İlkel insan topluluklarının kaderi onbinlerce sene boyunca doğa koşulları tarafından belirlenmiş, kıtlık ve açlık insan topluluklarını karınlarını doyurabilecekleri verimli alanlara doğru göç etmek zorunda bırakmıştı. Tarım devrimi ve yerleşik hayata geçişle ile insanlık, doğa güçlerine boyun eğmekten kurtulmaya, doğayı dönüştürerek ona egemen olmaya, kendi hayat koşullarını üretebilmeye başlamıştır.
Sanayi devrimi insanın doğa üzerindeki hakimiyet mücadelesinin dönüm noktasını oluşturur. Son 200 yılda öyle muazzam bir teknolojik hamle gerçekleşti ki bugün insanoğlu ekvatordan Kuzey kutbuna, denizin binlerce metre altından uzaya kadar hemen bütün yerde yaşamını üretebiliyor. Bilim ve teknoloji sayesinde en iyi hayvan ırkları yaratıldı. Sulama, gübreleme ve tohum ıslahı sayesinde toprağın verimliliği onlarca kat arttı. İstenilirse çölün ortasında dahi tarım alanları yaratılabiliyor. Cep telefonlarını, yani uzaydaki uyduları kullanmak gündelik yaşamımızın yalın bir parçası haline geldi. eşdeğer uydularla bütün sene dünyada yetişmekte olan tarım ürünlerinin miktarları dahi saptanabiliyor.
İnsanın, asla değilse besin ürünleri üretimi bakımından, doğa üzerindeki egemenliği öyle bir aşamaya geldi ki, hava koşulları ne kadar olumsuz olursa olsun yaklaşık 6 milyar 300 milyonluk insan nüfusunun besin ihtiyacının kat be kat fazlasını üretebilme potansiyeline sahibiz. Bugün dünyadaki besin üretiminin, 10.5 milyar insanın sağlıklı beslenmesine yetebileceği hesaplanmaktadır.
800 milyon insan aç
Ancak öte yandan çağımız, insanlık tarihinin en derin çelişkilerinin yaşandığı en akıldışı çağdır. Kapitalizm 1 yanda inanılmaz bir zenginlik diğer yanda ise ölümcül bir fakirlik üretiyor. Dünya Bankası ve Dünya kalkınma raporu verilerine göre;
Dünya nüfusunun yarısı, yani üç milyardan çok insan günde iki dolardan daha az, bir,5 milyar insan da bir dolardan daha az bir gelirle yaşıyor. Buna bedel dünya nüfusunun yüzde 10u, dünya toplam gelirinin yüzde 70ini alıyor.
800 milyon insan aç yaşıyor. Yılda 11 milyon çocuk açlıktan ölüyor.
Afganistanda günlük ortalama gelir 44 cent, Etiyopya ve Kongoda ise 27 cent.
Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde yaşayan 267,bir milyon şahıs, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde yaşayan 17,6 milyon şahıs, Latin Amerika ve Karayiplerde yaşayan 60,7 milyon şahıs, Orta Doğu ve Kuzey Afrikada yaşayan 6 milyon şahıs, Güney Asyada yaşayan 521,8 milyon şahıs, Sahra altı Afrikada yaşayan 301,6 milyon şahıs, günde bir dolardan daha az gelirle yaşamını sürdürüyor.
Bugüne kadar Dünya Bankasının yoksullukla mücadele adına ileri sürdüğü öneri şuydu: Gelişmekte olan ülkelerde zengin kesimden alınan vergiler azaltılacak böylelikle yatırım ve istihdam artacak, uzun dönemde fakirlik ortadan kalkacak! Yani yoksulluğu ortadan kaldırmanın yolu zengini daha zengin hale getirmektir. Bu mide bulandırıcı öneriler utanmaz kapitalist uzmanlar tarafından öneriliyor ve kapitalist rejimler tarafından uygulanıyor.
Dünya Bankasının, kardeş kuruluşu IMF birlikte ile faaliyete geçtiği 50 yılı aşan sürede fakirlik giderek arttı. Raporda, dünyada günlük geliri bir doların altında kalan insanların sayısının 1987de bir,iki milyarken bugün bir,5 milyara çıktığı belirtiliyor. Bu sayının 2015 yılında bir,9 milyara ulaşması bekleniyor. Geçen 50 yılda, zenginlerle fakirler arasındaki gelir uçurumu daha da arttı. Dünyanın en fakir ülkelerinde şahıs başına düşen gelir, 1970-1985 yıllarında zengin ülkelerdeki şahıs başına gelirin yüzde üç,1i düzeyindeyken, bu oran 1990ların sonunda yüzde bir,9a dek düştü. Bu oranların ülkeler arası ortalama gelir uçurumunu yansıttığı unutulmamalıdır. fakir ülkelerde de zengin-yoksul uçurumunun olduğu hesaba katılırsa durumun epey daha vahim olduğu görülür.
Açlık ve fakirlik yalnızca en geri ülkelerde yaşayan insanların mı sorunudur? 1 vakitler Latin Amerikanın en kalkınmış ülkelerinden biri olan Arjantinden gelen haberler durumun asla de böyle olmadığını ispatlıyor:
Arjantinde çocuklar açlıktan ölüyor. Ekonomik krizin bütün ağırlığıyla hissedildiği Arjantinde, fakir ailelerin çocukları gıdasızlık nedeniyle hayatını kaybediyor Arjantinde en alt gelir grubundaki ailelerin çocukları, yetersiz beslenme nedeniyle ölüyor. 36 milyonluk ülkenin yarısı, yoksulluk sınırının altında yaşıyor. ekonomik krizin pençesindeki Arjantinde bütün on çocuktan altısı yoksulluk içinde yaşıyor. Arjantinde dakikada 12, günde 16.900 şahıs fakirler ordusuna katılıyor. 2002 Mayıs ayı itibariyle ülkede fakirlik sınırının altında yaşayanların sayısı 19 milyonu aştı.
Arjantin varlık içerisinde yokluk yaşıyor. Dünyanın en büyük sığır eti, tahıl ve soya fasulyesi üreticileri arasında bulunan Arjantinde, açlık bundan sonra gündelik 1 olgu haline geldi. Arjantinli işçilerin ürettiği mahsüller mağazaların içerisinde duruyor ve aç insanlar, aslında kendilerine ait olanı almaya kalktıklarında karşılarında polis ve orduyu buluyor, dünya televizyonlarında serseri 1 avuç yağmacı bi şekilde tanımlanıyorlar.
Açlığın sorumlusu bizzat kapitalist sistemdir
Bazı iktisatçılar, kapitalizmin bu aşağılık papazları, yoksullara yardım edilmemeli, güçsüz olanın elenmesi doğa kanunudur. Üstelik yardım etmek hiçbir işe yaramaz. Yardım edilirse bu fakirler devamlı ürerler sayıları devamlı artar, hep daha çok yardım isterler, onları az çocuk yapmaya özendirirsek mesele hallolur diyorlar.
Oysa kapitalizmde açlığın çünkü, geçim araçlarının nüfusa oranla azlığı değil fazlalığıdır. 1844 yılında Engels şöyle açıklıyordu:
Sermaye bütün gün artıyor; nüfusla ile emeğin gücü de büyüyor; ve bilim bütün geçen gün, doğa güçlerini insanın hizmetine daha epey sokuyor. Bu üretken kapasite, bilinçli bi şekilde ve herkesin çıkarı doğrultusunda uygulansaydı, insanlığın payına düşen emek, dar zamanda asgariye indirilmiş olurdu. Rekabete bırakılacak olursa o da eşdeğer şeyi yapar fakat çelişkiler çerçevesi içinde. Toprağın 1 bölümü en iyi şekilde işletilirken, 1 bölümü bomboş durmaktadır. Sermayenin 1 bölümü şaşırtıcı 1 hızla dolanırken, 1 bölümü de sandıklarda cansız yatıyor. İşçilerin 1 bölümü günde 16 saat çalışırken diğer bölümü işsiz ve açlıktan ölüyor.
1844den günümüze kapitalizmin esas işleyiş yasaları değişmedi. Bu yüzden Engelsin çözümlemesi geçerliliğini sürdürüyor. fakirlik ve açlık ne birtakım halkların tembel olmasından, ne süratli nüfus artışından, ne birtakım ülkelerin topraklarının verimsiz olmasından ne de iklim koşullarının kötü olmasından kaynaklanır. Bugün bütün dünyayı kasıp kavuran yoksulluğun ve açlığın yegâne sorumlusu kapitalist dünya sistemidir. besin ürünlerinin üretim miktarları bizzat kapitalistler ve bunların hükümetleri eliyle sınırlandırılmaktadır. Çünkü satabileceğinden çok üretim, mahsül fiyatlarının düşmesine, kapitalistin kârının azalmasına yol açar.
AB ülkeleri 2006 yılında yıllık gelirlerinin %3ünü kalkınma yardımlarına ayırma önerisini tartışacak. Yoksullara yardım adı altında fakir ülkelere verilen paralar elbette oradaki kapitalist hükümetlere veriliyor, açlara, yoksullara değil. Ve bu paraların epey büyük 1 bölümü silahlanma harcamalarına ayrılıyor.
Geçtiğimiz günlerde Johannesburgda gerçekleştirilen Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde alınan kararlardan biri de, sağlıklı hayat kaynaklarından mahrum iki milyar insanın sayısının 2015 yılı itibarıyla yarı yarıya azaltılmasıydı. Dünya nüfusunun üçte birini sağlıklı hayat kaynaklarından mahrum bırakan burjuva kan emiciler, 1 milyar insanın hayatını ne vakit kurtaracaklarının, bunu en az kâr kaybıyla nasıl başaracaklarının hesabını ve pazarlığını yaptılar. netice bir milyar insanın ölümüne 13 sene daha göz yumulması oldu.
Dünya işçilerinin ve yoksullarının ihtiyacı, elbette burjuvazinin şefkati ve sadakası değildir. Burjuvazinin timsah gözyaşları ve yardım söylemleri mide bulandırıcıdır. Biliyoruz ki, milyarlarca insanı yoksulluğa, hastalığa ve açlığa mahkûm eden kapitalist sistem, insanlığın hiçbir sorununa çare olamaz.
Gıda fiyatlarındaki artışın nedenleri
Aşırı kâr amaçlı kapitalist üretim nedeniyle başlayan iklim değişiminin yol açtığı seller, kuraklık ve kıtlık
Büyük gıda ve tarım tekellerinin iklim değişimi nedeniyle hâsılatın düşeceği ve fiyatların artacağı beklentisi üzerinden yaptıkları spekülasyonlar.
Değişik tarım bitkilerinin DNA belirlenmesiyle birlikte tohumlar üzerine yapılan patent başvuruları ve bunun üzerine dönen spekülasyonlar.
Mısır gibi temel gıda maddelerinden etanol ve biyodizel gibi akaryakıt elde edilmesi için yapılan planlar ve bunun üzerinden yapılan ek spekülasyonlar.
Gıda krizini değil tetiklediği protestoları tehdit gören uluslar arası sermaye kuruluşları uyarı üstüne uyarı yapıyor. Bu kez de BM kargaşaya karşı uyardı.
Dünya genelinde hızla yükselen gıda fiyatları gelişmekte olan ülkelerde ayaklanmalara varan protestoları tetikledi. IMF, Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası’ndan ardı ardına yapılan açıklamalar ise uluslar arası sermayenin gıda krizinden çok ‘açların yürüyüşü’nü tehdit olarak algıladığını gösteriyor. Açıklamalar dünya ekonomik krizi ve gıda fiyatlarındaki artışın asıl kaynağını açık etmekten özenle kaçınırken olası sonuçları konusunda birleşiyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) yoksul ülkelerde gıda fiyatlarında artışın yol açtığı kargaşanın, kıtlık arttıkça ve fiyatlar yükseldikçe yayılabileceği uyarısında bulundu. FAO’nun genel müdürü Jacques Diouf, ailelerin gelirlerinin yarısından fazlasını gıdaya harcadığı yoksul ülkelerde toplumsal istikrarsızlığın büyümesi riski bulunduğunu söyledi.
Hindistan’ı ziyaretinde açıklama yapan Diouf, “Fiyatların yükselmesi yüzünden tüm dünyada durum çok ciddi bir hal aldı. Mısır, Kamerun, Haiti ve Burkina Faso’da isyanlar başgösterdi” dedi. Diouf, “Gelirlerinin yüzde 50 ila 60’ını gıdaya harcayan ülkelerde bu kargaşanın yayılması riski var” diye konuştu. Diouf, dünya tahıl stoklarının 8 ila 12 haftalık talebi karşılayabileceğini belirtirken, tahıl arzının 1980’lerden beri en düşük seviyesinde olduğunu söyledi. Diouf, hükümetlere sulama, depolama ve kırsal altyapıya yatırım yapmaları önerisinde bulundu.
‘Gıda güvenliği’
Geçtiğimiz günlerde de BM insani işlere üst düzey yetkilisi Jhon Holmes yazdan bu yana fiyatların dünya genelinde ortalama yüzde 40 arttığını, bu yükseliş eğiliminin etkisini ve derinliğini arttırdığı gıda krizinin ‘güvenlik’ yönünün es geçilmemesi gerektiğini belirtmişti. Holmes son 20 yılda yaşanan felaketlerin sayısının ortalama yılda 200’den 400’e çıktığını ve insani yardımın önündeki en büyük engelin iklim değişiklikleri olduğunu öne sürüyordu.
Dünya bankası verilerine göre ise son üç yılda temel gıda maddelerindeki artış yüzde 80’i bulurken 33 ülkenin gıda fiyatlarındaki aşırı artış nedeniyle sosyal karışıklık ‘tehlikesi’ ile yüz yüze olduğu vurgulanıyor.
Ekonomik değil askeri önlem
Bu uyarılar genel eğilim olarak hükümetleri ithalatı sınırlandırmaya yöneltirken Pakistan ve Filipinler gibi kimi ülkelerin hükümetlerini ise gıda güvenliği konusunda ‘askeri’ önlem almaya itti. Pakistan tahıl ambarlarını korumak için güvenlik güçlerini görevlendirirken; Filipinler’de Devlet Başkanı Gloria Macapagal Arroyo subvanse edilmiş tahıl satışlarının yönetimini M-16 tüfekli birliklere devretti ve stokçuları ömür boyu hapisle cezalandırmakla tehdit etti. Aynı zamanda dünyanın en büyük pirinç ithalatçısı olan Filipinler, dünyanın en büyük ihracatçısı Vietnam’dan stokları garanti etmesini istedi. Çin, Vietnam, Hindistan, Pakistan ve Kamboçya pirinç ithalatını frenledi. Öte yandan Dünya Bankası uzmanları ithalatın sınırlandırılmasının gıda ihracatçılarına zarar vereceğini söyleyerek yöntem olarak temel gıda ürünlerinin üzerindeki vergi ve harçların kaldırılmasını öneriyorlar. Ayrıca yoksullara doğrudan nakit yardımının da geçici bir rahatlama sağlayacağı belirtiliyor. Ancak görünen o ki dünya ekonomisindeki kriz ve kıtlık sürdükçe uzmanlar hükümetlere gıda fiyatlarına karşı alınabilecek ekonomik önlemler konusunda değil, açlığa ve yaşam koşullarının her geçen gün zorlaştırılmasına karşı ayaklanan milyonları nasıl zapt edebilecekleri konusunda dersler verecekler. Uluslar arası sermaye kuruluşlarının üst düzey uzmanları yaşanan krizin asıl sorumlusunun kaynakların eşitsiz paylaşımı ve spekülatörlerin at oynattığı piyasaların dokunulmazlığı olduğunu itiraf edemeyeceğine göre; önümüzdeki günler açlık ve yoksulluğa karşı ayaklanan işçi ve emekçilerin üzerindeki baskıların daha da artacağı ama aynı zamanda ciddi toplumsal alt üst oluşların yaşanacağı günler olacağa benziyor.
Kapitalizm garabeti, yarattığı bütün sorunları ve çelişkileri birlikte insanlığa yaşattığı felaketler pahasına ayakta kalmaya sürek ediyor. ama dünya proletaryasının bugün örgütsüz ve dağınık oluşuna bakarak tarihin sonunun geldiğini, kapitalizmin alternatifinin olmadığını sav edenler yanılıyorlar. Kapitalizm insanlığın nihai yazgısı değildir. Bu yazgıyı değiştirmekse dünya işçi sınıfının ellerindedir. İşçi sınıfının önünde iki seçenek duruyor: ya açlıktan kırılmak ve en iyi durumda giderek sefilleşen bir hayat sürmek veya kapitalizmi temellerinden yıkıp, yepyeni sosyalist dünya kurmak. Bugün bu iki seçenek arasında karar vermek, bir ölüm-kalım sorunu haline gelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder