Latin Amerika ve sosyal-liberalizmin sonu – James Petras

Güncel dünya bunalımı ve bazı ülkelerin olası toparlanışı, geleneksel ‘ihraç piyasası’ -serbest ticaret-, göreceli fayda doktrinlerinin zayıflıklarını açığa vurdu.
Bu hiçbir yerde son Latin Amerika deneyiminde olduğu kadar açık değildir. Bölge ülkelerinin çoğunda ortaya çıkan son halk ayaklanmalarına ve merkez-sol rejimlerin yükselişine rağmen, dış ekonomik ilişkiler başta olmak üzere, izlenen ekonomik yapılanmalar, stratejiler ve politikalar, öncellerinin ayak izlerini takip etmekten kurtulamadı. Özellikle tarım, maden ve enerji alanındaki ürünlere şiddetli talep ve fiyatlarındaki artışın etkisiyle bir dizi kritik alanda yapılması gereken değişikliklerden vazgeçtiler ve neoliberal seleflerinin politik ve ekonomik miraslarına adapte oldular. Böylece şu an 2008’de başlayan dünya ekonomik durgunluğuna bağlı olarak ciddi sosyal sonuçları olan keskin ekonomik gerilemeyi yaşamaktalar.
Sosyoekonomik krizler önemli dersler sunuyor; yatırım, ticaret alanlarındaki derin yapısal değişikliklerin ve stratejik ekonomik sektörlerin mülkiyetini devralma gibi adımların adil ve istikrarlı bir büyümeyi garantilemek için temel noktalar olduğu düşüncesini güçlendiriyor.

Serbest piyasa, serbest ticaret doktrini: 1990’lar

1970’lerin ortasından itibaren ABD yanlısı askeri ve sivil otoriter rejimlerin iktidara gelişi ve ABD serbest piyasa akademisyenleri ve ABD eğitimli ekonomistlerin rehberliğinde Latin Amerika, serbest piyasa-serbest ticaret politikalarının bir laboratuvarı haline dönüştü. Koruyucu ticaret engelleri düşürüldü veya kaldırıldı, böylece sübvanse edilmiş ABD ve AB tarım ürünleri, yerel tüketim için gıda üreten küçük çiftçileri büyük oranda yok ederek engelsiz bir şekilde ülkelere girebildi.

Politikacı yapıcılar, ‘göreceli fayda’ doktrini altında, avantajlı fiyatlara, avantajlı pazar erişimine ve uygun gıda, tarım ekipmanı ve tarım-dışı ithal fiyatlarına güvenerek buğday, soya, mısır ve büyükbaş hayvan gibi temel gıda maddelerinin ihracına yoğunlaşan büyük ölçekli tarım işletmelerini finanse ve teşvik ettiler.
Ekonominin topyekün deregülasyonu ve kamu işletmelerinin özelleştirilmesi kapıları yabancı yatırıma sonuna kadar açtı ve stratejik sektörlerin devralınmasını kolaylaştırdı. Böylece ekonomik büyüme ve ödemeler dengesini sağlamak için yabancı yatırıma bağımlılık arttı.
Rejimlerin genel stratejisi, ülke içi pazarın zayıflatılması ve daraltılması (kitlesel yerel tüketimin kısılması) pahasına ihraç pazarlarına dayanıyordu; yerel emek masraflarını ucuzlaştırma ve tarıma ve madene dayalı (agro-mineral) zengin egemen sınıfın yüksek kazancını süreklileştirme… Söz konusu egemenlerin rejimlerin bütün kilit ekonomi bakanlıklarındaki varlığı, dünya pazarlarının içsel istikrarsızlığının uzun geçmişini gözden kaçırarak, kendi hizmetlerindeki bu politikalara ‘rasyonel verimli pazarlar’ kavramı çerçevesinde ideolojik bir cila çekilmesini sağladı.

Geleneksel neoliberal rejimlerin krizi

Kuralsızlaştırılmış mali sistem ve 2000-2001 dünya ekonomik durgunluğu, ekonominin ve kamu hazinesinin serbest piyasa uygulayıcıları tarafından ve devasa yolsuzluk nedeniyle talan edilişi, işçilerin, köylülerin ve kamu çalışanlarının vahşi sömürüsü bölge çapında ayaklanmaları üretti. Seçim yarışlarında bir dizi ABD destekli rejim devrildi ya da başarısızlığa uğratıldı. Ekvador, Arjantin, Bolivya, Brezilya, Uruguay ve Paraguay, seçim kampanyaları sırasında iktidarın yapısında, sosyal harcamalardaki artış ve kırsal alanda toprağın yeniden dağıtımı noktalarındaki değişiklikleri de içeren ‘derin yapısal değişimleri’ vaat eden merkez-sol rejimlerin iktidara gelişine yol açan halk ayaklanmalarına tanıklık etti.
Ancak pratikte, yerleşik sağcı partilerin politik yenilgisi ya da ekonomik elitlerin zayıflaması geniş çaplı ve uzun vadeli sosyoekonomik dönüşümler için bir temel oluşturmadı. Yeni merkez-sol rejimler ekonomik elitleri, ekonomiyi yeniden canlandırmaları, yoksul ve işsizleri sübvanse etmeleri için çaba sarf etmeye zorlayarak onları ‘reforme’ etmeyi deneyen sosyo-ekonomik politikalar izlediler. Partiyi -politik sistemi- dönüştürmek için ciddi bir çaba gösterilmeksizin politik elitler iktidardan uzaklaştırıldılar, büyük basınç altındaki birkaç rüşvetçi mahkemeye sevk edildi. Diğer bir deyişle, serbest piyasa politikalarının tetiklediği krizde neoliberal elitlerin ölümü tam olarak gerçekleşmedi, merkez-sol rejimlerin devlet müdahalesini içeren kriz yönetim politikaları nedeniyle dönemsel olarak askıda kaldılar.

Merkez sol politikalar: Kriz yönetimi ve ekonomik patlama

Yeni merkez-sol hükümetler iş dünyasına ekonomik teşvikler sunmak ve mali düzenlemeler yapmaktan, yoksulluk programlarına ödeneklerin artırılması, geniş kapsamlı ücret artışları ve halk örgütlenmelerinin liderleriyle fikir alışverişine kadar bir dizi politika benimsediler. Bazı özel şirketlerin iflasına müdahale etmenin yanısıra önceki dönemden politik düşmanlarını ve suçluları da yok saydılar. Bu sembolik ve dikkat çekici politikalar dönemsel olarak kitlesel seçim desteğini güvence altına aldı ve halk hareketlerinin daha radikal kesimlerini böldü ve onları izole etti.
Yine de bir taraftan merkez sol rejimler tabandan gelen radikal taleplerle mevcut tüm kapitalist elitleri (yabancı çokuluslu şirketler, tarım ve maden şirketleri, mali, ticari ve sanayi elitleri) de kapsayan kendi politik icraatlerini normalleştirme ve kapitalist gelişimi canlandırma noktasında denge kurmaya çalışırken, diğer taraftan da daha geniş ve daha derin değişim talebi kitlelerin birinci gündemi olmaya devam ediyordu. Merkez solun bu açmazı, büyük oranda Çin başta olmak üzere Asya ekonomilerindeki büyümenin tetiklediği ürün fiyatlarındaki ani artış ve dinamik talep sayesinde çözüldü.
Merkez-sol rejimler bütün yapısal değişim gerekçelerini terkettiler ve birincil ürünlerin ihracına dayalı ‘ihracata dayalı büyüme’ kervanına katıldılar. Yabancı yatırım eleştirisini ve stratejik özel şirketlerin ‘yeniden ulusallaştırılması’ talebini terk eden merkez-sol rejimler, kimi düzenleyici kontrol mekanizmalarını iptal ederek büyük ölçekli yabancı sermaye akışına kapıları açtılar.
2003-2008 emtia patlaması dönemi, merkez sol (ve sağcı) rejimlerin muhalefeti ‘satın almasına’ izin verdi: sendikacılar yüklü ücret artışları, iş dünyası önemli teşvikler aldılar, yabancı yatırımcılara kolaylıklar sağlandı, yabancı ülkelerdeki işçilerin havaleleri yoksulluğun düşürülmesine katkı olarak teşvik edildi.
Tek kelimeyle Latin Amerika’nın hızlı büyüyen ihraca dayalı stratejisinin bütün sosyoekonomik yapısı, dünya pazarındaki talebe ve emperyalist ülkelerdeki ekonomik koşullara bağlıydı. Ekonomi uzmanlarının, finans yazarlarının ya da ‘rasyonel piyasaların’ politik savunucularının çok azı ‘ihraç pazarı’ modelinin sürdürülebilirliğine dair şüphelerini ifade ettiler.
Bu ekonomilerin aşırı kırılganlığı, çabuk patlayıp-sönen piyasalara, sınırlı sayıdaki ihraç ürününe ve sadece bir iki pazara bağımlılıkları, yabancı ülkelerde istikrarsız işlerde çalışan işçilerin dış havalelerine bağımlılıkları, herhangi bir ekonomistin ve politikacının zihninde isyan bayrağını çekmiş olmalıydı. Harward İşletme Okulu, Penn’s Wharton Okulu ve (kendi ön tahminlerini ifade eden matematiksel denklemlerine sevdalı) diğer prestijli yüksek öğrenim merkezleri tarafından yollanan yüksek ücretli danışmanlar ve uluslarası istişare misyonları yürütenler en az kurallı piyasaların en başarılı olanlar olduğunu iddia ediyorlardı ve merkez soldan sağa kadar Latin Amerikalı meslektaşlarını, ticaret engellerini düşürmeye ve sermayenin akışına izin vermeye ikna ettiler.
İhraç pazarının hızlı büyüyüşü yalnızca beş yıl sürmüştü ki Latin Amerika ekonomileri çöküşle karşı karşıya kaldı. Birleşmiş Milletler’in 2009 yılında Latin Amerika ve Karayip ülkelerinde yapılan ihracatı araştıran komisyonuna göre, bu konuda son 72 yıldaki (son dünya bunalımından bu yana) en keskin düşüş kaydedildi. Bölge ihracatı yüzde 11, ithalatı da yüzde 14 olmak üzere hacmen 1982 dünya durgunluğundan bu yana en yüksek daralmayı yaşadı.[1]

Ürün ihracatında özelleşmenin tehlikeleri

Karşılaştırmalı tarihler ticaret yapısındaki uzun süreli taahhütlerin ve zayıf noktaların göstergesidir: geçmişteki ve şimdiki durgunlukların Latin Amerika üzerindeki etkileri şiddetli olmaktadır, çünkü hem geçmişteki hem de şimdiki ekonomileri, kendi iç krizlerini hızla Latin Amerikalı ticari ortaklarına yansıtan emperyalist pazarlara yaptıkları tarım ve maden ihracatına bağımlıdır. Ticaretteki tarihi düşüş ihraç sektöründeki işçiler arasında işsizlik oranını kaçınılmaz bir şekilde ikiye-üçe katlıyor ve bu düşüşün dış ticaret tarafından üretilen harcama ve tüketime bağlı olarak bunlarla ilintili uydu ekonomik işletmeler üzerinde çoklu bir etkisi oluyor. Tarım ve maden ihracatına yoğunlaşma, başka ekonomilerde var olan alternatif istihdam yaratma olanaklarını sınırlıyor. Devletin tarım-maden ve enerji ihracından gelecek gelirlerine bağımlılığı, kamu yatırımlarında ve sosyal hizmetlerdeki harcamalarda otomatik kesintiler anlamına geliyor.
Latin Amerika ticaret krizleri özellikle geleneksel olarak tarım, maden ve enerji ürünlerinde ihracata göre yapılanmış ülkelerde etkili olagelmiştir: Venezüella, Ekvador (petrol), Kolombiya (petrol ve kömür) ve Bolivya 2009’da kıta ortalamasının çok üstünde bir oranlar yüzde 33’lük bir düşüş yaşadılar. Ticaretinin yüzde 80’i ABD’ye bağlı olan (petrol, turizm, göçmen havaleleri, otomobil) Meksika, GSMH’sindeki yüzde 11’lik düşüş ile bu yarıküredeki ülkeler arasındaki en büyük zararı yaşadı.
İhracata dayalı tüm ekonomiler krizden ciddi bir şekilde etkilenmişken, petrol ve maden ihracatında özelleşmiş ülkeler yüzde 50’lik bir düşüş yaşarken, daha çeşitlenmiş bir ticaret sepetine (imalat, tarım, hizmet sektörü) sahip ülkeler yüzde 20 civarı düşüş yaşadılar.

Tek pazara bağımlılığın tehlikesi

Daha fazla pazar ve ticari ortak çeşitliliğine sahip ülkeler, özellikle Latin Amerika bölgesi içinde ve Çin ile ticaret yapanlar, ABD ve AB pazarlarına bağımlı Meksika, Venezüella ve Orta Amerika ülkeleri gibi yüzde 35’ten daha fazla düşüş yaşayan ülkeler ile karşılaştırıldığında daha küçük bir düşüş yaşadılar.
Ticaret, Latin Amerika’yı olumsuz etkileyen dört cepheden yalnızca biriydi: doğrudan yabancı yatırım, yurtdışında çalışan işçilerden gelen havaleler, emtia fiyatlarındaki değişim de krize katkıda bulundu.
Yabancı yatırıma bağımlılığın tehlikeleri

Latin Amerika’nın yabancı yatırıma açık kapısı krizin başlıca sebeplerinden biridir. Yabancı yatırım Latin Amerika’nın iç büyümesine bağlı olarak, emtia/ticaret patlaması sonucu meydana getirilen yüksek kar avantajından yararlanarak artarak aktı. Ticaret, gelir ve karlardaki düşüşle birlikte yabancı yatırım karlarını alarak, krizi ve artan işsizliği daha da kötü hale getirerek geldiği yere geri döndü, yatırımlarını geri çekti. Yabancı yatırım kolay giriş ve hızlı çıkış pratiklerini izler -gelişme için yüksek derecede güvenilmez ve istikrarsız bir vasıta.

Denizaşırı ülkelerden gelen işçi havalelerine bağımlılığın tehlikeleri

Latin Amerika rejimleri, yurtdışında çalışan vatandaşlarının son derece kırılgan yasal ve ekonomi durumlarını görmezlikten gelerek, buralardan gelen milyarlarca dolarlık gelire dayalı projelerin sürekliliğini esas aldı ve bunu ekonomi politikası olarak yapısallaştırdı. Yurtdışında çalışan işçilerin büyük çoğunluğu oldukça kırılgan bir pozisyondalar: birçoğu kâğıtsız (illegal göçmenler), durgunluk ve ekonomik çöküş dönemlerinde çabucak işsiz kalıyorlar. İkincisi inşaat, turizm, bahçıvanlık ve temizlik gibi durgunluktan şiddetle etkilenen sektörlerde çalışıyorlar. Üçüncüsü ya az ya da hiç kıdeme sahip olmayıp ve ‘en son işe alınıp, en önce kovulan’ durumundadırlar. Dördüncüsü, birçoğu işsizlik sigortası elde edebilecek durumda değiller. Hayatlarını sürdürebilecek imkânlara sahip değillerse sınırdışı edilmeyle yüz yüze kalıyorlar. Yurtdışında çalışan işçilerin aşırı kırılganlığının sonuçlarını, Latin Amerika’ya yurtdışından gelen multi-milyar dolarlık işçi havalelerinin, yoksulluğu ve ödemeler dengesindeki olumsuz eğilimi artıran düşüşünde görebiliriz.

Ürün fiyatlarındaki dengesizlik

Merkez-sol hükümetler, bütün yumurtaları yüksek emtia fiyatları ve yurtdışı pazarları sepetine koyarak dış tahrikli krizden ulusal ekonomiyi korumak için, iç pazarlarını, ithal ikameci sanayileşme, toprak reformu; tarım, maden, imalat ve enerji kaynakları ile ilişkili kamu altyapı yatırımları yoluyla derinleştirme noktasında büyük bir imkânı kaçırdılar.

Sosyal liberalizmin (‘merkez-sol’) sınırları ve ekonomik kriz

Yeni milenyumun ilk on yılı boyunca, yeni açığa çıkan merkez-sol rejimler neoliberalizme sövüp saydılar ve kendilerini “21. yy” sosyalistleri olarak adlandırdılar. Bunun pratikteki anlamı, mevcut ekonomik yapılara ve ticari politikalara, ticari ortaklarlıklarda ve yabancı yatırımcılarla yapılan bazı durumlardaki ‘ortak işletmeler’de birtakım ayarlamalar yapmak suretiyle sosyal harcamalardaki artışları eklemek oldu. Dönem süresince rejimlerin tümü çağdaş Avrupa sosyal demokrat yönetimlerine benzer sosyal liberal politikaları hayata geçirdiler: yoksulluk-karşıtı programlar, işsizlik yardımları ve asgari ücretlerde artış için büyük harcamalarla serbest ticaret ve yabancı yatırım için açık kapı politikasını bir araya getirdiler. Diğer taraftan da çok büyük kârlar, ticareti, tüketimi ve borç kredi uzatımlarını finanse eden tarım-maden ve banka elitlerine aktı.
Yine de bütün sosyal liberal model kriz eğilimli emtia ihraç stratejisinin kırılgan yapılarına, çabuk değişen ticari gelirlere ve kırılgan yurtdışı işçi havalelerinden gelen gelirlere dayanıyordu. Latin Amerika ihraç piyasası kuruyunca ve ürün fiyatları düşünce, gelirler azaldı ve işçiler işsiz kaldı. Sosyal liberal model negatif büyümeye girdi, istihdamdaki ve yoksulluğun azaltılmasındaki önceki kazanımlar tersine döndü.

Sosyal liberal modelin çöküşünden çıkan dersler
Sosyal liberal rejimlerin süregiden deneyiminden bazı önemli dersler çıkarılabilir.

1. Pozitif sosyal programlar dışsal kırılganlıkları azaltan yapısal değişiklikler olmaksızın sürdürülebilir değildir.

2. Dışsal kırılganlıkları azaltabilme, yabancı temelli sermayenin tipik davranışı olan sermaye kaçışını engelleyebilmek için stratejik ekonomik sektörlerin kamu mülkiyetinde olmasına bağlıdır.

3. Ekonomik kırılganlığı azaltma, krize uğrayan, mali olarak kontrol edilen emperyalist merkezlerin dışına doğru çeşitlendirmeye bağlıdır. Daha fazla ekonomik sürdürülebilirlik, iç pazarın derinleştirilmesine, bölgeler arası ticaretin yükseltilmesine ve ticaretin hızlı büyüyen bölgelere yönlendirilmesine bağlıdır.

4. Sosyal harcamalar anlık gerekli geçici çarelerdir ancak yoksulluğun ve düşük gelirlerin kökenine inmez. Tarım ve maden üretimi ile bağlantılı ve onunla bütünleşen yerel gıda üretimi ve yerli sanayilerdeki büyük ölçekli gelişme finansmanı ve yatırımı ile bağlantılı geniş çaplı toprak dağıtımı, dış pazarlara bağımlılığı azaltacak ve ekonomiyi istikrarlı hale getirecektir.

5. Yabancı ticaret ve stratejik maden işletmeleri üzerindeki devlet kontrolü, ekonomik çeşitlenmenin ve yenilenmenin finanse edilmesi için ekonomik artı değerin yakalanmasına hizmet eder.

6. Bölgesel bütünleşme güzel sözlere dayalı deklarasyonlardan güncel icraata ve pratiğe geçmelidir. Bölgesel entegrasyona öncülük eden ve ALBA’nın kurucusu Venezüella Başkanı Chavez halen petrolünün satışında yüzde 80 ve hükümetin petrol gelirlerinde yüzde 70 oranında ABD pazarına, ve gıda ithalarının yüzde 50’sinde de ABD askeri işbirlikçisi Kolombiya’ya bağımlıdır. Bölgesel entegrasyon tamamlayıcı yatırımların ve maden, petrol ve diğer hammadde ürünlerinin endüstrileştirilmesi için ortak kamu işletmelerinin hayata geçirilmesinin planlanmasıyla mümkündür.

7. ABD-Kolombiya askeri üslerine ve ABD askerileştirme stratejisine karşı koymayı amaçlayan Latin Amerika rejimleri arasındaki ortak güvenlik paktlarının aynı zamanda ortak silah sanayisi kurma ve dışardan alımları azaltma gibi ekonomik fonksiyonu da olabilir.

8. Ticaretin Asya’ya doğru çeşitlendirilmesi ve ABD, AB’ye bağımlılığın azaltılması gereklidir ancak eğer ihracat muhtevası ağırlıklı olarak temel ürünler olacaksa bu yeterli değildir. Ticari ortakları değiştirmek ancak ‘sömürgeci tarzda’ki ticari şablonları sürdürmek kırılganlığı azaltmaz. Bolivya, Brezilya, Peru ve Ekvador başta olmak üzere Latin Amerika, temel ürünlerinin sanayileştirilmesinde ve Çin’e, Hindistan’a, Japonya’ya ve Kore’ye ihraç edilmesinden önce katma değer kazanmasına ısrar etmeliler.

Özet olarak, güncel dünya krizi sosyal liberal politikaların ve rejimlerin sınırlarını ve sürdürülemezliğini ortaya çıkarmaktadır. Kırılganlığın ve kararsızlığın kabulü, toprak sahipliğinde, ticaret biçiminde ve stratejik sanayilerin mülkiyetinde değişikliklere dayanan daha köklü bir yapısal dönüşüm için ön çalışma yapmayı gerektirmektedir. Güncel kriz hem neoliberal hem de sosyal liberal reçeteleri boşa çıkarmış ve sosyal mülkiyetle sosyal harcamaları birbirine bağlayan yeni düşünceye kapıları açtı.

Dipnot:
1. Raporun tamamı, Şili’nin başkenti Santiago’da Ağustos 2009’da yapılan ‘2008-2009 Dünya Ekonomisinde Latin Amerika ve Karayipler’ isimli konferans belgeleri arasında bulunabilir.
                                                                                                                                     Yazan: lahy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder