Kürtler, 16. yüzyıla kadar kendi geleneksel aşiret yapıları üzerinde yükselen bağımsız beylikler halinde yaşıyorlardı. 16. yüzyılın başında İran'da yükselmekte olan Safevi gücüne karşı müttefik arayan Yavuz Sultan Selim'in sözkonusu beyliklerle yaptığı 16 bağımsız Kürt beyliği tanıyan bu anlaşmaya göre Kürt beyleri sikke bastırmaya devam edecek, Cuma namazlarında kendi adlarına hutbe okutabileceklerdi; beylikleri haraca da bağlamayan bu anlaşmanın öngördüğü yegâne yükümlülükler, savaş halinde beyliklerin askerî yardımda bulunması, Devlet'e karşı ayaklanmamaları ve Osmanlıların onayı olmadan sınırlarında bir değişiklik
yapmamalarıydı. Osmanlı mülküne böylesi gevşek bir tarzda içerilen Kürdistan için İstanbul yine de bir çekim merkezi oldu. Fuzulî, Nâbi, Nefi gibi şairler ürünlerini Kürtçe vermek yerine İstanbul'a giderek Osmanlı edebiyatının gelişmesine katkıda bulundular.
• Ancak diğer yandan, Hakkâri, Bitlis ve Cizre gibi önemli beylik merkezlerinde, Kürtçe'de hatırı sayılır bir saray edebiyatına ve bilimsel faaliyete tanık olundu; örneğin Kürt edebiyatının Şeref Han'ın Şerejnamesi. Ehmed Hani'nin Memozm'i gibi başyapıtlar 16. yüzyılın sonunda ve 17. yüzyılda Osmanlı Kürdistan'ında yazıldı.
Beylerin Yenilgisi
Osmanlılar'ın 19. yüzyılın başında Kürt beyliklerini merkeze daha sıkı bağlama yolundaki ilk girişimleri, aynı zamanda yüzyılın ilk Kürt ayaklanmasının da nedeni oldu. Kürdistan'ın en bayındır beyliklerinden biri olan Baban beyi İbrahim Paşa ölünce, Osmanlı yönetimi emir olarak Babanlar'a rakip aşiretlerden birine mensup Halit Paşa'yı tayin etti. Töreye göre emirliğin meşru varisi Abdurrahman Paşa ayaklandı ve 3 yıl boyunca yalnızca merkezî orduya ve Musul ve Bağdat valilerinin ordularına karşı değil, sözkonusu orduların safında çarpışan rakip aşiretlere karşı da savaştı ve ancak 1808'de mağlup edilebildi. Bu dönemde Kürdistan 19. yüzyıl boyunca fasılalı olarak sürecek Osmanlı-Rus savaşlarının da etkisini hissetmeye başlamıştı. Bütün yüzyıl boyunca savaşların asıl cereyan ettiği bölge olan Kuzey Kürdistan'da savaşlara köylü ayaklanmaları eşlik etti. İlk büyük dalga, 1806-12 Osmanlı-Rus savaşından sonra 1815'te yaşandı; İran'da Nahcıvan'dan Erzurum'a kadar uzanan bir bölgeyi kapsayan bu ayaklanmayı daha sonrakilerden ayırdeden bir özellik, göçebelerle köylülerin yanısıra Ermenilerin de Kürtlerle birlikte savaşmış olmalarıydı. Tıpkı 1806-12 Osmanlı-Rus savaşında olduğu gibi, 1828-30 savaşına da hem sınır boylarında köylü ayaklanmaları, hem de emirlerin bağımsız devlet kurma girişimleri eşlik etti. 1814'de Zap suyu ile İran sınırı arasında yer alan ve nisbeten yoksul beyliklerden biri olan Soran'ın başına geçen Mir Mehmed, 20 yıl içersinde, kimi zaman diplomatik kimi zaman askerî yöntemlerle bugün kuzey Irak olan bölgelerin büyük bir kısmının kontrolünü ele geçirdi. O kadar ki, Devlet merkezden tamamen kopmasını önlemek için, Mir Mehmed'in ele geçirdiği topraklar üzerindeki yönetiminin meşruiyetini onaylamış ve kendisine "Paşa" unvanını vermişti. Ancak Selahaddin Eyyubi'nin soyundan geldiğini iddia eden, Mir Mehmed'in ayırdedici özelliği yalnızca askerî ve diplomatik başarılan değildi; başkenti Riwandiz'de kurduğu fabrikalarda tüfek ve mermilerin yanısıra 200'ü aşkın top imal edilmişti. Dahası, 1833'te kuzeye Mardin ve Nusaybin yöresine doğru ilerlemeye başladığında, düzenli ordusu 10 bin süvarinin yanısıra düzenli talim görmüş 20 bin piyadeden oluşuyordu. Ancak Mir Mehmed güneydeki diplomatik başarısını kuzeyde tekrarlayamadı; yörenin güçlü Botan beyi Bedirxan, artık açıkça Babıâli'ye karşı savaşmakta olan Kürt ordusuna ancak sembolik bir destek verdi. Buna rağmen, Musul ve Bağdat valilerinin askerleriyle desteklenen ve Tanzimat'ın gelecekteki mimarı Reşit Paşa'nın komutasındaki Osmanlı ordusu 1833-34 boyunca süren savaşın sonunda çekilmek zorunda kaldı. Savaş sırasında düzenli Kürt ordusuna yerel halkın oluşturduğu çeteler de destek veriyor, böylelikle ilk kez köylü ayaklanmalarının gerisinde yatan dinamikle beylerin bağımsızlık girişimleri ortak bir eylem doğrultusunda birleşmiş oluyordu. Buna rağmen ayaklanmanın sonuçta başarısızlığa uğramasına yol açan, Kürt halkının kendi içindeki bölünmeler oldu. 1836'da Osmanlı ve Kürt orduları arasında savaş yine başlayınca, Osmanlı yönetiminin yaptığı "Müslümanlar arasında banş" çağrısı, Kürt mollalar arasında geniş yankı uyandırdı ve Xati adlı bir molla "Halifenin ordularına karşı savaşan kâfirdir" diye bir fetva çıkardı. Mir Mehmed teslim olmak zorunda kaldı ve bir süre İstanbul'da ağırlandıktan sonra, Kürdistan'a dönerken yolda öldürüldü. Mir Mehmed ayaklanmasının bastırılmasıyla güney Kürdistan'daki, zaten Mir Mehmed tarafından büyük ölçüde birleşik bir yönetime kavuşturulmuş olan bağımsız Kürt beyliklerinin varlığına son verilmiş oldu. Ancak Botan beyi Bedirxan da bir süredir, temel yönelimleri bakımından Mir vlehmed'inkinden farklı olmayan bir politika izliyor, askerî ve diplomatik yollardan kuzey Kürdistan'ı birleştiriyor, doğrudan doğruya Botan beyliğinin kontrolüne girmeyen Kars ve Muş gibi emirliklerle de ittifak ilişkilerine giriyordu. O kadar ki, 1836'da Mir Mehmed'e karşı Osmanlı ordularım yöneten Reşit Paşa, Botan'm başkenti Cezire'yi de kuşatınca Kars emiri Xan Mehmûd, 20 bin kişilik olduğu tahmin edilen bir orduyla yardıma gelmeye çalışmış, ancak Botan nehri üzerindeki köprüler tahrip edilmiş olduğundan, sefer yarıda kalmıştı. Osmanlı ordusunun 1839'da Nizip savaşında Anadolu'nun göbeğinde Kavalah İbrahim Paşa tarafından yenilgiye uğratılması üzerine Bedirxan faaliyetlerine daha da hız verdi. 1845'e varıldığında, Bedirxan Diyarbakır, Musul ve İran sının arasında kalan bölgenin tamamım kontrol altına almıştı. Kontrolü altına aldığı bölgeleri bir tür "meşveret" sistemiyle yöneten Bediraan, yalnızca aşiret reislerinin maiyetindeki silahlı adamlan, doğrudan doğruya kendine bağlı seçkin askerî birlikler .şeklinde örgütlemekle, aşiretlerin toplumsal hayattaki rolünü zayıflatmakla kalmıyor, izlediği dinî hoşgörü ve özgürlük politikası ile de potansiyel bir uluslaşmanın zemini olabilecek bir ortam hazırlamış oluyordu. Ancak 1840'lar Tanzimat'ın etkisinin Kürdistan'da da hissedilmeye başlandığı yıllardı. Bir yandan şehirlerde zanaatlar özellikle Karadeniz limanlarından gelen yabancı malların rekabeti karşısında gerilerken, diğer yandan misyoner ve konsolosların Hıristiyan azınlıklara yönelik faaliyetleri de hız kazanıyordu. Bu faaliyetlerin siyasal düzeydeki ilk sonuçları Nasturîler arasında görüldü. Amerikan misyonerlerin Hakkâri'de Tiyarî bölgesinde bir tepede kale gibi tahkim edilmiş bir okul inşa etmeleri, bunun ardından Nasturîlerin geleneksel olarak Hakkâri emirine vermekle yükümlü oldukları vergiyi ödememeleri üzerine emir, bağlı olduğu Bedirxan'dan yardım istedi. 1843'te düzenlenen sefer, 10 bin kişinin öldürüldüğü büyük bir katliamla sonuçlandı. Bunun üzerine Britanya ve Fransa elçiliklerinin de ısrarıyla Osmanlıların Bedirxan üzerine bir ordu yollamasıyla başlayan savaş 1847'ye kadar sürdü ve ancak Bedirxan'm yeğeni Yezdan Şer'in taraf değiştirmeye ikna edilmesiyle sonuçlandı. Bedirxan'ın teslim olup önce Girit'e sonra Şam'a sürgüne gönderilmesinden sonra Yezdan Şer, Hakkâri'ye atandı, ancak emir olarak değil vali olarak. Hakkâri artık bir Kürt beyliği değil bir Osmanlı vilayetiydi. 1849'da ise Bitlis emiri Şerif İstanbul'a çağrılarak yerine bir vali tayin edildi. 1850'de de Yezdan Şer, Hakkâri valiliğinden azledildi ve merkezî iktidara karşı başkaldıran son bey oldu. Yine bir Osmanlı-Rus savaşının, Kırım savaşının yarattığı toplumsal çalkantıdan da yararlanarak 1855 baharında 2 bin kişilik bir güçle Bitlis'i ele geçirdi ve buradan yaptığı ayaklanma çağrısına 100 bine yakın kişi karşılık verdi. Ancak Osmanlı Devletinin varlığının sürekliliğini temin etmek üzere yeni Kırım savaşına girmiş olan Britanya yine müdahale etti. Musul'dan gelen İngiliz elçisi arabuluculuk teklif etti ve Yezdan Şer, elçinin verdiği teminatla İstanbul'a vanr
varmaz tutuklandı. Öndersiz kalan ayaklanma büyük bir askerî sefer gerektirmeden kendiliğinden dağıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder