Kahire Parlamento Binası kuşatıldı -Gordon Reynolds*

Bugün, protestocular Kahire şehir merkezindeki parlamento binasını kuşattı. Suez’de iki protestocu hayatını kaybetti; Kahire’de bir polis, başına atılan taş sonucu öldü. Tahrir Meydanı’ndaki protestocuların üzerine göz-yaşartıcı bombalar atıldı ve Twitter’e giriş, Mısır sınırları dahilinde yasaklandı.

Fakat bu sabah saat 8 civarında, güneş şehrin puslu havası üzerinde doğarken, bir taksiyle şehir merkezine doğru gittiğimde yolların bomboş ve açık olduğunu gördüm.

Twitter’de, Tahrir Meydanı ve şehrin Mohandesin bölgesinde protesto gösterilerinin düzenleneceğine dair duyurular yapılmıştı. Bu duyurular, 25 Ocak’ta hashtag #jan25‘i gözleyen Mısır otoriteleri tarafından da alındı ve herhangi bir gösteriye yer verilmemesi için bölgeye büyük kitleler halinde güvenlik güçleri yerleştirildi. Neredeyse her cadde başında, polisler, 6-8 kişilik gruplar halinde nöbet tutuyordu. Polisler, parlamento binası girişinde de barikat kurmuşlardı. Nil nehri üzerinde güneş yükselirken, polis timleri, kollarını kavuşturmuş boş sokakları seyrediyorlardı.

Apartman bloklarını dönünce taksiden indim, yakın bir otelin kahvesinde oturdum ve zamanın geçmesini bekledim. Altı otobüs dolusu polisin, ana caddeden geçerek güneye, Mohandesin’e doğru gittiğini gördüm. Hemen bir taksiye atlayarak onları izledim. Şehrin bu ticarî merkezinde de küçük bir polis ordusu nöbet tutmaktaydı. Görünürde hiçbir gösterici yoktu ve protestoların başlamadan bittiğini hissederek geri evime döndüm.

Eve geldiğimde gördüğüm 25 Ocak tarihli Twitter haberinde, birileri, daha önce yapılan duyuruların, otoriteleri yanlış yöne sevketmek için kasten duyurulan tuzaklar olduğunu söylüyordu. Şimdi tüm şehir çapında, düzinelerce (bu kez gerçek) noktalarda protestocuların eylem için hazırlandıkları belirtilmekteydi.

Hemen dışarı koştum ve yan yollardan Tahrir Meydanı’na geri döndüm.

Yolumun üzerindeki bir caddeye geldiğimde protesto başlamıştı. Caddede, çoğu erkek 200’e yakın Mısırlıdan oluşan bir grup toplanmış, sloganlar atıyor ve ellerindeki bayrakları sallıyorlardı. İsyana uygun bir şekilde donatılmış, sıralar halindeki polis güçleri, caddenin iki ucunu kapatmıştı. Onların hemen dışında, protestocuları kat kat aşacak kadar çok sayıda daha yaşlı Mısırlı erkekler ve genç kadınlar toplanmıştı.
Onlara diğer genç Mısırlılar da katılmıştı ve neredeyse hepsi fotoğraf çekiyorlardı. Kenardan onları seyredenler de, ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını bilmedikleri yönünde bir görüntü veriyorlardı. Bu, onların daha önce hiç tanık olmadıkları bir görüntü olduğu için sürekli resim çekiyorlardı.




200 kişilik grup, polis barikatlarından birine doğru yürüdü ve polisler herhangi bir çatışmayı önlemek için kalkanlarını yana çekerek sıranın ortasından onların geçmelerine izin verdi. Grup sloganlar atarak caddede yürümeye başladı. Onlar yürürken, polisin saldırmadığını gören kenardaki izleyiciler de, yavaş yavaş gruba katılmaya başladı.

Yürüdükleri üç blok boyunca kalabalık büyüdü. Fotoğraf çekenlerin çoğu protestocu oldu. Grup Tahrir Meydanı’na geldiğinde kalabalık iki katı büyüklüğe ulaşmıştı. Meydana girişte kalabalık dağıldı ve meydanın ortasına, şehrin tüm noktalarından aynı yere gelen binlece protestocunun oluşturduğu kitlenin arasına aktı.
İşte tam bu sırada gösterilerin niteliği değişti. Mısır polisi Tahrir Meydanı’nın iki ucunu kapatarak protestocuları zorlamaya başladı. Bu da Mısırlı otoritelerle Mısır halkı arasında tehlikeli bir çekişmenin başlamasına neden oldu. Protestocular, polis kalkanı duvarını zorlamaya başladı. Karşılığında polis protestocuları coplarla dövdü. Bu çatışmalar sırasında bir polisin, diğer polisler onu kurtarıp polis sıralarının arkasına taşıyıncaya kadar, kalabalığın içine çekildiğini, yere yıkıldığını ve göstericiler tarafından dövüldüğünü gördüm. Bu sırada bazı protestocular taşları toplayıp polise atmaya başladı fakat diğer protestoculardan gelen tepkilerle “atmayın, atmayın, protestoyu barış içinde sürdürmeliyiz!” diye bağıran sesler duyduk.
Gerilim tırmandıkça kalabalık daha coşkulu hale geldi, sesi daha yükseldi. Sloganlar, “Benim ülkem, benim ülkem!” haykırışlarıyla devam etti.
Meydanın güney kısmından askerî bir tank kalabalığın içine girdi. Bir polis, tankın üstünden protestoculara hortumla su sıktı, fakat hiçkimse yerinden bile kıpırdamadı.

Tank otuz metre ilerlememişti ki, genç bir Mısırlı sıçrayarak aracın üzerine çıktı ve tankın üstüne tırmandı. Kalabalığın teşvik edici alkışları arasında en üste tırmanmayı başardı. En üst kısma geldiğinde, polis hortumu bırakarak protestocunun üstüne atladı. Boğuşan iki adam yere düştü ve protestocu diğer polisler tarafından yakalanıp götürüldü. Onlar yere düştüğü anda, en öndeki 200 kişi, beraberce dizleri üstüne çöktü ve dua etmeye başladı. Kalabalık, başını kaldırarak, onları apartman dairelerinin pencerelerinden seyretmekte olan diğer Mısırlılara yöneldi ve “Sırada hangi kahraman var?” diye bağırdı. Sonra da onlara, “Siz de bize katılın, Siz de bize katılın!” diye haykırmaya başladı.

Protesto alanından çıkmaya çalıştım ve kitlenin önüne doğru yürümeye başladım. Yan yollarda, kendimi atacak bir geçit bulmayı umuyordum. 20 yarda ilerlememiştim ki Mısırlı bir genç beni ikaz etti: “Ön tarafa gitme, insanların kimliklerini saptamak için fotoğraf çekiyorlar!” dedi.
Otoriteler ve protestocular, üstünlük sağlama mücadelesinde bir ileri bir geri hareket etmekteydiler. Meydanın kuzey tarafında, polis, barikatı kaldırarak kaldırıma çekildi ve Mısır Müzesi’nin yanında durdu çünkü çoğu erkeklerden oluşan ve yüzlerce protestocu içeren bir kafile dalgası üzerlerine geliyordu ve “Allah bize yardım et!” sloganları atıyorlardı. Polisin geri çekildiğini görünce aradan ana caddeye çıkarım umuduyla koştum. Süratle koşarken, 40’larının ortalarında Mısırlı bir adam beni durdurdu:
“Oradan gitme,” dedi, “daha çok protestocu geliyor. Sen, şuradan git,” ve bana, küçük bir yan yol geçitini gösterdi.
“Nereden geliyorlar?” diye sordum.
“Her yerden” diye cevapladı, “her on dakikada bir, şehrin her yerinden dalga dalga geliyorlar!”
“Neden?”
“Hükümeti istemiyorlar. Halk için yiyecek yok, içecek su yok. Halkın çoğu yoksul. Bu yalnızca bir başlangıç. Bundan sonraki grup yarım saate kalmaz burada olur.”
“Bütün bunlar plânlanarak mı yapıldı?”
“Evet,” dedi.

Hoşçakal dedim ve küçük geçitte koşmaya başladım. Eve gitmek üzere bir taksi çevirene kadar birkaç blok geçmem gerekti. Nil Nehri üzerindeki bir köprüden geçtiğim sırada güneş batıyordu.Yanımızdaki yolda, geliş trafiğinin olması gereken yerde, Tahrir Meydanına giden, bayraklara sarılmış ve yüksek sesle sloganlar atan yüzlerce Mısırlı vardı.

*Gordon Reynolds takma adla, Kahire’de çalışan bir öğretmen

[theawl.com'daki orijinalinden Hatice Aksoy tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder