Kürtçe ‘Dido’ söylemek zamanı…

Geldi bir kara duman
Dağların arasına
Kaderim de benziyor
Dumanın karasına”
                             Karmate Nani albümünden

“Doğu ve Güneydoğu’dan yaz sezonunda Karadeniz’e fındık toplamaya gidenler için bu umut kapısı da kapandı. Karadeniz bölgesinde fındık toplamak için bu yıl Gürcistan’dan işçi getirilecek. Bunun dışında Güneydoğu’dan giden işçiler olursa kimik bilgileri önceden valiliklere bildirilecek.”    BİRGÜN 10.06.2010

Geçtiğimiz günlerde okudum bu haberle başım öne eğildi, üzerime “Kara bir Duman” çöktü. Haber kısa, öz ve netti. Karadeniz’in kapıları fındık toplamaya gelen işçilere Kürtlüklerinden dolayı kapatılıyordu. Gerekçe; güvenlik vb…Karadenizliyim ben. 8 dönümlük bir bahçede, 1 tondan az fındık üreten bir ailenin kızı olarak tanırım, fındık toplayan işçileri ve bilirim 3 kuruş yevmiye için, insanlıktan uzak çalışma koşullarını. Kendi soframızdan tanırım, o 12 saat aralıksız çalışan insanların gözlerine yansıyan yoksulluğu ve öteki olmayı. Hümanizmin ağır bastığı ailemin kurulan ortak sofralarında, çoğu zaman unutuldu öteki olmanın ağırlığı elbet. Ama öğrendim ki babam da -son iki yıldır olduğu gibi- Gürcistan’dan getirecekmiş işçileri. Gerekçe ‘onlar bizim tarihsel akrabalarımız; aynı dili konuşuyoruz, kültürümüz aynı’. Ya Kürtler kim?

Ah babam benim, ah ‘sofranın dili, dini, mezhebi, yoksulu, zengini olmaz’ diyen babam. Sen öğretmedin mi bana, her bayram öncesi önce yoksulu, kimsesizi ziyaret etmeyi; daima hakkın, haklının yanında durmayı; ezilenin dostu olmayı. Sen öğretmedin mi dili, dini ne olursa olsun önce insan olmayı… Şimdi nasıl susayım? Düşmanlık tohumları boy verirken topraklarımızda; salt Kürt oldukları için düşman bellenenlere, 20 TL için 12 saat çalışmayı göze alanlara yani yoksula, ezilenlere şimdi sırtımı nasıl döneyim? Nasıl görmezden geleyim, nasıl susayım?

Ya sevgili amcalarım, gürcüce konuştuğumda “aferin” diyen, “unutma dilini” diyen köyümün emektar insanları. Ne çabuk unuttuk köyümüzün yağız delikanlısını. Ekmeğimizi bölüşebildiğimiz insanca bir yaşam için, tam da bunun için, dünyaya kafa tutan Fikri’yi, çocukların Fikri amcasını, Terzi Fikri’yi. Mezarı halen caminin yanında, köyün ‘Ursula’sı babaannemim mezarının yanı başındaki Fikri Sönmez’i, ne çabuk unuttuk. Kemikleri sızlıyor mudur, ha ne dersiniz…

Ya sol yanı ağır basan dayılarım. Ağız dolusu gülebilmeyi, her türlü fikri tartışabilmeyi, vicdanlı olabilmeyi öğrendiğim dayılarım benim. Ya siz? Sevmeyi mi unuttunuz, yoksa vicdanınızı mı körelttiler? Bir mevsim yarı tok bir yaşam için onca yolu kateden, dili en az bizim kadar Ankara’ya uzak o yoksul işçileri, hangi fikrin kutusuna hapsedip kapağını sıkıca kapadınız…

Ya benim Karadenizimin asi çocukları, isyankâr tulumcuları. Yalana, talana, sömürüye dur diyen iflah olmaz solcuları. “Karadeniz İsyandadır” diyerek HES’lere geçit vermeyen Fırtınanın çocukları. Laz,Çerkes, Gürcü, Hemşinli, Türk, Ermeni… Kültürler mozaiği, dayanışmanın, isyanın, direnişin sembolü Karadenizim benim. Bunca rengi bağrımızda yaşatan biz; bir başka dile, bir başka kültüre kapılarımızın kapatılmasına nasıl izin vereceğiz? Nasıl suskun kalacağız, yoksul Kürt emekçisinin ‘sınır dışı’ edilmesine? İsyankar ruhumuza nasıl anlatacağız suskunluğumuzu…

Bu yıl Newroz’da Diyarbakır’daydım. Sevgili dostum Kazım’ın “ 500 bin Kürt, Lazca DİDO’yu hep bir ağızdan söyledi Dilo” dediği yerde. Bir ara sahneden Kürtçe yapılan bir anonsun arasından Kazım’ın ismine kulak kabarttım. Genç bir grup çağrılmıştı sahneye Kazım şarkıları söylemek üzere. Bir Karadenizliydim ve dilini bilmediğim bir coğrafyada ezgilerim çalınıyordu. Sıra ‘dido’ya geldiğindeyse alandaki yüz binlerce insan sahneden aldı sözü. Artık her yer ‘dido’ diyordu. Bir milyon Kürt, bilmediği bir dilde selam ediyordu Kazım’a. Dağların çocuklarının bu Kürtçe vefasını “milliyetçilik en büyük düşmanlıktır” diyen Kazım’a nasıl anlatacağız, başımızı eğmeden? Seni yüreklerinde ağırlayanları biz bahçemize sığdıramadık, nasıl diyeceğiz…

“Konuşmayı şehvetle seven”, başı dik, onurlu Karadenizim benim; ne baş eğmek ne susmak yaraşmaz sana. Şimdi hırçın dalgalarının, deli horonunun zamanıdır. Şimdi isyana durma zamanıdır. Şimdi fındık bahçelerinde inadına zılgıt çekme zamanıdır.

Şeyhmus Ağbi (Diken) yazmış geçenlerde Birgün Gazetesinde sitem ederek; “Fındığınızı siz yiyin, içi de kabuğu da sizin olsun. Gelmeyeceğim memleketinize” diye. Yok Şeyhmus Ağbi, sen gel yine de. Üzerinden 12 Eylül dozer gibi geçmiş olsa da, şovenizmi ekmek için uğraşsalar da; bu toprakların başı dik, onurlu insanları isyanın horonunda ağırlar seni. Ben o topraklardan öğrendim direnmeyi, bilirim. Sen, Kürt emekçilerini de yüreğini de al gel. Birlikte söyleyelim Dido’yu, Diyarbakır’a selam ederek…

Dilek Dindar
OKUYUNUZ:  300 Bin Mevsimlik İşçi Gözaltnda- sendika.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder