Düş kurma hakkımız yok.”
Bu sözü bana söyleyen, Orta Hindistan’ın pamuk yetiştirme bölgelerinde yaşayan köylü bir kadındı; kenarda bir köylü çiftçi olan ve ıssız pamuk tarlası kuraklık nedeniyle mahvolan kocası hayatına son vereli daha bir gün olmuştu. Adı giderek uzayan kırsal bölgelerdeki intiharlar listesine en son eklenen köylü çiftçilerden biriydi o. 1995 ile 2010 seneleri arasında Hindistan kırsalında çeyrek milyonu aşkın köylü çiftçi hayatına son verdi.
Dul kadının karamsarlığı çarpıcı bir çelişkiye işaret ediyor. 1995’den bu yana kentsel Hindistan maddi zenginlik bakımından büyürken, kırsal Hindistan daha da yoksullaştı. Tepedeki yüzde 10’luk bir grup eşi görülmemiş bir servet kazanırken, en alttaki yüzde 50’yi oluşturan bir kesim açlıktan ölüyor. Şimdi Üçüncü Dünya içinde Dördüncü, Beşinci ve altıncı Dünya’lar var.
“Hindistan’ın önde gelen yorumcularından biri olan P. Sainath’ın ifade ettiği gibi: “Eşitsizlik Hindistan’da en hızlı gelişen sektördür.”
Toplam servetlerinin değeri 335 milyar doları ya da Hindistan gayri safi yurt içi hasılasının üçte birini bulan 24 milyarderimiz var. Buna karşılık 2007 tarihli bir rapora göre, en az 836 milyon Hintli günlük 50 sentin altında bir gelirle yaşıyor. Bunların 200 milyonu aşkın bir kesimi ise bu gelirin sadece yarısıyla idare ediyor. Onların dünyası sürekli bir resesyon dünyası.
Kırsal alandaki milyonlarca insanın hayatı 1990’ların ekonomik “liberalleşme”si ile öylesine şiddetli bir yıkıma uğradı ki, intihar sağanağı tartışma konusu bile olmadı. Kırsal alandaki Hintli’lerin büyük bölümü insanlık-dışı şartlara havale ediliyor. Dünya mali sisteminin iflası (durumlarını daha da kötüleştirmek açısından) onlara pek bir fark getirmedi.
Bankanın eski müdürü Yaga Venugopal Reddy’nin sayesinde Hindistan Merkez Bankası (RBI) hızla müdahale ederek bankacılık sistemine sıkı önlemler getirdi. Bugün o muhafazakârlığı nedeniyle övülüyor, oysa o dönemde oldukça eleştirilmiş, reformu engellemekle suçlanmıştı.
Hindistan bankacılık sisteminin yaklaşık yüzde 70’i millileştiriliyor. Reddy’e göre “piyasalar daima haklı değil”di. 2009’da New York Times’da yer alan bir açıklamasında, “hâlâ çoğu Hintli’nin yoksul yaşadığı düşünülürse, yatırımcılar ve bankaların münasip gördüğü şekilde onları daha da serbestleştirme önerileri olumsuz sonuç verebilir” diyordu.
RBI aslında reformu geliştirmek için birçok şey yaptı, fakat Hindistan’ı krizlere karşı daha savunmasızlaştıracak değişimlere karşı direndi. İronik olan şu ki, hükümet bugün kamusal denetimli kaynakları özel sektöre devrederek sözde reformları hızlandırıyor.
Maharashtra eyaletindeki Gandici Wardha bölgesinde bir köylü çiftçi lideri olan Vijiay Jawandhia’nın deyişiyle, “Hindistan 1991 ve 2000 seneleri arasında ekonomisini küresel piyasalarla bütünleştirmek için parasını devalüe etti. Enflasyon yükseldi. Örgütlü iş kolları ve memurlar yüksek ücretlerle telafi edildiler, ama kırsal Hindistan bu sürecin dışında kaldı.”
Bu ise kırsal alana bir bomba düşmesi gibi bir şeydi. Javandhia, “Bu dönemde köylü çiftçilerin gelirleri dışında her şey –benzin, sağlık, eğitim ve gıda üretme maliyetleri- yükseldi. Kentsel hayat, kentsel zenginliği besleyen köyler dışlanarak sübvanse edildi” diyor.
Peki ama çarpık bir yüksek büyüme modeli, yavaş, sürdürülebilir, daha kapsayıcı ve ekolojik olarak sağlıklı bir büyümeden daha mı iyidir? Cevap, var olan birçok dünyanın hangisinde yaşadığınıza bağlı.
Jaideep Hardikar, Hindistan, Nagpur merkezli bir gazetecidir.
Kaynak: New Internationalist
Çeviren: Kutlu Tunca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder