Sömürge Tipi Faşizmin "AKP dönemi" – Ferda Koç

Yeni AKP iktidarı dönemi, “teröre dayalı iktidar” siyasetinin alanını genişleteceğini gösteren uygulamalarla açıldı. “%49.5 + MHP'nin dışardan desteği” ile işlemeye başlayan AKP hükümeti, Türkiye'deki faşizan sağ iktidar geleneklerini güncelleştiriyor. Tayyip Erdoğan da Türkiye'nin yeni (Menderes'i değil) Süleyman Demirel'i olmaya çalışıyor.
Süleyman Demirel'in Anadolu gericiliğine yaslanmış faşist iktidarı 1960'lı yılların ikinci yarısında iç savaş sürecini harekete geçirmişti. Tayyip Erdoğan'ınkinin de benzer bir doğrultuda gelişeceği anlaşılıyor.
Bu iktidarın niteliklerini anlamak açısından son dönemin bir kaç olgusuna dikkat çekmek gerekiyor:
“Kıbrıs fatihliği”ne dönüş siyaseti, ırkçı kitle terörünün hortlatılması, HES cinayet ve tutuklamaları.
Kıbrıs'ın Türkiye'deki sömürge tipi faşizm için hem simgesel hem de yapısal bakımdan büyük bir önem taşıdığı biliniyor. Erdoğan son gezisinde “geleneksel Kıbrıs politikası”na keskin bir dönüş yaparak, “kontrgerillayla kaynaşması”nın bir başka yüzünü de göstermiş oldu. AKP iktidarının, Kıbrıs'taki “kontrgerilla toplumu”na nüfuz etme ve çekip çevirebilecek bir inisiyatif kazanma yönünde yoğun bir çaba içinde olduğu anlaşılıyor. Seçim öncesinde Kıbrıs halkından yediği tokadın acısını içine sindiremediği her halinden belli olan Erdoğan, yeni tokatlar yemeyi de göze alarak (Kuzey) Kıbrıs'ın AKP tarafından fethine bizzat liderlik ediyor. (Kıbrıs Türklerinin “eski komünist” partisi CTP'nin “yetmez ama evet”çilerinin şu sıralarda kendilerini nasıl hissettiklerini doğrusu merak ediyorum)

Türkiye'de kontrgerillanın “marifetli” olduğu konuların başında “faşist kitle terörü imalatı”nın geldiği biliniyor. Tan matbaası baskınından 6-7 Eylül provokasyonundan başlayarak Kahraman Maraş katliamına kadar uzanan bu “iş deneyimleri”nin son halkasını “Zeytinburnu olayları” ile yaşadık. Polis gözetiminde üç gün boyunca süren yağma ve saldırıların altında yatan “derin tarihsel kökler”, AKP hükümetinin kontrgerilla ilişkilerinin derinleşmesinin bir başka boyutuna işaret ediyor.
Zeytinburnu olaylarının “kendiliğinden” patlak vermiş bir “hezeyan hareketi” olmadığını, klasik bir kontrgerilla operasyonu olduğunu anlamamak için kör olmak gerekiyor. 13 askerin öldüğü Silvan olayının arkasından gelişen cılız faşist sokak hareketlerinin, (artık tamamen AKP kontrolünde olan basın tarafından) ağız birliği yapılarak “Türkiye Ayakta” başlıklarıyla verilmesinden tutun da, saldırıların başlatılmasında kullanılan provokasyon taktiklerine ve saldırılar sırasındaki polisin himayeci tutumuna kadar her şey, “hazırlanmış bir sahne”nin varlığını gösteriyor. Öte yandan Zeytinburnu'nda kontrgerilla kontrolündeki faşist yapılaşmanın oldukça eskiye uzanan bir kökeni bulunuyor.
Zeytinburnu olayları, Tayyip Erdoğan'ın LYS skandalı sonrasında gelişen kitle hareketlerine yönelik olarak sarfettiği “biz de çıkarırız karşılarına 10 bin genç” sözlerine, Süleyman Demirel'in “iti kurda kırdırma” sözüyle özdeş bir “tarihsel” anlam kazandırıyor.
“Hopa Saldırısı”nı da bu bağlama yerleştirmek gerekiyor. HES'lere karşı militan mücadelenin halk direnişiyle kaynaşmaya başladığı anda başlatılan “Hopa Saldırısı”, neoliberal yeni sömürgecilik politikaları ile sömürge tipi faşizm arasındaki güncel bağlantının nasıl kurulacağını gösteren çok önemli bir örnek oldu.
AKP iktidarının “cemaat polisi + güdümlü yargı” ikilisi eliyle yürütülen bu operasyonunda, tutuklamalara somut HES direnişlerinin yol gösterdiği açıkça görülüyor. Halk direnişinin her bir HES şirketini kaçırtmasının ardından bölgede bir tutuklama hareketi gelişiyor. Bu olgu, Şık-Şener operasyonunda simgelenen, “muhalefeti sindirme” politikasının, önümüzdeki dönemin siyasi karakterini “tanımlayan” bir “kapsayıcılığa” doğru ilerlediğini gösteriyor.
Devrimcilerin önderliğinde gelişen halkın hak mücadelelerinin, AKP'ye karşı sol muhalefetin “kurucu odakları” olabileceğinin anlaşılması açısından bu olay ve sonrasındaki gelişmeleri Türkiye sosyalist hareketinin ve Kürt özgürlük hareketinin doğru kavramasında yarar var. Hopa Saldırısı'na karşı direnişi “devrimci dayanışmayla” “desteklemek” kuşkusuz son derece değerli. Ancak Türkiye Sosyalist Hareketi bu dayanışma sürecinde ufkunu hak mücadelelerinin içerdiği büyük sosyalist muhalefet potansiyeliyle genişletme fırsatını kaçırmamalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder