HAYVAN HAKLARI VE YENİ AYDINLANMA

Açık olalım: devrim için mücadele ediyoruz, reform için değil; köleliğin sona ermesi için mücadele ediyoruz, yoksa insancıl sahipler için değil. Hayvan hakları insan kulağının duyduğu en radikal fikre yol veriyor: hayvanlar yiyecek, giysi, kaynak, ya da eğlence nesnesi değillerdir.
Dr. Steve Best

Beş milyon yıl önce atalarımız eski büyük kuyruklu maymunlardan koparak geliştiler; sonraki iki milyon yıl içerisinde evrimin hominid çizgileri sadece bipedal(iki ayak üzerinde duran) bir tür olmaya doğru evrim geçirmek yolunda büyük değişimler geçirmekle kalmadı, ayrıca büyük beyinli , dile ve teknolojiye hakim bir tür olma yolunda değişimlerden geçti.

Son iki yüz yıl içerisinde, insanlar biyoloji anlamında çok az değiştiler; ama sosyal ve teknolojik kapasiteleri anlamında çok hızlı bir evrim geçirdiler. Ne yazık ki, teknolojik evrimimiz ahlaki evrimimizi büyük oranda geçmiş durumdadır. Dr. Martin Luther King’in sözleriyle söyleyecek olursak, “yanlış yollara sapmış insanların kendilerince doğru yerlere yönlendirilmiş füzeler kullandığı bir dünyada yaşıyoruz.”

İnsanlar ahlaki bir ilerleme kaydetmişlerdir, ama yavaş bir şekilde. Batı kültüründe, eşitsizliği, hiyerarşiyi ve aşağı olmayı insan doğasının ya da varlıkların doğal akışı şeklinde gören mitleri meşrulaştıran cehaleti, önyargıyı ve keyfiyeti aşmak için iki bin yılın geçmesi gerekti.

Batı toplumu 1960’lardan itibaren ahlaki anlamda daha hızlı bir gelişim göstermiştir. Öğrenci, siyah, Kızılderili, feminist, ve gay-lezbiyen hareketleri hakların evrenselliği sürecini geliştirmiş ve önyargının büyük bariyerlerini aşarak insan özgürlüğüne daha fazla bir derinlik katmıştır.



Bu sosyal sıkıntıların, ayaklanmaların, Vietnam savaşına karşı yapılan kitlesel gösterilerin ve giderek kötüleşen yoksulluk, evsizlik ve sınıf eşitsizliği sorunlarının arasında Martin Luther King bir “dünya evi” vizyonu formüle etmiştir. Bu kozmopolit ütopya içerisinde dünyadaki bütün insanlar barış ve huzur içerisinde, ruhsal ve maddi ihtiyaçları modern dünyanın verimliliği tarafından karşılanarak yaşayacaklardı.

Ancak her ne kadar gerçekleştirilebilir bir şey olsa da, King’in dünya evi gene de lanet olası bir mezbahadan başka bir şey değildir; çünkü hümanizm milyarlarca hayvanın gereksiz yere esir edilmesi, işkence görmesi ve öldürülmesi anlamında hiçbir şeyi değiştirmemektedir. Şiddet içermeyen bu hümanist ütopya, sözde aydın ve ilerici insanlar şiddetsizliği, eşitliği ve hak kavramını bu gezegeni beraber paylaştığımız hayvanları da kapsayacak denli geliştirene dek ikiyüzlü bir yalan olarak kalacaktır.

İnsan evriminde bir sonraki adım, hayvan haklarını kucaklayarak onun derin anlamlarını kabul etmektir. Hayvan hakları insanların son iki yüz sene içerisinde meydana getirdiği en ilerici etik ve politik gelişmelere yaslanmaktadır. Bir anlamda hayvan hakları argümanı eğer insanların hakları varsa hayvanların da aynı sebeplerle haklara sahip olduğunu söylemektedir. Ahlaki anlam, bir tür olarak farklılıklarımızda değil, bir hayat sahibi olarak benzerliklerimizde yatıyor.

Hayvan haklarının meydan okuması şudur: insanlar gerçekten aydınlanarak demokratik yasal sistemlerin örtüleri arasına gizlenmiş son önyargıları yenebilir mi? İnsanlar ekonomilerini yeniden organize edip teknolojilerini yeniden biçimlendirebilir mi, kültürel geleneklerine başka bir şekil verebilir mi? Hepsinden önemlisi; insanlar yeni duyarlılıklar, değerler, dünya görüşleri ve kimlikler edinebilir mi?

Hayvan hakları hareketi, toplumsal ve doğal dünyalarda yaşanan nice ciddi kriz arasında insanlara evrimsel anlamda meydan okuyor. Hayvan sorununun insan meselesinin merkezi olduğunu anlayabiliyor muyuz? Hayvanların sömürülmesinin birbirimizle ve doğal dünyayla yaşadığımız krizin her yönünde kendini belli ettiğini kavrayabiliyor muyuz?

Hayvan hakları, insan türü kimliğine yapılmış bir taarruzdur. Bu taarruz; türcülük pusulasını paramparça ederek, dünyadaki yerini bulmak için kullandığı kozmolojik haritalarını sorgulamaya çağırır insanları. Hayvan hakları insanların hayvanlar üzerindeki üstünlük iddialarından vazgeçmesini talep eder. İnsanlardan gücün sorumluluk gerektirdiğini, güçlü olmanın haklı olmak olmayabileceğini, ve geniş bir neokorteksin doğal dünyaya tecavüz edip onu yağmalamak için bir mazeret olmadığını idrak etmelerini ister.

Dünya görüşündeki bu derin değişiklikler insanın günlük hayatında devrimci bir farklılığa yol açarken kişisel olanın aslında ne kadar politik olduğunu da anlamamızı gerektiriyor. Bir çok radikal felsefe öğretiyorum; ama sadece hayvan haklarının günlük ritüelleri ve sosyal ilişkileri bozup değiştirme gücü var. Anarşizm veya Marksizm gibi “radikal” felsefeler türcülüğü hiçbir eleştiri süzgecinden geçirmeden yeniden üretiyor. Marksizm üzerine yapılan bir seminerden sonra öğrenciler bir yandan devrimden söz ederken öte yandan öldürülmüş çiftlik hayvanlarının cesetlerini yiyebiliyorlar. Hayvan hakları üzerine yapılan bir seminerden sonra ise aynı öğrencileri tabaklarına boş boş bakarken, en temel davranışlarını sorgularken, mızmız aileleri ve arkadaşlarından kendilerini soyutlanmış hissederken görüyoruz. Çünkü alınan mesaj gerçektir ve ruhu allak bullak etmiştir.

Açık olalım: devrim için mücadele ediyoruz, reform için değil; köleliğin sona ermesi için mücadele ediyoruz, yoksa insancıl sahipler için değil. Hayvan hakları insan kulağının duyduğu en radikal fikre yol veriyor: hayvanlar yiyecek, giysi, kaynak, ya da eğlence nesnesi değillerdir.

Hedefimiz hayvan sömürüsünden çıkar sağlayan çimentolaşmış pratikleri ya da sabitleşmiş tavırları değiştirmekten daha az bir şey değil. Gerçekten de, devlet bizleri “eko-teröristler” diyerek şeytani bir hale sokup doğru olan şey uğruna verdiğimiz mücadeleyi suç kapsamına almaktadır.

Görevimiz gerçekten zor; çünkü hümanizmin konforlu sınırlarından uzağa giderek ahlaki manada önemli bir sıçrayış gerçekleştirmek zorundayız. İnsanların aynı tür içerisindeki diğer üyelerle alakalı fikirlerini değiştirmelerini istemekle kalmıyoruz, ayrıca tür sınırlarının aynen ırk ve cinsiyet sınırları kadar keyfi ve geçersiz olduğunu idrak etmeleri konusunda ısrar da ediyoruz. Görevimiz, insanlığın ahlaki çıtasını akıl ve dil sahibi olmaktan hissetme yeteneği ve öznelliğe doğru kaydırması yönünde çaba göstermektir.

Sadece eğitmemeliyiz, bir toplumsal hareket olmalıyız ayrıca. Hayvan haklarının meydan okuması bizim meydan okuyuşumuzdur; çünkü hayvan hakları sadece bir fikir olmamalı, hem sayı hem de acılarının çokluğu anlamın dünyanın en çok ezilen canlıları için bir toplumsal hareket olmalı. Bütün devrimlerde olduğu gibi, hayvanlar zalimler ansızın ışığı gördüğü için haklarını elde etmeyecekler, tersine daha fazla sayıda insan bu konuda aydınlanıp iktidar yapılarını sarstıkça, yeni sosyal düzenlemeler hayata geçene dek bunu yapmaya devam ettikçe bu hakları elde edecekler.

Çok fazla şey mi istiyoruz? Adalet doğru olanın yapılmasını talep eder ve asla aşırı değildir. Devrim cidden mümkün mü? Binlerce şekilde devrim güç kazanıyor. Horoz dövüşlerine getirilen yasaklardan ABD’de 37 eyalette hayvan istismarının suç haline getirilmesiyle, ABD’deki tıp enstitülerinde doktorların eğitiminde hayvanların kullanılma oranının 2/3 oranında azalmasıyla, 25’ten fazla üniversitede yapılan hukuk seminerleriyle, hayvan refahı/hakları meseleleri ile ilgili olarak giderek artan medya desteğiyle (2003 Gallup Araştırmasında ABDli insanların %96’sının hayvanların az da olsa istismardan korunması gerektiğini düşündüğü, %25’inin hayvanların insanlarla aynı şekilde sömürüden ve zarardan korunmaya hakları olduğu ortaya konmuştur) ortaya çıkan gerçek şu ki insanlar diğer türler hakkındaki görüşlerini değiştirmeye başlıyorlar.

İnsanlar kimliklerini yeniden icat etmek, insanlığı ve kültürü zulümden ayırmak için bir takım yollar bulmak zorunda kalacaklar.İnsanlar idrak etsin etmesin, bu omuzlara binmiş bir yük değil, bir özgürlüktür. Artık hiç kimse ayrılık yalanını yaşamak zorunda değil, br yüreğin açılması derinden bir iyileşme sağlayabilir.

Hayvan hakları modern insanlığın tertiplediği eşitlik, demokrasi ve haklar gibi en yüksek değerlerin geliştirilmesinde bir sonraki sahne. Kendimizi gezegene hükmeden yarı tanrılar olarak gören o sapkın kavramlarımızı, yaşayan büyük ilişkiler ağına ait ve bu ağ içerisinde birbirine bağımlı varlıklar olduğumuzu söyleyen daha alçakgönüllü ve bütüncü bir nosyonla değiştirmek zorundayız. Tahakkümcü ve türcü kimlikler bizi felaketler yokuşundan aşağıya doğru yuvarlıyor. Eğer insanlık ve yaşayan dünya, bir bütün olarak bir geleceğe sahipse, insanlar hayatın tümüne saygı duyan evrensel bir etik kavramını kucaklamak zorundalar.

Büyümek zordur ve acı verir, ve insan türü ahlaken gelişmemiştir, psikolojik olarak sakattır. İnsanların biyotoplumun efendileri değil üyeleri olduklarını öğrenmeye ihtiyaçları var; biyotoplumun yurttaşları olarak bütün biyotopluma karşı sorumlulukları var.

Aydınlamanın anlamı, değişmektir. Onsekizinci yüzyılda aydınlanma dini dogmaları ve zorbalığı yenmek anlamına geliyordu; yirminci yüzyılın sonlarına doğru, aydınlanma ırkçılığı, cinsiyetçiliği, homofobiyi ve diğer önyargılarını yenmek anlamına geliyordu; ve şimdi yirmibirinci yüzyılda aydınlanma, türcülüğü yenerek hayatın tümünü onore eden evrensel bir etiği kucaklamak anlamına geliyor.

Değişebiliriz; değişmek zorundayız. Doğanın mesajı, evrim geçirmek ya da ölmektir.
Çeviri:CemC
-Hayvan Özgürlüğü Hareketi ve Felsefesi- alıntıdır.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder