Özyönetimci Hareketlerden Özyönetimci Kentlere --- Tom Wetzel

           20. Yüzyıl’ın başlarında radikal işyeri aktivistleri, sıradan işçiler tarafından öz-yönetilen işyeri örgütlerini veya sendikaları kurup üretimi kontrol eden patronlarına meydan okurken, “eski toplumun kabuğu içerisinde yenisini” inşa ettiklerini söylüyorlardı. Sendikanın veya örgütün sıradan işçiler tarafından öz-yönetilmesini, işçilerin pazar dışı, kapitalizm sonrası bir toplumda üretimi yöneteceği taban oluşumlarının ilk belirtisi olarak görüyorlardı.
          Buradaki varsayıma göre özyönetim, yaşantımızı kontrol edebilmek, kendimizi etkileyen kararlar üzerinde söz sahibi olmak, kapitalizm sonrası toplum vizyonumuzun merkezinde yer almalıdır.
Fakat özyönetim, yalnızca bizim çalışma üzerindeki kontrolümüz ve üretim alanı için değil, tüketim alanı için de önemlidir. Nasıl konutlarda yaşamak istiyoruz? Mahallelerimizde hangi hizmetlerin bulunmasını istiyoruz? Kent yerleşim planının nasıl olmasını istiyoruz? Hangi ürünlerin üretilmesini istiyoruz? Ekonomik vizyonumuzun, kendilerini etkileyen tüketim kararları hakkında insanlara söz hakkı verecek araçlara ihtiyacı var.
Bu fikir, özyönetimin yapı taşları olarak hem işçi konseylerini hem de tüketici konseylerini öneren katılımcı ekonomi vizyonunda yer almaktadır. Katılımcı ekonomi kentler için, taşımacılık altyapısının planlanmasında, diğer altyapı işlerinde ve barınma, çocuk bakımı ve sağlık hizmetleri gibi toplumsal ihtiyaçların karşılanmasında yatay, öz-yönetilen bir bölgeciliğin olanaklarını araştırmaktadır.
        

 Katılımcı planlama, insanların neyin üretilmesini istedikleri hakkında yerel konseylerden başlayarak öneriler geliştirmesi anlamına gelmektedir. Bireyler olarak özel tüketim için ve bununla birlikte kolektif tüketim için neye ihtiyaç duyduğumuza, hangi işi yapmak istediğimize biz karar veririz. Bu öneriler, olabildiğince geniş bir coğrafi alana yayılan örgütlerden süzülerek gelir çünkü etkileri de geniş bir alana yayılmaktadır. İşçiler ve tüketiciler arasındaki bir al-ver sürecinde önerilere, toplumsal üretim için kapsamlı bir gündem oluşturacak şekilde ayrıntıları verilecektir
 .
        Arazi kullanımı kararları da bu al-ver sürecinin bir parçasıdır. Konut ve işyeri ilişkileri gibi meseleler de üretim grupları ve mahalle konseyleri arasındaki müzakere süreçlerinde ele alınır. Örneğin insanlar iş ve çalışmanın birbirine yakın mesafede bulunduğu kapitalizm öncesi zanaatkâr kentlerine doğru bir geri dönüşü mü tercih ediyorlar? Öyle ise bu tercihin, inşaat yatırımı kararlarına yansımasını bekleriz.
Katılımcı ekonomi kapitalist kenti biçimlendiren temel güçlerden bazılarının bertaraf edilmesi anlamına gelir.
İşyeri seçimi hakkındaki kararlar sadece CEO’nun* ne istediğine göre biçimlenemez. Kapitalist kentte nüfusun sınıf ve ırk itibariyle mekansal dağılımı büyük gelir ve iktidar uçurumları üzerinde şekillenmektedir. Ödüllendirmenin çaba ve fedakarlığa göre belirlendiği, şirket tarzı hiyerarşilerin geçerli olmadığı bir ekonomik sistemde bu uçurumlar artık mevcut olmayacaktır.
         Katılımcı ekonominin bakış açısıyla özyönetim ilkesi, her insana kararlardan etkilendiği ölçüde o kararları etkileme hakkı tanır. Buna göre hava kirliliği gibi dışsal olumsuz etkiler de insanlara, kendilerine bu hususta söz hakkı verilmeden dayatılamaz. Kirletici faaliyetlerin yarattığı muazzam çevresel külfet, örneğin özel otomobil taşımacılığına aşırı bağımlılık, özyönetimci katılımcı bir ekonomide gereği gibi dikkate alınmalıdır.
Katılımcı ekonomiyi kitlesel, özyönetimci toplumsal hareketlerden türeyen gerçek bir alternatif olarak tahayyül edebiliriz. Üretim alanında işçi sendikacılığının diri, özyönetimci bir biçiminden, öz-yönetilen kiracı örgütlerinden ve her türlü kitlesel örgütlenmeden büyüyen bir alternatif.
        Konut hem önemli bir tüketim alanı hem de boş binaları işgal ederek barınma imkânına kavuşan insanlardan kiracı sendikalarını ve kira grevlerini örgütleyen kiracı örgütlerine kadar pek çok kesimi içeren yoğun bir ihtilafın konusudur. Bir meta olarak arazinin ve konutların kapitalizm içerisindeki statüsü, inşaat yatırımlarının döngüsü, dolgun gelir sahibi profesyoneller ve işadamları tarafından işçi sınıfı konutlarına yüksek fiyatlar biçilmesiyle, işçi sınıfı mahallelerinin çürüyüp bozulduğu ve insanların göç etmek durumunda kaldığı dönemleri yaratır.
       Peter Marcuse şöyle yazıyor: nezihleştirme** çalışmalarının karşıtı bozulma ve terk etme değil, barınmanın demokratikleştirilmesi olmalıdır.” [1] Barınmanın demokratikleştirilmesi için ABD’de son iki yıldır gelişen bir taktik, topluluk arazi vakıflarıdır***. Bu vakıflar vakıflar ya artan kiralara ve yerinden etmelere veya çürüme ve bozulmaya karşı bir tepki olarak oluşturulmuşlardır.
      Topluluk arazi vakıfları belirli bir coğrafi bölgedeki üyelerin kayıtlı olduğu arazi kooperatifleridir ve sakinleri tarafından kontrol edilen konutlar geliştirmek üzere kâr amacı gütmeden çalışan yapılardır. Üyelik esasına dayalı demokratik bir örgüt olarak topluluk vakfı, bir mahalledeki insanları, oradaki arazi üzerinde nelerin yapılacağını, o mahalleye hangi hizmetlerin sağlanacağını kontrol edebilecek şekilde güçlendirebilir ve çalışan insanların ödeme gücüne uygun yeterli miktarda konutun varlığını teminat altına alabilir.
Temel yaklaşım, topluluk arazi vakfının bir topluluğun bölgesindeki araziyi spekülatif pazardan alarak ebediyen elinde tutmasıdır. Meskenler mukimlere bir nevi sınırlandırılmış öz varlık biçiminde satılır. Meskene uzun dönemli uygun fiyatla yerleşim, gayrımenkul kira sözleşmesiyle sağlanır. Ayrılan bir hane halkı evini veya apartman dairesini tekrar topluluk vakfına, sınırlandırılmış bir fiyat üzerinden satmak zorundadır ki konut fiyatları böylelikle düşük tutulabilsin. Topluluk arazi vakfı yaklaşımı bu şekilde, arazi ve binaları meta olmaktan çıkaracak biçimde çalışır.
       Özyönetim iki boyutta uygulanır: Sakinler yaşadıkları binayı yönetirler, fakat topluluk da konut fiyatlarını ve   arazi kullanımını kontrol edecek şekilde güçlendirilmiştir.
       Çeşitli zamanlarda işçi sendikaları ve ABD’deki diğer gruplar uygun fiyatla işçi sınıfı konutu temin etmek üzere, sınırlandırılmış öz varlık esasına dayalı konut kooperatifleri kurmuşlardır. Topluluk arazi vakıfları modeli, 1960’larda ABD’deki sınırlandırılmış öz kaynak konut kooperatiflerini yok etme eğiliminde olan sorunların üstesinden gelebilmek amacıyla geliştirilmiştir.
Sorun şu ki bir konut kooperatifinde hissesi olan bir kişi, hissesini satmak istediğinde en yüksek fiyatı elde etmek isteyen bir çıkar sahibidir. Bu nedenle kooperatif hisse sahipleri sonunda öz varlık üzerindeki sınırlamaları kırmanın öyle veya böyle bir yolunu bulmaktadırlar. Bu durumda konut diğer bir emlak metası haline gelmektedir.
       Bunun nedeni, konut fiyatlarının düşük tutulmasında çıkarı olan geniş işçi sınıfı topluluğunun, alıcı ve satıcı arasındaki pazar işlemlerinde taraf olmamasıdır. Aslında bu bir negatif dışsallık durumudur.
Bu soruna karşı geliştirilen topluluk arazi vakfı çözümü, dışsal olarak etkilenecek insanların örgütlenerek bu karar hakkında söz sahibi olmalarını öngörür. Topluluk arazi vakıfları farklı üyelik kategorilerine sahiptir: sınırlı öz kaynak meskenlerini mülk edinenler ve topluluk içerisinde mülk sahibi olmayan diğerleri. Her biri konseye veya yönetim kuruluna eşit sayıda temsilci seçerler ve genel kurullarda temel meseleler hakkındaki oylar bölünebilir. Bunun sonucu, öz varlık üzerindeki sınırlamaların kırılmasından zarar görebilecek insanların temsil edilmeleri ve konutların sınırlamasız emtiaya dönüşmelerinin engellenmesinin teminat altına alınmasıdır.
Sınırlandırılmış öz varlık kooperatiflerinin ABD’de yaşamış olduğu ikinci bir sorun daha vardır. Ekonomik yönetim uzmanlığının toplumsal piramidin en tepesinde toplanmış olması ve ABD toplumundaki muazzam eşitsizlikler dikkate alındığında, binaların etkin bir şekilde yönetilmesi için önemli olan bilgiye herkesin ulaşma imkânı yoktur. Bağımsız bir kooperatifte düşük gelirli insanlar tek başlarına bırakıldıklarında, vicdansız inşaat müteahhitleri ve mülk yönetimi şirketleri bundan istifade edebilirler. Eğitimsiz amatörlerin yönetimi, bazen profesyonel insanların kat mülkiyeti derneklerinde bile benzer sorunlara neden olabilmektedir.
       İster devlet kuruluşları, isterse kâr amacı gütmeyen topluluk geliştirme dernekleri tarafından yürütülsün, sosyal konut sorunu için getirilen geleneksel çözüm, bu sorunun üstesinden gelebilmek için uzmanlık ve karar alma mekanizmasını şirket tarzı bir hiyerarşiye teslim etmektedir. Buradaki sorun kiracıya yaklaşımın paternalist**** olması ve sakinlerin yaşadıkları yer hakkında veya kendilerini çevreleyen binaların biçimi hakkında hiçbir denetiminin bulunmamasıdır.
       Buna karşılık bu sorun için getirilen topluluk arazi vakfı çözümü, mesken sakinlerini eğitmek ve bu topluluğun içerisinde binalarının etkin yönetimi için gerekli olan becerileri geliştirmektir. Topluluk arazi vakfı, problem çıktığında rehberlik ve destek sağlamak üzere orada bulunmaktadır. Pazarın “her koyun kendi bacağından asılır” şeklindeki yaklaşımı, bilgi ve risklerin paylaşıldığı ortaklaşmacı bir yaklaşımla yer değiştirmiştir.
       O halde topluluk arazi vakıfları konut kooperatiflerini, onları çevreleyen kapitalist ekonominin aşındırıcı etkilerine karşı koruyacak bir tampon görevi görmektedir.
     Topluluk arazi vakfı modelinin genişletilebileceği çeşitli yollar tahayyül edebiliriz. Binaların içinde yaşayacak olan insanlar binaların tasarımına aktif olarak katılabilirler ve böylece yeni binalar belirli ihtiyaçları ve zevkleri karşılayacak şekilde isteğe uygun hale getirilebilir.
      Topluluk arazi vakfıları, mülkleri spekülatörlerden ve namevcut mal sahiplerinden koparmak için kamulaştırma yetkisinin***** gücünü ele geçirmeye çalışabilir. Örneğin Boston’daki bir topluluk arazi vakfı Dudley Street Neighbours, politik mücadele vererek sınırlandırılmış bir kamulaştırma yetkisi elde etmeyi başarabildi.
        Büyük ölçekli bina işgallerinin yaşandığı şehirlerde topluluk arazi vakıfları sakinlerin kendi binası üzerindeki kontrolünü, binaların ve arazinin emlak metası haline gelmesini engelleyecek şekilde düzenlemenin ve yasallaştırmanın bir aracı olarak kullanılabilirler.
       Kiracı sendikalarında örgütlenen kiracılar bir topluluk arazi vakfı ile çalışarak mal sahibinin hisselerini satın alabilir ve binayı kolektifleştirerek kontrolü ele geçirebilirler.
        Kamu konut projelerinin özelleştirme tehdidi altında bulunduğu durumlarda kiracılar, topluluk arazi vakfı yaklaşımını araziyi spekülatif pazarın dışında tutmak ve kendi binalarının kontrolünü ele almak üzere kullanabilirler.
        Son verdiğimiz örnekler topluluk arazi vakfının, inşaatlar etrafında devam eden sınıf mücadelesinde bir taktik olarak kullanılabileceğini göstermektedir.
        ABD’deki çeşitli topluluk arazi vakıfları sağlık klinikleri ve çocuk bakım merkezleri için mekan sağlamıştır. İş konseyleri için de mekan sağlanabilir.
       Özyönetim ilkeleri topluluklar için geliştirilen hizmetlere de uygulanabilir. Böylelikle şimdiki kazançlar uzun vadeli özyönetimci toplum vizyonuyla tutarlı hale gelir. Topluluk arazi vakıflarının kent genelinde oluşturacağı ağ, örneğin kent genelinde ağ oluşturan işçi kolektifi bakkal dükkanlarına veya işçi kooperatifi çocuk bakım merkezlerine mekan sunabilir.
         Topluluk arazi vakıfları örneği, katılımcı ekonomideki Mahalle Konseyi için tasarlanan rolün benzerini, ilkel biçimiyle de olsa üstlenmeye başlayacak örgütleri kurabileceğimizi göstermektedir. Katılımcı ekonomideki Mahalle Konseyleri, mahallemizde ne tür hizmetler, ne tür ekonomik kalkınma, ne tür konutlar istediğimize demokratik katılımcı yoldan karar verdiğimiz organlardır.
         Şimdi ABD planlarında sosyal konut projelerinin herhangi bir biçimine rastlamak çok zor çünkü bu değişim toplumsal değişimin yörüngesine bağlı. Mücadele veren işyeri örgütleri ve sendikalar, ekonomi içerisindeki konumları ve büyüklükleri nedeniyle değişim için hayati bir kuvvet olmaya devam edecekler.
Kiracı gruplarından ve diğer kitle örgütlerinden oluşan, kent sakinlerini günlük yaşamlarında etkileyen çok çeşitli sorunlar etrafında –sadece konut sorunu etrafında değil, aynı zamanda sağlık, taşımacılık, çocuk bakımı, okul ve diğer meseleler etrafında– bir araya gelen, halkın sendikalar birliği vizyonu kuruyorum.
Örgütler sadece profesyonel kadrolar tarafından yönetilmeyecekse veya adanmış çekirdek aktivistlerden ibaret olmayacaksa, sıradan çalışan insanların hareketlere katılmalarını kolaylaştıracak yollar bulmalıyız. Bir insan hayatını kazanmak için iki işte birden veya haftada atmış saat çalışırken örgütlere katılacak zamanı yaratması zor. Bu, insanların daha fazla serbest zamana sahip olabilmeleri için yapılacak mücadelenin önemini ortaya koyuyor. Hareketler, haftalık çalışmayı herhangi bir ücret kaybına yol açmaksızın kısaltmak amacıyla çalışmak üzere canlandırılabilir. Uygun ücretli çocuk bakımı da ebeveynlerin topluluk örgütlerine katılacak zamanı yaratabilmeleri açısında çok önemli.
       Değişim için nasıl örgütlendiğimiz, ilerideki sonuçları biçimlendirmemiz açısından önemli. Eğer içeride basitçe şirket tarzı hiyerarşiyi uygulayan örgütler yaratırsak, bunun katılımcı özyönetim hedefiyle uyumlu olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu tür örgütler yanlış mesaj vermekte ve yanlış alışkanlıkların yerleşmesine neden olmaktadır.
       Amacımız özyönetime dayalı bir toplum yaratmaksa, şimdiden öz-yönetilen, katılım ve demokratik kontrole dayalı, örneğin sıradan işçiler tarafından öz-yönetilen sendikalar benzeri hareketler ve örgütler kurmalıyız. Bu örgütlerin doğrudan kontrolünde elde edilen deneyim sayesinde insanlar beceri, öz-güven geliştirebilirler ve cepheden karşı durdukları sistem hakkında daha iyi bilgi sahibi olabilirler.
       Öz-yönetilen kentleri, değişim için verdiğimiz mücadele sürecinde kuruyoruz.
--------------------------------------------------------------------------------
Notlar:
[1] Peter Marcuse, “In Defense of Gentrification,” Newsday (2 Aralık 1991).
*İng. Chief Executive Officer: İcra kurulu başkanı. –ç.n.
**İng. gentrification: Üst sınıfın ilgisinin artmasıyla birlikte değer kazanan yerleşim bölgelerinde, genellikle düşük gelirli insanların, işçi sınıfının ve işsizlerin yerlerinden edilmesiyle sonuçlanan kentsel yenileme ve inşaat süreçleri. –ç. n.
***İng. trust: (1) Bir kişi tarafından bir başkası yararına elde tutulan bir mülk hissesi. (2) Firma veya şirketlerin yasal bir anlaşmaya dayanarak kurdukları, çoğu zaman tekelleşme amacı taşıyan birliktelik. Bu ismin ekonomideki bu iki anlamından birincisi kastedilmektedir. –ç.n..
****İng. paternalism: Bir otoritenin, kendi nüfusu altındaki insanların ihtiyacını karşıladığı ve onları ilgilendiren her türlü mesele hakkında kararlar aldığı sistem. –ç.n.
*****İng. eminent domain: Bir hükümetin bir özel mülkü kamunun kullanımı için alma hakkı. –ç.n.
 
Çeviren: Ali K. Saysel
Bu makale önümüzdeki yayın döneminde BGST Yayınları'ndan çıkacak olan Gerçek Ütopya [Real Utopia] adlı kitaptan alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder