Gerrard Winstanley ve Kazıcılar

İnsanı şaşırtan temel husus aslında şudur: aralıksız din savaşlarının hüküm sürdüğü on yedinci yüzyıl, radikal Reform için esasen iyi bir zaman değildir. Cujis regio, ejus religio[1] -din büyük ölçekli politikaya ait bir meseledir artık.

Uluslarda ve uluslararasında oluşan ittifakların birbiriyle yaptıkları savaşlar, Avrupa’yı Katolikler, Lutheryanlar ve Kalvinistler olarak üç ayrı bloğa böler. Cennetlikler bloğu, rakip canavarların ağırlıkları altında parçalanır. Ardından Avrupa’daki hâkim güç olarak Kutsal Roma İmparatorluğu’nu yıkmak için yapılan Otuz Yıl Savaşları, imparatorluğun çeşitli bölümlerindeki kültürleri ya ezer ya da büyük ölçüde yozlaştırır. Almanya parçalara ayrılıp harap olur ve nesiller boyunca kendine gelemez. Radikal Reform, Orta Avrupa’nın Ortaçağ sonlarına ait kültürünün doğal bir ürünü olarak oluşur ve Otuz Yıl Savaşları, onun köklerini yok eder. Hollanda’da, İsviçre’de ve Hutter’ciler arasında fosilleşme süreci baş gösterir.

Temelde İngiliz İç Savaşı ve cumhuriyet, sınıf mücadelesinin bir ürünüdür ve iç savaşın son günlerinde gözlenen hiziplerdeki artış, neredeyse tüm alt orta sınıfı ve üst işçi sınıfını içine alır. Adlarına rağmen Eşitlikçiler (Levellers) gem vurulmamış demokratlar olmaktan çok uzaktırlar. İktidara ortak olma hakkının kendileri gibi varlıklı insanlarda -küçük, orta sınıf varlıklılarda- olması gerektiğini iddia ederler. Beşinci Monarşistler, gerçek bir toplumsal programa sahip olmayan, aşırı binyılcılardır.

Metodist vâizler (Ranter) lâfzî anlamda binyılcıdırlar. Esasta onlar, Özgür Ruh Kardeşliği’nin yeniden dirilmiş hâlidir ve Tanrı’nın kafasını özümseyip onu kutsamakla, kötülüğün bir ruhun yanına yaklaşamayacağına inanmaktadırlar. Tabor’dan sürülen Adamitler gibi ahlâk dışı bir esrime içinde yücelmiş olarak yaşarlar. Malları ortak kullandıklarında çıplaklık, dillerle konuşma ve seksüel orjiler gibi olgular, hafiflikten uzak bir heyecan durumu içinde yaşanan çılgın, endişeli ve telâşlı bir hayatın parçaları hâline gelecektir. Esasında bazı metodist vâizler, Üstad Eckhart ve Renanya mistiklerinin torunları olarak aşırı spiritualisttir. II Charles’ın Restorasyon’u ile birlikte Quaker’lar (Sarsıcılar) içinde eriyip İngiliz Püritenizmi’nin tümüyle dışına düşerler.



Eşitlikçiler hareketinin yarattığı heyecan sadece üç yıl sürer. Esasında onlar, İç Savaş’ın ikinci aşaması için adam toplamaya çağırmak anlamında Rump Parlamentosu’nun görevini yerine getirdiğini görmek isteyen politik bir partidir. Başlangıçta Cromwell’in dostu olan liderleri John Lilburne’nü kendilerini satmakla suçlayan Eşitlikçiler, kesinlikle haklıdırlar. Kaleme aldıkları Özgür İngiltere Halkı Sözleşmesi’nin son biçimine rağmen, politik manifestoları, İngiltere’de ancak 19. yüzyıl sonlarında yürürlüğe konacak olan demokrasiden daha kapsamlıdır; evrensel oy hakkına inanmazlar, hizmetçileri, yoksulları, çiftlik emekçilerini, Romalı Katolikleri, Piskoposları, Kraliyet ailesini, “zındıklar”ı ve tabiî ki kadınları dışarıda bırakırlar. Temel olarak onlar, sol Kalvinist cumhuriyetçilerdir. 1649 sonunda tümüyle ezilirler.

1653’te Bağımsız Kiliseler’e mensup liderlerce seçilen, Atanmış ya da “İskeletsiz” Parlamento, çalışmalarına başlar. Fakat Cromwell’in geçersizleştirmek suretiyle, kendisinin diktatör ya da “Koruyucu” olmasına yol açan, azizlere ait kuralları yürürlüğe koyması, oldukça radikal ve dağınık bir biçimde gerçekleşir. Sonuçta, Cromwell’e göre, Vahye bağlı Hayvanın “Küçük Boynuzu” olan aşırı binyılcılar isyan ederler.

İsyankârlar, bin yılın nihaî krallığına yönelik hazırlık aşaması için cennetliklerin hükmedeceği kaba bir despotizm uygulamayı önerirler. Hem bir ideolojiden hem de toplumsal bir programdan mahrum olan Beşinci Monarşi Hareketi[2], Danyal’ın Kitabı’nı[3] ve İncil’in son kitabı olan Vahiy’in vahiysel dilinin yeniden düzenlenerek tekrarlanmasından oluşan ateşli bir retorik üzerinden hızla yayılır. Bu, ihanete uğramış insanların yaşadığı kitlesel, histerik bir öfke patlamasıdır. Eşitlikçilerin aksine onlar, silâhlı ayaklanma yoluna giderler. 1657 Nisan’ında bir avuç insan, ellerinde silâhlarıyla, Londra’ya saldırır ve kısa sürede etkisizleştirilir. Ocak 1661’de ikinci bir teşebbüste daha bulunulur, daha çılgın ve umutsuz olan bu teşebbüs sonucunda sokaklarda öldürülmeyenler hemen oracıkta idam edilirler. Bu başarısızlıkların sonunda tarikat yok olur.

Eski Âşk Ailesi[4], Arayıcılar (Seekers)[5] ve Sarsıcılar (Quakers) gibi hareketler, İngiliz Reformu’nun içinde oluşan çatlaklarda serpilip, o kadar büyük bir gizlilikle hareket ederler ki, VIII. Henry’den Sarsıcılar’ın ortaya çıkışına dek, şaşırtıcı bir biçimde, onlar hakkında hiçbir şey bilinmez. Çeşitli gruplar malları ortak kullanmakla suçlanırlar fakat hareket, en azından onlara zulmedenlerin hayâl güçlerinde, epey yaygındır; her tekil grubun kendisine ait gizli bir dinî toplantı binası vardır ve üye toplantıları, sırasıyla her üyenin evinde kaynakların paylaşılması suretiyle yapılır.

Teolojik açıdan daha eski olan Anabaptizm İngiltere’de ölür ve yerini Spiritualizme bırakır. O günlerde doğan modern Baptist tarikatı, kıta Anabaptizmine pratik açıdan hiç borçlu olmayan, daha çok Kalvinizmin özel bir formu olan bağımsız bir gelişmedir. George Fox[6] ve ilk Sarsıcıların yazı ve vaazlarında toplumsal ve ekonomik meselelere yer verilmez, ancak ilk kez Restorasyon sonrasında William Penn liderliğindeki modern Sarsıcılığın pekiştirilmesi ile birlikte bu tarikat anti-politik bir hâl alır.

İşsiz emekçilerden ve topraksız köylülerden oluşan küçük bir grup, 1 Nisan 1649’da, Surrey’deki Walton-on-Thames’in yakınında bulunan Aziz George Tepesi’nde bir araya gelir ve ortaklaştırdığı araziyi kazıp sebze yetiştirmeye başlar. Liderleri William Everard ve Gerrard Winstanley’dir.

Başlangıçta faaliyetleri merakla ve bir miktar sempatiyle karşılanır ancak zaman geçtikçe bölgedeki yerel lordlar ve asiller halkı ayaklandırırlar, ardından ayaktakımı, Kazıcıları (Diggers) sulh hâkiminin iznine dek, Walton’daki kiliseye hapseder. Tarikat üyeleri, aynı kalabalık tarafından tekrar yakalanarak, bu sefer Kingston yakınlarında bir eve kilitlenirler ve sonra serbest bırakılırlar. 16 Nisan’da Devlet Şûrası’na yapılan bir şikâyet üzerine inceleme için iki süvari grubu görevlendirilir.

Yüzbaşı Gladman’ın verdiği rapora göre olay oldukça sıradandır, bunun üzerine Everard ve Winstanley kendilerini Thomas Fairfax’a anlatabilmeleri için Londra’ya gönderilir. Yaptıkları açıklamada, Norman’ların İngiltere’yi fethettikleri günden beri ülke o güne dek hüküm süren ve artık yıkılmış olan bir tiranlığın baskısı altındadır, fakat şimdi Tanrı, yoksulu kurtarıp yeryüzünün meyvelerinin tadına varmaları için onlara özgürlük bahşedebilir. İki adam, özel mülkiyete müdahale etmek gibi bir niyetlerinin olmadığını, fakat İngiltere’deki birçok boş arazinin ekilip ürün verir hâle getirilmesini ve her şeyi ortak kılarak yaşamak istediklerini söyler. Ortaya koydukları örneğin tüm İngiltere genelindeki yoksullar ve mülksüzlerce tekrarlanacağından ve belli bir sürecin sonrasında bütün insanların mülklerini terk edip kendi topluluklarına katılacaklarından emindirler.

Bir ay sonra Lord Fairfax, olup bitenleri gözleriyle görmek için Londra’ya gider ve meselenin yerel otoritelerce ele alınması gerektiği kararına varır. Haziran’da, aralarında askerlerin de bulunduğu bir başka güruh Kazıcılara saldırıp ürünlerine zarar verir. Winstanley Fairfax’e şikâyette bulunur ve askerlere Kazıcıları yalnız bırakması yönünde emir verilir. Haziran’da Kazıcılar, odunları ortak kesip satacaklarını ilân edince, toprak ağaları zarar verdikleri ve arazilerine izinsiz giriş yaptıkları gerekçesiyle tarikat üyelerini dava ederler. Mahkeme, zararların karşılığında on Sterlin ödenmesini ve Winstanley’nin ortaklaşa otlattığı ineklere el konulmasını kararlaştırır, ancak inekler ona ait olmadığı için serbest bırakılır.

Yargılama ve ürünün imha edilmesi yüzünden Kazıcılar, Sonbahar’da, ortaklaşa kullanılacak Cobham Malikânesi’ne taşınırlar ve burada dört ev inşa edip kışlık hububat yetiştirmek için ekime başlarlar. Artık Kazıcıların sayısı ellinin üstündedir. Dağılmaları yönünde yaptığı teklif reddedilince Fairfax, son olarak ayaktakımı ile birlikte askerî bir birliği üzerlerine salar, saldırganlar iki evi yıkıp tarlaları mahvederler. Kazıcılar direnirler ve Bahar’da yaklaşık kırk beş dönümlük bir araziye hububat ekip yedi-sekiz ev inşa ederler, sonrasında benzer hareketler Northamptonshire ve Kent’e de yayılır. Toprak ağası ve papaz olan John Platt, sığır sürüsünü yeni filizlenmekte olan tahılların üzerine sürer, ayaktakımını kullanarak evleri yıktırır, kadın, çocuk tüm Kazıcıları yurtlarından söküp attırır.

1 Nisan 1650’de Winstanley ve on dört yoldaşı (anlaşılan biraz deli olan Everard hikâyenin orta yerinde sırra kadem basıyor) düzensizliğe yol açan hareketlerde bulunmak, yasadışı toplantı yapmak ve özel arazilere izinsiz girmek suçlarından yargılanır. Yargılamanın ne sonuç verdiği bilinmemektedir, ancak bu olay, Cobham’daki küçük komünist toplumun sonunu getirir.

Kazıcılar hareketi ile ilgili bugüne kalanlar, başladığı günden itibaren doksan gün süren bir merak ve bu merakın gazete haberlerindeki yansımalarıdır. Görünen o ki kendi zamanına hiçbir etkisi olmamış, dahası Gerrard Winstanley’nin yazıları dışında tarih içinde kaybolup gitmiştir.

Tüm deney süresince Winstanley bir dizi broşür kaleme alıp yayımlar. Broşürlerin de gösterdiği üzere, Winstanley’nin düşünceleri hızla evrimleşmiş ve İngilizce’de liberteryan komünizmin ilk sistematik ifşaatını gerçekleştirme noktasına gelmiştir.

Winstanley’de radikal Reform’un tüm eğilimleri harmanlanıp laikleşerek birleşir ve bir teolojiden ziyade, ideoloji hâlini alır. Onda rastlanan Spiritualizm, radikal Unitaryanizm (Teslis karşıtlığı), havari komünizmi ve evanjelik rasyonalizm gibi unsurlara bakıldığında, onun radikal Reform’un tüm yazınını hatmettiğine kolayca inanılabilir. Yine de Winstanley’nin entelektüel arka planı, okumaları ve etkileşimleri hakkında hiçbir şey bilinmemektedir. Tüm yazılarında laik herhangi bir otoriteden alıntı yapmamış, sadece İncil’den yararlanmıştır, eğitimi hakkında da herhangi bir malumat mevcut değildir, hayatı hakkında da çok az şey bilinmektedir. Winstanley, düşüncelerini başka bir insana ya da kitaba değil, sadece “İç Işık” ve düşsel tecrübelerindeki “kapılar”a borçlu olduğunu sürekli yineler. Kimbilir, bu belki de doğrudur.

Gerrard Winstanley, 1609’da Wigan köyünde, üst tabakaya mensup İngiltere genelinde uzun zamandan beri tanınan bir ailede dünyaya gelir. Babası Edward kumaş satıcısıdır ve oğlu bu iş içinde büyür. Taşralı bir çocuk için oldukça iyi bir eğitim alır, yaşadığı dönemde herkesin aksine, hiçbir zaman klasik iktibas yöntemini kullanmaz ki bu özelliği onun sadece iyi eğitimli değil, aynı zamanda bilge bir insan olduğunu gösterir, ayrıca son broşürlerinde kullandığı yazım üslubu da onun oldukça yüksek bir edebî kişilik olduğunun delilidir.

Yirmi yaşında Londra’ya gider, Merchant Taylor şirketinin sahibi William Gater’ın dul eşi Sarah Gater’ın yanına çırak olarak verilir, yirmi sekizinde artık özgür bir insandır ve kendi işini kurar. Üç yıl sonra Susan King’le evlenir. 1643’teki ekonomik çöküşte iflas eder ve 1660’ta alacaklılarından biri tarafından dava edilir. İflasın ardından Londra’yı terk edip, ineklere uygulanan eziyeti değerlendirerek, diğer insanların sığırlarını ortak olarak otlattıkları yerler tasarladığı Cobham Mahallesi’nde ve Surrey’deki Walton-on-Thames’te bulunan dostlarıyla birlikte yaşamaya başlar.

Winstanley, ilk broşürünü yayınlamadan önce, Baptistlere katılır ve vâiz olur, fakat 1648’den önce Baptizmin önemsiz bir form olduğuna inanmaya başlar ve Baptistlerin gizli toplantılarına katılmayı bırakır. Sonrasında, birbirlerinin evlerinde toplantı yapıp İç Işığı bekleyen ve sadece dünyevî olan şeylerle ilgili konuşmalar yapan Arayıcılara mensup bazı küçük gruplarla tanışır. Bu dönemde, günaha girme dönemi, suç, ölüm ve cehennem azabı, şeytanlar ve hayaletler, ziyan ve feragat hissi, büyük mistiklerin hayatlarında evrensel olan ruhsal kriz zamanı gibi konularda çalışmalar yapar. Son olarak, içinde olan ezelî ve ebedî Tanrı bilinci, evrensel kurtuluş vaadi ve mistik aydınlanma tecrübesinin doğrudan sonucu olan huzur ile ilgili kimi kanaatlere ulaşır.

İlk iki broşürü, gerçekten de böylesi bir tecrübenin özümsenmesine hasredilmiş çalışmalardır. Her ikisinde de bir teoloji yerine, yüksek düzeyde ruhanîleştirilmiş binyılcılıktan hareket edip, evrensel kurtuluşa ilişkin yerinde gerekçelendirmeler yaparak, yine yüksek düzeyde ruhanîleştirilmiş bir tarih felsefesine yönelir.

İlk broşürlerde bile Winstanley, özgün görüşler öne sürer. Öne sürdüğü binyılcılık, seçilmiş cennetlik bir avuç insanın kurtuluşunu değil, insanın tanrısal bir varlık hâline gelmesini öngörür. Günah ve kurtuluş ile ilgili öğretilerinde Âdem’in ilk günahının şehvet değil, harislik, kıskançlık ve iktidar arzusu olduğunu söyler. Bu sayede Winstanley, Püritenlere nazaran daha zeki bir ahlâkçı olduğunu kanıtlar. Sonuç olarak Tanrı’nın tarih dâhil her şeyin, bilinçli olarak da insan ruhunun içinde faaliyet yürüttüğünü ve ona “Akıl” dendiğini söyler. Ancak yine de kimi modern yazarların da benimsemiş olduğu gibi, Winstanley’nin 18. yüzyıl akılcılığının habercisi olduğunu söylemek hatalı olacaktır. Onun için akıl, her şeye kadir bir Yaratıcı olarak, insandan ayrı düşünülemeyen, Plotinus ve Üstad Eckhart tarafından ağza alınamayacak ölçüde kutsal kabul edilen ve ancak mistik tecrübe sayesinde kavranıp gerçekliğini her şeyin içinde bulabilen bir Tanrı’dır. Winstanley’ye göre, Eski Ahit’teki hikâye ile İsa’nın yaşadığı hayat ve çile geçmişte yaşanmış ve bugün insanın ruhu içinde sahnelenen iyi-kötü mücadelesine ait kozmik dramanın sembolik arketipi hâline gelmiştir.

Aziz George Tepesi’nde ilk Kazıcı broşürleri hazırlanmaya başlandığında Winstanley’nin aslî hedefi, havarilerin pratiği ya da vahyin hazırlık aşaması için eskatolojik bir etik oluşturmak değildir. Onun komünizmi, bir tür “açılma”, fiilî bir önsezi ile başlamaktadır ve Chuang Tsu’lu Tao’nun aksine, daima aşkın, yakın bir Akıl’a, ruhanîleştirilmiş bir doğa kanununa atıfta bulunmaktadır.

Zira şu ifadeler ona aittir:

“Birlikte çalışın. Ekmeğinizi birlikte yiyin. Tüm bunları yurtdışına da duyurun.” Şu sözler de onundur: “Efendiler ve Yöneticiler olarak kendilerini diğerlerinden daha üstün bir konuma taşıyan kişi veya kişiler ve yaratılış itibarıyla diğerleri ile kendisini eşit kabul etmeyenler bilmelidirler ki, Efendi’nin Eli emekçinin üzerinde olacaktır. Ben Efendi olarak daha önce size söylediklerimi yapın. Tüm bunları yurtdışına duyurun.” [Doğruluğun Yeni Hukuku, 1648]

Bu görüş yukarıdan gelen bir emir değil, doğanın kendisine ait bir tecrübeden çıkan bir sestir. Winstanley’nin her şeyin karşısına yerleştirdiği ve doğadan bağımsız kabul ettiği antropomorfik tanrısı ile ilgili öğretisi:

“Yaratılış bilgisi ile Kalbi ve Doğa’sına ait mizacıyla ilgili kavrayışını yitirmiş ve bu yüzden hayallerinin duvarına çarpmış hastalıklı ve zayıf ruhun öğretisidir.” [Bir Platform’daki Yeni Özgürlük Hukuku ya da Onarım Görmüş Gerçek Hâkimlik, 1652]

“Doğanın sırlarını bilmek, Tanrı’nın işlerini bilmektir; yaratılışın içindeki Tanrı’ya ait işleri bilmek ise Tanrı’nın kendisini, yani, görünürdeki her işin ve bedenin içinde ikamet eden Tanrı’yı bilmektir. Eğer ruhanî şeyleri biliyorsanız, Ruh’un, Hayatın ve İrfanın Gücünün, harekete ve büyümeye sebebiyet verip göksel katlardaki yıldızlarla gezegenlerin, ayrıca aşağıda, yeryüzündeki otların, bitkilerin, balıkların, hayvanların ve insanların içinde nasıl ikamet ettiğini de bilmektir.” [a.g.e.]

“Dışarıda cennetin ya da cehennemin var olduğuna inanmak, insanları zalimlerin iktidarına teslim eden ‘garip bir kibir’ ve sahtekârlıktır. Bu inanç, çantalarınızı çalıp İsa’nıza ihanet ederek Yakup’u Efendi Esau’nun elinde köle yapmaya devam ederken, sizin memnun olmanız için öğretmenlerinizin kafanıza soktuğu bir hayalden ibarettir.” [Doğruluğun Yeni Hukuku]

“Hakikî ve kirletilmemiş din, fetihlerin zoru yoluyla ortak halkın elinden alınıp zapt edilen Dünya’yı sahiplerine iade etmek ve mazlumları özgürleştirmektir.” [Parlamento ve Ordu için Yeni Yıl Hediyesi, 1650]

“Mısır, büyükbaş hayvanlar ve benzeri meyveleri ile yeryüzü Hayatın ortak ambarına, dost düşman, istisnasız tüm insanlığa ait olmalıdır.” [İngiltere’nin Fakir Mazlum Halkının Bildirisi, 1649]

“İnsanlığı sefalete sürükleyen senin ve benim özel mülkiyetimdir. Bu, bir insanın diğerinin malını çalmaya zorlar. İkinci olarak da çalanın asılması için yasalar yapılmasına neden olur. İnsanların kötü bir faaliyet içine girmesi ve ardından da bu insanları başkalarının öldürmesi konusunda kışkırtıcılık yapar.” [Doğruluğun Yeni Hukuku]

“Şimdi, ayrışmalara ve savaşa sebebiyet veren bu güce bazı insanlar herkesin dünyaya gelirken beraberinde getirdiği doğa durumu diyorlar. (…) Fakat karanlığın bu yasası, asla Doğa Durumu değildir.” [Çalıdaki Yangın, 1650]

“(…) Hem insanları hem de hayvanları eyleme sürükleyen şey (yaratıkların içindeki Doğa Yasası olarak da adlandırılan) hayat gücüdür; bu güç, otların, ağaçların, mısırların ve her türlü bitkinin çeşitli mevsimlerde büyümesinin sebebidir; ne tür bir gövdeye sahip olursa olsun, her canlı içteki bu yasa uyarınca hareket eder. Söz konusu Doğa Yasası, akıldışı ve akılcı biçimlerde, iki başlı hareket eder.” [Bir Platform’daki...]

“Zamanın başlangıcında büyük yaratıcı Akıl, dünyayı ortak hazine hâline getirmiştir. (…) En başta insanlığın herhangi bir kolunun diğerine hüküm koyacağına dair tek bir söz bile edilmemiştir.” [Hakikî Eşitlikçilerin Geliştirilmiş Ölçütleri, 1649]

“(…) Toprağın çitlenmesi ve Mülkiyet sahibi olma konusunda harcanan güç, kendisine dost olan insanî varlıkların katledilmesi ve ardından yağmalanıp topraklarının çalınması için Kılıç kullanan atalarınızın yarattığı bir güçtür.” [İngiltere’nin Fakir Mazlum Halkının Bildirisi]

“İnceltilmiş bir hayal gücü ve haris nüktedanlıkla onlar, fakirlerin ya da genç din kardeşlerinin dürüst kalplerini ele geçirerek onların düşük ücrete çalışmalarını sağladılar, bu çalışma onların hızla yükselmelerini sağladı.” [Hakikî Eşitlikçilerin Geliştirilmiş Ölçütleri]

“Zaten kendilerine ait olduğunu söyledikleri ödemeler, bağışlar ve ganimetlerle çok miktarda para temin ettiler, toprak satın aldılar.” [A.g.e.]

“Hiçbir insan zengin olamaz, fakat ya kendi ya da kendisine yardım eden insanların emeği ile zengin olabilir: eğer bir insan komşusundan yardım almazsa, yılda yüzleri, binleri bulan değere sahip bir varlık elde edemez: Eğer başka insanlar çalışması için kendisine yardım ediyorlarsa, o zaman o insan, zengin olan komşularının emeğinin ürünüdür. Fakat tüm zenginler rahat içinde yaşarlar ve kendilerinin değil, başka insanların emeği ile beslenip giyinirler; bu onların asaleti değil, utancıdır: bu sebeple onlara bir şey vermek onlardan almaktan daha lânet bir durumdur. Fakat zengin insanlar, her şeylerini ve onlara verdiklerini emekçilerin elinden alırlar ve kendi emeklerine değil, diğer insanların kendilerine ait olmayan emeklerine yol verirler.” [Bir Platform’daki...]

“(…) Tecrübelerin de gösterdiği üzere, eğer bir kişi toprak ağası olursa, o kısa bir süre sonra yargıç, hükümdar ya da devlet yöneticisi oluverir.” [Hakikî Eşitlikçilerin Geliştirilmiş Ölçütleri]

“(…) Katletme ve kılıç kullanma hakkı geçmişte olduğu gibi bugün de öncelikle bir hükümet kurup onu ayakta tutmak için kullanılır; insanların hapislere atılmasının ve ölüme gönderilmesinin nedeni budur, fakat kılıçla yapılan fetihlerin sonucunda kurulan hükümete insanları tâbi kılmak için kullanılan kılıcın gücü, aynı cani iktidarın elinde uzun süre ayakta kalamaz.” [İngiltere’nin Fakir Mazlum Halkının Bildirisi]

“(…) Kraliyetin iktidarı bir hukuk ve yönetim tesis etmiştir; burada adalet varmış gibi yapılmıştır, ancak hukukun tüm dayanağı, fetihçi kılıcın safını tutmak ve onun oğlu olan mülkiyeti muhafaza etmektir. (…) Her ne kadar hukukun sadece ceza kestiğini söyleseler de o, bazı insanları çitin bu tarafında, bazılarını da öte tarafta tutarak, fethi savunan kraliyet iktidarının özü, hayatı ve dayanıklılığı olarak arz-ı endam etmektedir; dünyayı bazılarına verirken bazılarına yasaklamak, dünyayı herkes için özgür bir yer hâline getirmek isteyen Doğruluk Yasası ile çelişir. (…) Gerçekte birçok yasa, zenginlerin fakirleri köleleştirmesine yardım etmekte ve bu sayede fetihle büyük ejderhaların hukukunun tarafını tutmaktadır.” [Parlamento ve Ordu için Yeni Yıl Hediyesi]

Winstanley, Anglo-Sakson İngiltere’deki Eşitlikçilerden eşitleyici toprak paylaşımına dair fikri ödünç alır:

“Norman İstilâsında büyük malikâneler kurulmuş, eski nüfus mülksüzleştirilmiş ya da serfleştirilmiştir; toprağın en temel zenginliklerinin eşitsiz biçimde bölüştürülmesi kılıcın gücüyle süreklileştirilmiştir; tesis edilen din ve hukuk, sadece kılıcı destekleyen birer araçtan ibarettir; sonuç olarak Norman iktidarının varisi olan kralın devrilmesi önemli bir değişikliğe yol açmamıştır. Hâlâ eski yasalar yürürlüktedir. Yeni Kilise, ilk Presbiteryanlar ve ardından Bağımsızlar örgütü kurulur, sonrasında ise ortak insanlar daha fazla sefalete sürüklenirken, yeni cumhuriyetin asilzadeleri Fatih William’ın şövalyeleri gibi kendilerini zenginleştirirler.”

Winstanley’nin İngiliz tarihine ilişkin yorumu nahiftir, ancak gene de bu yorum, hakkında daha fazla şey söylenmeyi de hak eder.

“Anglo-Sakson İngiltere gerçekte sınırdaki bir ülkedir ve 5. yüzyıldaki nüfus azalmasını izleyen tüm Karanlık Çağ boyunca bütün Avrupa genelinde, hatta Britanya Adaları’nda gereğinden fazla boş arazi mevcuttur.”

Kurt gibi dava kovalayan o günün avukatlarına şunları söyler:

“Fakir bir adamın sabahın soğuğunda kahvaltısını eden köpeği kadar paraya âşıklar ve bunlar öyle temiz yüzlü çalışan insanlar ki, en büyük para kesesine sahip olanlar kadar meseleleri ele alırlar.”

“İngiltere Parlamentosu üyeleri, tüm o kancık ve bir o kadar sıradan yasalarınızı kapı dışarı edin, bu yasalar herkesi seviyormuş gibi yapıyor ama kimseye sadık değil. Gerçeği söylemek gerekirse, o atasözünün de dediği gibi, hukuka başvuracağıma bir dilenci gibi ölmeyi yeğlerim. Bu nedenle eski fahişeler ve eski yasalar insanların cüzdanlarını çalıp onları felâkete sürüklüyorlar. (…) Tüm hukuk kitaplarınızı Cheapside’da ateşe verin ve hükümetinizi kendi attığınız temeller üzerinde yeniden inşa edin. Yeni şarabı eski şişelere koymayın; eğer hükümetinizin yeni olmasını istiyorsanız yasaların da yeni olmasını sağlayın, aksi takdirde hepiniz bugün içine battığınız çamurun dibini boylayacak, bir İrlanda kenefi içinde boğulup gideceksiniz.” [Parlamento...]

Winstanley kilise içinse şu tespiti yapar:

“Papalık ya da Protestanlık gibi bir yönetici sınıfa dönüşme gayreti içinde olan Ruhban sınıfının henüz aşar vergisini toplayarak para temin edip edemeyeceğini göremedik; o hem Kral’ın yanında hem karşısında; hem monarşinin safında hem de bir miktar hükümetin; en yüksek dünyevî nafaka için kimin ücret telifinde bulunacağını sorup duruyor. (…) Ruhban sınıfı ile kızıl Ejderha arasında bir komplo tasarlanıyor. Kurt ya da kızıl Ejderha, Çobana ücretini ödediği sürece, İsa’nın kuzusunun korkmasına gerek yok. [A.g.e.]

Winstanley’ye göre, özel mülkiyet, özellikle tüm zenginliğin kaynağı olarak toprak mülkiyeti, “insanları sefalete mahkûm eden tüm kanlı savaşların, hırsızlıkların ve köleleştirici yasaların sebebidir.” Özel mülkiyet, insanı insandan, milleti milletten ayırır ve devlet iktidarının serpilmesini sağlayan sürekli savaş durumunun oluşmasını sağlar.

Winstanley, Randolph Bourne’nin ünlü ettiği “savaş Devletin sağlığıdır.” aksiyomunu ilk ifade eden kişidir. Ayrıca o sadece savaş zamanında iktidarın bilimsel icatları teşvik ettiği konusunda nadir ve oldukça özgün fikirlerin sahibidir.

“Ayrıca krallığın hükmettiği kölelik, geleneksel anlamda birer papağan gibi konuşup duran Üniversitelerin ve Ulema Külliyelerinin nadiren icatlarda bulunmasına ve yaratım sürecine ait sırları ifşa etmesine mani olmak için işverenlere merak ve isteğe yönelik korkudan ötürü ödenen sus paylarının dünyaya yaydığı cehaletin ana sebebidir.”

Winstanley’ye göre, savaş zengini zengin, fakiri fakir yapar ve iktidar ilişkilerini güçlendirir.

Winstanley, tüm Kazıcı deneyi esnasında pasifist bir dindar olarak kalır; Kazıcılara yönelik saldırıların sebeplerinden birisi, onların barakaları imha edip, çiftlik hayvanlarına zarar vererek öldürmeleri ve bunların sonucunda hiçbir direniş göstermemiş olmalarıdır. Onlar, somutladıkları eylemin, yani boş ve işe yaramayan arazileri yeşerterek kullanıma açmalarının, izin verildiği takdirde, İngiltere’deki diğer fakir insanlar tarafından tekrarlanacağına inanmışlardır; tüm İngiltere toplumuna nüfuz edecek olan böylesi bir aşk cemaatini kurduklarında elde ettikleri bu başarı, zenginlerin bile kendilerine katılmalarını sağlayacak ve sonuçta bu somut örneğe inanmış olan tüm Avrupa komünist olacaktır.

Sosyalistler, modern komünistler ve anarşistler, Winstanley’yi ataları olarak görürler. Gerçekten de onun düşünceleri Henry George’un Tek Vergisi’nin sol yandaşlarınınkilerle büyük bir benzerlik arz eder. Ona göre, tüm zenginliğin kaynağı toprakta ve onun emeğin dünya kaynaklarıyla kurduğu temas içinde yaşadığı gelişimdedir. Eğer bu kaynaklar ortaklaştırılırsa, tüm insanlar özgürce gelişme imkânı bulur ve hatta zanaatla imalat sürecinin bile komünalize edildiği bu sürecin sonunda büyük bir refaha ulaşılır.

Modern çağdaş marksistler bu ekonomi anlayışını nahif bulmuşlar, ancak bu fikir, Marx’ın tüm temel önermelerinden sonra, 20. yüzyılın başlarında, kimi temelsiz değerlendirilmeleri dışında, her türlü takdiri hak eden ve binlerce zeki yandaşını etkilemeyi başarmış bir ekonomist olan Henry George tarafından uygulanmıştır. Fakat ekonomi teorisi esasında Winstanley için o kadar da önemli bir konu değildir. Onun aradığı, doğadaki Aklın çalışma tarzıyla uyumlu olan insanlığın içindeki ruhanî durumdur: asıl önemli olan, açgözlülük içine düşmüş insanın tekrar evrensel uyuma nasıl sokulacağıdır. Winstanley’nin komünizmi, ekonomiye ilişkin bir öğreti değil, organik felsefesini mantıksal bir sonuç olarak takip eden karşılıklı yardımdan ibarettir.

Kazıcıların küçük komününün ezilmesinin ardından Winstanley bir süre sessiz kalır. Ardından 1652’de Cromwell’e atıfta bulunduğu bir girişle birlikte yeni cumhuriyet için hazırladığı planı anlatır: Bir Tartışma Düzleminde Özgürlük Hukuku ya da Tamir Edilmiş Hakikî Hâkimlik.

Kazıcı broşürleri yönetsel ya da idarî politikaya ilişkin hiçbir plan sunmaz. Görünen o ki Winstanley, işgal ettikleri topraklarda kardeşlik içinde çalışan küçük anarşist-komünist grupların geçmişi silip atacaklarını, ardından İngiltere’yi ve er ya da geç tüm Dünya’yı dönüştüreceğini varsaymaktadır.

Öz-savunma ve içteki parçalanma ile ilgili meseleler, iktidarın tüm basitliğiyle çözülmesinden önce, tam bir pasifizmle karşılanır. Ayaktakımının ve otoritenin Kazıcılara yönelik uyguladığı şiddetli tedhiş, Winstanley’yi yeni bir iktidar meselesini düşünmeye zorlar.

Genel bir girişi takiben Özgürlük Hukuku, kapsamlı biçimde idarî planlarla ilgilenir ve Cromwell’i yeni cumhuriyeti somutlaştırması için güç kullanmaya çağırarak devam eder. “Eğer” der Winstanley, “siz kralların ve asillerin o eski istilâcı iktidarını lağvetmezseniz, ya kendinizi kaybedeceksiniz ya da gelecek kuşaklara bugüne kadar tanımış olduğunuz köleliğin daha büyüğünü armağan edeceksiniz.” Winstanley o günden, insanın içini donduran bir tahminle, ileride Britanya kapitalizminin o karanlık ve şeytanî fabrikalarını öngörmektedir.

Başlangıç aşamasında Winstanley halkın temel şikâyetlerini, dinî hoşgörü eksikliğini, eski rahiplikten arta kalanları, kiliseye gelirin onda birini verme zorunluluğunu, adaletin keyfî idare edilmesini, hâlâ dayatılan eski yasaları ve üst sınıf feodal yükümlülüklerini görmezden gelip toprakları ortak çitlemeye ya da istismar etmeye devam ederken, eski feodal hak ve yükümlülüklerin halka zulmetmesine ilişkin konuların ana hatlarını çizer. Bunlar, Almanya’da cereyan eden Hus’çu Savaşları ve Köylü İsyanları’nda tanık olduğumuz benzer şikâyetlerdir.

Winstanley, gerçek özgürlüğün serbest ticaret, din özgürlüğü ya da kadın cemaatinden müteşekkil olmadığını, toprağın ve toplumun doğal kaynaklarının özgürce kullanılması gerektiğini ve yeni cumhuriyetin ilk görevinin toprağı tüm insanlara dağıtarak, asillere, kiliseye ve krala ait mallara el koymak olduğunu söyler. Bu işi gereğince yapmak ve toprağı herkesin iyiliği için verimli biçimde kullanmak noktasında toplum, kendilerini kamu yararına ve özgürlüğe adamış olan idarî memurlara ve gerçek bir hükümete muhtaçtır.

Hâkimliğin ilk özgün kaynağı ailededir ve ilk hâkim babadır; grup üyeleri karşılıklı olarak birbirlerinden sorumludurlar. Memurlar, yirmi yaş üstündeki insanların yaptığı seçimin sonucunda belirlenmeli, öncelikle ne kadar ünlü olursa olsun, eski düzenin temsilcilerine yasak konmalıdır. Memurların üst yaş sınırı kırk olmalı ve sorumluluğun toplum içinde sıraya konması adına seçimler yılda bir yenilenmelidir. Her cemaatteki yerel meclisler ustabaşlarından ve güvenlik görevlilerinden oluşmalıdır. Onlar kamu düzenini korurlar, suçlar ve özel mülkiyet dâhilindeki taşınır mal ve arazilerle ilgili tartışma ve kavgaları önlerler. Diğerleri emeğin dağıtımını planlar ve gençleri çıraklık eğitimlerine kaydederler. Bu kesimlerin dışında kalanlar, zanaatkârların ve çiftçilerin yaptıkları üretimi denetlerler.

Winstanley, imalat sektörünü büyük ölçüde evlerde kurulu olan küçük atölyelerde gerçekleştiğini söyler. Çıraklık eğitimi doğal olarak aile içinde verilir; babalarının izinden gitmek isteyen erkek çocukları kamusal atölyelere kaydedilirler. Diğerleri ambarlarla dükkânlara giden ve toptan ya da perakende satış yoluyla elden çıkartılan malların ve yiyeceklerin dağıtımını örgütlerler; zanaatkârlar da tüketiciler de istediği şeyi seçmekte serbesttirler.

Her cemaatte, bugün bizim polis olarak adlandırdığımız ve görevi, cemaate karşı suç işlemiş ve ortak emek sürecine bağlı olanların yönetilmesi için kendilerine yetki verilmiş bir uzlaştırıcının, yani şefin kararlarını tatbik etmek olan bir “asker” bulunur. Ayrıca umutsuz serkeşlere işledikleri bedene ya da mala yönelik suçlar için verilen cezaları uygulamakla görevlendirilmiş bir de cellât mevcuttur.

Winstanley’nin, üstelik bir ütopik toplum için tasarladığı bu ceza sistemi, bugün bize oldukça katı gelebilir, ancak o günlerde insanların küçük bir hırsızlık yüzünden bile asılabildiği düşünülürse, bu cezaların görece hafif oldukları bile söylenebilir. Kontluk bölgesinde ya da eyalette şehrin arabulucuları, yani müfettişler ve askerler, kontluk senatosu ya da ilk temyiz mahkemesinden gelen bir hâkimin yönetimi altındadırlar.

Tüm bunların üzerinde Winstanley’nin nihaî temyiz mahkemesi olarak düşündüğü kurum bulunur: Winstanley, rasgele bir üslup izleyen yasama niteliğinin hoş görülmesini şiddetle eleştirir. Yasalar, olabildiğince az sayıda ve basit olmalıdır. Winstanley’nin aklında Hâkimler Kitabı’nda bahsedilen İsraillilerinki gibi bir hükümet şekli vardır: esasında bu yönetim tarzı, bir ağaç altında oturan pirlerin idaresi altındaki kendiliğinden işletilen neolitik köy hukukudur.

Winstanley, jüriler ya da hukukun demokratikleşmesine ait diğer formlarla ilgili bir şey söylemez. Toplumun milisler tarafından korunmasını öneren Winstanley, ordu bulundurma, militarizm ve savaş gibi şeytanî olgular hakkında oldukça güçlü bir anlayışa sahiptir.

Yeni devlette özgür, genel ve zorunlu olan eğitim hayat süresince devam eder. Ne yapmak için gelmiş olursa olsun herkes bir tüccar ya da zanaatkâr olarak eğitilir ve bu işte yarı zamanlı çalışır. Kitap okuyarak toplumda yükselmek için belli bir aydın ve akademisyen kastına insan devşirilmesine izin verilmez. Ancak yine de “kırk yaş üstü erkeklerin, istedikleri takdirde, tüm işlerden ve çalışma süreçlerinden azat edilmesine izin verilir.” Ölüm cezası, hayatını yasa ya da din üzerinde kuranlar için uygulanır. Her cemaatte, insanlarla şehirde yüz yüze ve başkentteki merkezî ofis üzerinden temas eden bir posta memuru bulunur. Haberler, özellikle bilimde, icatlarda ve teknolojideki ilerlemelerle ilgili olanlar, değiş tokuş edilir.

Pazar dinlenme günüdür. İnsanlar yasaları, posta memurunun haberlerini, eğitim ve bilimle ilgili gazetelerin okunuşunu dinlemek için bir araya gelirler. Dinî hizmetlerden bahsedilmemiştir. Herkesin dinî törenlere katılma serbestiyeti mevcuttur. Tümüyle sivil ve tarafların rızasına bağlı olan evlilik ve boşanma müfettişlerin şahitliği ve halkın önünde beyan edilerek gerçekleştirilir.

Winstanley’nin ütopyası basit ve nahif olmakla eleştirilir, daha nahif olan ise Cromwell’in onun düşüncesini politik düzlemde uygulayacağının zannedilmiş olmasıdır, oysa muhtemelen Cromwell, broşürü okumaktan bile rahatsız olmuştur. Fırsat buldukça sekter muhalifleriyle ideolojik tartışmalara girişen Winstanley, kapalı alanlarda Cromwell ile spor yapar, ancak onun kendisini etkilemesine hiçbir zaman izin vermez.

Winstanley’nin devrimci bir umut içinde yaşadığı unutulmamalıdır. Kıta genelinde hüküm süren Reform hareketinin ilk günlerinde olduğu gibi o günlerde akıllı insanlar, yeni bir toplumsal düzenin kurulmasının mümkün olduğunu düşünmektedirler. Herkes bir miktar binyılcıdır ve yeni tarihsel çağın başlamakta olduğuna inanmışlardır. Sanayileşmenin, kapitalizmin ve seküler devletin doğuşunu öngörememişlerdir. Onların geleceği, bize göre geçmiş ve bugünden bakıldığında, kaçınılmazmış gibi görünüyor. Onlar içinse kaçınılmaz olan hiçbir şey yoktur. Eğer Cromwell ya da hatta Luther, 19. yüzyıldaki ilk dönem sanayileşmenin yol açtığı felâketleri ya da 20. yüzyılın jenosidlerini, savaşlarını ve kıyımlarını öngörmüş olabilseydi, belki de Winstanley’nin cumhuriyetini ya da Hutter’cilerin cemaat hayatını tercih ederlerdi.

Reform, Fransız Devrimi, 1848 devrimleri, Birinci Dünya Savaşı, Bolşevik Devrimi, İspanya İç Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı gibi Batı medeniyetinin yaşadığı her krizde dünyanın değiştirilmesinin mümkün olduğuna dair bir his oluşur. Yaşanan durumu takip eden tarihsel sürecin kendisi ise olayların işlemesini sağlayan yegâne yolmuş gibi görünmeye başlar.

Winstanley’nin ütopyası uygulanabilir bir siyaset miydi? Belli sınırlar dâhilinde, evet. O bunu bilsin ya da bilmesin, Tabor’cularda, Moravyalı Tarikat Üyeleri’nde, Hutter’cilerde ve 19. yüzyıla dek Amerika’da ayakta kalabilmiş en başarılı komünalist kolonilerde söz konusu ütopyanın benzerlerine rastlanabilir. Onun planları sonradan tarih sahnesine çıkan İngiliz komünistlerinin düşünce stoğuna katkı sunmuş, John Bellers, Robert Owen, Josiah Warren, William Morris, Belford Bax, Édouard Bernstein ve David Petegorsky’yi doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemiştir.

Diğer sosyalistler, komünistler ve anarşistler, popülerleşme imkânı buldukları 20. yüzyılın ilk yarısında ve II. Dünya Savaşı sonrasında onunla ilgili çok şey yazmışlardır. İngiltere, Amerika, Almanya ve Fransa’daki devrimci komünalist gruplar, kendilerini Kazıcılar olarak adlandırmışlardır.

Sarsıcılar, en bilinen ve en geniş, Ruhanî Anabaptistlerden, yani sonuç olarak Ortaçağ’ın yeraltındaki havari cemaatinden doğmuş olup, hâlâ hayatta olan bir cemaat olmasına rağmen hiçbir zaman mal ortaklığına gitmemişlerdir. Bunun yerine, kendilerinin dinî toplantı olarak gördükleri her Yedinci Gün Toplantısı’nda muhtaç olan üyeler için fon oluştururlar.

Sarsıcıların büyük bölümünün, ticarette ve zanaatta katı bir dürüstlük anlayışına ve 1760 öncesine dek gelirlerinin yüzde onunu kiliseye vermeye itiraz etmeleri ve buna bağlı olarak çiftçilik yapmayı bırakmalarına bağlı olarak müreffeh olmalarıyla bu ortak fonlar oldukça büyür ve birçok fakir insan, günümüzdeki fakir yardımlarından daha büyük miktarda zenginliğe ulaşmak için Dostlar Cemaati’ne iştirak eder. Başlangıçta bu durum kimi sorunlara neden olur, fakat bu sebeplere bağlı olarak iştirak etmiş olan bir sonraki nesil, Sarsıcıların karşılıklı yardıma dayalı genel ekonomisi içinde emilir ve fakir Sarsıcılar, genel nüfusun içinde fakirlerin oranından daha azken, hâli vakti yerinde olan üyelerin oranı onların üç katıdır. Sarsıcıların kullandığı refah fonları, zamanla genel fakir yardımı anlamında sistematik olarak kendi kendine yeterli olma noktasında kullanılmayı sürdürür.

Sarsıcılar, Robert Owen’ın New Lanark’ta kurduğu örnek fabrikanın temel, neredeyse tek malî destekçileridir ve bugüne dek kendisini kanıtlamış kooperatif ve komünal hareketlere para yardımı yapmayı sürdürmüşlerdir.

Manchester Koleji’nde geçen gençlik yılları boyunca Owen’ın en yakın arkadaşları Sarsıcı John Dalton ve diğer bir genç dostunun adı ise muhtemelen o büyük Kazıcının torunlarından biri olan Winstanley’dir.

Robert Owen’ın ötesinde kooperatif emek teorisini ondan daha sistematik bir biçimde teorize eden ve sonradan Marx’ı önemli ölçüde etkilemiş olan Sarsıcı John Bellers’tır. Owen, Bellers’ın kendisini etkilemiş olduğunu inkâr eder ve Francis Place’in kendisine 1817 tarihli unutulmuş bir bildirisinin ilk kopyasını göstermesine dek onun hakkında hiçbir şey duymadığını söyler. Owen, hızla bildirinin kopyasını çıkartır ve ilgileneceklerini düşündüğü insanlara dağıtır, artık Bellers hayattadır.

Bellers 1654’te, doğuştan kazanılmış bir hak olarak, Sarsıcıdır. Dönemin önde gelen insanlarından biri olan William Penn’in dostu olur. 1695’te, yüzyılın sonlarında yaşanan uzun ekonomik çöküntüde Proposals for Raising a College of Industry of All Useful Trades and Husbandry (Tüm Faydalı Meslekler ve Tarımla İlgili Bir Sanayi Okulu Kurulması İçin Öneriler) isimli çalışmasını yayımlar. Cemaat ya da atölye yerine okul önerisinde bulunmasının nedeni, atölyenin fakirlere yardım amaçlı devlet kuruluşlarına, cemaatin ise her şeyin ortak oluşuna işaret ediyor olmasıdır. On beş bin Sterlin’lik bir sermaye yatırımı ile -ki bugün bu miktarın on katına tekabül eder- Bellers, içinde dükkânların, büfelerin, atölyelerin, çiftliklerin, ahırların, süthanelerin ve çömlek imalathanelerinin bulunduğu, kendi kendine yeten bir koloni tahayyül eder. Cemaatin kendisine yetecek miktarda yakıt ve demiri olmalıdır. Ortak emekçilerden müfettişlere ve müdürlere kadar tüm üyelere işlerinin türüne göre ödeme yapılmalıdır. Konutların dört kanadı olmalı, biri evli çiftler, biri bekâr delikanlılar ve erkekler, biri bekâr kızlar ve kadınlar ve sonuncusu da revir için tahsis edilmelidir. Yemekler ortak yenmelidir.

Kendisini önceleyen Winstanley gibi Bellers da insan bilimleri, sanat, zanaat ve ticaretle ilgili eğitim büyük önem verir. Zanaat ve ticaret Winstanley gibi birlikte ele alınır. Bellers, cemaatin yaratıcı hayat tarzı ve gelişmiş eğitim yöntemlerinin koloniyi ziyarete gelmek ya da orada pansiyoner olarak sürekli kalmak, hatta çocuklarını kaydettirip ödeme yapmak isteyecek birçok insanı etkileyeceğini düşünür. Bellers, cemaatin muhasebe defterlerini ayrıntılı incelediğinde, ilk yatırımcıların kayda değer bir kâr elde ettikleri, üyelerin hayat standartlarının ise o günün işçi sınıfından katbekat daha iyi olduğunu görür.

Bildirinin ilk baskısı Dostlar Cemaati’ne, ikincisi Parlamento’ya ithaf edilir, ancak kimse böylesi bir koloniye yatırım yapmayı istemez. Ömrünün son bölümünde Bellers, yarı sosyalist ekonominin titiz bir analizini içeren bir bildiri kaleme alır. Diğer bildiriler ise tüm Hıristiyan mezheplerine milletler cemiyeti, ekümenik konsil, millî bir sağlık hizmeti ve Parlamento, seçim süreçleri, hapishaneler ve Fakirler Yasası için köklü reformlar önerir.

Robert Owen, Bellers’ın bildirisini okumazdan önce sistemi üzerine çalışmalara başlamış, ayrıca Fourier, Saint-Simon ve Cabet’nin ismini hiç duymamış olmasına rağmen o, bu isimlerin düşüncelerinden görece daha uygulanabilir olanlarını, daha uygun bir biçimle, öngörmüştür. Tüm yazılarına ulaşmak artık zor olsa da, o, modern ve toplumsal anlamda sorumlu olduğu Hizmet Komitesi Sarsıcılığı’nın kurucusu olarak görülebilir. Dahası, kendi reformist pratiği içinde önerdiği tedbirler, sonradan modern refah devleti içinde anonimleşmiştir. Marx, onun için “politik ekonomi tarihinin hakikî fenomeni” dese de, şaşırtıcı biçimde çalışmalarının toplu baskısı hiç yapılmamış, zengin öğrenci araştırmaları ve doktora tezleri arasında onun hakkında kitap yazan bir kişiye bile rastlanmamıştır. Adı Beer’in Britanya Sosyalizminin Tarihi’nde bile geçmez. Onun hakkında daha kapsamlı bir bilgiye, Édouard Bernstein’ın Cromwell and Communism (Cromwell ve Komünizm) adlı çalışmasının son bölümünde ulaşmak mümkündür.Kenneth Rexroth

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder