Tarihten Günümüze Bir Mayıslar

Türkiye’de 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı anlamında gösteri ve yürüyüşlerle kutlanması tarihinde dört belirgin dönem saptanabilir.

1909-1914 dönemi:
1910 Selanik
Bu dönemde ilk kez 1 Mayıs 1909’da Üsküp’de kutlandı. O gün 120 Bulgar ve Sırp ile 10 Türk işçi ellerinde kızıl bayraklarla gösteri ve yürüyüş yaptılar.
Aynı gün Selanik’te bildiriler dağıtıldı.
1910’da 1 Mayıs Selanik, Veles (Köprülü) vb. birçok Rumeli kentinde kutlandı.
1911’de Üsküp, Selanik, İstanbul, Kumanova, Veles, Edirne’de emekçiler İşçi Bayramı’nda gösteriler düzenlediler.
1912’de Selanik ve İstanbul’da Bir Mayıs kutlandı.
1913 ve 1914’te siyasi çevre koşullarının ve savaşların elvermemesi nedeniyle Bir Mayıs için bildiri dağıtmak ve afiş asmakla yetinildi.
Bu dönemdeki kutlamalar Osmanlı işçi sınıfının 1 Mayısın:
1)İşçi Bayramı,
2)İşçilerin uluslar arası dayanışma günü olduğunu; 3) “8 saat iş-8 saat istirahat-8 saat uyku” anlamına geldiğini bildiğini ispat ediyor.
Ve bir noktayı daha vurgulamak gerekiyor: Gösterilere yerine ve yılına göre onlarca, yüzlerce veya binlerce işçi katıldı, hiçbir “olay” çıkmadı. Bu da biliniyor.

İkinci dönemi 1920’den başlatabiliriz:
1920
1 Mayıs kutlamalarına yedi yıl aradan sonra 1920’de yeniden başlandı:
1 Mayıs 1920’de Trabzon ve civarındaki birçok kentte yüzlerce işçi Lenin ve Enver Paşa’ya övgülerle dolu bandrollar taşıyarak ve sloganlar atarak gösteri ve yürüyüş düzenledi.
Kurtuluş savaşı yıllarında bir yandan savaşa katkılarını esirgemeyen işçiler, işçi bayramını da kutladılar. İşte örnekleri:
1 Mayıs 1921’de İşçi Bayramı İstanbul’da Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF) öncülüğünde kutlandı. Şirket-i Hayriye, Haliç Şirketi, Baruthane, Feshane, Zeytinburnu fabrikaları işçileri ve öbür fabrika ve atölye işçileri işi bıraktılar.
Kağıthane’de kutlanan bayramın yanı sıra TSF’nin Babıali Caddesindeki merkezinde de bir tören düzenlendi; bando, Enternasyonal’i çaldı; işçi kuruluşları temsilcileri merkeze gelip bayramlaştılar.
2 Mayıs 1921 tarihli İkdam gazetesinin yazdığına göre, “işçiler mavi işçi gömlekleri, kırmızı boyunbağları, kırmızı rozetleriyle dolaştı, TSF merkezine ve işçilerin bindikleri bazı otomobillere kızıl bayraklar çekildi.”

İdealim sınırların olmadığı bir dünya

1970’lerin sonunda İstanbul’da, Boğaz sırtlarındayız. Bir gecekondu mahallesi politikacı-bürokrat-müteahhit işbirliğiyle yıkılmak, orada yaşayan yoksullar karda kışta sokağa atılmak isteniyor. Mahalle halkı ise komşuları, belediyede görevli Orhan ağabeyleriyle yıkımları önlemenin yollarını arıyor. Ağabeylerinin sorunları ‘el birliğiyle’ çözme çabalarına karşın muktedirler bir gün dozerleriyle mahalleye girmeye kalkıyor. Ama o gün orada beklenmedik bir gelişme oluyor ve yıkım gerçekleştirilemiyor. Hikâye, Şerif Gören imzalı 1978 yapımı ‘Derdim Dünyadan Büyük’ filminden. Hikâyedeki Orhan ağabey ise Orhan Gencebay. Ünlü müzisyenin zamanında yasaklanmış tek filmi olma özelliğine sahip bu eseri yıllar sonra İşçi Filmleri Festivali vasıtasıyla salonlarda izleyicilerle buluşacak. Biz de bu vesileyle Gencebay’ın kapısını çaldık ve kendisinin sinema serüvenden girip gecekonduların yıkım meselesinden çıktığımız bir sohbet gerçekleştirdik. Arada Yılmaz Güney’in, Ömer Lütfi Akad’ın, Ayhan Işık’ın, John Lennon’ın, Kıvırcık Ali’nin adını andığımız; Bing Bang teorisine, Stephan Hawkins’in tezlerine değindiğimiz söyleşimizin sonundaysa berhudar olduk…

MAHMUT HAMSİCİ

Sizin sinema serüveniniz nasıl başladı? Bildiğimiz kadarıyla sinemaya oyunculuktan önce film müzikleri yaparak başladınız…

Evet, filmlere müzik yaparak başladım. İlk yaptığım filmler arasında Yılmaz Güney’in oynadığı ‘Kurtlar Kanunu’, ‘Kızılırmak Kara Koyun’, Metin Erksan’ın ‘Kuyu’su vardı. Ömer Lütfi Akad hocamızın filmlerine de yaptım ondan sonra birçok filmde müzik ve dublaj yaptım.

1 MAYISIN KÖKENİ - Rosa Luxemburg

Şubat 1894
Bir proleter bayram gününü, sekiz saatlik iş gününü elde etme aracı olarak kullanma düşüncesi ilk kez Avustralya'da doğdu. Avustralyalı işçiler, 1856'da, sekiz saatlik işgünü lehinde gösteriler yaparak, toplantılar ve eğlenceler düzenleyerek, hep birlikte bir günlük iş bırakmaya karar verdiler. Bu kutlamanın yapılacağı gün olarak da 21 Nisan tarihi saptandı. Avustralyalı işçiler bu kararı, yalnızca 1856'da uygulamaya niyetlenmişlerdi. Ama bu ilk kutlamanın Avustralyalı proleter kitleler üzerinde çok büyük etkisi oldu, onları canlandırıp yeni bir heyecana yol açtı ve bu kutlamanın her yıl tekrarlanmasına karar verildi.
Gerçekten işçilere, kendi kendilerine kararlaştırdıkları bir anda, kitle halinde işi bırakmaktan daha fazla cesaret ve kendi gücüne güven duygusunu ne verebilirdi? Fabrikaların ve atölyelerin ebedi kölelerine, kendi öz birliklerini toplamaktan daha fazla ne cesaret verebilirdi? Böylece, proleter bir kutlama günü düşüncesi hızla benimsendi ve Avustralya'dan diğer ülkelere yayılmaya başladı, ta ki sonunda tüm proleter dünyayı fethedene dek.
Avustralyalı işçilerin örneğini ilk izleyen Amerikalılar oldu. 1886'da l Mayıs'ın evrensel bir iş bırakma günü olmasına karar verdiler, l Mayıs'ta 200 bin Amerikalı işçi iş bıraktı ve 8 saatlik işgünü talebinde bulundu. Daha sonra uygulanan polisiye ve yasal baskılarla, işçilerin bu ölçekte bir gösteriyi tekrarlaması birkaç yıl engellendi. Yine de 1888'de bu yolda yeniden karar aldılar ve gelecek gösterinin l Mayıs 1890'da olmasını kararlaştırdılar.

Özür dilerim ben imparator olmak istemiyorum - Charlie Chaplin

Diktatör, Charlie Chaplin'in yönettiği ve başrolü Paulette Goddard ile paylaştığı, 1940, ABD yapımı politik komedi filmidir. Aynı zamanda Chaplin'in ilk sesli filmidir.Filmde Nazizm ve Chaplin tarafından canlandırılan Adolf Hitler oldukçe sert bir şekilde eleştirilmektedir.ABD'nin resmi olarak Nazi Almanyası ile hala barış içinde olduğu ve savaşa henüz girmediği bir dönemde çekilen filmin, kendi dönemi içinde sıradışı bir yeri vardır. Hitler ve emrindeki Nazilerin işgal ettikleri bölgelerde yaptıklarının henüz tam olarak açığa çıkmadığı bir dönemde, Chaplin yaptığı film ile Hitler'in Yahudi mallarını kamulaştırması, antisemitizm, faşizm konularını Nazileri yerden yere vurarak işlemiş; hatta filmde Nazileri beyinleri ve kalpleri makineden yapılma insanlar olarak tanımlamıştır."Büyük Diktatör", 1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir.Büyük Diktatör Filmi Final Konuşması"özür dilerim ben imparator olmak istemiyorum...
"Özür dilerim ben imparator olmak istemiyorum. Bu beni ilgilendirmiyor. Hükmetmek veya işgal etmek istemiyorum. Herkese yardım etmek istiyorum. Yahudi, Katolik, siyah, beyaz.

Makina-Oluş ve Arzu Üretimi - Mehmet Oruç

I.
İnsan bedeni nasıl oldu da böyle mekanik bir şekilde hareket eder hale geldi? Boş zamanlarında kendilerini kötü hisseden, dışarıdan bir buyruğa göre hareket etmeye alıştırılmış insanlar haline getirildi? Emir almadan bir adım dahi atamayan, her şeye bir gram bile düşünmeden itaat eden otomat bedenler çağındayız. Rimbaud’un ‘Ben bir hayvanım, bir zenciyim…’ sözünde olduğu gibi modern çalışma koşullarındaki öznelerde ‘ben bir makineyim’ demeye başlamıştır. İktidarlar zaten bu her şeye uysalca razı olan bedenlerin oluşturduğu kitleler üzerinde etkili olmazlar mı?      
Zaman dahi artık sayılabilen, sıkıntıyla duyumsadığımız bir şey haline getirildi. Zaman ve çalışma birbirine sıkı sıkıya bağlı bir gündelik hayat sıradanlığını kutsamakta. İşe veya çalışmanın gerçekleştirildiği herhangi bir şeye geç kalanlarda ya cezalandırılır ya da dışlanır. Denetim çağımızın kuralları böyle işliyor. Auschwitz kampının girişinde de zaten çalışma insanı özgürleştirir ‘Arbeit macht frei ‘ yazılı değil miydi? Günümüzde bu faşizm daha ince tekniklerle varlığını sürdürmekte. Artık çalışma alanlarındakiler de birbirlerini denetler hale gelmiştir. En kötüsü de bu olsa gerek. Dayanışma ve paylaşmanın yerini, bu kötücül çağda rekabet ve hırs alıyor. Daha fazla mala sahip olma duygusu üzerinden insanların kendi metalaşıyor ve yaşama yabancılaşıyor.

II. Yabancılaşma
“Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum. İhtiyarlar yurdundan bir telgraf aldım: ‘ Anneniz öldü. Cenazesi yarın kaldırılacak. Saygılar,’ diyordu. Bundan pek bir şey anlaşılmıyor. Belki dün ölmüştür.”    [1] diye başlayan Camus’un

Bob Marley (SEÇKİLER) - DİNLE

Efsane reggae sanatçısı Bob Marley'in 130'un üzerinde plağı, her biri dillere destan olmuş yüzlerce şarkısı bulunuyor. Asıl adı Robert Nesta Marley olan unutulmaz sanatçı, 6 Şubat 1945 tarihinde Jamaika'da dünyaya gelmiştir.
5 yaşındayken, annesi Kingston'a taşınmaya karar vermiş ve orada Bob ve ailesi, yaşamı boyunca Bob'un en iyi arkadaşlarından biri olan Bunny Livingston ve ailesi ile birlikte yaşamışlar. Bob ve Bunny, o yıllardan beri müzik ile uğraşmışlar.
Bob Marley, reggae müziğinin sadece Jamaika sınırlarında kalmamasını sağlayıp, onu bütün dünyaya duyuran en önemli isimlerden biridir. Büyük bir kesim tarafından bu tür müziğin kralı olarak ifade edilen Bob Marley, söz yazarı, şarkıcı ve gitaristtir. Profesyonel anlamda müziğe The Wailers grubu ile başlamıştır. The Wailers, Peter Tosh ve Bunny Livingston'dan oluşuyordu ki, bu isimlerde daha sonradan Bob Marley gibi solo kariyer çalışmalarına devam ettiler. İlk hitleri "Simmer Down" olmuştu.
Bob, The Wailers'dan ayrıldıktan sonra, üç kadın reggae sanatçısının oluşturduğu The I-Threes adlı gruba müzikal alanda yardım etti. Topluluğun elemanlarından Juddy Mowatt, tecrübeli sanatçı için şu ifadeyi kullanmıştı; "Bob Marley’in şarkı sözü ve müzik altyapısı öylesine gelişmiş ki, kendisi bir müzik ansiklopedisi gibi"

Acının Sütü / La Teta Asustada - İZLE

Tür: Dram, Müzik
Yönetmen: Claudia Llosa
Senaryo: Claudia Llosa
Yapımcı: Antonio Chavarrías, Claudia Llosa, José María Morales
Görüntü Yönetmeni: Natasha Braier
Müzik: Selma Mutal
Süre: 1 saat 34 dk
Peru’nun faşist dönemlerinin anlatıldığı ve bir insanlık dramının yaşanması sonucu bunun gelecek nesillere de ne tür etkiler bıraktığını anlatan orijinal bir yapım. Fausta, genç bir kadındır. Annesi de geçmiş dönemlerde teröristlerce işkence görmüş ve bu sıralarda tecavüze uğradığı için hastalık kapmış birisidir. Bu hastalığın adı Acının Sütü’dür. Doğum sırasında ya da sonrasında Fausta’ya geçmiş olan hastalıktan ötürü annesi ölmüştür. Fausta , annesinin acı içinde ölümüne şahitlik etmiştir ve artık kendi yaşamı için endişe duymaktadır. Bu çaresizlikten kurtulmanın yollarını aramaya başlayacaktır.
Avrupa ve Latin Amerika’da toplam 5 festivalden (Berlin Film Festivali dahil) 10 ödül kazanmış son derece başarılı ve etkileyici bir sinema filmi. Dram ve gerçek yaşam öyküleri türü film izlemek isteyenler için iyi bir tercih olabilir. İyi seyirler diyor ve filmi izledikten sonra yorumlarınızı bekliyoruz.

Seçtirmiyorlarsa seçme! – Özcan Özen

Anadillerinde öğretim yapan üniversiteleri kapatıldı. Hem de kendi yaşadıkları topraklar üzerindeki, kendi ülkelerindeki. Onlar da demokrasiyi işlettiler. Gösteri yaptılar: Kararı protesto ettiler. Daha önce olduğu gibi yine polis saldırdı. Kaba dayak, gaz, su, cop ve nihayet silahlar: Ölüler, yaralılar.
Nüfusların yüzde 25’inin katılımıyla miting yaptılar. Askeri birlikler geldi insanları öldürdü. Nüfusun tamamı genel greve gitti. Nüfusun neredeyse tamamı işten atıldı, çalışan oranı yüzde 10’un altına indi.
Anadillerinde yayın yapan televizyon ve radyo kapatıldı, gazeteleri “Diriliş” yasaklandı. İşsizlik göçe neden oldu ve nüfusun yüzde 20’si çalışmaya “acı vatan”lara gitti.
Doktorların anadillerinde reçete yazması yasaklandı. Doktorlar işi bıraktı ve hastalarını kendi evlerine davet edip misafir odalarında tedavi etmeye çalıştı. Kadınlar devlet hastanelerinde doğum yapmaya gitmedi. Ebeveynler çocuklarını, kısırlaştırıcı bir karışım içerdiği endişesinden dolayı aşılatmadı. İnadına doğurdular, inadına çoğaldılar.
Bırakın anadilde eğitimi, sokakta anadilinde konuşmak bile yasaklandığından öğretmenler okulu bıraktı. Müfredat egemenin hayat hikayesinden ibaret olunca insanlar tarihlerine sarıldı. Evlerini okul haline getirdi ve 300-400 bin çocuk ve genç ev-okullarında eğitim gördü.
Kendi aralarındaki anlaşmazlıkları devletin hukukunda değil içlerindeki hukuk bilgisi sahiplerinin rehberliğinde çözüme kavuşturdular. Evler mahkeme salonu olmuştu.
Gün ortasında bir yeraltı devleti kurdular. Bu devlet şiddet araçlarına sahip olmadığından bilinen devlet tanımına (şiddet araçları tekeli), asla uymadı. Devlet olmayan bir devlet örgütlediler. Ülke içindekiler bu devlete yıllık gelirlerinin yüzde 3’ünü, yurt dışında çalışanlar yüzde 10’unu vergi olarak veriyor ve kamu görevlilerinin geçimi bu toplumsal fondan karşılanıyordu.

Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? - İZLE

Tür: Komedi, Tarih, Dram
Yönetmen: Ezel Akay
Müzik: Ender Akay
Süre: 2 saat 15 dk
Oyuncular: Haluk Bilginer, Beyazıt Öztürk, Ayşen Gruda,
Mete Horozoğlu, Şebnem Dönmez, Güven Kıraç,
Hacivat ve Karagöz 14. yüzyılda, Bursa’da yaşamakta olan ve inşaat işçiliği yapan iki emekçidir. Bursa kentinin kozmopolit yapısı içinde elitler, hristiyanlar, müslümanlar bir arada yaşamaktadır ve kıyasıya bir mücadele vardır. Hacivat’la Karagöz, kendilerinde olan doğal espri yeteneklerini farketmiş ve bunu kullanmaya karar vermişlerdir. Bu amaçla insanların karşılarına çıkmaya ve onları eğlendirmeye başlarlar. Ancak dillerinin sivriliği ve cesaretleri bazı çevrelerce sert tepki toplamalarına neden olur. Bunun sonunda ise kendi kuyularını kazmış olacaklardır.
Beyazıt Öztürk ve Haluk Bilginer’in başrolünü paylaştığı, yayınlandığı dönemin en çok beğenilen yerli yapımlarından olan Hacivat ve Karagöz filmini sizlere sunuyoruz. Eğlendirici ve kimi yerlerde hüzünlendirici bu film için sizlerin de yorumlarınızı bekleriz. İyi seyirler.

“Şirket Silahlı Kuvvetleri” görevde/ Abdullah AYSU

Libya, zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip. Petrol ve doğalgaz kaynaklarının ekonomik değeri savaşmayı gerektirecek boyutta. Libya’da başlayan isyanın ardından içerden Kaddafi’nin uçakları havalandı, gök kubbeyi dar etti yurttaşlarına, dışardan ABD, İngiltere, Fransa, Kanada ve İtalya’dan oluşan koalisyon güçleri Libya hava sahasına yerleşti. Yani Kaddafi ve koalisyon güçleri için savaş arenası: Libya toprakları. Bu savaşta Türkiye’nin de rolü var: Yaralananların tedavi edilmesi…
Batı, gerçekten Libya petrollerini ele geçirmenin mi peşinde?
Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre; ihalesi yapılmış ve yapılmakta olan ve imtiyazı alınmış petrol sahasının sayısı 201. Libya’daki petrolün yüzde 52’sini çokuluslu petrol şirketleri, yüzde 31’ini yabancı ülkelerin sahip olduğu milli petrol şirketleri, yüzde 17’sini de bu grupta yer alan şirketlerin aralarında kurduğu ortaklıklar çıkarıyor.
Libya’da şu anda 11 tane milli petrol şirketi faaliyette. Brezilyalı Petrobras, Çinli CNPC, Hindistanlı ONGC, Endonezyalı Pertamina’nın da aralarında olduğu altı şirket de Asya Pasifik bölgesinden. İki Avrupalı, Polonyalı Polish Oil&Gas ve Türkiye’den TPAO’da Libya’da. Libya’da bulunanlar arasında dünya devi Rus Grasprom da var.
Çin’in devlet şirketi CNPC, Libya’daki petrolün yüzde 10’unu ülkesine götürüyor.
Çokuluslu şirketler ise, sırasıyla ENI, OMV, Repsol-YPF, ConocoPhilips, Hess, Marathon, Occidental ve Suncor.

Joan Baez / Seçkiler - DİNLE

Joan Baez (d. 9 Ocak 1941), ABD'li folk şarkıcısı ve şarkı yazarıdır. Farklı vokaliyle, aktivist tavrıyla ve politik görüşüyle bilinir. Üç oktav ses aralığına sahip bir sopranodur. Şarkılarının çoğu sosyal konularla ilgilidir.
Müziği adeta kendi aynası oldu ve toplumsal tepkiler çerçevesinde daima özgürlük, işçi hakları, ağır vergilere yönelik tepkiler ve insan hakları konusunda kendini öne çıkardı. Karşı koyuş ve protestolarla geçen 1963, 1964, 1966 yıllarında yoğunlaştırdığı hareketlerinden sonra 1968 kuşağı içerisinde ve o renkleri yansıtan albümünü kaydetti. Eşi David Harris'in protesto hareketlerini oluşturduğu iddiası ile hapise atılmasından sonra ve Vietnam Savaşı'nın hızının artması ile birlikte Amerika merkezli Liaison Committee ile birlikte Hanoi"ya gitti, Batı Yakası'nda "Amnesty İnternational" (Uluslararası Af Örgütü) kurulması desteği verdi.
Albümlerinin ruhuna uygun olarak, Güney Asya'daki saldırgan tutumun azalışa geçmesi ile, dikkatini Augusto Pinochet'in diktatörce baskısı altında inleyen Şili'ye çevirdi. Böylece, bu insanlara ithaf olarak İspanyolca albümünü çıkardı. Bu albümdeki "No Nos Moveran" (Biz sürülmeyeceğiz) adlı şarkısı, İspanya'da Diktatör General Franco tarafından 40 yıldan fazla süre ile yasaklandı ve tüm kopyaları toplatıldı. Diktatör Franco'nun ölümünden 3 yıl sonra 1977 yılında ilk defa kendisi, Madrid'deki bir televizyon programında bu şarkıyı söyledi.
Joan Baez, internette video sitelerinde bulunabilecek Zülfü Livaleni'nin Nazım Hikmet'in "Kız Çocuğu" Şiiri'ne bestelediği şarkısını başarıyla ve kendine özgü tarzı ile tüm müzikseverlere hediye etti.

Delilerin Aklına İhtiyacımız Var - Asuman Bayrak

“Önemli olan, insanın kendi kendini saçlarından kavrayıp ayağa kaldırması, kendini bir eldiven gibi ters yüz edip evrene yepyeni gözlerle bakmasıdır. 
Nasıl mı? Baskı, entrika, soygun ve cinayet ortamında düş kurmak zordur. Hayat sanattan, sanat da hayattan medet umar; bazen bir görüntü veya dize, bazen tek bir sözcük, renk, ses, hareket ayakta kalmanın yollarını açar, gönül telini titretir, nefes almamızı sağlar. Sol cenahta tiyatronun gözde olduğu günler geçmişte kaldı, artık yatıp kalkıp sinema konuşuyoruz. Oysa bir epik tiyatro vardı!.. Politikanın damardan yapıldığı, genellikle güç, şiddet karşısında aydın sorumluluğunu işleyen oyunların cephesi.
Geçtiğimiz ay, İstanbul Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde, Jean Paul Marat'nın takibi ve öldürülüşünün Charanton Akıl Hastanesi oyuncuları tarafından Marquis de Sade yönetiminde temsilini konu alan Peter Weiss'ın yazdığı, Ragıp Yavuz'un yönettiği müzikli oyunu seyrettim. İmkansızı talep etmenin tadını hatırlattı.
Oyunun bir yerinde Marat, “Önemli olan, insanın kendi kendini saçlarından kavrayıp ayağa kaldırması, kendini bir eldiven gibi ters yüz edip evrene yepyeni gözlerle bakmasıdır, diyor. Yönetmen Ragıp Yavuz, insanın ister istemez 'nasıl' diye soracağını, ancak P.Weiss'ın yanıt vermediğini söylüyor. Oyun, hazır ve net cevap arayanlar için değil, soruları çoğaltanlar, sorgulayanlar, farklı anlamlar arayanlar için sahnelenmiş.

Karamazovi - İZLE

Tür: Dram, TiyatralYönetmen: Petr Zelenka
Senaryo: Fyodor Dostoyevsky,
Petr Zelenka, Evald Schorm
Yapımcı: Cestmír Kopecky
Müzik: Jan A.P. Kaczmarek
Süre: 1 saat 50 dk
Konusu:  Çek Cumhuriyetinde Praglı bir grup tiyatro oyuncusu Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” adlı eserini bir fabrika ortamında sergileyebilmek adına Krakov’a gelirler. Oyun öncesi provalar devam etmektedir. Acı , inançlar, ölümsüzlük, kurtuluş temaları tiyatro oyununun temasını oluşturmaktadır ve bütün oyuncular bir inanç birliği içinde oyun üzerine titremektedir. Bu özverileri ilerleyen günlerde çok ilginç bir şekilde kendilerini etkilemeye başlar. Dostoyevski’nin bu ölümsüz eserinde yaratılmış olan karakterler, oyuncuların içlerine yerleşmiştir adeta ve yaşamlarını doğrudan etkilemeye başlamıştır. Oyuncular artık roman , tiyatro ve gerçek hayat arasında paradoksal gidip gelmeler yaşamaya başlarlar.  Film bir başyapıt niteliğinde ve kesinlikle bu tarz bir film şimdiye çekilmedi. Tarihin derinliklerinin, bir tiyatro eseriyle insan yaşamına entegre edilebildiğinin ifadesidir bu film. Bu tarz film seven sevmeyen herkes bunu izlemeli diyoruz. Değerli yorumlarınızı bekleriz. İyi seyirler.

BU BİR SAVAŞ KARARIDIR...

Devlet, faturası ağır olacak bir karara imza atarak yedi Kürt siyasetçinin adaylığını kabul etmedi. BDP'liler ‘Bölge’yi savaşa sürüklüyorlar. Parlamento derhal seçimi ertelemeli, gerekirse seçimlerden çekiliriz’ dedi

18 NİSAN DARBESİ
Devlet Kürtlerin iradesine ambargo koyarak, Meclis yolunu Kürtlere kapattı. YSK, Hatip Dicle, Leyla Zana, Sabahat Tuncel, Gültan Kışanak, Ertuğrul Kürkçü, İsa Gürbüz  ve Salih Yıldız'ın da aralarında bulunduğu 12 bağımsız milletvekili adayının adaylığını kabul etmedi. Daha önce de YSK, Ağrı bağımsız adayı olan Murat Öztürk’ü reddetmişti

SEÇİMLERDEN ÇEKİLİRİZ

Ahmet Türk: "Tamamen siyasi bir karardır, Kürtlerin demokratik siyasete katılımını engelleyen bir karardır. YSK'nin tek başına alabileceği bir karar değildir. Bütün çabalarımıza rağmen demokratik siyaset yolu Kürtlere kapatılmaya çalışılıyor. Karar hukukla izah edilemez. Bu karar seçimlere girmemizi engeller" dedi.

FATURASI AĞIR OLUR
Selahattin Demirtaş: "Siyasi sonuçları ağır olacak bir karara imza atıldı. Çok ince hesaplanmış. Siyasi sonuçları görülerek karar verilmiştir. Bir devlet komplosu ile karşı karşıyayız. Parlamento derhal toplanmalı, seçimi ertelemelidir. Bu dehşet operasyonu Bölge'de savaş için alınan bir karardır" dedi.

Yüksek Seçim Kurulu, aralarında BDP’nin desteklediği Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun bağımsız adaylarının da aralarında bulunduğu 12 kişinin adaylığını veto etti. Tasfiye operasyonu, DEP’lilerin Meclis’ten atıldığı 2 Mart 1994 operasyonunu hatırlattı.
YSK, bağımsız milletvekili adayları ile siyasi partilerin milletvekili geçici aday listeleri üzerindeki incelemelerini tamamladı. Adli sicil kayıtlarını inceleyen YSK, 12 bağımsız milletvekilinin sabıka kayıtları bulunduğunu öne sürerek adaylıklarını iptal etti. Yasak getirilen adaylar arasında BDP’nin desteklediği Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun Amed adayları Hatip Dicle, Leyla Zana, Sêrt adayı Gültan Kışanak, İstanbul adayı Sabahat Tuncel, Mersin adayı Ertuğrul Kürkçü, Xarpêt (Elazığ) adayı İsa Gürbüz, Colemêrg (Hakkari) adayı Salih Yıldız ve ESP adayları Çiçek Otlu ile Harun Özelen, Abdullah Kızılay, Şerafettin Efe ve Nezir Sincan bulunuyor.

KÜRDOĞLU KAYADA KALDI

Dağlardan bıçak esiyordu. Şehrin bulvarlarını, caddelerini, sokaklarını kuşatmıştı bu esinti. Hangi canlıya vuruyorduysa görünmez bir yara açıyordu, acı akıyordu ; Gözlerin göremediği, ellerin dokunamadığı... Zehir gibi bir acı... Soğuk.

     Kapının açılmasıyla müthiş bir sıcak sardı tüm bedenimi, sonra parmaklarım karıncalanmaya başladı. Sonra acımaya. Binlerce karınca parmak uçlarımı kemiriyordu, kemiklerimi. Dayanılmaz bir acıydı. Annem bir leğene kar doldurup getirdi içeri ve ellerimi ovalamaya başladı. Her dokunuşunda karıncalar ölüyordu ellerimin içinde, morarmış tenimin altında...

     Dudaklarım zorla bir araya geldiğinde “ Anne, çok soğuk “ Diyebildim. Annem, iki elimi bir elinde birleştirip diğer eliyle saçlarımı okşadı.”Sayılı günler bu günler, bu gece kürdoğlu kayada kalacak “ Dedi...

Fe r y a l Ö n e y / H a r d a s a n - DİNLE

Akşehir doğoumlu Feryal Öney Konya Ereğli'de büyüdü. Boğaziçi Üniversitesi'ni kazanınca buradan ayrılarak İstanbul'a yerleşti. Türk Dil ve Edebiyatını bitirdi ve 4 yıl edebiyat öğretmenliği yaptı. 1997 de öğretmenliği bıraktı.
Kardeş Türküler -solisti- olarak çıkardığı albümler dışında 'Hardasan' ve 'Bulutlar Geçer' adlı iki albümü var.
Esra Aşan, Seda Saral'ın Feryal Önel ile söyleşisinden alıntıdır.
"Bu kız şarkı söyleyebiliyor" dendiği günden beri söylüyorum. Çocukluk yıllarımda ağırlıklı olarak 45'lik plâkları, Türkiye'de dinlenen popüler şarkıları ve aralarında Ajda Pekkan, Cem Karaca, Orhan Gencebay, Nesrin Sipahi, Erkin Koray, Kamuran Akkor’un adını sayabileceğim şarkıcıları dinlerken, lise yıllarında, müzik öğretmenimin de etkisiyle, türkü dinlemeye ve söylemeye başladım. Daha çok Azeri şarkıları ve Orta Anadolu türküleri ilgimi çekiyor, sesim de o tarzlara yakışıyordu. Boğaziçi Üniversitesi'ne gelip Folklor Kulübü'ndeki müzik çalışmalarına katıldığımda, Kardeş Türküler projesi ortaya çıktığında ağırlıklı olarak Azeri şarkıları ve Orta Anadolu Türkmen türkülerini söylemeyi tercih ettim, söyleyebildiğimi gördüm.

Türk Hamlesi / Turkish Gambit - İZLE

Yapım: 2005 Bulgaristan,Rusya / Türkçe Altyazılı
Yönetmen: Dzhanik Faiziyev
Müzik: Vsevolod Saksonov, Andrei Feofanov
Süre: 2 saat 10 dk

Erast Fandorin isimli Rus ordusu mensubu, bir çok savaşta yer almış ve Türklere karşı tecrübe edinmiştir. 1877-78 Osmanlı – Rus savaşına da katılır ve geri dönüş yolundayken, Bulgaristan sınırında Varvara Suvorova isimli güzel bir kadınla tanışır. Suvorova yola onunla birlikte devam etmek ister çünkü cephenin ilerisindeki nişanlısına ulaşmak istemektedir. Fandorin, onu da yanına alacaktır ancak asıl görevi olan, Rus ordusu içine sızmış Osmanlı ajanını (Enver) deşifre etme görevini yerine getirmek zorundadır…
Rus yapımı olan bu filmde Osmanlılarla olan savaş ve bu savaşın iç yüzü anlatılıyor. Boris Akunin isimli Rus yazarın, Adventures of Erast Petrovich Fandorin isimli seri romanlarından alıntılanan film, Rusların sinema sektöründeki yükselen grafiğine iyi bir örnek. Dublajı olmadığı için altyazılı olarak sunuyoruz. İzledikten sonra yorumlarınızı bekleriz. İyi seyirler.

Seçim bitti: Ezilen ulus memlekete, komünistler cennete gider -Özcan Özen

Türkiye’de proletarya Kürtleşti, ve de Kürtler de savaş ve zorunlu göç ile birlikte proleterleşti. Zira zorunlu göç Türkiye tarihindeki en kapsamlı ve hızlı mülksüzleştirme ve proleterleştirme dalgası oldu.13 Haziran sabahı sosyalistler/komünistler kendi kaderini tayin hakkını savunmaktan ve tanımaktan vazgeçecek midir? Üstelik bunu ilkesel bir tutum olduğu, bir zamanlar bir yerlerde “ulu önderler” tarafından tespit edilmiş ve yazılmış olduğu için değil her gün tanık olunan gerçeklerin bilincine varmaları ve kendi kaderini tayin etmenin devrimci bir dinamik oluşturabileceğini görmelerine rağmen yapabilirler mi?
Kürt işçiler de vardır: Devlet de kurabilirler devrim de
13 Haziran sabahı 60-70 lira yevmiyeye, sigortasız, iş güvencesi ve güvenliğinden yoksun olarak çalışmak zorunda olan Kürt işçiler yine inşaatlardaki iskelelere tırmanıyor olacak. Bunlar ücretli köle sınıfının kah CHP’ye oy veren bölüğünün ikamet ettiği semtlerde kah AKP’ye oy veren proleter mahallelerde, dolaylı ya da doğrudan bir şekilde işçi sınıfının konut sorununu (ev sahibi yapmak ya da kira düşüşünü sağlayacak şekilde) çözecek konutların üretiminde veya yakıt giderlerini azaltacak yalıtım (mantolama) şantiyelerinde, yerden onlarca metre yükseklikte anadillerinde birbirlerini kolluyor olmaya devam edeceklerdir.
13 Haziran sabahı evden eve nakliye şirketlerinin kamyonları, o gün iş bulup bulamama yükünden kurtulmuş Kürtlerin omuzlarına, yolda zaman ve para kaybetmemek için evini işyerinin yakınına taşıyan ücretli kölelerin eşyalarını yüklemek için yol alıyor olacak.

Gezegenle kumar oynamak - JOSEPH E. STIGLITZ

Japon depreminin sonuçları -özellikle Fukuşima nükleer santralinde devam eden kriz- Büyük Resesyonu hızlandıran Amerikan finansal çöküşünü izleyenler için ürkütücü bir yankı. Her iki olay, risk kadar piyasaların ve toplumların risklerle ne kadar başaçıkabileceğine ilişkin de keskin sonuçlar veriyor.
Elbette, bir açıdan, arkasında 25 bin ölü ile kayıp bırakan deprem trajedisi ile hakkında bu kadar akut fiziki zararlar atfedilemeyecek finans krizi arasında bir benzerlik yok. Fakat Fukuşima’da meydana gelen erime çöküşe geldiğinde iki olay arasında ortak bir tema var.
Nükleer ve finans endüstrisindeki uzmanlar, bize yeni teknolojinin her şeye sahip olduğunu ve kaza riskini elimine etmeyi garanti etmişti. Olaylar onları yanlışladı: Risk sadece varlığını sürdürmekle kalmadı; sonuçları da o kadar büyük oldu ki, endüstri liderlerinin terfi ettirdiği sistemlerin varsayılan tüm yararlarını kolayca sildi.
Büyük Resesyon’dan önce, Amerikan ekonomisinin gururları (fikirleri izlenen saygın kişiler -ç.n.) -Federal Kaynaklar’ın tepesinden finansın devlerine- risk yönetimini öğrendiğimizle böbürleniyorlardı. Ama türevler ve kredi-yükümlülükleri değiş tokuşları gibi “yenilikçi” finans enstrümanları, riskin ekonomiye baştan başa yayılmasını olanaklı kıldı. Biliyoruz ki onlar sadece toplumun geri kalanını değil, kendilerini de kandırdılar.

Finansın bu sihirbazlarının, riskin karmaşıklığını anlamadıkları ortaya çıktı. Bazen “siyah kuğular” olarak da adlandırılan “şişman kuyruklu dağıtımlar”ın (fat-tail distributions) -dev sonuçlara sahip nadir olaylar için kullanılan istatistiki terim- ortaya çıkardığı tehlikeleri yalnız bırakıyorlar. Fakat yüzyılda bir olması beklenen -ya da kainatın yaşam süresi boyunca bile bir kez- olaylar, her on yılda gerçekleşiyor gibi görünüyor. Daha kötüsü, sadece bu olayların oluş frekansı değil, onların yol açacağı astronomik zarar da çok büyük bir şekilde tahmin edilemiyor.

bir hapishane, kışla ve klinik olarak ‘fabrika’: ter atölyeleri

Terleme atölyeleri (sweatshop’lar) tipik piyasa diktatörlüğü kurumları aslında.  Hem post-fordist üretim çeşitliliği ve esneklik stratejileri, hem de küreselleşmenin ürettiği ‘fazla’, ‘ imha edilebilir’ ya da ‘olmasa da olur’ nüfuslar, (sözde bütün ‘yasadışı’lıklarına rağmen) onlara ‘meşruluk’ kazandırıyor. Kendi mantığı ve işleyiş düzeni içinde ‘hapishane’yi, ‘kışla’yı ve ‘klinik’i kes-yapıştır teknikleriyle birleştiren bir tür rekombinant bir fabrika modeli. İçinde ilişki kurmanın, dil’in, örgütlenmenin ve bütün  yaşam izlerinin mutlak anlamda silinerek, yerini makinelerin zamanla yarışan uğultusuna bıraktığı, aynı anda siyasal ve ruhsal baskının, angaryanın, disiplinin, kontrolün, ileri teknolojinin iç içe geçtiği saf bir üretim-hane. Yalnızca emeğin değil, insan bedeni, zihni ve kişiliğinin güncellenmiş bir toplama mantığı içinde imha edilerek sermayeye dönüştüğü bir faşizm: Yaratıcı yıkım!
Bir mekân tasviri:
“(Burada) tüfekli  muhafızlar devriye geziyor, duvarların üstünde dikenli teller…yabancıların içeri girmesine izin yok. Her yer gözetleme kameralarıyla izleniyor…”
Bu cümlede tanımlanan mekân   (ilk bakışta akla gelebileceği gibi) bir ‘hapishane’ ya da toplama kampı değil; tanımlanan yer, El Salvador  ‘serbest  [ticaret] bölgesi!’  IGLHR yönetici müdürü Charles Kernaghan, çoğu kadın 1500  işçinin, “silahlı muhafızlarla gözlenen ve dikenli tellerle çevrilmiş bir serbest bölgede kilitli” olduğunu belirtiyor. Bu 1500 işçi burada, Amerika ve  dünya pazarı  için tişört üretiyor.

El Salvador’da kadınlar taban örgütlenmelerinin ön cephesindeler – Dahr Jamail

El Salvador’da bulunan Ciudad Romero’da adlı sahil kasabasında kadınlar, doğal kaynakların korunması, iklim değişikliğine uyum sağlama ve kolektif sorumlulukları barındıran güçlü bir toplumsal hareketin başında geliyor.
Cristina Reyes, iki dönemdir Usulután ilinde bulunan Ciudad Romero’da belediye meclisi başkanlığı yapmakta. Elektriği, içilebilir suyu, yolları ve kadın hizmetlerini getirme konusunda yaptığı çalışmalar meclisin başına seçilmesine yardımcı oldu. Cristina Reyes ve aynı yörede yaşayan diğerlerinin bundan önceki yaşamları daha çok, macera, hayatta kalma mücadelesi ve direncin bir arada olduğu kahramanca bir öykü gibi.
Reyes ve ailesi, 1980-1992 yılları arasında 75.000 kadar can aldığı söylenen iç savaş sırasında, siyasal şiddet nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldı. Kardeşiyle Birleşik Devletler’e kaçarken, orman ve mağaralarda yaşadıktan sonra nihayet kontrgerilla tarafından desteklenen komşu Honduras’ta sığınak bulabildi.
“Ama 1980’de El Salvador’a geri dönmek zorunda kaldık çünkü Honduras ordusu aynı El Salvador’da olduğu gibi, sivil halka karşı büyük bir baskı kampanyası yürütüyordu.” Reyes Ciudad Romero’daki evinde böyle söylüyor IPS’e ve devam ediyor: “ El Salvador’a dönmüştük ama buradaki ordu aynı şeyleri yapmaya devam ediyordu.”

Çöküntü içinde üzeri örtülen Fukuşima -Alexander Cockburn

Bir hafta kadar önce, Fukuşima birdenbire haberlerden yok oldu. NATO’nun Kaddafi’ye saldırısı ön plana çıktı. Bu tam da, AB’nin Enerji Bakanı’nın dobra dobra “kıyamet” dediği ve düzenli giderek artan alarmların verildiği deprem ve tsunamiyi takip eden ilk haftadan sonra oldu. Birdenbire ön sayfaları kaplayan Fukuşima durumuyla ilgili haberler dikkatli bir güven verici tona dönüşüverdi: Daiçi santralindeki 5. ve 6. birimleri soğutma çabalarında “gelişmeler” kaydedilmişti. Yıkılan santrali elektrik ağına bağlama çalışmalarında “ilerleme” vardı. Hidrojen patlamaları kaygı yaratmamalıydı. Hatta 1 numaralı birimde TEPCO (Nükleer santral şirketi) çalışanları kontrol odasındaki ışıkları bile yakmışlardı. Gelen haberler, kazazede Japon vatandaşlarının sakin, kontrollü hallerinin ve ağırbaşlılığının altını çiziyor, galeyana getirici haber yaymanın felaketten zar zor kurtulanları soymaya benzediğini ima ediyordu. Kişisel olarak söylersem, kızgın Japonların TEPCO idarecilerini, yanlarına George Monbiot’yu (Nükleer felaketten sonra, fikrini değiştirerek artık nükleer enerjinin güvenilir olduğuna karar vererek nükleer enerjiyi artık destekleme kararı alan Avrupalı “yeşil” lider. Ç.N.) da katarak temizleme çalışmasındaki 50 işçi (şehidin) yanına göndermeye kovalamalarını duymak daha hoşuma giderdi.

Hiroşima, Nagasaki, Fukuşima, Akkuyu... X? - Mehmet Ratip

Eylül 1945. İkinci Dünya Savaşı sona erdi. General MacArthur savaş muhabirlerinin Hiroşima ve Nagasaki’ye girmelerini yasakladı. Adı George Weller olan bir savaş muhabiri ise bu yasağı delmeye karar verdi. Weller zafer sarhoşu gruptan ayrılarak Nagasaki’ye doğru riskli bir yolculuğa çıktı. Hedefine ulaşmasına engel olmaya çalışan Japon yetkililere kendini Amerikalı bir albay olarak tanıtmaya dahi cüret etti. İşe yaradı: Atom bombasının geride bıraktığı yıkıma kendi gözleriyle tanıklık eden ilk “yabancı” oldu.
Büyük bir heyecanla, geceyi gündüze katarak, Amerika’daki gazetesine, Chicago Daily News’e bölgede rastladığı savaş esirlerinin mesajlarını ve radyasyona maruz kalmış insanın anatomisini içeren haberler yazıp yolladı. Yazdıkları o denli çarpıcıydı ki Weller haberlerinin muhakkak yayımlanacağını düşündü. Yanılmıştı. MacArthur sansürü çok güçlüydü. Weller’in yazdığı tek bir kelime bile yayımlanmadı. Bir birey kendi özgür iradesiyle Nagasaki’ye dahi gidebilirdi, fakat Nagasaki’yi ABD topraklarında dolaşan bir gazetenin sayfalarına getirme kudreti hiçbir gözü pek deliye -bu, Pulitzer ödüllü bir savaş muhabiri olsa bile- nasip olamazdı. Zaten MacArthur ve onun temsil ettiği muzaffer askerî otorite böyle bir olanağı olanaksız kılmak için yaratılmıştı adeta. George Weller’in yazdığı Nagasaki haberleri, 2002 yılındaki ölümünün ardından oğlu Anthony Weller tarafından tesadüfen keşfedildi ve süratle bir kitap olarak yayımlandı. Ezcümle, sansürün fiilen kalkması yarım asırdan uzun sürdü.

AGORA - İZLE

Yapım: 2009 ~ İspanya ,  Malta
Tür: Dram ,  Macera ,  Romantik ,  Tarih
Oyuncular: Rachel Weisz ,  Max Minghella ,  Amber Rose Revah,  Oscar Isaac ,  Ashraf Barhom
Yönetmen: Alejandro Amenábar
Senaryo: Alejandro Amenábar ,  Mateo Gil
Yapımcı: Fernando Bovaira ,  Álvaro Augustín ,  Jose Luis Escolar
Görüntü Yönetmeni: Xavi Giménez
Görüntü Yönetmeni: Dario Marianelli
Süre: 2 saat 6 dk
Konusu: O, tarihin gördüğü en etkileyici ve ilgi çekici kadınlardan biriydi. İskenderiyeli düşünür, filozof ve matematikçi Hypatia isimli kadın, tüm bunların yanında oldukça etkileyici bir güzelliğe sahiptir.. Ancak, ortaçağ Avrupa’sının değer yargıları onun yaşama arzusunu elinden alacaktır. Hypatia, hak etmediği suçlamalara maruz kalacak ve erkek egemen toplumun vahşiyatında ortada kalacaktır.. Tüm bunlara rağmen adını tarihe bir düşünce ve aydınlanma savaşçısı olarak yazdıracaktır..

Ortadoğu'yu anlamak - Yılmaz DAĞLUM

Ortadoğu konusunda ahkÂm kesmek birçoğumuza kolay gelebilir. Ancak Ortadoğu'yu anlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Hele Ortadoğu konusunda değerlendirmeler yapmak, resmi ideolojilerin halklara yutturmaya çalıştıkları teraneleri aşan şeyler söylemek zordur. Belli bir birikimi, tarihsel-toplumsal özelliklerini, kültürünü bilmeyi; belki daha da önemlisi, Ortadoğulu olarak düşünebilmeyi gerektirir.
Son iki ayda Ortadoğu'da gelişen halk ayaklanmaları için her çevre kendince bir dış kaynak, dış yönlendirici, efendi arayışında. Oryantalist düşüncenin birebir yansımasının sonucudur bu arayışlar. Bunun Türkçeye tercümesi, "Ortadoğulular aşiret-kabile geleneğinden geliyorlar, kendileri için düşünemez, eyleme geçemezler" olabilir. Batılı düşünce kalıplarının bölgeye uyarlanmasından başka bir şey değil bu düşünce biçimi. Mitoloji, Din, Felsefe ve bilimsel düşüncelerin kaynağının bu coğrafya olduğu unutuluyor nedense.

Sümeyra Çakır - DİNLE

İlk ve ortaokulu Ankara ve İstanbul'da okuyan Sümeyra Çakır, Beşiktaş Kız Lisesi'ni bitirdikten sonra girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Mimarlık Fakültesi'ni 1969 yılında bitirdi. Üniversiteye devam ederken, aynı zamanda 1966 yılında başladığı İstanbul Belediye Konservatuarı Klasik Batı Müziği Şan Bölümü'nde 1977 yılına kadar eğitim gördü.
1975 yılında Ruhi Su ile birlikte Dostlar Korosu'nu kurdu. Birlikte 1977 yılında yaptıkları El Kapıları ve Sabahın Sahibi Var albümleri ve birlikte gerçekleştirdikleri Pir Sultan Abdal, Köroğlu ve Türküler konserleri bir sanat olayı haline gelmişti. 1979 yılında, bir süre Türkiye Maden - İş Sendikası'nın korosunu yönetti.
1980 yılında Doğu Berlin'de yapılan Uluslararası Politik Şarkı Festivali'ne davet edildi. Almanya'da her yıl düzenlenen Türkiye Haftası'na katılmak üzere Berlin Senatosu'nun davetiyle gittiği Berlin'de bulunduğu sırada Enternasyonal Marşı'nı söylediği gerekçesi ile, Türkiye'de hakkında dava açıldı.

TSAR - iZLE

Yönetmen: Pavel Lungin
Senaryo: Aleksei Ivanov
Yapımcı: Vasily Bernhardt, Olga Vasilieva, Pavel Lungin
Görüntü Yönetmeni: Tom Stern
Müzik: Yuri Krasavin
Süre: 1 saat 56 dk

Oyuncular: Aleksandr Ilyin, Aleksandr Domogarov, Aleksandr Negodailov, Aleksei Frandetti, Aleksei Makarov, Anastasiya Dontsova, Artyom Mazunov, Ivan Okhlobystin, Oleg Yankovskiy, Pyotr Mamonov, Ramilya ıskander, Ville Haapasalo, Yuri Kuznetsov

Konu: 16. yüzyılda Rus çarı olan Korkunç Ivan, dünyada kıyametin kopacağı fikrine kendini kaptırmıştır. Buradan yola çıkarak kendisine bir takım misyonlar yükleyen Ivan, yönetimi altındaki halka çok büyük acılar ve işkenceler yaşatacaktır. Piskopos Philip ise bu zorbalığa baş kaldıracaktır…Tarihin en zorba isimlerinden olan Korkunç Ivan lakaplı Rus çarının, yaptıklarını ve o dönemi tüm çıplaklığıyla anlatan bir filmdir.

Kültürde Ulusal Özerklik - Vladimir İlyiç Lenin

Kültürde ulusal" özerklik (ya da "ulusal gelişmenin özgürlüğünü güvence altına alacak kurumların yaratılması") denen planın ya da programın özü, her ulusal-topluluk için ayrı ayrı okullar kurulmasıdır.Açık, kapalı bütün ulusalcı kişiler (bundcular dahil) bu noktayı ne kadar örtmeye çalışırlarsa, biz onun üzerinde o kadar direnmeliyiz.Tek tek üyelerinin yerleşmiş olduğu yere bakılmaksızın (toprağı dikkate almaksızın — "ülke-dışı" özerklik terimi de buradan geliyor) her ulus, ulusal-kültürel işleri yöneten, birleşmiş, resmen tanınmış bir topluluktur. Bu işlerin en önemlisi de eğitimdir.Ulusal toplulukların oluşumuna (composition), yerleşme bölgesi ne olursa olsun her yurttaşın, şu ya da bu ulusal-topluluğa özgürce yazılmasıyla karar verilmesi, okulların şu ya da bu ulusa göre ayrılmasında tam bir kesinliğin, tam bir tutarlılığın güvence altına alınmasını sağlar.
Sorulması gereken soru, böyle bir bölünmeye, genel olarak demokrasi açısından ve özel olarak da proletaryanın sınıf savaşımının isterleri açısından izin verilebilip verilemeyeceğidir.
Böyle bir soruyu, hiç duraksamaksızın, kesinlikle izin verilemez diye yanıtlamak için, "kültürde ulusal özerklik" programının özünü yakalamak yeterlidir.
Başka başka uluslar tek bir devletin sınırları içinde yaşadıkları sürece, milyonlarca, milyarlarca iktisadi, yasal, toplumsal bağla birbirlerine bağlıdırlar. Eğitim, bu bağlardan nasıl ayrı tutulabilir?

Süryanilerin Müzikal Çığlığı - DİNLE


Süryaniler yaşadıkları coğrafyada kültür anlamında derin izler bırakmış, bugün yeni nesil tarafından pek bilinmeyen kültürel zenginlikleri halen varlığını sürdürmektedir.
Dünya coğrafyası üzerinde bugüne kadar kurdukları bir devlet olmamasına rağmen her türlü şartlar altında kültürel birikimlerini koruyarak günümüze kadar ulaştırabilmiş bir halktır Süryaniler.
Anadolu'nun Solan Rengi, Süryani Halk Ezgileri" albümü her dinleyenin kendi tarihsel, kültürel mirasından belki ortak tınılar da duyabileceği bir çalışma.
Din dışı müziklerinde de genel olarak bölgeye ait enstrümanların zengin biçimde kullanıldığını görüyoruz: Ud, cümbüş, kanun, darbuka, bağlama, keman, davul, zurna. Doğal olarak aynı ve komşu coğrafyada birlikte yaşanılan halklarla ortak kültürel miras, akrabalık ve etkileşim. Kürt, Ermeni, Arap ve Türkler. Ve tabii ki bu halkların müzik kültürleri.
Her dinleyenin kendi tarihsel, kültürel mirasından belki ortak tınılar da duyabileceği, ama özgün ve farklı Süryani müziğinin sesini de hissedebileceği bir müzikalite "Süryani Halk Ezgileri".
Ezgiler, dile geliyor ve diyor ki; "Gel çığlıklarımı dinle.../ Yolculuğundan geri dön. / (Gittiğin) dünya sana bir şey kazandırmaz. / Ancak günahkar ve umursamaz biri olursun. / Gurbette ne yapacaksın. / Kötü genç olma, geri dön. / O sessiz uykularda çığlıklarımı dinle."

Toplum, durağan değildir; gelişmezse, kokuşur - Erich Fromm

Yaşamın yapısında umut ve inanca bağlı olan ve onların bir halkasını oluşturan bir öge daha vardır: cesaret, ya da Spinoza'nın adlandırmasıyla, direnme gücü. Belki de direnme gücü belirgin, daha açık bir anlatım, çünkü günümüzde cesaret daha çok yaşama yürekliliğini değil de ölme yürekliliğini göstermede kullanılıyor. Direnme gücü, umut ve inanç'ı, boş iyimserliğe ya da usdışı inanç'a dönüştürerek — dolayısıyla onları yokederek — bu ikisinden ödün verme yönünde baştan çıkarılmaya karşı koyma yetişidir. Direnme gücü, dünya "evet" sözcüğünü duymak istediğinde "hayır" diyebilme yetisidir.
Ancak direnme gücünün bir diğer yönünü dile getirmezsek, onu tam olarak anlayamayız. Bu, korkusuzluktur. Korkusuz kişi gözdağından, hatta ölümden bile korkmaz. Ama çoğu kez olduğu gibi, "korkusuz" sözcüğü, tümüyle farklı birkaç yaklaşımı ve davranışı daha kapsar. Yalnızca en önemli üç tanesini söylüyorum: Birincisi, kişi yaşamayı umursamadığı için korkusuz olabilir; ona göre yaşam pek değerli değildir, dolayısıyla ölme tehlikesi karşısında bile korkusuzdur; ama ölümden korkmamasına karşın yaşamdan korkabilir. Korkusuzluğu, yaşam sevgisinden yoksun oluşundan kaynaklanmaktadır; yaşamını tehlikeye atma konumunda olmadığı zaman, genellikle korkusuz değildir. Hatta, yaşam korkusundan kendisinden korkmaktan, insanlardan korkmaktan kaçınmak için sık sık tehlikeli durumlar arar.

9 Nisan' da Doğanın Metalaştırılmasına Karşı Buluşuyoruz !


 Miting için 9 Nisan Cumartesi günü saat 11.00’de Toros Sokak’ta buluşan platformlar, saat 12.00’de Kolej Kavşağı’na doğru yürüyüşe geçecek.

Aralarında Derelerin Kardeşliği Platformu, Munzur Koruma Kurulu, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu, Bursa Su Platformu, Sinop Nükleer Karşıtı Platformu, Mersin Nükleer karşıtı Platformu, Yeşil Gerze Koruma Platformu, Fethiye Saklıkent Koruma Platformu, Perisuyu Koruma Platformu, Çanakkale Çevre Platformu, GDO’ya Hayır Platformu, 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu, Hasankeyf Yaşatma Girişimi, Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP), Çiftçi-Sen'in de bulunduğu çok sayıda çevre platformu miting için bir çağrı yayınladılar.

'Doğanın ve yaşamın yağmalanmasına karşı 9 Nisan Ankara buluşması' için yayınlanan metin şöyle:

BREST KALESİ - İZLE


Yönetmen  : Alexander Kott
Tür : Aksiyon / Dram / Savaş / Tarihi
Süre : 138 dakika
Senaryo 
Aleksey Dudarev , Vladimir Eremin , Ekaterina Tirdatova
Müzik
Yuri Krasavin
Görüntü Yönetmeni 
Vladimir Bashta
Yapımcılar 
Ruben Dishdishyan , Igor Ugolnikov , Vladimir Zametalin
Filmin Konusu
1941 yılındaki Nazi Almanya’sının Rus topraklarındaki en büyük akınlarından birisi gerçekleşir. Bu saldırıda, Brest isimli kaleyi alma planında olan Naziler, inanılmaz bir direniş efsanesinin karşı tarafında yer alacaktır. 9 gün boyunca bir avuç insanla sürecek olan bu direniş, tarihte önemli bir anı temsil edecektir…

Oval Portre - Edgar Allan Poe

Eşsiz güzellikte bir tazeydi, güzel olduğu kadar da neşe doluydu. Ve felaket o ressamı görüp sevdiği ve evlendiği vakit geldi.
Geceyi açık havada geçiremeyecek kadar ağır yaralı durumumdan dolayı, uşağımın benden izin almaktansa güç kullanarak bizi içine sokmaya cüret ettiği bu şato, Apenin Dağları’nın arasına çok önceleri dikilmiş o karmaşık yapılı, kasvetli ve azametli büyük yapılardan biriydi; Mrs.Radcliffe’in(1) fantazyalarında olduğundan daha az geçek de değildi. Her haliyle, çok kısa süre önce ve geçici olarak terk edilmiş görünüyordu. En küçük ve en az gösterişli odalardan birine yerleştik. Bu oda şatonun ücrasındaki bir kuledeydi. Dekorasyonu zengindi, yine de çokça yıpranmış ve eskiydi. Duvar halıları asılıydı ve duvarları çeşitli ve biçim biçim savaş madalyalarıyla birlikte, parlak altından arabesk çerçeveler içindeki alışılmadık düzeyde fazla sayıda ve oldukça etkileyici modern tablolarla donatılmıştı. Bu tablolara - sadece ana duvarlarda değil, fakat şatonun tuhaf mimarisinin gereği olan birçok kuytu köşesinde de asılı duran bu tablolara, belki yeni başlayan çılgınlık halimin etkisiyle derin bir ilgi duydum. Bu yüzden, Pedro’ya odanın ağır panjurlarını kapatmasını – ki zaten geceydi- , yatağımın başında duran kollu, uzun şamdanı yakmasını ve yatağı çevreleyen siyah kadifeden saçaklı perdeleri tamamen açmasını söyledim. Bunları yaparken, eğer uyuyamazsam, hiç olmazsa bu tablolar üzerinde düşünebilmeyi veya yastığın üzerinde bulduğum tabloları eleştiren, açıklayan küçük bir kitabı okuyabilmeyi umuyordum.

E=mc² – Einstein Büyük Fikri ( Belgesel ) - İZLE

İzleyeceğiniz belgeselde bulunan büyük formül hakkında bilgiler vermekte. Yıllar önce görünüşte basit bir formül, evrenin dokusuna işlemiş gizli bir bilgiyi ortaya çıkardı.  Bu formül enerji, madde ve ışık arasındaki bağı anlatıyordu. Formülü yazan genç bilim adamı Albert Einstein di, dünyanın en ünlü denklemiydi bu. E=mc2. Albert Einstein’in büyük formülünü hepimiz duymuşuzdur ama anlamını çok azımız biliriz.
 Çocukluğunda vasatın altında bir zekaya sahip olduğu düşünülen Albert,askerlik yapmamak için 21 yaşında Almanya’dan İsviçre’ye üniversite öğrenimi için taşınır. Ama orada da sürekli okuldan kaytarmasından dolayı bitirdiğinde uzun süre hiçbir iş bulamaz. Sonunda bilimle hiçbir ilişkisi olmadan İsviçre’de patent memurluğuna başlar. Bir gün otobüsle evinden işine giderken gözü saat kulesine takılır ve o anda kafasında şimşekler çakmaya başlar…

"Düş kurma hakkımız yok" - Jaideep Hardikar

Düş kurma hakkımız yok.”
Bu sözü bana söyleyen, Orta Hindistan’ın pamuk yetiştirme bölgelerinde yaşayan köylü bir kadındı; kenarda bir köylü çiftçi olan ve ıssız pamuk tarlası kuraklık nedeniyle mahvolan kocası hayatına son vereli daha bir gün olmuştu. Adı giderek uzayan kırsal bölgelerdeki intiharlar listesine en son eklenen köylü çiftçilerden biriydi o. 1995 ile 2010 seneleri arasında Hindistan kırsalında çeyrek milyonu aşkın köylü çiftçi hayatına son verdi.
Dul kadının karamsarlığı çarpıcı bir çelişkiye işaret ediyor. 1995’den bu yana kentsel Hindistan maddi zenginlik bakımından büyürken, kırsal Hindistan daha da yoksullaştı. Tepedeki yüzde 10’luk bir grup eşi görülmemiş bir servet kazanırken, en alttaki yüzde 50’yi oluşturan bir kesim açlıktan ölüyor. Şimdi Üçüncü Dünya içinde Dördüncü, Beşinci ve altıncı Dünya’lar var.
“Hindistan’ın önde gelen yorumcularından biri olan P. Sainath’ın ifade ettiği gibi: “Eşitsizlik Hindistan’da en hızlı gelişen sektördür.”
Toplam servetlerinin değeri 335 milyar doları ya da Hindistan gayri safi yurt içi hasılasının üçte birini bulan 24 milyarderimiz var. Buna karşılık 2007 tarihli bir rapora göre, en az 836 milyon Hintli günlük 50 sentin altında bir gelirle yaşıyor. Bunların 200 milyonu aşkın bir kesimi ise bu gelirin sadece yarısıyla idare ediyor. Onların dünyası sürekli bir resesyon dünyası.

Sana ant içeriz ki – artık köle olmayacağız!

Irkçılar Macar Köyündeki Romanlara Dehşet SaçıyorAğır postalları, kara yelekleri ve beyaz gömlekleriyle her sabah köyü arşınlıyorlar. Karnaval geçidi değil bu; kendilerince bir "asayiş" tasavvurları olan ırkçı Macar Milli Muhafızların devriye gezmesi. Geçtiğimiz hafta Muhafızlar, yerel Romanlara dünyayı dar ettikleri, Macaristan'ın kuzeyindeki Gyöngyöspata köyünde "nizam"ı sağlamaya çalıştılar.
"Mecliste bana 'felaket turisti' olduğumu söylediler," diyor, "Daha İyi Bir Macaristan İçin" sloganlı, aşırı sağcı, radikal muhalefet partisi Jobbik'in başkanı Gábor Vona. Parti 15 Mart'ta Budapeşte'de Muhafızların Gyöngyöspata köyünü hedef almasına karar verdi. Vona "Orada onlarla birlikte olduğumu inkâr etmiyorum. Felaketi duydum, gördüm," dedi.
Bu satırların yazarı olan muhabirin Gyöngyöspata'da karşılaştığı ilk kişi Piroska'ydı; yaklaşık 35 yaşında, Roman mahallesinin merkezindeki bir evin yanında duran bir kadın. Köydeki Roman azınlık ayrı bir kesimde, Macar çoğunluğun ikamet ettiği konutlardan biraz daha derme çatma evlerde yaşıyor; ama ne kargaşa ne de sefalet var orada. En azından evler ve bahçeler söz konusu olduğunda her şey oldukça yerli yerinde.

İran kontrgerillası Hiwa Tab deşifre oldu

Kürtlere yönelik idam kararları ve Doğu Kürdistan’da halka yönelik baskıları ile gündeme gelen İran rejiminin tıpkı Türkiye’de olduğu gibi JİTEM benzeri bir kontrgerilla örgütlemesine gittiği ortaya çıktı. İstihbaratçılardan oluşan çetenin uyuşturucudan insan ticaretine kadar birçok kirli iş yaptıkları belirlenirken, özellikle Doğu Kürdistanlı çok sayıda Kürt gencini katlettikten sonra üzerlerine gerilla elbisesi giydirerek devletten ‘PJAK gerillası öldürdük’ diyerek ‘kelle başı’ hesabı para aldıkları ortaya çıktı. Bölgede ‘kelle avcıları’ olarak adlandırılan kontrgerilla ekibinin başındaki isim olan Hiwa Tab ise bir yıldan bu yana tutuklu ve idam kararı almasına rağmen rejim tarafından bilinmeyen bir yere götürülerek koruma altına alındı.
Özellikle Kürtlere yönelik‚ ’idam’ kararları ve yine Doğu Kürdistan’da halka yönelik her türlü baskıcı tutumu ile Türk devletinin 90’lı yıllardaki imha politikalarına benzer uygulamaları devreye koyan İran’da kontr-gerilla örgütlemesi olan bir çete deşifre oldu.
Çetenin özellikle Türk devletinin 90’lı yıllar da JİTEM ve benzeri kontrgerilla örgütlemesine benzerliği dikkat çekerken, şu anda tutuklu olan ve hakkında idam kararı verilen çete lideri Hiwa Tab ise rejim tarafından korumaya alınarak bilinmeyen bir yere götürüldüğü belirtiliyor.
Ancak, ‘Kelle avcıları’ olarak tabir edilen çetenin yaptıkları ise hem Kürtler üzerinde estirilen rejim ile işbirliği halinde nasıl bir ‘terör’ estirdikleri ve kullanılan kirli yöntemler ile yüzlerce sivil insanın katledildiğini de ortaya koyuyor. Rejimin bu çeteyi tutuklamasının nedeni ise PJAK’a karşı başarısızlığı ve alınan milyonlarca tümene karşılık rejimin aldatılması oldu.

İfade - Günther Weisenborn

Alman yazar Weisenborn'dan Nazi dönemine ilşkin bir öykü.Akşam saat ona doğru, hayatım pahasına tıkladığımda, kerevetin üzerinde yatıyor ve yün battaniye altında kurşun kalemle duvara tıkırdatıyordum. Her an hücrenin içindeki lamba yanıyor ve nöbetçi, gözetleme deliğinden içeri bakıyordu. Ben de sessizce yatıyordum.

Açılış olarak tekdüze aralıklarla başladım. O da aynı şekilde yanıt verdi. Sesler, çok uzaktan geliyormuş gibi derin ve hafifti. Bir kez tıkladım –a, iki kez tıkladım –b, üç kez tıkladım –c.

Düzensiz aralıklarla bir şeyler tıkladı, anlamamıştı.
Yineledim, gene anlamadı.
Yüz kez yineledim, bir türlü anlamıyordu. Sıkıntımı gidermek için, alnımdaki teri sildim. Bu kez o, benim anlamadığım bazı işaretler tıkladı, benim tıkladığım işaretleri de o anlamadı.
Çaresizlik içindeydim.

Timur Selçuk ( Seçkiler ) - DİNLE

Timur Selçuk, ( 2 Temmuz 1946 İstanbul). Türk pop müzik yorumcusu, piyanist, ve besteci.
Türk sanat müziği bestecisi Münir Nurettin Selçuk'un oğludur. Beş yaşında piyano çalmaya başlamış, yedi yaşında ilk konserini vermiştir. Galatasaray Lisesi mezunudur. Aynı zamanda İstanbul Belediye Konservatuarı piyano bölümüne de devam etmiştir.
Paris'teki Ecole Normale de Musique de Paris'de bestecilik ve orkestra yönetimi bölümünden mezun olduktan sonra 1975'te Türkiye'ye dönmüştür. "Ayrılanlar İçin", "Sen Nerdesin", "Beyaz Güvercin" ya da "İspanyol Meyhanesi" gibi parçaları bu dönemimin şarkılarıdır. Orhan Veli, Attilâ İlhan ve Nazım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları seslendirmiş, 1976'da İstanbul Oda Orkestrası'nı ve kendi öğrencilerini yetiştirdiği Çağdaş Müzik Merkezi'ni kurmuştur. Ankara Sanat Tiyatrosu'nda 10 yıl çalışmış, Bilgesu Erenus'un "Nereye Payidar" oyunu için besteler yapmış, Uğur Mumcu'nun "Sakıncalı Piyadesi"nin müziklerini yapmış, ayrıca "804 İşçi", "Ferhat ile Şirin", "Şeyh Bedrettin Destanı", "Tak-Tik", "Küçük Adam Ne Oldu Sana", Rumuz Goncagül ve "Galilei-Galileo" adlı oyunların müziklerini yapmıştır. "Sarıpınar 1914", "Üç İstanbul", "Cahide", "Hakkari'de Bir Mevsim" gibi filmlere de fon muziği bestelemiştir. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.

UMUT / Yılmaz Güney - İZLE

Yönetmen : Şerif Gören Yılmaz Güney
Senaryo : Şerif Gören , Yılmaz Güney
Yapım : 1970, , 100 dk.

Oyuncular : Yılmaz Güney (Cabbar) , Gülsen Alnıaçık (Fatma) , Tuncel Kurtiz (Hasan) , Kürşat Alnıaçık (Memet Emin) , Osman Alyanak (Hüseyin Hoca)

Konu : Cabbar, karısı, yaşlı anası ve beş çocuğunu, borç harç aldığı ve iki atın çektiği eski fayton ile geçindirme çabasındadır. Yaşamları, gecekondu da büyük bir yoksulluk içinde sürüp gitmektedir ve uçan kuşa borcu vardır.

Tek umudu sürekli aldığı piyango biletleridir. Bir kazada, otomobilin çarptığı atlardan biri ölür. yeni bir at almak için çalmadık kapı bırakmaz, evindeki bir kaç parça eşyayı da, satarak parayı ancak denkleştirdiğinde ise araba ve diğer atı, alacaklıları tarafından satılmıştır...Cabbar, baştan beri define aramak için baskı yapan hamal Hasan'ın zorlamasıyla, nefesi güçlü bir hacının da onayıyla, define aramaya başlar. Çılgıncasına Umut giderek bir umutsuzluk dansına dönüşür.

Suudi Kadınların Devrimci Bildirgesi

Aşağıdaki bildirge İngilizce ve Arapça olarak 18 Mart 2011 Cuma günü Mona Kerim tarafından yazılmıştır ve kendi kişisel sayfasında bulunabilir.

Toplumlarımızda değişim yaratan sosyal medyanın günümüzdeki öneminin ardından, Devrimci Suudi Kadınlar (twitter: hash tag #SaudiWomenRevoltion) ve twitter’da aktif olan birçok Suudi kadın, toplumlarında kadınların sosyal eşitliğin sağlanmasını talep ettiklerini yazıyor, toplumda karşılaştıkları adaletsizlikleri anlatılıyor, örnekler veriyorlar.

Medya twitter’daki bu hash tag# hakkında haber yaptı fakat konuyu gündeme getirmeyi önemsemedi. Buna rağmen Suudi Kadınlar kendi devrimleri için Facebook’ta bir sayfa oluşturdular, çeşitli medya araçlarında konuşarak, onların yasal ve meşru insan haklarından olan toplumdaki cinsiyet ayrımıyla mücadeleye destek oldular. Şimdi, aşağıdaki bildirgede Devrimci Suudi Kadınlar tarafından toplanan farklı talepler sunuluyor.

La Via Campesina: Bali Tohum Bildirgesi

Köylü Tohumları: Onur, Kültür ve Yaşam “Doğal servetimizi çalma ve tekelleşme güdüsüyle hareket eden  şirketler ve onların hizmetindeki hükümetler, insanlığın tüm gıda ve tarımsal üretim sistemini riske atıyor.Tohumlar üzerinde sürmekte olan bir kontrol savaşı ile karşı karşıyayız. Ve insanlığın ortak geleceği bu savaşın sonucuna bağlıdır…”
Dünyanın her tarafındaki çiftçiler, tohumlar üzerinde süregiden bir kontrol savaşının mağdurudurlar. Tarımsal sistemlerimiz, tüm mevcut araçlarla tohumlarımızı kontrol etmek isteyen endüstriler tarafından tehdit ediliyor. Günlük gıdamız nedeniyle hepimiz tohumlara bağlı olduğumuzdan, bu savaşın sonucu  insanlığın geleceğini belirleyecek.
Bu savaştaki aktörlerden biri, genetik mühendisliğini, hibrid teknolojileri ve kimyasal tarım ürünlerini kullanan tohum endüstrisidir.  Bu endüstrinin amacı, giderek artan bir kâr kaynağı olarak tohumların mülkiyetini ele geçirmektir. Endüstri bu amaca ulaşmak için çiftçileri onun ürünlerini kullanmaya zorlayarak, onları kendine bağımlılaştırma yönteminden yararlanıyor. Diğer aktör ise, canlı, yerel, köylü ve yerli tohum sistemleri kapsamında erkek ve kadın köylülerce üretilen ve bakımı üstlenilen tohumları hem koruyan hem de yeniden üreten köylüler ve aile çiftçileridir; bu tohumlar halklarımızın bir mirası olup, biz çiftçileri insanlığın hizmetine sokan bir hazineyi oluşturuyor.

İyi ki doğdun Çirkin Kral

Türk sinemasının doruk noktası kabul edilen Yılmaz Güney, 74 yıl önce bugün doğdu. Hayatı yasaklarla, sürgünlerle geçen Güney'in yaşamından anekdotlar ve önemli filmleri...
Derleyen: HASAN CÖMERT

Meksika'da bir adam hayatı hakkında ne yapacağına karar vermemişken, bir gün bir film izler ve yönetmen olmaya karar verir. O adam 'Amores Perros/ Paramparça, Aşklar ve Köpekler', '21 Gram' ve 'Babel' gibi filmlerin yönetmeni Alejandro González Iñárritu, izlediği film ise 'Yol'.
Bugün Türkiye'de yetişmiş en büyük isimlerden Yılmaz Güney'in doğumgünü. Hayatının önemli yıllarını cezaevinde ve sürgünde geçirmesine rağmen üretmeye devam eden Güney, Paris'te yaşama veda etmişti.
Güney, dünyanın önemli eleştirmenlerine, sinemacılarına Türk sinemasını tanıtan isim olmasına rağmen yıllarca ülkesinde yasaklı bir isim olarak kalmıştı. Usta sinemacı ülkesini çok özlediğini ve her zaman daha güzel bir ülke görmek istediğini dile getirse de Türkiye'ye geri dönemedi.
''Ben de kalmaya gelmedim buraya. Bir gün mutlaka döneceğim. Sen de dön. Bil ki ülkende çekeceğin en kötü film, burada yapacağın başyapıta yeğdir. Güle güle...'' (Güney'in Paris'te karşılaştığı Yavuzer Çetinkaya ile konuşmasından, Agah Özgüç, Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney)