KÜRDOĞLU KAYADA KALDI

Dağlardan bıçak esiyordu. Şehrin bulvarlarını, caddelerini, sokaklarını kuşatmıştı bu esinti. Hangi canlıya vuruyorduysa görünmez bir yara açıyordu, acı akıyordu ; Gözlerin göremediği, ellerin dokunamadığı... Zehir gibi bir acı... Soğuk.

     Kapının açılmasıyla müthiş bir sıcak sardı tüm bedenimi, sonra parmaklarım karıncalanmaya başladı. Sonra acımaya. Binlerce karınca parmak uçlarımı kemiriyordu, kemiklerimi. Dayanılmaz bir acıydı. Annem bir leğene kar doldurup getirdi içeri ve ellerimi ovalamaya başladı. Her dokunuşunda karıncalar ölüyordu ellerimin içinde, morarmış tenimin altında...

     Dudaklarım zorla bir araya geldiğinde “ Anne, çok soğuk “ Diyebildim. Annem, iki elimi bir elinde birleştirip diğer eliyle saçlarımı okşadı.”Sayılı günler bu günler, bu gece kürdoğlu kayada kalacak “ Dedi...

     ***
     Delikanlı, annenin babanın tek oğlu, birazda başına buyruk. Bir başka köye gitmek için yola çıkmaya hazırlanır. Göz gözü görmez bir tipi var. Yol, iz kaybolmuş. Kuş olsa uçamaz, deli küheylan olsa geçemez. Nice insan tipiye tutulup boğulmuş, baharda bulmuşlar kaskatı bedenini.

     ***
     Oğlan, atına atladı, mahmuzlara dokundu. At, olduğu yerde dolandı birkaç tur, gitmek istemiyordu sanki. Sonra oğlanın ısrarına dayanamayıp yolu tuttu, birkaç at boyu sonra tipi bir perde olup girdi köy evleri ile aralarına.
     Azrail tipi diye bir ata binmiş ve götürü almış ölümleri, acelesi var.Atılan her adımın ardından izi kapatıyordu. Sabırsızdı tipi, at ayağını ne zaman kaldıracaktı da kapatacaktı izini, bekliyordu.     
Yol denilen izler kaybolmuş. Dereler silme kar dolu. Tipinin gücü yetse dağları devirecek, bölgenin toğoğrafyasını değiştirip,bir tepsi ortası gibi dümdüz yapacak.
     Tüm yönlerin kaybolduğu andır. Ne köylerin ışıkları var, ne gökte yıldız. At nefes nefese kalmış, beyaz köpüklere kesmiş vücudu. Batıyor çıkamıyor, batıyor çıkamıyor, batıyor.... Oğlan iniyor attan, kulakları belki bir it sesi duysa bari. Sadece ıslık sesi; Ölüm kulak dibini sıyırıp geçiyor. Ne yana gittiklerini bilmeden iki can.... Sonra atının eğerini söktü. Birimizden biri kurtulsun bari diye düşündü. Atın üzerindeki terler buza dönmüştü, artık burun delikleri kocaman açılmıyor, inceden cılız buharlar çıkıyordu. Oğlan atı kovdukça başını oğlanın boynuna doğru sokuyordu. Elini atının boynuna uzattı, daha sıcaktı ve kendisinin ne kadar üşüdüğünü fark etti. At gitmedi sonunda....
     Bir kaya, tipi üzerinde biraz esip, biraz dolanıp yoluna devam ediyor. Ön tarafında kar birikmiş. Kar ve kayanın arasında bir boşluk kalmıştı, bir tünel gibi, oraya sığındılar. Tipi gittikçe azıyordu.
***
     Köyden oğlanı aramaya çıkan grup eli boş dönmüştü. Gideceği köye gitmemişti, yakın köylere de. Sığınacak, saklanılacak hiçbir yer yoktu, her yer kapanmıştı. Evde şivan kopmuştu. Ağlayışlar ağlayışlara karışmış, kadınlar yüzlerine geçirdikleri tırnaklarının ucunda etlerini indiriyorlardı.
***
Oğlan ve at tipinin açtığı tünele girdiler, atla kayanın arasına sığınıp, soluklandı biraz. Hızlanan tipi zaman geçtikçe açık olan yeride kapattı. İki can birlikte üşüyordu.
***
Oğlanın anası ortaya başörtüsünü attı. Tüm kadınlar, seslerine bir bıçak inmiş gibi sustular. Bir heykel gibi dondu kaldı hepsi. Ana sustu bir süre, kulak kabartıp bir sesi dinliyor gibiydi.
Sonra hızla terk etti odayı. Döndüğünde elindeki yağ dolu tası sobanın üzerine bıraktı. Diğer kadınlar gözleri ile takip ediyorlardı olup biteni. Sadece gözleri hareket ediyordu. Tereyağı eridikçe genizlerini yaktı kokusu. Eridi, su gibi oldu yağ. Pencereyi açtı, tası camın önüne bırakıp pencereyi kapattı.
***
Üzerlerindeki kar gittikçe kalınlaşıyor olmalıydı. Tipinin sesi gittikçe daha az duyuluyordu. At ayakta duramıyordu, yere çöktü. Oğlan atına sardı kollarını. Deli gibi uykusu geliyordu ve biliyordu soğukta uyuyanların uyanamayacağını, direnmeye çalıştı. Her zaman sıkıla utana söylediği türküleri bu kez utanmadan söylemeye başladı. Keşke birileri olsaydı etrafında, keşke birileri duysaydı, keşke utansaydı... Keşke...
Kendisinin ve atının yüzüne kar sürüyordu bir yandan.
***
Ana, arada bir pencereyi açıp yağa parmağını dokunduruyordu. Yağ sertleştikçe, dolan gözlerini kadınlardan kaçırıyordu. İçindeki umut her seferinde azalıyordu.
Pencereyi açtı tekrardan, içeri deli gibi bir ayaz girdi, peşinden tipi. Kar taneleri sobaya deydikçe çıkan ses içini parçalıyordu. Korkusundan yağı elleyemedi, pencereyi kapattı.
***
Dedesi kardan duvarı aralayıp içeri girdi. Elinde bir çift yün çorap vardı, çorapları ve sırtındaki abasını çıkarıp oğlana verdi, geldiği duvarı kapayıp geri çıktı. Oğlan çorapları ayağına giyinip, abayı sırtına örttü, ısınmaya başlamıştı. Sonra atını düşündü, abayı birazda atın üzerine doğru örteyim istedi. Doğruldu, el yordamıyla abayı aradı, irkildi. Dedesi hayliydi öleli, korktu. Kalkıp atının sırtını üşümüş elleri ile sıvazlamaya başladı, ellerini sürdükçe hem atın teni ısınıyordu hem kendi elleri.
***
Ana ellerini çenesine dayayıp camdan dışarı bakıyordu. Diğer kadınların nefes alıp verdikleri dahi belli değildi, dilleri ağıtlara hazır, tırnakları etlerini koparmaya. Bir işaret bekliyor gibiydiler.
Gece tam yarıydı. Pencereyi açtı, tipi kesilmişti. Elini yağa uzattı, eli yağa battı bu kez. Bir daha uzattı. İnanmadı bir daha, çıkardığında elinden yağlar damlıyordu.... Ağlamaya başladı. Kadınların ortasına gelip baş örtüsünü aldı başına sardı. Ağladı, güldü bir yandan. “Oğlum yarın sabah gelecek” Dedi....
***
Dedesi gelip verdiği çorabı ve abasını alıp gitti. Giderken geldiği yeri açık bıraktı. İçeri bir tutam ışık düştü, atın teri parlıyordu. Bir soğuk hava esti içeride, bir tutam kar alıp açık yeri kapattı. İçerinin havası değişmişti, boynunu atının sırtına yaslayıp bu kez uyanmak üzere uykuya daldı....
***
Köyde kurbanlar kesilmiş, yemekler yapılmış, oğlan bekleniyordu. Bir at ve bir genç adam üst taraftan köye doğru.....
***
Zemherinin son gecesiydi.
Bir kürdoğlu üşüyen ellerine ağlarken, geçmiş zaman içinde bir başka kürdoğlu kayada kalıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder