Çeviren: Tuğçe Çuhadaroğlu
Venezüella’daki kadınlık durumu kati toplumsal yargının egemenliğinde seyretmiştir; eğer bir kadın bekâr bir anne ise yanında bir erkek tutamamakla suçlanır, başarılı bir profesyonel ise yaşamına bir partnerin müdahalesini kabul edemeyen “baskın kişilik” olarak muamele görür, eğer bir kamu kurumunda çalışıyorsa erkekleşmiş addedilir ya da fiziksel olarak güçlüyse eşcinsel olabilir… Bir kadındaki herhangi bir eğilim göstergesi “normal” sayılandan sapmayı teşhis etmek için dikkatle ve detaylı bir biçimde irdelenir. Her birey birçok sosyal ilişki ile çevrilidir: üretim, ırk, milliyet, etnisite, toplumsal cinsiyet ve cinsellik. Tüm bunlar birlikte bütünlüklü ve farklılaşmış öznellikleri oluştururlar.
“Toplumsal cinsiyetten konuşmak” ne demektir? Araştırmacı María de Jesús Izquierdo’ya göre: “Kadınların hissettiği eşitsizlik cinsiyetçi iş bölümü ile başlayan ve toplumsal cinsiyetin toplumsal inşası ile pekiştirilen bir süreçtir: kadınsanız, bazı şeyler yapmak zorundasınızdır, erkekseniz başka şeyler yapmak zorundasınızdır. Bir sonraki aşama kadınlara ayrılan işlerin feminen, erkeklere ayrılanların maskülen görülmesidir. Üçüncü aşama maskülen ya da feminen işleri icra edenlerin gördüğü tavırlardaki (saygı, tanıma ya da ücretlendirmedeki) farklılaşmadır.”
Izquierdo, Marx’ın Kapital’i yazdığı, kapitalist üretim araçlarını belirleyen kanunları tanımladığı günden beri, psikanaliz, antropoloji ve sosyoloji gibi toplumsal üst yapının ve bunun üretimle ilişkisinin sorunlarını aydınlatmaya çalışan pek çok bilim geliştiğini söyleyerek devam ediyor. Tabii ki tüm bunlar insanların hayatın maddi koşullarına sırtlarını dönmek zorunda kalıp, çözüm aradığı belirli tarihsel anlarda ortaya çıktı. Bu, işte, doğrudan ya da evrensel olmayan bir mekanik ilişkinin varlığından söz etmek anlamına gelmez. Yine de nihayetinde ekonomik kurallar ideolojik kuralları belirler.
Eğer erkeklerle karşılaştırmalı olarak kadınların toplumsal gelişimine bakarsak, Latin Amerikalı kadınların sayesinde gerçekleşen ilerlemeye rağmen şiddetli adaletsizlik devam ediyor. Bugün bile bunu sektörlerin en genişinde bulmak mümkün: aile içi şiddet, iş hayatında ayrımcılık (çünkü hamile kadınlar diğer etkenlerin yanı sıra organizasyonel gider sayılıyorlar), aileden ve daha geniş toplumsal çevreden derin ahlaki sorgulama.
Cinsiyete dayalı iş bölümü sembolik olarak toplumsal cinsiyet farklılıklarının merkezinde durur. İşçi sınıfın kadınları hepsinden önce sınıf ayrımcılığına maruz kalırlar; toplumsal cinsiyet ayrımcılığından önce kendileriyle burjuva kadınlar arasındaki, daha doğrusu genel olarak burjuva sınıfı arasındaki eşitsizliğin mağdurudurlar. Ancak toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, kadınların kendi sınıfında hissedilir ve benzer bir şekilde baskın sınıflar tarafından uygulanır.
Tüm bu zorluklara rağmen Venezüella’da kadınların önemli bir rolü var, yaygın toplumsal sorgulamaya rağmen başları dik bir şekilde günlük hayattaki üretim ve üreme süreçlerini etkileyebilecek güçte olduklarını gösterdiler.
Hugo Chávez başkanlığında ve temsiliyet gücü yüksek, Latin Amerikalı, sosyalist bir model arayışındaki merkezi hükümet, seçim sürecinde, yerel yönetimin, konseylerin ve toplumsal çalışma konseylerinin toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin sorunları da gündeme almasını, eşitlik sağlamasını ve siyasi katılımı kabul eden bir emsal yaratmasını önerdi.
Açıkçası, devlet kurumlarında hâlâ bir erkek egemenliği var, ancak yine de Ana Elisa Osorio, Antonia Muñoz, Jacqueline Faría, María Cristina Iglesias, María León, Nohelí Pocaterra, Vanesa Davis ve Yelitza Santaella gibi figürleri, Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi’nin Ulusal Başkanlığı’ndaki rolleri ile görüyoruz. Kadın yöneticiler: Lizeta Hernández (Delta Amacuro), Stella Lugo (Falcón) ve en son 23 Kasım seçimlerinde kadınların başkanlık için mücadele ettiği PSUV kampanyaları. 264 belediye başkanından 50’si kadın, 141 vekilin ise 28’i. Eşitlik hâlâ sağlanamamış olsa da, kadın katılımı her zamankinden daha fazla.
Benzer bir şekilde, işçi sınıfı kadınların fabrika işgal süreçlerine katılımı, cinsiyetimizin emek ilişkileri talebinde de ne kadar yürekli olduğunu gösterdi, tıpkı geleneksel olarak sömürülenlerin hak ettikleri takdiri görmeksizin çok uzun yıllardır yaptıkları gibi.
Kapitalizmde kadınların maruz kaldığı eşitsizlik en çok, kapitalizm sömürüsünün en yoğun olduğu ülkelerde mevcut. 60’ların ve 70’lerin büyük feminist hareketlerinin ortaya çıkışından sonra özellikle emperyalist ülkelerdeki toplumsal cinsiyet odaklı çalışmalar ve kadın kurtuluş hareketi ilerlemeci bir pratiğe büründü: Eylem ve seferberlik gibi araçlarla toplumun bütün kesimlerini mücadelenin bir parçası olmaya çağırıyorlar. Aslında, bizim ülkemizde Kadın Konseyleri, sosyalizmin inşasına katıksız itaatten ziyade devletin emirlerinin harfiyen yerine getirilmesini hedeflemeye başladılar.
Ekonomik ölçülere gelirsek, en yüksek maaş aralığında bile kadınlara rastlanıyor. Tek istisna tarım sektöründe görülüyor. Bu sektörde örneğin, tarlada çalışan erkeklerin %55’iyle kadınların yalnızca %16’sını kıyaslayabiliyoruz. Şüphesiz bu farkı, maşist Latin Amerika kültürünün iktidarının en çok kırsal bölgelerde hüküm sürdüğünü hatırladığımızda rahatlıkla açıklayabiliyoruz.
Toplumsal cinsiyet olgusu dünya genelinde ve sosyo-kültürel olarak, sosyo-politik ve ekonomik kurumların merkezi dayanağı olarak iş gören cinsiyete dayalı bir ayrım olarak ortaya konur. Bu şu anlama gelir: Toplumsal cinsiyet diskurları farklı kültürel temsiliyetler inşa etmiş olsa da, hâlâ kadınlığa ve erkekliğe ilişkin popüler imgelerdeki benzer prototiplerden yola çıkarlar ve onları yeniden üretirler.
http://www.znet-turkiye.org/ 'dan alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder