Terleme atölyeleri (sweatshop’lar) tipik piyasa diktatörlüğü kurumları aslında. Hem post-fordist üretim çeşitliliği ve esneklik stratejileri, hem de küreselleşmenin ürettiği ‘fazla’, ‘ imha edilebilir’ ya da ‘olmasa da olur’ nüfuslar, (sözde bütün ‘yasadışı’lıklarına rağmen) onlara ‘meşruluk’ kazandırıyor. Kendi mantığı ve işleyiş düzeni içinde ‘hapishane’yi, ‘kışla’yı ve ‘klinik’i kes-yapıştır teknikleriyle birleştiren bir tür rekombinant bir fabrika modeli. İçinde ilişki kurmanın, dil’in, örgütlenmenin ve bütün yaşam izlerinin mutlak anlamda silinerek, yerini makinelerin zamanla yarışan uğultusuna bıraktığı, aynı anda siyasal ve ruhsal baskının, angaryanın, disiplinin, kontrolün, ileri teknolojinin iç içe geçtiği saf bir üretim-hane. Yalnızca emeğin değil, insan bedeni, zihni ve kişiliğinin güncellenmiş bir toplama mantığı içinde imha edilerek sermayeye dönüştüğü bir faşizm: Yaratıcı yıkım!
Bir mekân tasviri:“(Burada) tüfekli muhafızlar devriye geziyor, duvarların üstünde dikenli teller…yabancıların içeri girmesine izin yok. Her yer gözetleme kameralarıyla izleniyor…”
Bu cümlede tanımlanan mekân (ilk bakışta akla gelebileceği gibi) bir ‘hapishane’ ya da toplama kampı değil; tanımlanan yer, El Salvador ‘serbest [ticaret] bölgesi!’ IGLHR yönetici müdürü Charles Kernaghan, çoğu kadın 1500 işçinin, “silahlı muhafızlarla gözlenen ve dikenli tellerle çevrilmiş bir serbest bölgede kilitli” olduğunu belirtiyor. Bu 1500 işçi burada, Amerika ve dünya pazarı için tişört üretiyor.
Bir başka yasaklı mevki:
“(Burada) konuşmak yasak, müzik dinlemek yasak, başlarını kaldırmaları yasak, ellerini ceplerine sokmaları yasak…”
Burada tanımlanan yasaklı bölge ise [ilk bakışta akla gelebileceği gibi] bir askerî kışla değil, Çin’de Hp bilgisayar klavyelerinin üretildiği bir başka fabrika.
Ve bir başkası:
“(Burada) ölümle mücadele ediyoruz. Bu yaptığımız çalışmak değil. Burası bir ölüm ve cezalandırma yeri.” (Bangladeşli bir işçi çalıştığı atölyeyi tasvir ediyor).
Ve yine bir başkası daha. Ama bu “başka”nın tasviri yok, çünkü burada “söz”, zorunlu olarak bitiyor. Aşağıdaki görsel, Çin’deki bir atölyede, neredeyse ücretsiz ve öldürücü koşullarda istihdam edilen zihinsel özürlü bir hastayı gösteriyor.
Geçtiğimiz ay-şimdi Küresel Emek ve İnsan Hakları Enstitüsü (IGLHR) denen Amerika’daki Ulusal Emek Komitesi’nin Salvadorlu kadın hakları örgütü Mujeres Transformando (Dönüştüren Kadınlar) ile birlikte hazırladığı(1), ya da yine aynı kurumun daha kapsamlı ve uluslararası örnekleri de kapsayan 2009 tarihli raporunda (2) anlatılan ‘ter atölyeleri’nin koşulları hep aynı: gözetim kameraları, sürekli baskı ve gözdağı, uzun çalışma saatleri, akıl almaz ölçüde düşük ücretler, bazı bölgelerde (örneğin Ürdün) işçileri hapsetmeler, sürekli tehdit, hakaret ve şantaja tabi olan işçiler, kirli fabrika suları, bakımsız işçi koğuşları, sendika , örgütlenme ve hatta işçiler arasında dostluk kurma yasağı vb.
Ter atölyeleri 90’lı yıllardan beri gündemde. Gerek Amerika’da gerek uluslararası platformlarda insan hakları ve emek örgütlerinin tüm muhalif girişimlerine rağmen varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Aslında sürdürmek bir yana, küresel krizin derinleştirdiği işsizlik, ucuz emek talebi ve rekabet/kur savaşları gibi koşullar altında giderek yaygınlaşıyorlar da. ‘Ter atölyesi’ deyince, akla çoğunlukla Çin, ya da Bangladeş ve Hindistan gibi ülkeler gelse de, ABD Çalışma Bakanlığı’nın rakamlarına göre ülkedeki 22 bin giysi fabrikasının yarısından fazlası ter atölyesi.
Üstelik bu atölyelerin namlı-şanlı savunucuları da var. Örneğin, Nobel ödüllü iktisatçı ve şu aralar New York Times’daki yazılarıyla “liberal vicdan” üreten Paul Krugman, Pulitzer ödüllü ve yine bir başka New York Times yazarı olan Nicholas Kristofter ter atölyelerinin savunucularından sadece ikisi. Neden mi savunuyorlar? Tabii ki piyasa ‘optimal’leri adına. Çünkü bu adamlara göre, Amerika’daki bu atölyelerde çalışan göçmen işçilerin çalışma koşulları “dehşetli” olmakla birlikte, bu işçiler için “alternatif” [yani “Üçünü dünya ülkelerindeki çalışma koşulları”] çok daha kötü. Krugman’ın deyişiyle, sweatshop’lar sayesinde dünyada “yüz milyonlarca insan, alçaltıcı sefalet koşullarından, hâlâ berbat ama yine de anlamlı ölçüde daha iyi koşullara hareket ediyor.”
Bu, tam da “real politik” denen şeyin iktisat söylemindeki bir karşılığı. Bu “real politik”i emperyal bir diplomasi içinden savunarak, sınır tanımaz bir meşruiyet alanı üretebilirsiniz. Örneğin, aynı New York Times, aynı “real politik” ile ABD hükümeti için “suikast yapma” hakkına da meşruluk kazandırabiliyor. Ya da örneğin, Obama yönetimi bu “real politik” uyarınca yoksul Afrika ülkelerindeki “çocukların asker yapılması”na politik destek sağlayabiliyor. Gayet ‘akılcı’: Bu çocukların açlıktan ölmesindense, ellerine silah alıp ölmeleri ya da öldürmeleri daha iyi!
Terleme atölyeleri tipik piyasa diktatörlüğü kurumları aslında. Hem post-fordist üretim çeşitliliği ve esneklik stratejileri, hem de küreselleşmenin ürettiği ‘fazla’, ‘ imha edilebilir’ ya da ‘olmasa da olur’ nüfuslar onlara (sözde bütün ‘yasadışı’lıklarına rağmen) ‘meşruluk’ kazandırıyor. Kendi mantığı ve işleyiş düzeni içinde ‘hapishane’yi, ‘kışla’yı ve ‘klinik’i kes-yapıştır teknikleriyle birleştiren bir tür rekombinant bir fabrika modeli. İçinde ilişki kurmanın, dil’in, örgütlenmenin ve bütün yaşam izlerinin mutlak anlamda silinerek, yerini makinelerin zamanla yarışan uğultusuna bıraktığı, aynı anda siyasal ve ruhsal baskının, angaryanın, disiplinin, kontrolün, ileri teknolojinin iç içe geçtiği saf bir üretim-hane. Yalnızca emeğin değil, insan bedeni, zihni ve kişiliğinin güncellenmiş bir toplama mantığı içinde imha edilerek sermayeye dönüştüğü bir faşizm: Yaratıcı yıkım!
Peki ama ter atölyeleri bir istisna mı? İlk bakışta öyle gibi görünüyor. O halde başka türlü soralım: Küresel kapitalist düzende istisna olmayan bir şey kaldı mı ki?
1) S. Lendman, El Salvador’s Sweatshop Economy, http://www.indybay.org/newsitems/2011/02/05/18671203.php (Yukarıdaki tasvir ve veriler Lendman’ın yazısında aktardığı bu rapordan alınmıştır).
2) S. Lendman,Global Sweatshop Wage Slavery, http://sjlendman.blogspot.com/2010/02/global-sweatshop-wage-slavery.html
(kt.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder