, ön pençeleri kaygan kenarda, her tarafında buzlar çatırdayıp kırılırken, var gücüyle geri çekti. Onun arkasında Dave vardı ve o da aynı şekilde geri çekti; onun da arkasında Francois kasları çatlayıncaya kadar çekiyordu.

Bir keresinde de buz hem önlerinden, hem arkalarından kırıldı ve kayaya tırmanmaktan başka kaçış yolu bırakmadı. Per-rault ancak bir mucize olursa kurtulabileceklerini düşünürken, Francois da bu mucize gerçekleşsin diye dua etmekle meşguldü. Her bir sırım, kızağın tüm kayışları ve koşumlar hep birlikte bükülerek uzun bir halat yapıldı ve köpekler bununla birer birer kayanın tepesine çekildi. Kızakla yük de geldikten sonra, Francois sonuncu olarak yukarı çıktı. Ardından inecek bir yer arayışı başladı ve nihayet iniş de halat yardımıyla yapıldı. Karanlık bastırdığında yine nehrin üstünde, sabah yola çıktıkları noktadan sadece çeyrek mil uzaktaydılar.

Hootalinqua'ya ve sağlam buza ulaştıklarında, Buck yorgunluktan tükenmiş haldeydi. Diğer köpeklerin durumu da onun-kinden farklı değildi, ama Perrault kaybedilen zamanı telafi etmek için onları sabahın erken saatlerinden geç vakitlere kadar koşturuyordu, ilk gün Big Salmon'a kadarki otuz beş mili kat ettiler, ertesi gün Little Salmon'a bir otuz beş mil daha gittiler, üçüncü günse kırk mil giderek Five Fingers'a ulaşmayı başardılar.

Buck'ın ayakları Eskimo köpeklerininki kadar sıkı ve sert değildi. Onunkiler, son vahşi atasının bir mağara veya nehir adamı tarafından evcilleştirildiği günden bu yana, nesiller boyunca yumuşamıştı. Bütün gün acıyla topalladı ve kamp kurulur kurulmaz yarı ölü bir vaziyette yere yattı. Çok aç olmasına rağmen balıktan kendisine düşen payı almak için yerinden kıpırdamak istemiyordu, bu yüzden Francois yemeğini ayağına getirmek zorunda kaldı. Ayrıca köpek sürücüsü her gece yemekten sonra Buck'ın ayaklarını yarım saat boyunca ovdu ve kendi mokasenlerinin üst kısımlarını feda ederek Buck'a dört tane mokasen yaptı. Bunlar Buck'ı çok rahatlattı. Bir sabah Francois mokasenleri unuttu diye Buck'ın sırt üstü yatıp dört ayağını birden yalvarırcasına havada salladığını ve onlar olmadan yerinden kıpırdamayı reddettiğini gören kırışık yüzlü Perrault bile bir anlığına sırıttı. Daha sonraları Buck'ın ayakları yola alışıp sertleşti ve aşınmış pabuçlar da atıldı.

Bir sabah Pelly'ye koşumlarını takarlarken, hiçbir zaman, hiçbir konuda göze çarpmayan Dolly, bir anda kuduruverdi. Duyan tüm köpeklerin tüylerini korkudan diken diken eden bir biçimde, bir kurt gibi uzun uzun ve dokunaklı bir şekilde uluyarak vaziyetini belli ettikten sonra, dosdoğru Buck'ın üzerine atladı. Buck bir köpeğin böyle kudurdüğünü hiç görmemişti, kudurmakdan korkmak için bir nedeni de yoktu; ama korkması gerektiğini biliyordu ve panik içinde ondan kaçtı. Var gücüyle dümdüz koşuyordu, Dolly de soluk soluğa ve ağzından köpükler saçarak hemen bir adım arkasından geliyordu. Buck öyle korkuyla koşuyordu ki, Dolly onu yakalayamıyordu; Dolly de öyle çılgınca koşuyordu ki, Buck ondan uzaklaşamıyordu. Buck adanın ortasındaki ağaçların içine daldı, aşağıya adanın ucuna kadar koştu, başka bir adaya giden buzlarla kaplı bir arka geçitten ikinci, oradan üçüncü bir adaya geçti, ana nehre geri döndü ve ümitsizce nehri geçmeye çalıştı. Bütün bunlar olurken, arkasına bakmasa da, Dolly'nin hırıltısını sadece bir adım gerisinde duyabiliyordu. Francois çeyrek mil öteden Buck'a seslendi ve Buck süratle gerisingeri döndü, Dolly'den hâlâ sadece bir adım öndeydi, nefesi kesilmişti ve tek ümidi François'nın onu kurtar-masıydı. Köpek sürücüsü baltayı elinde hazır tutuyordu ve Buck ok gibi onun yanından geçer geçmez, baka kudurmuş Dolly'nin kafasına büyük bir şiddetle indi.

Buck bitkin, nefes nefese, gücü kalmamış bir halde kızağa çöktü. Spitz'in beklediği fırsat da buydu. Buck'ın üstüne atlayıp dişlerini karşı koyamayan düşmanına iki kez geçirdi ve etini kemiğine kadar yırtıp ayırdı. Ardından François'nm kırbacı indi ve Buck Spitz'in o zamana kadar ekipteki köpeklerden birinin almış olduğu en kötü kırbaç darbesini yediğini görünce memnun oldu.

"Şeytanın teki bu Spitz," dedi Perrault. "Lanet günün birinde o Buck'ı öldürecek."
"Ama Buck da iki şeytana bedel," diye karşılık verdi Francois. "Devamlı izlediğimden biliyorum. Gör bak, günün birinde öfkeden deliye dönecek ve bu Spitz'i çiğnediği gibi karın ortasına tükürecek. Kesinlikle. Biliyorum bunu."

O andan sonra aralarında savaş vardı artık. Lider köpek veekibin herkes tarafından tanınmış efendisi olarak Spitz, bu tuhaf Güneyli köpeğin kendi üstünlüğüne bir tehdit oluşturduğunu hissediyordu. Buck onun için gerçekten de tuhaf bir köpekti, çünkü onca Güneyli köpek görmüş olmasına rağmen, hiçbiri kampta ve yolda fazla başarılı olamamıştı. Hepsi aşırı narindi, ağır işten, soğuktan ve açlıktan ölüyorlardı. Oysa Buck diğerlerinden farklıydı. Sadece o dayanmış ve gelişmiş, güç, vahşet ve kurnazlıkta bir Eskimo köpeğiyle başa baş gitmişti. Ayrıca lider olabilecek bir köpekti ve onu tehlikeli yapan şey, kırmızı kazak-lı adamın elindeki sopanın, onun liderlik arzusundan körü körüne kabadayılığı ve tedbirsizliği tamamıyla çıkartıp atmış olmasıydı. Son derece kurnazdı ve ilkel bir sabırla uygun anın gelmesini beklemeyi biliyordu.

Liderlik için çatışma vaktinin gelmesi kaçınılmazdı. Buck bunu istiyordu, istiyordu, çünkü bu onun doğasında vardı, çünkü kızak çekmenin verdiği o isimsiz, anlaşılmaz gurur pençesine almıştı onu -o gurur ki, köpekleri son nefeslerine kadar kızakta tutuyor, onları koşum takımında seve seve ölecek kadar cezbe-diyor ve koşumdan kesilip çıkartılırlarsa kalplerini kırıyordu. Tekerlek köpeği olarak Dave'in, var gücüyle çekerken Sol-leks'in duyduğu gurur buydu; kamp toplanırken onları ele geçiren, onları ters ve asık yüzlü vahşi hayvanlardan mücadeleci, istekli, hırslı varlıklara dönüştüren; gün boyunca onları kamçılayıp, geceleri kamp kurulunca yok olup, onları yeniden hüzünlü huzursuzluklarına ve mutsuzluğa döndüren gurur. Bu gurur Spitz'i ayakta tutuyor, onun koşumlarda hata yapan, kaytaran veya sabahları koşumları takma vaktinde saklanan kızak köpeklerini dövmesine neden oluyordu. Aynı şekilde, onun Buck'tan olası bir lider olarak korkmasına neden olan da bu gururdu. Çünkü bu gurur Buck'ta da vardı.

Öbürünün liderliğini gayet açıkça tehdit ediyordu. Onunla cezalandırmak istediği, işten kaytaran köpeklerin arasına giriyordu. Bunu da kasten yapıyordu. Bir gece çok şiddetli kar yağmıştı ve sabahleyin, hep hasta numarası yapan Pike ortalıklarda gözükmedi. Bir karış karın altında güzelce saklanmıştı. Francois seslenerek onu aradı, ama bulamadı. Spitz hiddetten çılgına dönmüştü. Öfkeyle kampı dolandı, onun olabileceği her deliği kokladı ve kazdı, öyle fena hırlıyordu ki, Pike bunu duyup saklandığı yerde titredi.

En sonunda Pike yerinden çıkartılıp Spitz onu cezalandırmak için üzerine atlayınca Buck da aynı derecede öfkeyle aralarına girdi. Bu öylesine beklenmedik bir biçimde, öylesine kurnazca yapılmış bir şeydi ki, Spitz geri savruldu ve ayakları yerden kesildi. Sefil bir halde titremekte olan Pike, bu açık başkaldırıdan cesaret alarak devrik liderinin üstüne atladı. Centilmenliği çoktan bir tarafa atmış olan Buck da Spitz'in üstüne atladı. Ancak, olaya kıkır kıkır gülse de adaleti yerine getirirken ödün vermeyen Francois, bütün gücüyle kırbacını Buck'a indirdi. Bu Buck'ı yere serilmiş hasmından alıkoyamadı ve kırbacın dipçiği devreye girdi. Darbelerden yarı afallamış bir halde Buck geriye püskürtüldü ve kırbaç üstüne tekrar tekrar indi, bu sırada Spitz de birçok kusur işlemiş olan Pike'ı adamakıllı cezalandırıyordu.

Sonraki günlerde, Dawson'a gittikçe yaklaştıkları sırada, Buck hâlâ Spitzle suçluların arasına giriyordu, ama bunu Francois ortalıkta yokken, kurnazca yapıyordu. Buck'ın gizli ayaklanması sonucunda ekipte genel bir itaatsizlik havası ortaya çıktı ve gittikçe büyüdü. Dave ile Sol-leks bundan etkilenmemişti, ama ekibin geri kalanı gittikçe kötüleşiyordu. Artık işler düzgün yürümüyordu'. Sürekli bir tartışma ve nifak havası vardı. Hep bir sorun, sorunun arkasında da hep Buck vardı. François'yı bayağıuğraştırıyordu, çünkü köpek sürücüsü iki köpek arasında er ya da geç gerçekleşeceğini bildiği ölüm kalım savaşının sürekli bilincindeydi ve birçok geceler başka köpeklerin arasındaki dalaşma ve kavga seslerini duyup, Buck'la Spitz olduklarından korkarak uyku tulumundan dışarı fırlıyordu.

Fakat bu fırsat ortaya çıkmadı ve hâlâ büyük kavganın beklentisi içinde, kasvetli bir akşamüstü Dawson'a vardılar. Burada bir sürü adamla sayısız köpek vardı ve Buck'ın gördüğü kadarıyla, hepsi de iş başındaydı. Köpeklerin çalışması işlerin doğal dü-zeniymiş görünüyordu. Gün boyunca uzun ekiplerle ana caddeyi bir aşağı bir .yukarı turladılar, geceleyin de çanları caddede çalmaya devam etti. Kulübe için kütük, ateş yakmak için odun da taşıdılar, bunları madenlere çıkardılar ve Santa Clara Vadi-si'nde atlar ne iş yapıyorsa, hepsini yaptılar. Buck ara sıra Güneyli köpeklere de rastladı, ama genelde köpeklerin çoğu vahşi kurt Eskimo köpeği cinsindendi. Her gece düzenli olarak dokuzda, on ikide ve üçte, bir gece şarkısı, esrarengiz ve ürkütücü bir melodi tutturuyorlardı ve Buck da buna katılmaktan zevk duyuyordu.

Başının üstünde soğuk alevlerle yanan kutup ışıklarıyla, buz dansında sıçrayan yıldızlarla ve kar örtüsünün altında donmuş ve uyuşmuş toprakla, Eskimo köpeklerinin bu şarkısı hayata bir meydan okuma olabilirdi. Ne var ki, şarkı minör gamdaydı; uzun uzadıya ulumalar ve yarı hıçkırıklarla daha ziyade hayattan, varoluşun verdiği acılardan bir yakınmaydı. Eski bir şarkıydı, soyun kendisi kadar eski -genç dünyanın, hüzünlü olduğu bir günde bestelenmiş ilk şarkılarındandı. Buck'a böylesine tuhaf biçimde dokunan yakınma, sayısız neslin açılarıyla örülmüştü. Sızlanıp ağladığında, bir zamanlar vahşi atalarında olan yaşam acısıyla ve soğukla karanlığın, bir zamanlar onların da hissettiği korkunçluğu ve gizemiyle ağlıyordu. Ve bundan etkilene-bilmesi, ocağın yanında ve çatının altında yaşadığı devirleri geride bırakıp, yaşamın uluma çağlarındaki ilkel başlangıcına kulak kabartısının göstergesiydi.

Dawson'a girmelerinden yedi gün sonra, Yukon Yolu'na giden Barracks'ın dik kıyısından aşağı indiler ve Dyea ile Salt Wa-ter'a doğru kızak çekmeye başladılar. Perrault postayı getirdiklerinden daha acele götürür gibiydi; yolculuk gururu onu da sarmıştı ve yılın yolculuk rekorunu kırmayı hedefliyordu. Pek çok konuda avantajlı sayılırdı. Bir haftalık mola köpeklerin yeniden kuvvetlerini kazanmasını sağlamış, onları tam olarak forma sokmuştu. Bölgede açtıkları yol, kendilerinden sonra geçen yolcularla iyice sertleşmişti. Ayrıca polis de iki üç yerde köpeklerle insanlar için yiyecek depolamıştı ve böylece yolcular daha hafif seyahat edebiliyordu.

ilk gün Sixty Mile'a vardılar ki, bu da elli millik bir yol demekti; ikinci günse Yukon Nehri'nden yukarı Pelly'ye doğru hızla gittiler. Ama bu muhteşem koşuları Francois açısından büyük sorunlar ve sıkıntılarla dolu geçmişti. Buck'ın başım çektiği, içten içe büyüyen isyan ekibin dayanışmasını bozmuştu. Artık koşumlarda tek bir köpek gidiyormuş gibi değildi. Buck'ın asilere verdiği cesaret, hepsini her türlü kötü davranışa sürüklemişti. Artık Spitz korkulacak büyük bir lider değildi. Eskiden ondan duyulan korku kayboldu ve diğerleri onun otoritesine karşı çıkan eşitleri haline geldi. Pike bir gece ondan yarım balık çaldı ve Buck'ın koruması sayesinde balığı midesine indirdi. Başka bir gece de Dub ve Joe, Spitz'le kavga ettiler ve Spitz'in hak ettikleri cezayı vermekten vazgeçmesini sağladılar. Hatta iyi huylu Bil-lee bile eskisi kadar iyi huylu değildi ve artık eski günlerdekinin yarısı kadar bile yalvarırcasına sızlanmıyordu. Buck ise tehditdolu bir biçimde hırlayıp tüylerini kabartmadan Spitz'in yanma bile yaklaşmıyordu. Gerçekte, davranışları zorbalaşmaya başlamıştı, Spitz'in gözlerinin önünde kasıla kasıla dolaşıyordu.

Disiplinin bozulması aynı şekilde diğer köpeklerin birbirleriyle ilişkilerini de etkiliyordu. Kendi aralarında her zamankinden daha fazla kavga ve münakaşa ediyorlardı, öyle ki, kimi zaman kamp uluyan bir tımarhaneye dönüşüyordu. Sadece Dave ile Sol-leks değişmemişti, gerçi onlar da bitmek bilmeyen hırgürden aksileşmişti. Francois yabancı dilde barbarca küfürler savuruyor, faydasız bir öfkeyle karın üstünde tepmiyor, saçım başını yoluyordu. Kırbacı devamlı köpeklerin arasında saklıyor, ama bunun hiçbir faydası olmuyordu. Arkasını döner dönmez yine başlıyorlardı. O Spitz'i kırbacıyla desteklerken, Buck da ekibin geri kalanına arka çıkıyordu. Francois bütün bu sorunların ardında Buck'ın olduğunu, Buck da onun bunu bildiğini biliyordu; ama Buck bir kez daha suç üstü yakalanmayacak kadar akıllıydı. Koşumlarda sadakatle çalışıyordu, çünkü kızak çekme işi ona gerçekten zevk vermeye başlamıştı, ama arkadaşlarının arasında kurnazca hır çıkarmak ve koşumları birbirine dolamak daha büyük bir zevkti.

Bir gece yemekten sonra Talkeetna ağzındayken Dub bir kutup tavşanı yakaladı, tökezledi ve onu elinden kaçırdı. Bir anda bütün ekip çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Yüz metre kadar uzakta Kuzeybatı Polisi'nin bir kampı vardı ve orada bulunan, hepsi de Eskimo köpeği olan elli köpek de kovalamacaya katıldı. Tavşan nehir aşağı son hızla koşup, donmuş yatağından yukarı çıkarak ufak bir dereye yöneldi. Kardan yüzeyde kolayca koşuyor, köpeklerse bütün güçlerini harcayarak onu kovalıyordu. Buck altmış güçlü köpekten oluşan sürünün başını çekiyor, bir dönemeçten diğerine koşsa da, tavşanı bir türlü yakalayamıyordu. Hırsla inleyerek var gücüyle koşmaya başladı, muhteşem vücudu donuk beyaz ay ışığının altında en önde, adım adım, ok gibi gidiyordu. Ve adım adım, soluk beyaz bir hayalet gibi, kutup tavşanı önden koşuyordu.

Belli dönemlerde insanları gürültülü şehirlerden çıkarıp ormana yönelten ve onları kimyasallar sayesinde fırlatılan kurşun saçmalarla avlanmaya sürükleyen o eski içgüdülerin tüm kıpırtıları, kana susamışlık, öldürmenin verdiği zevk -Buck'ın hissettikleri de bunlardı, ama bunları insanlardan farklı olarak, çok daha yakından hissediyordu. Sürünün en önünde koşuyor, yabani canlı eti yakalayıp, kendi dişleriyle öldürüp, burnundan gözlerine dek sıcak kanla yıkanmak istiyordu.

Hayatın zirvesini imleyen ve ondan sonra yaşamın daha ötesine yükselemeyeceği bir esriklik anı vardır. Yaşamın çelişkisi öyledir ki, birisi en canlı halindeyken bu esriklik gelir ve canlı olduğunu tamamen unutturur ona. Bu esriklik, yaşamın bu unutuluşu, alevlerle kaplanarak dalıp giden, kendinden geçen sanatçılarda, cehenneme dönmüş bir savaş alanında savaş çılgınlığına kapılarak, düşmanına aman vermeyen askerlerde olur. Sürünün başında eski kurt çığlığını haykırarak, ay ışığında hızla önünde koşan canlı yiyeceğini var gücüyle kovalarken bu Buck'a da oldu. Doğasının derinliklerim ve kendinden daha da derinde olan, ta Zamanın rahmine kadar uzanan kısımlarını dile getiriyordu, içlerinde ölümden başka her şey olan, ateşli ve şaha kalkmış, kendisini hareketle ifade eden, yıldızların altında ve cansız toprağın üstünde sevinçle uçan her bir kasın, eklemin ve sinirin kusursuz coşkusu, yaşamın saf kabarışı ve var oluşun yükselişi avcuna almıştı onu.
Ancak olağanüstü ruh hallerinde bile soğuk ve hesapçı davranan Spitz gruptan ayrıldı ve derenin açıktan kıvrıldığı yerden

kestirme gitti. Buck bunu bilmiyordu ve hâlâ önünde uçar gibi giden tavşanın soluk hayaletinin peşi sıra kavşaktan döndüğünde, başka ve daha büyük bir soluk hayalet yukarıdaki yamaçtan tam tavşanın yolunun üzerine atladı. Bu Spitz'di. Tavşan dönemedi ve beyaz dişler belkemiğini havada kırarken, vurulan bir insanın bağırabileceği kadar yüksek sesle bağırdı. Yaşam çığlığının Yaşamın doruğundan aşağı, Ölümün ellerine indiğim duyunca Buck'ın arkasındaki bütün grup zevk içinde bir cehennem çığlığı attı.

Buck bağırmadı. Kendini tutamayıp Spitz'e atıldı, omuz omza öyle sert girdi ki, onun boynunu ıskaladı. Toz gibi karların üstünde defalarca döndüler. Spitz hiç devrilmemiş gibi yeniden ayağa kalkarak Buck'ı omzundan yaralayıp geri sıçradı. Kıvrılan ve hırıldayan etsiz ve kalkık dudaklarla ayağını daha sağlam basacak bir yer bulmak için gerilerken, dişleri iki kez, bir kapanın çelik dişleri gibi birbirine çarptı.

Buck bir anda anladı. Vakit gelmişti. Ölümüneydi. Hırlayarak, kulakları arkada, avantaj yakalamak için dikkatle fırsat kol-layarak birbirlerinin etrafında dönerlerken, yaşadığı sahne Buck'a hiç de yabancı gelmiyordu. Hepsini hatırlıyordu sanki -beyaz ormanlar, toprak, ay ışığı ve dövüşün heyecanı. Beyazlığın ve sessizliğin üzerinde ölümcül bir durgunluk vardı. En ufak bir esinti bile yoktu -hiçbir şey hareket etmiyor, yaprak bile kımıldamıyordu, gözle görülen solukları buz gibi havada yavaşça yükselip asılı kalıyordu. Kutup tavşanının işini iki dakikada bitirmişlerdi, bu köpekler kötü kurtlardı ve şu anda da ikisinin çevresinde beklenti dolu bir çember oluşturmuşlardı. Onlar da kendileri gibi sessizdi, sadece gözleri parlıyor ve soludukları hava yavaşça yukarı doğru sürükleniyordu. Buck için eski zamanların bu sahnesi, yeni ya da yabancı bir şey değildi. Sanki işlerhep böyle yürümüştü.

Spitz tecrübeli bir dövüşçüydü. Spitzbergen'den Kuzey Kut-bu'na, Kanada ve Barrens'a varıncaya kadar her türlü köpeğin üstesinden gelmiş, onlara liderlik etmeyi başarmıştı. Öfkesi sertti, ama hiçbir zaman körü körüne değildi. Parçalama ve yok etme tutkusu içindeyken, hiçbir zaman düşmanının da kendisi gibi parçalama ve yok etme tutkusu içinde olduğunu aklından çıkarmazdı. Kendisi bir hamleyi karşılamaya hazır olmadan hamleye kalkışmaz, kendini savunmaya hazır olmadan asla saldırıya geçmezdi.

Buck dişlerini büyük beyaz köpeğin boynuna geçirmeye çalışıyordu ama nafile. Dişleri yumuşak et bulmak için nereye atılsa Spitz'in dişleriyle karşılaşıyordu. Dişler birbirine çarpıyor, dudaklar kesilmiş, kanıyordu, fakat Buck hasmının savunmasını delemiyordu. Daha sonra ısınmaya başladı ve Spitz'i dört bir yandan hamlelerle çevirdi. Birkaç kez, yaşamın yüzeye yakın kö-pürdüğü o kar beyazı gırtlağa ulaşmaya çalıştı, ama her seferinde Spitz onu yaralayıp geri kaçtı. Buck onu boynundan yakala-yacakmış gibi hamle yaparken birden başını geri çekip yandan dolanmaya ve devirebilmek için omzunu Spitz'in omzuna çarpmaya çalıştı. Ama bunun yerine her seferinde Buck'ın omzu yaralandı ve Spitz kolayca geri kaçtı.

Spitz sapasağlamdı, Buck'm üstünden ise oluk oluk kanlar akıyordu. Zorlukla nefes alabiliyordu. Kavga gittikçe ümitsiz bir hal almaya başlamıştı. Bütün bu zaman zarfında da kurtlara benzeyen köpeklerden oluşan sessiz çember, hangi köpeğin yenilip yere düşeceğini görmek için beklemişti. Buck dönerken Spıtz hamle yaptı, Buck sendeledi, az kalsın düşüyordu. Bir keresinde de Buck üste çıktı ve altmış köpeklik çemberin hepsi birden hamleye hazırlandı, ama Spitz neredeyse havadayken kendini toparladı ve çember yeniden susup beklemeye devam etti.

Fakat Buck'ı diğerlerinden üstün kılan bir özelliği vardı -hayal gücü. İçgüdüleriyle dövüşürdü, ama kafasını kullanarak da dövüşebilirdi. Eski omuz numarasını yapacakmış gibi bir hamle yaptı, ama son anda eğilip kara yattı ve aşağıdan daldı. Dişleri Spitz'in ön ayağında kenetlendi. Kırılan kemiğin çatırtısı duyuldu ve beyaz köpek üç ayağı üzerinde ona karşı koymaya çalıştı. Buck üç kez onu yere yıkmaya çalıştı, ardından aynı numarayı tekrar yaptı ve hasmının sağ ön ayağını kırdı. Spitz duyduğu acıya ve çaresizliğine rağmen, ayakta kalabilmek için çılgınca bir mücadele veriyordu. Sessiz çemberin parıldayan gözleri, dışarı sarkmış dilleri ve yükselen gümüş rengi soluklarıyla üzerine doğru geldiğini gördü, tıpkı geçmişte buna benzer çemberlerin yenilmiş düşmanların üzerine geldiklerini gördüğü gibi. Tek fark vardı, bu sefer yenilen kendisiydi.

Durumu ümitsizdi. Buck acımasızdı. Affetmek daha yumuşak iklimlere özgüydü. Buck son hamle için harekete geçti. Çember, Eskimo köpeklerinin soluklarım hemen yanında hissedeceği kadar daralmıştı. Onları görebiliyordu, Spitz'in arkasında ve yanlarda, gözler üzerine sabitlenmiş, yaylanıp sıçramak için gerilmişlerdi. Bir duraklama oldu. Bütün hayvanlar taş kesilmişti sanki. Sadece Spitz ileri geri sendelerken titriyor, tüylerini kabartıyor, gelmek üzere olan ölümü korkutup kaçırmaya çalışır-casına korkunç ve tehdit dolu seslerle hırlıyordu. Buck bir hamle yapıp geri çekildi; ama hamleyi yaparken nihayet tam omuz omza gelmişti. Spitz gözden kaybolurken karanlık çember, ay ışığının aydınlattığı karda bir nokta haline geldi. Buck durdu ve seyretti. O, avını öldürmüş başarılı şampiyon, üstün ilkel canavardı. Ve bu hoşuna gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder