TÜRKİYE İŞÇİ SINIFI TARİHİ (18.yy-19.yy) - 1

Zanaâtten Sanayiye İlk Geçiş ve İşçi Sınıfının Doğuşu
19. yüzyılla birlikte geleneksel zanaâtlerin yapısında başlayan çözülmeyi Osmanlı'da kapitalizmin Batı Avrupa'daki gelişimi izlemedi, çöken zanaâtlerin yerini doğrudan doğruya burjuvalara ait sanayi işletmeleri almadı. Zanaâtlerin çöküşüne yol açan Batı Avrupa'nın mamul mallarının Osmanlı iç piyasasını işgal etmesi idiyse, fabrika üretimini gerekli kılan da ordunun çağdaş bir donanım edinme gerekleriydi ve büyük ölçekli sanayi işletmeleri, zanaatkar üretimim yıkan bireysel büyük ölçekli üretim birimleri olarak değil devlet kuruluşları olarak ortaya çıktılar. İlk Osmanlı sanayi kuruluşları maliyet kaygısı olmayan, pazar mekanizmalarından bağımsız, devlet siparişleriyle çalışan fabrikalardı. Ordunun talepleri doğrultusunda dokuma ve dericilik kollarında kurulan fabrikalar, Osmanlı sanayileşmesinin başını çekti.
İlk fabrikalardan biri Feshane'ydi. Yeni kurulan Osmanlı ordusu Asakir-i Mansure-i Muhammediye'nin fes ihtiyacını karşılamak üzere 1835'te İstanbul'da Kadırga'da imalata başlıyan fabrika, 1839'da Haliç'te Saray'a ait bir binaya taşındı. Önceleri hayvan gücüyle (katırlarla) işletilen araçlar daha sonra buhar gücü ile işleyen makinelerle donatıldı. Adı 1850'lerin başında Basmahane-i Âmire olarak değiştirilen Bakırköy'deki bez fabrikası Hazine-i Hassa'ca bağlı olarak kuruldu, zamanla geliştirilerek, maliyeti pahalı basmadan bez üretimine
geçti, îl 840'lann ikinci yansında Ohannes ve Bogos Dadyan biraderler tarafından kurulan İzmit Çuha Fabrikası'nm yanısıra bu kişilerin kendi hesaplarına kurduklan pamuklu ve ipek canfes fabrikası bir süre sonra Emlak-ı Hakanfye devredilerek Saray'a bağlandı.
Böylelikle dokuma sanayi kolunda başı devlet işletmeleri çekti. 1800'lerin başlarında debbağhane (deri tabaklama) esnafından Hamza adlı birinin Beykoz deresi üzerinde su gücü ile işlettiği debbağhane 1810'da devlet tarafından devralınarak geliştirildi ve Debbağhane-i Amire adını aldı. Giderek daha mükemmel makinelerle teçhiz edilerek 1884'te günde 260-300 kundura imal edecek kapasiteye ulaştırıldı. III. Selim zamanına kadar devletin sipariş ettiği silahlar ilgili esnaf tarafından üretilirken, onun hükümdarlığı sırasında devlet kendi top ve tüfeğini Tophane'de üretmeye girişti. Zeytinburnu'nda kurulan mermi fabrikası ve diğer mühimmat ve silah ambalaj fabrikalanyla silah üretimi bir kompleks halinde doğrudan devlet üretimi halini aldı. 1880'e kadar kurulan özel kişilere ait işletme sayısı ise, çoğunluğu gıda, dokuma ve kağıt sanayi kollarında olmak üzere toplam 56 işletmeden ibaretti. İlk kayda değer sanayi işyerleri sayımının yapıldığı 1913'te toplam sanayi işçilerinin sayısının 17 bin dolaylarında olduğu gözönüne alındığında, Osmanlı Devleti'nde sanayiye geçişin başladığı Tanzimat döneminde işçi smıfmın ve işçi hareketinin varlığının ne kadar cılız bir temele dayanmış olabileceği kestirilebilir.

İlk İşçi Hareketleri
Osmanlı Devletfnde işçilerin yanısıra esnaf ve diğer üreticilerin de işbırakmâ eylemleri örgütleyerek giriştikleri mücadeleler modern sınıf mücadelesi alanında atılmış olan ilk adımlardı. Bu eylemler karşısında yasaklayıcı bir tavır takınan Sultan ve diğer Osmanlı yöneticileri bu tür eylemleri, özellikle işçilerin düzenlediklerini bir tür "zabıta olayı" gibi değerlendirdiler. Bu eğilim 1845'te çıkarılan "Polis Nizamıwna (Polis Nizamnamesi) da egemen oldu. 1800'lerden sonra üllkenin çeşidi yörelerinde kurulmaya başlanan ilk fabrikalara karşı makine kinciliği ve protesto olaylarının görülmesi, aynı yıllarda vergilerin ağırlığına karşı protestolar ve hatta vergi ödenmemesi türü eylemler 1845'te birçok yasağın temel düzenlemeye alınmasına yol açtı.
 İşçilerin yeni üretim ilişkilerine ilk tepkileri makine kırıcılığı biçimindeydi. Onbinlerce zanaatkar ve imalatçıyı işsiiz bırakarak toplumu temelinden sarsan bir kargaşa yaratan, Avrupa mallannm Osmanlı iç piyasasına girişi ve imalat sanayinin tohum halinde de olsa makineli üretime geçişi dolayısıyla başgösterea bu eylemler, grevlerin yamsıra 20. yüzyıl başına kadar sürdü. Bu eylemler grev vb: daha düzenli ve daha örgütlü işçi eylemlerinin yaygınlaşmasıyla terkedildi. Grevler sırasında ya da grevlerden ayrı olarak işçilerin örgütlenmesi de 19. yüzyıl sonuna doğru gösterdi. İşçiler, geçici birlikler, grev komiteleri ve derneklerde biraraya geldiler. Uzun bir süre Osmanlı devletindeki ilk grevin 1872'de 500-600 tersane işçisinin yaptığı sanıldı. Oysa osmanli işçilerinin yaptığı eylem 1863'te Ereğli kömür madenlerinde örgütlendi. Ayrıca 1872'deki "ilk grevin" 25 Ocak 1872'de Haskoy Tersanesfnde Osmanlı hükümeti tarafından çalıştırılan İngiliz işçiler tarafından yapıldığı saptandı. 1872 tarihli haberlerinde şu bilgiyi vermektedir: "Birkaç haftadan beri ücretlerini alamamaları nedeniyle Osmanlı Hükümeti'nce Hasköy'de çalıştırılan İngiliz işçiler işi. durdurdular." Bu dönemde tersanelerde, demiryollarında ve başka işletmelerde yabancı işçi, mühendis, teknisyen çalıştırılıyordu, örneğin Haydarpaşa-İzmir Demiryolu'nda Fransız, İtalyan ve Hırvat işçiler görevlendirilmişti. Demiryolu inşaatı ve ulaşımının başlamasıyla kapitalist Avrupa şirketleri 'vasıflı işçileri kendi ülkelerinden taşıdılar. Bu -arada gerekli kadroların yetiştirilmesi için açtıkları meslek okullarında da Müslüman ve Türkler yerine Hıristiyanlar! ve diğer ulusları tercih ettiler. Ancak, Fransa, İtalya ve İngiltere'den getirilen işçiler Osmanlı toprağına alet çantalanyla birlikte ülkelerinin işçi hareketi deneyimlerini de getirerek Osmanlı Devleti'ndeki işçilere de sınıf mücadelesinin yeni biçimlerini aktarmada örnek oldular. Hasköy Tersanesi'ndeki İngiliz işçilerin yerli işçilerden ayrı harekete geçmesinin en temel nedeni ayrı istekleri olmasıydı. Ancak başka işletmelerde, örneğin Haydarpaşa- İzmit Demiryolu grevlerinde, bütün uluslardan işçiler birlikte^eyleme geçtiler. Bu birliktelik, karşılıklı ilişkilerin ve görüş alışverişlerinin gelişmesine, tecrübelerin aktarılmasına ve belli kazanmaların elde edilmesine yol açtı. Grev sırasında çalışmanın bırakılması ve çalışanlar arasında iş bölümünün doğurduğu temassızlığın aşılması ve bu tür karşılıklı bilgi alışverişine daha çok zaman ayrılabilmesi, yerli işçilerin Avrupa deneyimi' hakkında birinci elden bilgi kazanmalarım sağladı. O dönemde işçilerin belli mahallelerde birlikte oturmaları ve nüfusun çok yoğun olmaması nedeniyle herkesin herkesi tanımasının verdiği kolaylıkla bu tür deneyim ve kazanımlar mahalleden mahalleye, kulaktan kulağa, kahveden kahveye yayılabildi.

Tersane Grevleri
22-28 Ocak 1873 tarihleri arasında greve giden Kasımpaşa Tersanesi İşçileri (dülger, marangoz, bıçkıcı, baltacı ve diğer işçiler) onbir aydan beri alamadıkları ücretlerinin ödenmesini istiyorlardı. Hıristiyan ve Müslüman 500-600 kadar işçi grevden önce padişaha dilekçe verip durumlarını anlatmak amacıyla Cuma Selamlığı'na gittilerse de padişah ile görüşemediler. Dileklerini sadrazama ilettiler. O da onları Bahriye Nâzın'na gönderdi. Nazırdan da olumlu bir yanıt alamayan işçiler greve gitmek zorunda kaldılar ve bir haftalık grev sonucunda isteklerinin bir kısmını elde ettiler.
İmparatorluğun ekonomik ve malî durumunun bozulmasının yol açtığı darboğazlar, işletmelerin çöküntüye girmesine ve sanayi işyerlerinde ekonomik mücadelelerin şiddetlenmesine yol açmıştı. Nitekim 8-15 Haziran 1875 tarihleri arasında greve giden 1200 yerli ve yabancı işçi, ekmek paralan bile olmadığını ve açlıktan kırılırken çalışamayacaklarını bildirerek işi bıraktılar. İşçilerin greve gittikleri tarihte altı aylık ücret alacakları bulunuyordu. Bir haftalık grevden sonra, grevcilere ancak altı haftalık ücret Ödenebildi ve bunun üzerine işbaşı yapıldı. Öte yandan 16 Şubat 1872'de Beyoğlu Telgrafhanesi işçileri, 6 Nisan'da Haydarpaşa-İzmit demiryolu işçileri, «Temmuz'da Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası işçileri, 12 Ekim'de Sirkeci hammallan bir günlük greve çıktılar.

1876 İşçi Eylemleri
Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasal olayların başdöndürücü bir dinamizm kazandığı, ekonomik bunalım ve malî iflasının belirginleştiği 1876 başında ekonomik nedenler ileri süren bazı işletmeler birçok işçiye yol verdiler. Örneğin Mart 1876'da Tramvay Şirketi birçok işçisini bu nedenle işten çıkardı. Maliye Bakanlığı memur maaşlannı aylarca gecikmeyle ödeyebiliyor, Babıâli memurları bile aylıklarını gecikmeyle alıyorlardı. İstanbul Valiliği Ağustos 1876'da Sırbistan'daki savaşa gönüllü gidecek işçilere birikmiş ücretlerini ödemeyi vaadederek bir  yandan yaklaşmakta olan savaşa göndermek üzere gönüllü asker kazanmaya, öte yandan da İstanbul'daki, işçi hareketinin tansiyonu düşürmeye çalışıyordu. Bu gelişmeler birçok işçi eyleminin düzenlenmesine yol açtı.
İstanbul Tramvay şirketine bağlı olarak çalışan Küçük Araba ve Omnibüs İşletmesi 14 Şubat 1876'da üç aylık alacaklarını ödemeden 200'den çok arabacıyı işten çıkanp, işletmeyi 6 Nisan 1872'de İzmit'te inşaatı süren demiryolu inşaatında ustabaşı ile Hırvat işçiler arasında çıkan bir anlaşmazlık üzerine iş durdurulmuştu. Nisan 1872'de, bir gazete .olayı, şöyle haber vermişti: "20 günden beri, Yarımburgaz-ömerli demiryolu çalışmaları, kanımıza göre, ilgili makamın daha başından kesin olarak çözümlemesi gereken, bir olay yüzünden geri kalmıştır. Bazı ustabaşılar, yapılan yolun ölçülmesi ve bu ölçünün sonucuna göre alacakları ücret konusunda Şirketle anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Bunun üzerine işçiler işi bırakmaya ve rayların
döşenmesi için gerekli malzemeyi getiren trenlere yol üzerinde çadır kurup içine oturarak, engel olmaya kalkışmışlardır. Bu işçilerden biri silahlı olduğundan, şirket, işçileri yol üzerindeki çadırdan çıkarabilmek için güç kullanamamış ve iş, ilgili mahkemeye götürülmüştür." Bu olay işin üç hafta süreyle durmasına yol açmış ve hükümet, demiryolu inşaatında düzeni sağlamak üzere bir zaptiye bölüğünü olay yerine göndermişti. Haydarpaşa-İzmit Demiryolu hükümetin çalıştırdığı taşaronlar aracılığıyla inşa ediliyordu. Ancak
1873 sonunda hükümet taşaronlara ödeme yapamaz duruma gelmişti. Taşaronlar ücretlerini ödemeden işçileri çalıştırmayı sürdürünce ve özellikle Nisan 1974 başında ücret maliyetlerinde indirim sağlamak amacıyla birçok işçiyi işten çıkarınca, bu işçiler grev yapamadan demiryolunu yer yer tahrip ettiler. 28 Şubat 1876 Pazartesi günü bu kez şirketin Haydarpaşa atölyesinde çal an işçiler greve giderek, Haziran 1875 sonundan bu yana ödenmeyen ücretleri istediler. Mayıs 1876 başında şirket dokuz aydır ücret' ödemeyip herbirine 100' ile 150
Osmanlı Lirası borçlu olduğu işçilerine adam başına 300 bakır kuruş ödedi. İşçilerin hoşnutsuzluğunun artması ve taşaronlarm ortadan kaybolması üzerine yapım Mayıs 1876
sonunda tatil edildi. Fransız işçiler sorunlarını İstanbul'daki Büyükelçilikleri ve Ticaret Bakanlığı'yla çözmeye çalışırken, İtalyan işçiler İzmit'teki konsolosluklarına başvurdular. Yerli işçiler ise taşaron temsilcisi veya yardımcılarından ücretlerini isteyip olumsuz cevap almaları üzerine onları dövünce tutuklandılar.

20 Mart 1876'da ücretlerin arttırılması ve patronlara karşı mücadele edilmesi için greve giden İzmir terzi işçileri eylemin yönetimi için bir Grev Komitesi kurdular. Bazı işçiler greve katılmak için komitenin 'grev süresince ailelerinin bakımıyla ilgilenmesini şart koşmuştu, öte yandan 9 Nisan 1876'da greve giden Tersane işçileri Babıâli'ye dek yürüdüler. Galata ve Karaköy köprüsünden geçip, trafiği durduran bin kadar işçi on aydır ödenmemiş ücretlerini istiyorlardı. Ayrıca 12 Nisan 1876!da Darphane işçileri sadrazama başvurup, gecikmiş
ücretlerinin ödenmesi için gerekli önlemlerin alınmasını istedi. Nisan 1876'da ise sayılan 200-300'ü bulan Fişekhane "işçisi .Babıâli'ye dek yürüyerek, sadrazamdan ucıetlerinin ödenmesini istediler. Grevciler yolda karşılaştıkları Veliahd Yusuf İzzettin Efendı'ye de dertlerini anlattılar. Her ikii makamdan da ücretlerinin ödeneceği vaadini alan işçiler işlerine döndüler. Mayıs'da da 187'2'den beri ücretlerinin ödenmesi için değişik zamanlarda birçok eylem düzenleyen' Tersane' işçilerinden 200-300'ü kadın ve çocuklarıyla birlikte  Babıâli'ye yürüyerek sadrazamdan gecikmiş ücretlerinin ödenmesi için emir veımesıni istediler 22 Ağustos 1876 Salı günü Feshane'nin elli kadar Rum ve Ermeni -kadın işçisi Babıâli'ye yürüyüp, sadrazama sundukları bir dilekçe ile ücretlerinin uzun süredir ödenmediğini belirtip, ödenmesi için gereğinin yapılması istediler. 18 Şubat 1876'da yapılan Hasköy Tersanesi işçilerinin grevi de düşünüldüğünde, bu yıl içinde binlerce işçinin katılımıyla toplam 8 grev örgütlenmiş oldu.

II. Abdülhamid Döneminde İşçi Hareketi
1872'de başlayan grevler 1876'da sekiz grevle belli bir doruğa ulaştıktan sonra azalma eğilimi göstermişti. 15 Ekim 1878'de İstanbul'daki duvarcılar, kunduracılar ve terzi işçileri, 10 Mart 1879'da yapı işçileri, 25 Mart'ta Şirket-i Hayriye işçileri, 10 ijemmuz'da Muhasebe Bürosu çalışanları, 17 Temmuz'da Tersane işçileri, 3 Şubat 1880'de İ4are-i Mahsusa' işçileri, 27 Şubat'ta Haydarpaşa-İzmit demiryolu işçileri, 24 Kasım'da Haliç Vapur Şirketi işçileri, 12 Ekim 1882'de Tatavla kunduracıları, 9 Nisan 1885'de Odunkapı odun biçme işçileri greve çıktılar. 1886-1902 arasında grev hareketine hemen hemen rastlanmaz. Grevlerin azalması ve kaybolmasında 1878'den itibaren belirginleşen ve gittikçe yoğunlaşan Abdülhamid istihbdadm rolü belli bir .öneme sahiptir. 1902'den sonra grevler yeniden örgütlenir ve 1906'da on grev yapılır. Bunlar 8 bin Kavalalı tütün işçisinin 1904'de, Selanikli tütün . işçilerinin 1904'de, gene Selanikli kunduracıların 1904'de, Manastırlı fınn işçilerinin 1904'de, Vodenli dokuma işçilerinin 1905'de, İstanbullu tabakhane işçilerinin 1905'de, İstanbullu mürettiplerin 1906'da, Selanikli demir işçilerinin 1906'da, Selanikli Çimento, toprak ve cam "Allatini" seramik fabrikası
işçilerinin 1906'da ve Üsküplü kaftancı işçilerin 1906'da yaptıkları grevlerdir. 1902 sonrası grevlerinin daha çok İstanbul dışındaki Makedonya, Balkanlar ve Rumeli kentlerinde düzenlenmesi dikkat çekicidir. Bunun nedeni sözkonusu .kentlerde baskının görece daha az hissedilir olması ve bu kentlerde sanayinin görece gelişmiş olmasıdır. Aynı zamanda Avrupa'ya yakınlık, Jön Türk hareketinin bu kentlerde gelişmesi de belli bir rol oynamıştır. Dahası otuz yılı aşmakta olan Abdülhamid yönetimi ve ağır ekonomik koşullar, son yılların yetersiz tarımsal üretimi ve kıtlıklarla birleşince 1900'lerin başında her toplumsal sınıfın isyan ve ayaklanmalarla hoşnutsuzluğunu dile getirmesine yol açmıştır.
Dönemin grevleri ani patlamalar olmaktan çok, uzun beklemelerden sonra ve padişah, sadrazam ve ilgili nazırlara yapılan başvurulardan bir sonuç elde edilemeyince örgütlenen birer olay niteliğini taşıyorlardı. Bu oluşum özellikle Müslüman işçilerde daha belirgindir. Burada Osmanlı geleneğinde bulunan Curna Divam'na çıkıp dilek ve isteklerin yetkililere bildirilmesi alışkanlığının belli bir rolü olmalıdır. Bu alışkanlık 1908 ve sonrası dönemlerde de bazı işçi kesimlerinde sürdürülmüştür. Öte yandan bu dönem grevleri belli bir ekonomik bunalım sırasında ekonomik nedenlere dayanan ve kendiliğinden oluşan eylemlerdi. Eylemlerin pek çoğu mali bunalım nedeniyle işçi ve memurlarına ücret ödemekten aciz olan devlete bağlı kuruluşlarda, başka bir deyişle kamu sektöründe örgütlenmişti. Daha çok yabancı sermayenin elinde ve egemenliğinde bulunan özel sektörde düzenlenen grevler daha sert geçmekte ve asker veya polis müdahalesine daha sık rastlanılmaktaydı. Devlet bu tür olayları bastırmakta ve ülkeye çekmek istediği yabancı sermayeye güvence vermeye çalışmaktaydı. Bu süreç içinde Osmanlı dış borçlarının devlet üzerindeki baskısının, geleneksel toplumsal adalet beklentilerinin yarattığı baskıdan daha fazla ağırlığa sahip olduğu söylenebilir. İşçi istekleri öncelikle ve çoğunlukla aylardır ödenmeyen birikmiş ücretlerin ödenmesiyle ilgiliydi. 1878'den sonra birkaç grevde ücretlerin artırılması isteğine de rastlanmıştır. Yine bu tarihlerde işçilerin bakır para veya kaime ile yapılan ödemelere de şiddetle karşı oldukları gözlenebilir. Bir grevde pazarın hafta tatili sayılması, iki grevde ise uzun işgününün kısaltılması isteklerinde bulunulmuştu.

İşçi Örgütlenmeleri
1845 tarihli Polis Nizamnamesi işçilerin derneklerde ve sendikalarda örgütlenmeleri konusunda yasaklayıcı hükümler getirmişti. ı!876 Anayasası örgütlenme hakkı konusunda herhangi bir hüküm içermiyordu. Dahası 1878'den sonra Âbdülhamid'in ticari şirketlerden bile kuşkulandığı, üç kişinin bir araya gelmesinin engellendiği bir dönem yaşandı. Onca, tüzel ve fiili yasağa karşın 1860'lardan itibaren işçiler üç ayrı biçimde örgütlendiler, a) Hayır Dernekleri: Bu tipin en ilginç örneği kimi yazarlarca Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk işçi örgütü sanılan Ameleperver Cemiyeti'dir (L'Ami du Travail). 1860larda kurulmuş olan dernek, aslında küçük esnaflara yardım eden, kredi veren, bu arada "halen işsiz olan namuslu işçilere" para yardımı yapan, "fakir işçilere iş bulan" bir hayır derneğiydi ve işçi örgütü niteliklerinden hiçbirini taşımamaktaydı. İstanbul'da 1860larda Yunanlıların "Omonia" hayır derneği gibi dernekler de bulunuyordu. Bu tür dernekleri gerçek işçi derneği saymak olanaksızdır,
b) İşçi Dernekleri: Bunlar bizzat işçilerce kurulan, işçilerin ekonomik ve toplumsal hak ve çıkarlarını korumayı üstlenen, bu konularda uğraş veren örgütlerdi. Bunlar arasında grevlerin yönetilmesi, başarıya
ulaştırılması amacıyla grevcilerin kurdukları geçici işçi birlikleri -yani genellikle eylemin sona ermesi ile yok olan örgütlenmeler- ve grev komiteleri sayılabilir. Aynca 1900lerde Balkanlar ile Makedonya kentlerinde sürekli ve kalıcı işçi birliklerine de rastlanmaktaydı. Örneğin Selanik'te Yahudi topluluğu karşılıklı yardım sandıklarına ve şu veya bu biçimde sendikal niteliği olan birkaç birliğe sahipti. 19ö4'te bir tütün merkezi olan İskeçe'de ayrı ayn Bulgar, Yunan ve Türk İşçi Komiteleri kurulmuş ve bunlar 1960'da tek bir işçi komitesinde birleşmişlerdi. İstanbul'da bilinen ilk gerçek işçi kuruluşunun 1894 veya 1895'te gizli kurulan Amele-i Osmani Cemiyeti (Osmanlı Amele Cemiyeti) olduğu kabul edilmektedir. Bu örgüt 4 bin kadar işçinin çalıştığı savaş sanayi fabrikaları işçilerince Tophane'de kurulmuştu. Bir yandan işçileri örgütlemeye çalışırken, öte yandan istibdada karşı halkı ayaklanmaya çağıran bu örgüt, bu nitelikleriyle yan sendikal, ' yan siyasal bir dernekti. Bir yıllık faaliyetten sonra kurucuları yakalanıp, sürgüne gönderildi ve dernek dağıtıldı. Ancak kurucularından İstanbul'a dönebilenler, derneği 1901-1902'de yeniden canlandırmak istediler ve bu amaçlar birçok toplantılar düzenledilerse de, dernek önderleri yeniden yakalandı ve faaliyetleri durduruldu, c) Yardımlaşma ve Emekli Sendikaları: 1880lerde madenler, tersaneler, demir ve deniz yollan ile dokuma imalathane ve fabrikalarında toplumsal güvenlik kurumlan olarak işçiler arasında yardımlaşmayı sağlamak onlara belli bir çalışma süresinden (30-35 yıl) sonra emeklilik hakkı tanımak için kurulan örgütlerdi, örneğin Şubat 1876'da Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü'nde oluşturulmak istenen Emekli Sandığı için hazırlanan kanun tasarısı 25 yıl çalışahlann
isterlerse ücretlerinin yüzde 50'si oranında bir maaşla emekliye ayrılmalarını öngörüyordu. 30 yıl çalıştıktan sonra emekli olanlar ücretlerin yüzde 75'ini emekli maaşı olarak alabileceklerdi. Bu tür örgütlerin yönetimi işveren veya işveren vekillerinin denetim ve gözetiminde kaldı. Böylece, işçi ücretlerinden kesilen primlerden işveren için yan bir fon olanağı yaratıldı. Bir işçinin 25, 30 veya 35 yıl aynı işletmede çalışıp emekli olabilme şansını elde etmesi ender bir şey olduğundan Emekli Sandıklan asıl amaçlarını gerçekleştirmekten uzak kaldılar. İşçiler ekonomik ve toplıumsal amaçlı örgütlenmelerin yanısıra siyasal örgütlenmelere de ilgi
duydular. Yan siyasal nitelikli Osmanlı Amele Cemiyeti'nden sonra, örneğin Selamet-i Ummiye Klübü gibi siyasal örgütler 1900'lerde işçilerin yavaş ve ürkek de olsa katılımıyla karşılaştı.

II. Meşrutiyet Döneminde İlk İşçi Eylemleri, İlk Örgütlenmeler
II. Meşrutiyet'in ilk işçi eylemleri gibi ilk işçi ve sol örgütlenmeleri de öncelikli ve ağırlıklı olarak Selanik ve İstanbul'da başladı. Kapitalist gelişmeden görece'daha fazla pay almış, miliyetçi akımların hızla gelişmekte olduğu, Batı'nm düşünce akımlarına daha yakın ve nihayet dönemin güçlü sosyalist hareket ve örgütlenmelerinden biri olan Bulgar solunun doğrudan etkilerine açık Rumeli merkezleri arasında, Selanik'in özel bir yeri vardı. Kozmopolit nüfusu, Osmanlı aydınlarının büyük bölümünü barındırması, siyasal hayatın merkezi olması ve işçi sayısının fazlalığıyla İstanbul da benzeri bir konumda bulunuyordu. Hürriyet'in ilanının enfazla yankılandığı bu iki önemli Osmanlı kenti, 1908 sonrasında en yoğun işçi hareketi ve örgütlenmelerine da tanık oldular.

1908 Grevleri
Türkiye işçi sınıfı tarihinde "1908 Grevleri" olarak bilmen işçi grev ve eylemleri II. Meşrutiyet'in ilanını izleyen ilk özgürlük günlerinde İstanbul ve Selanik'ten başlayarak İmparatorluğun başka bölgelerine de dalga dalga yayıldı. Ağustos'un başlarında ülkenin dört bir yanında grev haberleri gelmeye başladı. 1906'da, Abdülhamid istibdatınm en güç günlerinde de grevler yapmış olan ve bir ölçüde mücadele geleneğine sahip sayılabilecek
İstanbul Cibali Tütün İşletmeleri işçilerinin. Temmuz'un son günlerinde başlattıkları ve en önemli talep olan ücret zammının alınmasıyla 14 Ağustos'ta sona eren grev, 1908 işçi eylemleri dalgasının ilk habercilerinden biriydi. Ağustos'un ilk yarısında Dersaadet liman, Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası, İzmir liman, İzmir Çarmado Halı Fabrikası, İncir Kutu imalathanesi, İstanbul tramvay, Samsun tütün ticarethaneleri işçileri, İstanbul gazete
Üsküp 1909
mürettipleri, Rumeli'de çeşitli işletmelerde çalışan işçiler grevdeydiler. Ağustos ortalarından itibaren, başta ücret artışı ve daha iyi iş koşulları talepleriyle başlayan, büyük işletmelerdeki çok sayıda işçiyi kapsayan grevler, 1908 grev dalgasının kabararak sürdüğünün işaretleri oldu. 15 Ağustos tarihli gazeteler aralıklı olarak aylarca sürecek büyük demiryolu grevlerini haber veriyorlardı. Anadolu-Bağdat Demiryolu işçileri, İstanbul ve İzmir Tramvay Şirketleri işçileri, Şark Demiryolları Kumpanyası, Sirkeci Şimendifer Fabrikası işçileri, Selanik-Dedeağaç Demiryolu işçileri, Yedikule Şimendifer Fabrikası işçileri, Aydın-İzmir Demiryolu işçileri, Selanik Elektrikli Tramvay Hattı işçileri, Selanik Sigara Fabrikası işçileri, yine Selanik'te sigara kâğıdı, tütün, tuğla, bira fabrikaları işçileri, Ağustos 1908 boyunca grevdeydiler. 1908 grev dalgası Eylül'de şiddetini ve yaygınlığını artırarak sürdü. Özellikle demiryollarında daha önce başlamış olan grevler sürekli veya aralıklı olarak devam ederken, Eylül başlarında bunlara Selanik Telgraf İdaresi memurlarının, ticarethane ve mağaza çalışanlarının, Kazlıçeşme Debbağhane işçilerinin, Havagazı Şirketi işçi ve memurlarının, Kavala'da 12 binden fazla tütün rejisi işçisinin grevleri eklendi. Eylül'ün ikinci yansında yeni grevler başlarken, şubelerinde süren grevler yaygmlaşarak tüm işletmeyi felce uğrattılar. Ağustos ortalarından beri huzursuzluk içinde istemlerinin kabulünü bekleyen Anadolu-Bağdat Demiryolu işçileri, şirketin istemlerini kabul etmemesi üzerine 14 Eylül'de yeniden greve başladılar. 18 Eylül'de Şark Demiryolları grevi patlak verdi. Aydın-İzmir hattında, grev tüm Eylül boyunca ve Ekim başlannda aralıklarla sürdü. Demiryolu grevlerine Eylül sonlarında Beyrut-Şam-Hama demiryolu Hattı işçileri katıldı. Eylül sonlarında huzursuzlukların ve kıpırdanmaların bir patlamayı çoktan haber verdiği kömür ve maden havzalarından peşpeşe grev haberleri gelmeye başladı. Zonguldak-Ereğli Kömür Havzası'nda, Ergani Bakır Madenleri'nde, Balya-Karaaydın Simli Kurşun İşletmesi'nde işçiler greve gittiler, çeşitli, olaylar patlak verdi. Yine Eylül sonlan ve Ekim başlannda Deniz İşletmeleri işçilerinin eylemleri ve huzursuzlukları grevlere dönüştü. Şirket-i Hayriye makinistleri, tayfalan ve memurlarının başlattıkları grev, diğer yerlerde olduğu gibi üzerlerine asker gönderilerek zorla dağıtıldı. Eylül sonunda şirketin Hasköy Tersanesi işçileri ve Şirket-i Hayriye Fabrikaları işçileri greve çıktılar. İstanbul, İzmir ve Selanik'te tramvay işçilerinin grev
haberleri Eylül-Ekim'de de birbirini izledi. Bu önemli ve büyük grevler dışında, Eylül ve Ekirr 1908'de mağaza çalışanlarından otel ve lokanta garsonlarına, temizlik işçilerinden yazmacı esnafına, mürettiplerden Adana Pamuk Fabrikası, Hereke Dokuma Fabrikası, Varna Ticaret İşletmeleri personeline kadar çeşitli işyerlerinde grevler görüldü. Temmuz-Ekim 1908 grevlerine katılan işçi sayısını kesin olarak hesaplamak güç olmakla birlikte, çeşitli kaynaklardan derlenen bilgi ve verilerin değerlendirilmesi grevlere katılan işçi sayısının 100 bini bulduğunu gösteriyor. Üç ay içinde 100 bine yakın, belki de aşkın işçinin katıldığı bir grev dalgasının, 1908'lerin toplumsal ortamında ciddi sonuçlar ve tepkiler doğurması kaçınılmazdı. En önemlileri demiryolları, tramvay şirketleri, havagazı ve su şirketleri, tütün rejileri gibi, ağırlıklı olarak Alman ve Fransız sermayeli işletmelerde patlak veren, bu özellikleriyle de doğrudan ve kendiliğinden bir şekilde yabancı sermayeye karşı gelişen 1908 grevleri İttihat ve Terafefet'nin özgürlükçülüğü kadar milliciliğinm .de denek 'taşı oldu. Özgürlükçülüğün, işçilerin, emekçilerin hak ve özgürlüklerinde sona ereceğini, milliciliğin ise emperyalist baskı ve bağımlılıkları aşamayacağını gösterdi. 1908 grevleri sırasında, Osmanlı işçileri istibdatı yıkıp hürriyet ilan eden İttihat ve Terakki kadrolarına güveniyorlardı. Meşrutiyet'in ilanırtdan sonra İttihat ve Terakkinin siyasal iktidara resmen ve açıkça el koymuş olmaması, işçi kesimlerindeki bu yanılsamayı pekiştirmiş, çoğu eylem sırasında işçiler istem ve şikâyetlerini İttihat ve Terakki'ye duyurmaya çalışmışlar, onun müdahalesinden ve desteğinden medet ummuşlardı. 1908 grevleri boyunca, grevci işçilerin kamuoyuna yayınladıkları bildirilerde "İstibdat fikirlerinin mahvıyla adaletin icrası İttihat ve Terakki Cemiyet'mn teşekkül esası ve mukaddesi vazifesi olmakla... ali mercilerinden hürriyet, adalet ve müsavaatı fiilen hükümran kılmasını talep ve istirham eyleriz" türünden ifadelere sık sık rastlanır. Kimi zaman da, İttihat ve Terakkici aracılara güvenilerek eylemlerin sona erdirildiği görülür. Ancak", Ağustos'dan itibaren yaygınlaşan grevlerin yarattığı ilk şaşkınlık geçer geçmez, Hükümet, grevcilerin üzerine asker göndererek özellikle yabancı sermayeli büyük şirketlerde patlak veren grevleri emperyalist baskıların da etkisiyle sert bir şekilde bastırma yoluna gidince, işçilerin güven duyduğu ve medet umduğu İttihat ve Terakki'nin, işçilerin yanında değil de hükümetin ve yabancı sermayenin yanında yer aldığı ayan beyan ortaya çıkmaya başladı. Ekim başlarında (8 Ekim 1908) alelacele çıkartılan "Tatil-i Eşgal
Kanun-u Muvakkati", can sıkıcı grevleri ve işçi eylemlerini engellemek isteyen yabancı tekellerin ve Hükümetin ortak belgesi olduğu kadar İttihat ve Terakkinin de onayına sahipti. Bir süre sonra bu yasayı daha da ağırlaştıran yine İttihat ve Terakki oldu. İlk Grev ve Sendika Yasağı: Tatil-i Eşgal Kanun-u Muvakkati
II. Meşrutiyet'in ilanından sonra kabaran grev dalgasının yerli ve yabancı sermaye çevrelerinde yarattığı şaşkınlık ve huzursuzluk, o güne kadar sürekli küçümsenmiş ve çalışanlar arasında ikinci sınıf işçi olarak kabul edilmiş Müslüman tebaadan işçilerin de grevlere kitlesel katılımıyla perçinlenince, yabancı ve yerli sermayeyi korumanın ve devleti kurtarmanın yolu bir kez daha yasakçılıkta aranacaktı. O günlerde çeşitli gazetelerde çıkan yazılar, devlet ve hükümet yetkililerinin açıklamaları egemen güçlerin psikolojilerini ortaya çıkartmak açısından ilginçtir. 5 Eylül 1908 tarihli Sabah gazetesinde, Le Temps gazetesi İstanbul muhabirinin bir
haberiyle birlikte, gazetenin ilgili yorumu yer almakta, bu yorumda şöyle denmekteydi: "Kanun-ı Esasî'nin ilanından beri henüz bir ay kadar zaman geçtiği halde, sosyalizm  burada da dahil oldu... Sosyalizm fikrinin sirayetini tashil eden amele grubu, burada büyük bir cemiyet teşkil etmemektedir. Fakat şurası gariptir ki burada Avrupa'nın amele grubu gibi muhtaç ve sefil bir ahali olmadığı halde, sosyalizm fikri amele arasında intişar eylemektedir... Sosyalizm, ihtiyacı çok kazancı az olan Avrupa amelesi arasında taammüm edebilir
(umumileşebilir). Kanaatkar Osmanlı amelesi arasında o gibi fikirler taammüm edemez." İkdam gazetesinde 16 Eylül'de çıkan bir yazıda da şu görüşler işleniyordu: "İki ay evveline kadar, saahifı matbuata (matbaa sayfaları) geçirilmediği için grev kelimesinin ne olduğu bilinmediği gibi, grev dediğimiz halet, yani terk-i eşgal dahi mecburen gayrı vaki idi. Grevler adeta bir illeti müstevliye halini aldı. Grev yalnızca şirket ile amele arasında tahaddüs eden (meydana gelen) bir ihtilaf olmakla kalmaz. Memleketin ahval-i iktisadiyesi üzerinde tesir yapar...
Bundan manada, memleketimizde mevcut cesim sanayi ecnebi sermayesiyle vücuda gelmiştir. Demek ki grevler, dolayısıyla itibar-ı malimiz üzerinde tesir icra eder. Şirketlerin hisse senedide düşer." Yine aynı günlerde, İstanbul Ticaret Odası gazetesi grevlere karşı çıkan bir yazısında "yerli amelenin ecnebi amele seviyesinde olamayacağını" yazıyor, ve "Seviyesi, haklarını müdafaa ve muhafazadaki kudretleri bizimkilere kat kat faik olduğundan, yerli amelenin politika manevracılanna kolaylıkla kapılacakları derkâr (malum) bulunduğundan, ecnebi amele derecelerinde mütalibatta bulunmaları gayrı caizdir" diyordu. İttihat ve Terakki'nin "amele meselesi"ndeki görüşü ise İttihat ve Terakki gazetesinde yayınlanan, "patronlar ve ameleler" yazısında bütün açıklığıyla ortaya konmaktaydı: "...Fabrika, ticarethane sahipleri hükümete karşı mükellefiyetlerinin fevkinde olarak amelelerine karşı da ağır bir yüke tahammül edecek olurlarsa teşebbüse vazedecekleri sermayenin mutad kazancını temin edemezler. Bu da kendilerine keder ve ümitsizlik anz olmasını, teşebbüslerinin tatilini intaç eyler (sonucunu verir) ve memleketin iktisadî terakkisini durdurur... Halbuki bu gün patronun kuvveti ne derece ise ameleninki de ondan aşağı değildir. Bilakis pekçok hususlarda
kanunun gayrı meşru himayesi sayesinde, bazı memleketlerde patronlar amelenin istibdadına mahkûm olmaktadırlar... Biz bu hususta sahip ve salim olan serbesti politikasından sapmamayı hem iktisadî kaideler, hem memleketimizin umumi ahvali nokta-i nazarından daha muvafık gördük... Memleketin iki büyük sınıfı olmak istidadım gösteren sermayedar veya patron sınıfıyla amele sınıfının yanlış mülahazalar neticesi yekdiğerine zararlı addedilen menfaatlerini telif eylemek icab eder. Şu son iki ay zarfında vuku bulan bazı müfrit muamelelerin önünü almak için gerek tatil-i eşgale ve gerekse .sendikalara dair neşredeceğimiz misallerle amelelerin selahiyet derecelerinin neden ibaret olacağını göstermekliğimiz iktiza eder ve patron selahiyet hakkını tecavüz edince bu hareketinin cezasını -ki tabii bir tazminattan ibaret olacaktırgöreceği gibi amele de aynı suretle mesul olması lazım gelir. Yoksa bazı kimselerin talep ve iddia ettikleri veçhile sosyalizme adım atacak olursak her vakitten ziyade emniyet bahşetmeye mecbur olduğumuz sermayedarlan korkutmuş oluruz." 8 Ekim 1908'de alelacele hazırlanarak Meclis'e bile sevkedilmeden Heyet-i Vekile (Bakanlar Kurulu) karanyla iki gün sonra yürürlüğe giren Tatil-i Eşgal Kanun-ı Muvakkati, işçi-işveren ilişkilerini, grev, sendika ve toplu sözleşme sürecini düzenleme görünümü altında "kamu hizmeti gördükleri" gerekçesiyle demiryolları, tramvay ve liman işletmeleri, su ve havagazı şirketleri, Düyun-u Umumiye ve Reji İdareleri'ne bağlı işçilerin grev yapmalarını yaksaklıyor, yasaklamakla kalmayıp ağır para ve hapis cezalan getiriyordu. Aynı şekilde, bu türden işyerlerinde sendikalaşma yasağı getirildiği gibi yasanın çıkarılmasından önce kurulmuş sendika ve cemiyetlerin dağılması da öngörülüyor, her türlü iş anlaşmazlığında Ticaret ve Nafıa Nezareti zorunlu, hakem ve arabulucu kılınıyordu. 1908 Tatil-i Eşgal Kanun-ı Muvakkati yalnız "umuma müteallik hizmet ve şirketlerde
çalışanları" kapsıyorsa da, gerçekte tüm işçi hareketine indirilmiş bir darbeydi. Üstelik 1908 grevlerinin en yoğun yaşandığı, işçi sınıfının görece en bilinçli ve örgütlü kesimlerinin bulunduğu işyerlerinin hemen tümü "umuma müteallik" sayılabilecek nitelikteydi. Yasanın yürürlüğe girmesinin hemen ardından işçi eylemlerinde ve grevlerde belirgin bir gerileme başladı. Ekim'in ikinci yansında yasa kapsamına girmeyen işyerlerindeki grevler de giderek seyrekleşti, 31 Mart (13 Nisan 1909) olaylannın ardından ilan edilen sıkıyönetim döneminde
çıkanlan ve "Kanun-ı Muvakkat"in yerini alan Tatil-i Eşgal Kanunu'yla "Hizmet-i umumiye" kavramının kapsamı genişletilerek ve yasaklar şiddetlendirilerek işçi hareketi ve örgütlenmesi daha ilk adımlarında kıskıvrak bağlanmaya, engellenmeye çalışıldı. ( devam edecek...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder