Meksika Körfezi'ndeki çevre felaketinin boyutlarına dair..

Haziran ayı, en iyimser olanlarımızı bile biraz ürkütecek nitelikte bir yığın olayla lebalep doluydu doğrusu. Bunlardan en önemlisi Meksika Körfezi’ndeki büyük kirlenme krizinin süregitmesiydi. O, açık ara öndeydi. Okyanusun dibindeki delikten dünyanın kanı, olanca dehşeti ve müstehcenliği ile fışkırmaya Haziran boyunca devam etti. Öyle anlaşılıyor ki, gelecek Temmuz’da da devam edecek. Ondan sonraki temmuzlarda da. Hatta belki de dünyanın bütün temmuzlarında da... Yeryüzünün bu ağır “kanama”sının nasıl ve ne zaman durdurulabileceği hakkında kimsenin en ufak bir fikri yok çünkü.

Fikrimizin net olduğu tek bir konu varsa, o da şu: yeryüzünde insanların gördüğü veya duyduğu en büyük felakete doğru gidiyoruz. Ve gene öyle anlaşılıyor ki, lav gibi fışkıran petrolün bir şekilde hızla durdurulamaması halinde, Meksika Körfezi bütünüyle mahvolacak. Suyun altındaki ve üstündeki yaban hayatı ve karadaki tüm kadim kültürleriyle birlikte... Dünyadaki dokuzuncu büyük su kütlesi olan ve Akdeniz’in yaklaşık üçte ikisi büyüklüğünde, bağrında da yeryüzünün en müthiş hayat çeşitliliklerinden birini barındıran bir bölgeden bahsediyoruz.

Körfez’deki büyüyen trajediyi anormal bir durum sayanlar için de ayrıca kötü haberlerimiz var: Mısır’da 26 yıldır devam eden olağanüstü hal rejimi ne kadar olağanüstü bir hal ise, BP’nin patlayan platformunda meydana gelen bu kaza da o kadar olağanüstü. Barış ve dünya güvenliği araştırmaları uzmanı Michael T. Klare, yakın gelecekteki 4 mega-felaket karabasanı şöyle sayıyor: Bundan sekiz yıl sonra Newfoundland’daki dev Hibernia platformuna bir buzdağı çarpması, 3 yıl sonra ABD’nin Nijerya’da on binlerce askerle o akla hayale sığmaz kirlilikteki petrol batağında savaşa batması, 10 yıl sonra Brezilya’da Rio açıklarında derin deniz “ön-tuz” petrol platformunu hortum vurması ve 12 yıl sonra Doğu Çin Denizi’nde sualtı doğalgaz yatakları üzerinde Çin-Japon deniz savaşı...
Ayın son gününde önümüze düşen iki haber, içimizde yükselen –ya da yükselmesi gereken– “âciliyet” duygularını büsbütün kamçılar nitelikteydi: Bu satırlar yazılırken, mevsimin ilk büyük fırtınası Alex, Meksika Körfezi’ne ulaşıyor, tayfunun burgaçlanma hızı saatte 160 kilometreye erişiyor, ham petrol kütleleri dev dalgalarla iyice sahile sürükleniyor, zaten yarım yamalak giden zavallı temizleme çalışmaları da geçici olarak tamamen durduruluyordu.
Aynı günün ikinci ağır haberi de şuydu: ABD, Kanada, Hollanda ve Avrupa’nın önde gelen jeoloji, iklim, doğa bilimleri araştırmacıları milyonlarca yıllık fosiller üzerinde çalışmalarını tamamlamış, bulgularını yayımlamışlardı. Sonuç mu? Dünyanın atmosfere saldığı karbondioksit gazlarının halihazırdaki seviyesi, Arktik bölgelerdeki ekosistemleri “geri dönüşü olmayan” değişimlere sürüklemek için yeterli idi. Yani, Kuzey Kutup bölgelerinde çok yakın gelecekte artık bir daha yaz buzu görülemeyecek, bölgedeki tüm bitkiler ve hayvanlar âlemini derinlemesine etkileyecek olan bu durum insanlık yaşadıkça bir daha asla düzelmeyecek, yani eski haline gelmeyecekti. Bu ısınmadan yeni ve büyük kârlar bekleyen, CO2 seviyelerinin aşılmasını fırsat olarak değerlendirip heyecanlanan dev petrol - enerji şirketleri ve bir de, onlarla işbirliği halindeki güçlü ve zengin devletler dışında, dünyanın geri kalanı için bayağı bir hüsran durumu olduğu varsayılabilir.

Peki kime kızmalı, haklı öfkemizi kime yöneltmeliyiz? Dahr Jamail’in Louisiana’dan yazdığı gibi, “dünyanın en kötü güvenlik siciline sahip dev petrol şirketine (BP)” mi? “ABD’nin tamamen şirketler denetimindeki sözümona hükümeti”ne mi? Yoksa, fosil yakıt medeniyetinin nimetlerinden ve konforundan milim feragat etmeye yanaşmayıp durmadan söylenmekle yetinen kendimize mi? Belki de doğru cevap, “hiçbiri” şıkkı olacaktır. Belki de tek yol, artık silkinip ataletten kurtulmaktır. Gittikçe büyüyen ve artık önü alınamaz hale gelen bu muazzam çevre felaketlerini, pozitif doğrultuda kullanamaz mıyız? Yine Jamail’in kelimeleriyle sorarsak: “Trajediyi fosil yakıt bağımlılığından kendimizi kurtarma yönünde bir döngü noktası olarak kullanacak yeterlikte bir kolektif irade ve tutkuya” sahip olamayacak kadar âciz miyiz dersiniz?
Doğru cevap için hangi şıkkı işaretlediğinizi bize yazmasanız da olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder