Anadillerinde öğretim yapan üniversiteleri kapatıldı. Hem de kendi yaşadıkları topraklar üzerindeki, kendi ülkelerindeki. Onlar da demokrasiyi işlettiler. Gösteri yaptılar: Kararı protesto ettiler. Daha önce olduğu gibi yine polis saldırdı. Kaba dayak, gaz, su, cop ve nihayet silahlar: Ölüler, yaralılar.
Nüfusların yüzde 25’inin katılımıyla miting yaptılar. Askeri birlikler geldi insanları öldürdü. Nüfusun tamamı genel greve gitti. Nüfusun neredeyse tamamı işten atıldı, çalışan oranı yüzde 10’un altına indi.
Anadillerinde yayın yapan televizyon ve radyo kapatıldı, gazeteleri “Diriliş” yasaklandı. İşsizlik göçe neden oldu ve nüfusun yüzde 20’si çalışmaya “acı vatan”lara gitti.
Doktorların anadillerinde reçete yazması yasaklandı. Doktorlar işi bıraktı ve hastalarını kendi evlerine davet edip misafir odalarında tedavi etmeye çalıştı. Kadınlar devlet hastanelerinde doğum yapmaya gitmedi. Ebeveynler çocuklarını, kısırlaştırıcı bir karışım içerdiği endişesinden dolayı aşılatmadı. İnadına doğurdular, inadına çoğaldılar.
Bırakın anadilde eğitimi, sokakta anadilinde konuşmak bile yasaklandığından öğretmenler okulu bıraktı. Müfredat egemenin hayat hikayesinden ibaret olunca insanlar tarihlerine sarıldı. Evlerini okul haline getirdi ve 300-400 bin çocuk ve genç ev-okullarında eğitim gördü.
Kendi aralarındaki anlaşmazlıkları devletin hukukunda değil içlerindeki hukuk bilgisi sahiplerinin rehberliğinde çözüme kavuşturdular. Evler mahkeme salonu olmuştu.
Gün ortasında bir yeraltı devleti kurdular. Bu devlet şiddet araçlarına sahip olmadığından bilinen devlet tanımına (şiddet araçları tekeli), asla uymadı. Devlet olmayan bir devlet örgütlediler. Ülke içindekiler bu devlete yıllık gelirlerinin yüzde 3’ünü, yurt dışında çalışanlar yüzde 10’unu vergi olarak veriyor ve kamu görevlilerinin geçimi bu toplumsal fondan karşılanıyordu.
Kendilerine sunulan fakat temsilcilerinin olmadığı ve siyasal taleplerinin dillendirilemediği seçimleri boykot ettiler; nüfusun neredeyse tamamı sandığa gitmedi (750 bin seçmenden sadece 2 bini oy kullandı). Özerklikleri kaldırıldı; onlar, cumhuriyet ilan etti. Halkoylaması yaptılar nüfusun yüzde 99’u bağımsızlık için oy kullandı.
Daima silahların gölgesinde yaşamaya mahkûm edilmişlerdi. Ölüme alıştılar, ölümü aştılar. Asla boyun eğmediler. Tüm yoksunluklarına rağmen egemen devlete ihtiyaçları olmadığını, onsuz da yaşayabileceklerini gösterdiler, tüm dünyaya gösterebilecekleri her fırsatı kullandılar. Bir günlüğüne, bir dakikalığına dahi olsa biat etmediler, edenleri dışladılar. Direndiler, direnişe alıştılar, direnişi aştılar: yaşam ile direniş tekleşti, aynı sözcüğe dönüştü.
Onsuz yaşayabildiklerini gösterdikçe onun kıymeti harbiyesi yitip gitti. Egemen devlet egemenliğiyle ne yapacağını şaşırdı. Hükmedendi ama hükmedemiyordu. Kimse ona muhtaç değildi ve herkes onu yok sayıyordu. Hükmeden lüzumsuzlaştı.
Örnek mi? İbret mi?
Kosova Arnavutlarının 1981-1999 dönemi boyunca mücadeleleri özetle böyleydi. Sivil itaatsizliğin en önemli örneklerinden birini yaşadılar ve yaşattılar. Egemenin baskı ve şiddeti, katliam düzeyine ulaştığında Hayallerin Hayalet Ordusu’nu (UÇK) kurdular.
1999 baharında emperyalizm eski Yugoslavya’nın bakiyesini havadan bombalamaya başladığında Amerikalı muhalif ve felsefeci Noam Chomsky benzerlik kurarak, emperyalizm ve NATO’nun gerekçelerinin kabul edilmesi halinde, ertesi gün de Kürt sorunu ve bu sorun karşısındaki uygulamalarından dolayı Türkiye’nin de bombalanması gerektiğini savunmuştu. Sabiha Gökçen Havaalanı’nı kullanıma veren ve NATO harekatına “destek veren” Türkiye’den askeri ve sivil iktidar sahipleri Türkiye ile Yugoslavya arasında benzerlik kurulmamasını müttefiklerinden bilhassa rica etmişti. Tabii böylesi açıklamalar müttefikler arasında “istenmeyen” konusunda konuşulmasını yaygınlaştırdı; sağa sola notlar alındı ve benzerlik tartışması bir gün gerekli olacağı beklentisiyle üzeri kapatılmadan ve doldurulmadan rafa kaldırıldı.
Hangi benzerlik?
Hindistan ve Gandi sivil itaatsizlik ile beraber anılır fakat Kosova ve Arnavutlar aksine neredeyse şimdiye ait örnek olmasına rağmen görmezden gelinir ya da unutulur. 1999’dan itibaren Birleşmiş Milletler’in, bir devlet kurma ve yönetme deneyi olarak, denetiminde kalmış olan Kosova 2008’de bağımsızlığını kazanmış bir ülkedir. Bugün Kosova Arnavutlarının devlet deneyimi BM dönemine değil 1981’den sonraki sivil itaatsizliğe dayalı mücadeleye bağlıdır.
Kosova ile kıyaslanacak örnek Hindistan değil, aşağı yukarı aynı yıllarda Filistin’de yaşanan intifada hareketidir. Genellikle taş atan çocuklarla öne çıkarılsa da intifadanın önemi yaratmış olduğu toplumsal dayanışma ve kendi kendini yönetme deneyimidir ve benzerlik ancak burada kurulabilir.
Sonuçta sivil itaatsizlik eylemleri ya da mücadelenin bir bileşeni olarak sivil itaatsizlikte amaç hükmedenin lüzumsuzlaşmasıdır fakat bunun akıl tutulmasına varan travma yaratan sonucu bizzat hükmedenin bu lüzumsuzluğu hissetmesidir, yoksa ezilenlerin ezenin lüzumsuzluğu konusunda neredeyse bir önyargısı, ön kabulü vardır.
Burada ve bugün sivil itaatsizlik
Yüzde 10 barajına rağmen seçimlere girmek konusunda çaba sarf edip bağımsız adaylarla katılan Kürt ve sosyalist hareketinin bu girişiminin adayların bir kısmının Yüksek Seçim Kurulu tarafından reddedilmiştir. Başvuru öncesinde adayların durumunun YSK’ya danışılmasına rağmen karşılaşılan bu durum ve benzer şekilde Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin eksik evrak gerekçesiyle seçime sokulmaması devletin ve egemenlerin toplumsal muhalefet güçlerini yeni bir ıslah seferberliğidir. Daha da ötesi toplumsal muhalefeti lüzumsuzlaştırma hamlesidir.
Barış ve Demokrasi Parti’sinin bir süre önce başlattığı sivil itaatsizlik eylemlerinin tarzı üzerine, hem Kosova ve Filistin deneyimleri dikkate alınarak hem de serhıldan geçmişi göz önünde bulundurularak tekrar düşünülmelidir. Hükmedenin lüzumsuzlaştırılması ancak ezilenin kendi kaderini kendi avuçlarının içine almasıyla mümkündür.
Örnekler tarihin içinde değil bizzat bugün soluk alıp veren insanların geçmişinde mevcuttur. Bu geçmiş çıraklık ve kalfalık günleriyle doludur ve ustalık zamanı gelmiştir; gelecek maharet beklemektedir.
Sivil itaatsizlik mücadelenin sadece bir yüzüdür.
Boykot da sivil itaatsizliktir.
Kapıyı kapatıyorlarsa kapıyı çalma.
Seçtirmiyorlarsa seçme!
sendika.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder