Seçim bitti: Ezilen ulus memlekete, komünistler cennete gider -Özcan Özen

Türkiye’de proletarya Kürtleşti, ve de Kürtler de savaş ve zorunlu göç ile birlikte proleterleşti. Zira zorunlu göç Türkiye tarihindeki en kapsamlı ve hızlı mülksüzleştirme ve proleterleştirme dalgası oldu.13 Haziran sabahı sosyalistler/komünistler kendi kaderini tayin hakkını savunmaktan ve tanımaktan vazgeçecek midir? Üstelik bunu ilkesel bir tutum olduğu, bir zamanlar bir yerlerde “ulu önderler” tarafından tespit edilmiş ve yazılmış olduğu için değil her gün tanık olunan gerçeklerin bilincine varmaları ve kendi kaderini tayin etmenin devrimci bir dinamik oluşturabileceğini görmelerine rağmen yapabilirler mi?
Kürt işçiler de vardır: Devlet de kurabilirler devrim de
13 Haziran sabahı 60-70 lira yevmiyeye, sigortasız, iş güvencesi ve güvenliğinden yoksun olarak çalışmak zorunda olan Kürt işçiler yine inşaatlardaki iskelelere tırmanıyor olacak. Bunlar ücretli köle sınıfının kah CHP’ye oy veren bölüğünün ikamet ettiği semtlerde kah AKP’ye oy veren proleter mahallelerde, dolaylı ya da doğrudan bir şekilde işçi sınıfının konut sorununu (ev sahibi yapmak ya da kira düşüşünü sağlayacak şekilde) çözecek konutların üretiminde veya yakıt giderlerini azaltacak yalıtım (mantolama) şantiyelerinde, yerden onlarca metre yükseklikte anadillerinde birbirlerini kolluyor olmaya devam edeceklerdir.
13 Haziran sabahı evden eve nakliye şirketlerinin kamyonları, o gün iş bulup bulamama yükünden kurtulmuş Kürtlerin omuzlarına, yolda zaman ve para kaybetmemek için evini işyerinin yakınına taşıyan ücretli kölelerin eşyalarını yüklemek için yol alıyor olacak.


13 Haziran sabahı “pis Kürtlerin” çoğunluğunu oluşturduğu temizlik işçileri hastaneleri, okulları, evleri, sokakları paklamak üzere yine paçalarını sıvıyor olacak.

İşçi sınıfının en çok ezilen, en çok sömürülen, en yoksul bölüğünün çok büyük bir kısmı Kürtlerden oluşmaktadır ve bu bölük genel ücret seviyesinin düşürülmesinde hem de bu düşüşün işçi sınıfının geri kalan bölükleri tarafından katlanılır hale getirilmesinde kullanılmaktadır. Bu yüzden 13 Haziran sabahı, başkasını ezen ulus özgür olamaz, gerçeği değişmiş olmayacaktır. Beri yandan aynı sabah Kürt işçiler, sadece yerden onca yüksekte çalışmaları, sırtlarında onca yük olması, ellerini pisliğe uzatıyor olmalarını değil aynı zamanda düşük ücretlerini, hak ve güvence yoksunluklarını, mecburiyetlerini ya da kaderlerini ulusal çarpanla çarpmaya devam edeceklerdir. Onlar için, mesela, işsizlik bir kimlik değildir tersine Kürt kimliği işsizliktir. İşçi olması değildir öncelikli olan, düşük ücret almasının nedeni Kürt olmasıdır. Sadece ana dilini konuştuğunda kendisini hakir gören bakışlar değil cikletin içinden çıkan fal bile ulusal çarpanla çarpılır.

Sınıftan kaçışın bahanesi: Ulusal sorun
Bu yüzden genel olarak Kürt hareketini özel olarak da Barış ve Demokrasi Partisi’ni salt Kürt kimliği üzerinden siyaset yapmakla eleştirmek çok anlamlı değildir. “Türkiyeleşmemek,” “Türkiye partisi” olmamakla yargılanmaları ise tam anlamıyla ezen ulus kibrine aittir. Hele de sosyalistlerin BDP ve öncellerine yaptığı işçi sınıfına dair politikalar üretmeme eleştirisi, tam anlamıyla kendilerine ait görevlerden kaçmakla yetinmeyip suçu ve sorumluluğu Kürtlerin üzerine atarak şovenizmin saflarına adım atmak anlamına gelmektedir. “Farklı ülkelerin proleterlerinin ulusal mücadelelerinde, her türlü ulusallıktan bağımsız olarak, bütün proletaryanın ortak çıkarlarını vurgulamak ve öne çıkarmak; İşçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinin geçmek zorunda olduğu çeşitli gelişme aşamalarında, her zaman ve her yerde bir bütün olarak hareketin çıkarlarını temsil” -veya öncülük- etmek komünistlerin görevidir, BDP’nin değil.

Hal böyleyken işçi sınıfının tüm bölükleri arasında örgütlenmek zorunda olan komünistler kaçınılmaz olarak işçi sınıfının en çok ezilen, en çok sömürülen, en yoksul kesimi arasında örgütlenirken de BDP ile aynı kitleye hitap etmek zorundadır. Bu yüzden Kürt hareketi ile seçim ittifakı yapmak sadece kendi kaderini tayin etme hakkını meşru ve kaçınılmaz gören ilkeye dayanmamaktadır -kaldı ki bu ilke hayatın kendi dinamiğinden ve pratiğinden kaynaklı olarak mücadelenin içinden fışkırmaktadır ve gören gözler tarafından her zaman ve her yerde tekrar tekrar keşfedilmeyi beklemektedir. Salt bu ilkenin gereğini yerine getirmek ve özgür bir ulus olmak için olsa dahi Kürt hareketini kendi kaderini tayin ederken attığı adımlara destek olmak gerekir: Anayasa değişikliği için halkoylamasında boykot ya da seçimlerde bağımsız aday taktiği yanlış olsa dahi desteklenmelidir. Kendi kaderini tayin etmek ilk önce kendi hatasını kendisinin yapma hakkından başka nedir ki? Bunu çok görmek dahi şovenizmdir.

Kaldı ki komünistler ulusal kimliklerine bakmadan tüm ülkelerin işçi sınıfı mücadeleleri içinde yer almak ve bu mücadeleleri birleştirmek zorundadır. İşte bu yüzden BDP ile seçim ittifakı yapmak kaçınılmazdır. Fakat bunu savunanlar çoğu kez sosyalistlerin diğer kesimi tarafından Kürt hareketinin “kuyrukçuluğunu yapmak,” BDP’ye “iliştirilmek” ya da “başkasının kitlesini ve gücünü kullanarak politika yapabilmek, hatta hayatta kalabilmek” ile eleştirilmektedirler. Üstelik bu eleştirileri yapanlar işçi sınıfının kitlesel partisinin ittifaklarla kurulacağını savunmakta ve her uygun buldukları ittifak ya da cepheye dahil olmaktadırlar -bunların önemli bir kısmının on yıllarca süren işçi sınıfının öncü partisini inşa faaliyetinde umdukları ittifakları oluşturamayarak kendi sınırlı “kitleleriyle” parti başvurusunda bulundukları da vakıadır.

Oysa bu eleştirilerin ötesinde gerçek şudur ki, işçi sınıfının tamamı içinde örgütlenmeye çalışan kaçınılmaz olarak Kürt siyasi hareketiyle rastlaşacaktır. Bu hareket de rakip değil müttefiktir. Tabii ki kimlik siyaseti yapacak, tabii ki milliyetçi olacaktır; fakat ezilen ulus milliyetçiliğini mücadele edilecek rakip olarak görmek olsa olsa şovenlerin meşrebidir komünistlerin değil. Aksi halde ezilen ulustan proleterlerle bırakın örgütlenmeyi, ilişki kurmanın dahi imkanı bulunamaz. Onların milliyetçiliğini tedavi edilecek bir sapma olarak görmek değil, kendi kaderini tayin hakkının devrimci dinamiğe katkısını sağlamak esas olmalıdır.

Sınıfsal değil ulusal
BDP’nin Kürt sorununun çözümü konusunda sınıfsal bir refleks göstermesini beklemek de komünistlerin kendi sorumluluklarını başkasının sırtına yüklemesinin bir başka sürümüdür. Çünkü Kürt sorunu sınıfsal değil ulusal bir sorundur ve nasıl çözülebileceği değil Lenin’den Wilson’dan dahi öğrenilebilinir. Dolayısıyla Kürt hareketini sınıfsal bir yönelim benimseyip benimsemediği konusunda eleştirmekten vazgeçmek gerekir. Çünkü Kürt hareketi sınıfsal olmak zorunda değildir; çünkü sınıf dışında bir kimlik üzerinden siyaset yapmaktadır. Komünistler bunu yanlış buluyor olabilir fakat insanlar, fakat işçiler ulusal kimliği için ölebilmektedir. Nasıl ki bir kadın işçi için dayak yiyip durduğu kocasından boşanmak sınıf mücadelesinin önüne geçer, bir Kürt işçi için de ulusal sorun sınıf mücadelesinin önüne geçebilir ve çoğu kez geçer. Bu konuda komünistlerin yapabileceği tek şey kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız savunmaktır, ezilen ulus milliyetçiliğiyle mücadele etmek, boy ölçüşmek değil. Komünistlerin görevi ezen ulus milliyetçiliğine kan taşımak değil mücadele etmektir.

Kemalistlerle ittifak yapılacağını savunan komünistlerin beri yandan ezilen ulus milliyetçileriyle yapılan seçim ittifakını eleştirmeleri ve daha vahimi ittifaka dahil olmamaları yaman bir çelişkidir. Ters düşülen bir ilke mi vardır yoksa ittifak yapılacaklar arasında bir tercihte mi bulunulmaktadır? Komünistlerin ezen ulustan milliyetçilerle ittifak yapması ezilen ulus milliyetçileri nezdinde komünistlere karşı güven sorunu yaratıp ittifakı imkansız kılmaz mı? Bir izdivaç yapıyor değiliz o yüzden duygusal olmaya gerek yoktur. Ahlaki sabitleri siyasi doğrular gibi sunmak bir tartışma için dahi somut bir zemin oluşturmuyor.

Ezilen ulusun güvenini kazanmak ancak kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız savunmak ve bunun gereği ve göstergesi olarak anlamlı eylem birliktelikleri yapmakla mümkündür. Söylem olarak destek anlamlı gelse dahi sahici kılınmaya muhtaçtır. Bunun için gücünün azlığına dikkat çekerek (hatta itiraf ederek), güçlenmek için işçi sınıfı içinde mücadeleyi öne çıkarmak önceliğinin arkasına sığınmak, işçi sınıfının tarihsel ve yerel çıkarlarını kendi grup çıkarlarının ardına koymanın bahanesi olabilir ancak. İşçi sınıfı bir ulusu ezerek özgür olamayacağı gibi sınıfın bir bölüğü de ezilen ulusun ta kendisidir. Güç kazanılacak yer burasıdır.

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku tüm komünistlere bu fırsatı sunmakla kalmamakta, komünistlerin ittifak saflarında gördükleri hataları dillendirmeleri, işçi sınıfı ile ezilen ulusun en az zararla bu hatalardan döndürülmesi için de bir zemin oluşturmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder