Ortadoğu konusunda ahkÂm kesmek birçoğumuza kolay gelebilir. Ancak Ortadoğu'yu anlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Hele Ortadoğu konusunda değerlendirmeler yapmak, resmi ideolojilerin halklara yutturmaya çalıştıkları teraneleri aşan şeyler söylemek zordur. Belli bir birikimi, tarihsel-toplumsal özelliklerini, kültürünü bilmeyi; belki daha da önemlisi, Ortadoğulu olarak düşünebilmeyi gerektirir.
Son iki ayda Ortadoğu'da gelişen halk ayaklanmaları için her çevre kendince bir dış kaynak, dış yönlendirici, efendi arayışında. Oryantalist düşüncenin birebir yansımasının sonucudur bu arayışlar. Bunun Türkçeye tercümesi, "Ortadoğulular aşiret-kabile geleneğinden geliyorlar, kendileri için düşünemez, eyleme geçemezler" olabilir. Batılı düşünce kalıplarının bölgeye uyarlanmasından başka bir şey değil bu düşünce biçimi. Mitoloji, Din, Felsefe ve bilimsel düşüncelerin kaynağının bu coğrafya olduğu unutuluyor nedense.
"Kabile ve aşiretlerden oluşan sosyal yapı üzerine monte edilmiş ulus devlet ucubesi, Ortadoğu halklarını kendisi olmaktan çıkarmış, kendisi için düşünemez, üretemez ve eyleme geçemez bir yapı oluşturmuştur. Ancak Batı'nın başkentlerinde eğitilmiş işbirlikçi diktatörlerce yönetilirler. Henüz kendilerini yönetebilecek entelektüel, siyasi ve kültürel birikime ulaşmamışlardır. Onlara dışarıdan vermek gerekmektedir." Sömürgeciliğin, mandacılığın ve oryantalist düşüncenin Doğu toplumlarını sömürmek için kullandıkları temel argümanlar bunlardır.
Ulus devlet gömleğinin Ortadoğu halklarına dar geldiği, tam bir ucube-canavar olduğu doğrudur. Toplumları kendine yabancılaştırmayı, yabancılaştırarak yönetmeyi esas aldığı da doğrudur. Bunun için son iki yüz yıl boyunca çok büyük çabalar harcandığı ve iki dünya savaşı yaşandığı da doğrudur. Önemli oranda hedefine ulaştığı varsayımı da doğruya yakındır. Aksi halde Mübarek gibi bir çağdaş firavunun 40 yılı aşkın bir süre iktidarda kalması mümkün olmazdı. Oryantalist toplum mühendisliğinin başarı hanesine yazılması gereken Mübarek, Bin Ali gibi örnekler az değildir.
Boşuna "sabırdır bu ağulardan süzülmüş" dememiş Ahmet Arif. Ortadoğu insanı tevekkelli, sabırlı ve dirayetlidir. Ama sabrın da bir sınırı vardır. Hz. Eyüp sabrı Ortadoğu insanının genlerine işlemiştir adeta. Ama sabrının sınandığını görüp " Edî Bes e!" dedi mi, işte o zaman Tanrıyı bile sorgulamaya ve ona karşı isyana başlar. Coşkun bir sel olur ki, hiçbir şey önünde tutunamaz. Dünyanın tüm zebanilerinin desteğine sahip çağdaş firavunları bile yıkar geçer. Öyle de oldu.
Tunus'ta başlayan isyan ateşi, Mısır'da zirveye ulaştı. Öyle de olması gerekiyordu. Batı işbirlikçisi diktatörlüklerin halka reva gördükleri baskı ve zulümler, bıçağın kemiğe dayandığı noktaya gelmişti. Artık sabır taşının çatladığı noktaya varılmıştı ve çatladı. Örgütlü bir öncülüğü, programı, strateji ve taktikleri belirlenmemiş diye halklar bu noktadan sonra duramazlardı. Durmadılar. Paris'te, Londra'da, Washington'da ya da başka batılı başkentlerde onlara liderlik etmeleri için el altında tutulan işbirlikçilerden de medet umamazlardır. Ayaklanmaya başladılar "Kervan yolda düzülür" dercesine. Bin Ali ve peşi sıra Mübarek gibi bir firavunu devirmeyi başardılar.
Ortadoğu halklarının mücadele tarihleri incelendiğinde kendine özgü bir diyalektik gelişme rotası olduğu görülecektir. Bölgenin bir yerinde ölüm sessizliği hakimken, bir başka yerde cehennemi mücadele sıcaklığı her zaman olmuştur. Hiçbir dönemde yabancı egemenliği, zorbalığı, sömürüyü kolay kabullenmediler. Topyekün olmasa da her dönemde bir parçası mücadele içinde oldu Ortadoğu'nun. Babek, Eba Müslim, Hallac-ı Mansur, Şeyh Bedrettin, Baba İlyas-İshak, Karayılan, Ömer Muhtarları ve daha binlercesi hiç eksilmedi.
Bugün yaşananları da biraz bu tarihi arka plan içinde değerlendirirsek, doğruya yakın sonuçlara ulaşabiliriz. Mevcut Ortadoğu oligarşileri artık küresel sermaye ve iktidar tekellerinin de ihtiyaçlarına yanıt olabilecek konumdan çıkmışlardı. Halkların kendiliğinden de olsa başlattıkları ayaklanmaların başarı şansı görüldüğünde, küresel sermaye ve iktidar tekellerinin temsilcileri bu durumu kendi çıkarlarına kullanmak için müdahale etmekte gecikmediler. Mısır'da yaşanan tamamen budur. Küresel sermaye ve iktidar tekelleri bu konuda oldukça uzmandırlar.
Kısa vadede bu müdahaleler sonucunda küresel sermaye ve iktidar tekellerinin temsilcileri olan ABD, İngiltere ve bir bütün olarak Batı'nın radikal İslami gelişmeye karşı Ilımlı İslam'la yeniden işbirlikçi rejimler oluşturmaları mümkündür. Türkiye'dekine benzer, kısmen halkın taleplerini de göz önüne alan parlamenter oligarşik rejimleri işbaşına getirebilirler. Bunun da Türkiye'nin zayıflaması anlamına geleceği açıktır. Bu da kısa vadede ayaklanmaları durdurabilir. Ancak, yeniden kendi güçlerinin farkına varan, bu ayaklanmalarla işbirlikçi iktidarları devirebilme yeteneklerini açığa çıkaran halkların orta ve uzun vadede bu rejimlere boyun eğmesini beklememek gerekir.
ozgur-gundem.com alıntısıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder