"Tarihin en büyük işçi sürgünü" -Genel-İş Başkanı Erol Ekici ile söyleşi

Torba Yasanın 166. maddesi, yürürlülüğe girdiğinde kadrolu olarak çalışan kamu işçilerinin çok büyük bir bölümü “ihtiyaç fazlası işçiler” oldukları öne sürülerek sürgün edilecek. Bu sürgünden asıl etkilenenler de belediye işçileri olacak. DİSK Genel-İş Başkanı Erol Ekici’yle belediye işçilerini bekleyen bu sürgün düzenlemesi üzerine konuştuk
Ergün İşeri: Söz konusu madde kapsam yönünden “mahalli idareler”i ilgilendiriyor, bu çerçevede hangi kurum ve kuruluşlar bulunuyor?
Erol Ekici: “Mahalli idareler” kapsamına il özel idarelerinde ve belediyelerde çalışan işçiler giriyor.
Maddenin başlığında ve içeriğinde belirtilen “ihtiyaç fazlası işçiler” kimler? Tahmini olarak kaç işçi ihtiyaç fazlası olarak belirlenecek?
“İhtiyaç fazlası” olarak görülen işçiler norm kadro dışındaki işçiler anlamına gelmektedir. Ancak Torba Yasa’nın 166. Maddesi’nde sadece ihtiyaç fazlası olarak görülen işçileri değil, bunun yanında norm kadro içerisindeki işçilerin de bu kapsamın içine dâhil edileceği görülmektedir. Yani bu durumda bir keyfilik söz konusudur.
Bu ihtiyaç fazlasının tespiti neye göre ve ne zaman yapılacak? Herkesin kabul edebileceği ölçütler, değerlendirme yöntemleri var mı? İhtiyaç fazlasının belirlenmesi için bir kurul oluşturulacağından söz ediliyor, bu kurul kimlerden oluşacak? Sendikaların burada bir rolü var mı? Genel-İş bu kurullarda temsil edilecek mi? Sendikanız bu kurullara ilişkin bir yaklaşım, politika belirledi mi?

6111 sayılı bu yasanın 166. maddesi; “Mahalli idarelerin ihtiyaç fazlası işçilerine ilişkin hükümler”i düzenlemektedir. Bu maddeye göre, il özel idarelerinin sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçilerin, Karayolları Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına; belediyelerin (bağlı kuruluşları hariç) sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçilerin, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadroları ile sürekli işçi norm kadro dâhilinde olmak üzere ihtiyacı bulunan mahalli idarelere atanması söz konusu olacaktır.

Öncelikle norm kadro fazlası işçilerin, ikincil olarak da norm kadro dahilinde olan ihtiyaç fazlası işçilerin tespiti yapılacaktır. Bu tespiti yapacak komisyon vali veya görevlendireceği vali yardımcısının başkanlığında, il emniyet müdürü, defterdar, il milli eğitim müdürü, Türkiye İş Kurumu il müdürü, Karayolları Genel Müdürlüğü bölge müdürü, il mahalli idareler müdürü ve işçi devreden işyerinde toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili işçi sendikası temsilcisinden oluşacaktır. Norm kadro dahilinde olan ihtiyaç fazlası işçiler için ise, belediyenin personel gider oranları, nüfus, kurum bütçe dengesi, norm kadro sayısı ve yürütmekle görevli olduğu hizmetler gibi kıstaslar değerlendirilecek ve bu değerlendirmenin sonucunda atanacak işçiler komisyonca belirlenecektir.

Madde kapsamındaki işçilerin listesi, işçileri gönderecek olan yerel yönetim kuruluşlarının, kanunun Resmi Gazete’de yayınlanmasından itibaren 45 gün içinde komisyona sunacakları ifade edilmiştir. Anlaşıldığı gibi yasa belediyelere bu hükümle bir zorunluluk getirmemiş, “sunmak zorundadır” gibi bir ifade kullanmamıştır.

İhtiyaç fazlası kavramını ve bunun değerlendirmesini yerel yönetimlere bırakmıştır. Yani her belediye yönetimi, kendi yerel yönetim anlayışı ve politikasına göre ihtiyaç fazlası kavramını değerlendirirken inisiyatif kullanabilecektir. 5393 sayılı Belediye Yasası 14. ve 15. maddelerinde belediyelerin hizmetlerini kendi yapabileceği gibi dışarıya yaptırabileceğini de hükme bağlamış, belediyelere bu konuda inisiyatif vermiştir. Aynı inisiyatif bu kez de ihtiyaç fazlası personelin belirlenmesinde söz konusudur. Belediyeler kendi yerel yönetim politikalarına uygun olarak yasalarının verdiği görev ile yapacakları belediye hizmetlerini hizmet satın almadan yapma hak ve yetkisine Belediye Yasası hükümlerine göre sahiptirler.

Komisyonca belirlenen işçi listesinin kesinleşmesinden sonra kendisine tebligat yapılan işçi, atama kararının tebliğinden itibaren 5 iş günü içinde belirlenen yeni işyerinde işe başlamadığı takdirde, 4857 sayılı İş Yasası’nın 17. maddesi gereğince iş akdi bildirim süresine uyularak tek taraflı feshedilecektir.

Kanunun yürürlülüğü seçimden önce hazırlanan “Mini Torba Yasa” ile de 1 Ağustos 2011 tarihinde uygulamaya konulacağı belirtilmiştir

Ancak 22 Temmuz 2011 tarihinde çıkarılan genelgede şöyle deniliyor:

“Bakanlığımıza, gerek illerimizden Valilikler, Özel İdare ve Belediyeler gerek diğer kurumlardan, gerekse sendikalardan iletilen yazılı ve sözlü taleplerden, yasa metni ile ilgili olarak giderilmesi gereken birçok tereddüt olduğu anlaşılmaktadır. Bu tereddütleri gidermek için diğer kurumlardan görüş alınarak, uygulanacak ilke ve esaslar belirlenecek ve genelge olarak tüm taraflara duyurulacaktır.

“Bu süreçte personelin mağdur edilmemesi, kurum barışının bozulmaması ve vatandaşa sunulan kamu hizmetlerinin aksamaması için Özel İdareler ile Belediyelerden, ihtiyaç fazlası listelerin valiliklere (Tespit Komisyonları) bildirilmesinin, kanundaki süreler geçerliliğini korumakla beraber bakanlığımızca yayınlanacak genelge sonrasına bırakılmasında kamu yararı bulunmaktadır.”


Böylece, 1 Ağustos 2011'de yürürlüğe girecek olan 166. Madde, Kanundaki süreler saklı kalmakla birlikte Bakanlık tarafından çıkarılacak yeni bir Genelgeye kadar ertelenmiştir.


İhtiyaç fazlası olarak tespit edilen işçiler nerelerde görevlendirilecek? Mevcut haklarının durumu ne olacak? Bir kıyaslama yaparsak, geçmişte yaşanan özelleştirmeler sonrasındaki hak kayıpları burada da karşımıza çıkacak mı?

Bu şekilde tasfiye edilen işçilerin ücret ile diğer malî ve sosyal hakları; toplu iş sözleşmesi bulunan işçiler bakımından yenileri düzenleninceye kadar devir işleminden önce tabi oldukları toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre, toplu iş sözleşmesi olmayan işçiler bakımından 2010 yılı Kasım ayında geçerli olan bireysel iş sözleşmesi hükümlerine göre belirlenecek ve kıdem tazminatına ilişkin hükümler saklı kalacaktır.

Ancak sürgün edilen bu işçiler sendikasız, toplu sözleşmesiz çalışmaya mahkûm edilecekler ve şu anda geçerli olan toplu sözleşmeleri bittiği anda sahip oldukları ekonomik ve sosyal hakları kaybedeceklerdir. Belki de TEKEL işçileri gibi 4/C pozisyonu içine alınarak geçici personel statüsüyle ne işçi ne memur olmadan çalışmaya zorlanacak birkaç yıl sonra da işlerinden edileceklerdir.


Torba Yasa tartışmaları yaşanırken, sanki yalnızca DİSK’i ve dolayısıyla Genel-İş’i etkileyen bir sonuç doğuracak izlenimi edindik. Çünkü sokaklarda ağırlıklı olarak Genel-İş üyeleri vardı. Oysa kısa bir süre önce Hak-İş ve Hizmet-İş Genel Başkanı Mahmut Aslan, 13.500 üyelerinin etkileneceğini söylüyordu. Belediye-İş ve Hizmet-İş’in çok fazla kitlesel tepki göstermemiş olmasını neye bağlıyorsunuz?

Torba Yasaya karşı sendikamız, ilk günden itibaren kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışmış, kimi emek örgütlerinin suskunluğuna rağmen, mücadeleyi ortaklaştırmak ve büyütmek adına önemli bir çaba göstermiştir.

Aslında sendikamız, işkolumuzdaki diğer sendikalara göre Torba Yasa’dan daha az etkilecek sendikadır. Tahminlerimize göre bu yasanın uygulanmasının ardından 52 bin belediye işçisinin sürgün edileceği, bunun içinden de 10 bin üyenin bize ait olduğunu görmekteyiz. Ancak bu kadar üye kaybına rağmen, diğer sendikalardan beklediğimiz çaba ve desteği bulamadık.


O süreçte, sendikanız ile Hizmet-İş’in ortak bir açıklaması oldu, Belediye-İş’in ayrı durmasının özel bir nedeni mi vardı?

Özel bir nedeni yok. Biz hem Hizmet-İş hem Belediye-İş Sendikası’na tarihin en büyük sürgününe karşı ortak mücadele çağrısında bulunduk. Ancak sadece Hizmet-İş Sendikası’ndan cevap döndü ve 11 Ocak 2011 tarihinde ortak basın açıklaması yaptık. Ancak daha sonraki eylemlilik süreçlerimize ne Hizmet-İş ne de Belediye-İş destek verdi.


Genel-İş’in bu yasa nedeniyle kaybı çok olacak mı? İleriye dönük olarak neler yapmayı planlıyorsunuz? Şu veya bu biçimde binlerce insan ve ailesinin düzenleri bozulacak? Örneğin bu maddenin yürürlüğünün ertelenmesi veya toptan iptali yönünde bir kampanya açılabilir mi?

Sendikamızın üye kaybının 10 bin civarında olacağını tahmin ediyoruz. Biz yasa çıktıktan sonra da eylemliliklerimize devam ettik. 12 Haziran’da yapılan milletvekili genel seçimleri sonrasında TBMM’nin yeni milletvekillerine, TBMM’deki partilerin Meclis Gruplarına bu konuyu yeniden gündeme getirmeleri ve bu yanlış politikadan dönülmesi için 24 Haziran 2011 tarihinde tüm şube ve bölgelerimizde çağrı yaptık.

Yine sendikamız, tarihin en büyük işçi sürgünü olarak tanımladığı bu kanunu meşru kabul etmek anlamına geleceği için Valilikler bünyesinde oluşturulan Komisyonlara temsilci göndermeyi reddederek tepkisini göstermektedir.


Asıl konumuzun dışında ama işkolunuz açısından önemli olduğunu düşündüğümüz bir başka sorun daha var; taşeronlaşma! Yine Mahmut Aslan, Hizmet-İş Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada belediyelerde sürekli kadroda 125 bin işçi bulunduğunu, buna karşılık taşeronlarda 250 bin işçinin çalıştığını ve bunun büyük bölümünün sendikasız olduğunu belirtmiş. Genel-İş olarak taşeron işçilerin örgütlenmesi veya yerel yönetimlerde taşeronlaşmaya karşı neler yapıyorsunuz, neler yapacaksınız?

Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Türkiye’de kamuda yaklaş̧ık 175 bin taşeron işçi çalış̧makta, yerel yönetimler ile birlikte bu rakam 300 bini bulduğ̆u tahmin edilmektedir. Taş̧eron uygulaması çoğu zaman hukuka aykırıdır ve kamudaki personel açığ̆ı tasşeron iş̧çiler vasıtasıyla giderilmektedir. Türkiye’nin dört bir yanında kamu kurum ve kuruluş̧larında yüz binlerce işçi, iş güvencesinden yoksun biçimde, ağır çalışma koş̧ullarında, hakları ihlal edilerek, sendikasız, asgari ücretle, taş̧eron şirketler vasıtasıyla çalıştırılmaktadır.

Biz, DİSK Genel-İş Sendikası olarak uzun yıllar belediyelerde taşeronlaşmaya karşı verdiğimiz mücadeleler sonucu önemli kazanımlar sağladık. Belediye şirketleri başta olmak üzere İzmir’de, Ankara’da, İstanbul’da, Mersin’de birçok taşeron firmada örgütlendik, önemli toplu iş sözleşmeleri imzalayarak, işçileri sendikalı ve iş güvenceli yaptık. Bundan sonra da örgütümüzden aldığımız güçle, özelleştirmelere, taşeronlaştırmalara karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. İşçilerin en temel hakları olan; iş güvenceli çalışma, örgütlenme ve geçinme hakkını, patronların inisiyatifinden çıkarmak istiyoruz ve bu nedenle var gücümüzle örgütlenme çalışmaları yürütüyoruz.


Söyleşimizi, son olarak gündemdeki konuyla kıdem tazminatı tartışmasıyla tamamlayalım. Kıdem tazminatı fonu kurulması konusunda yaklaşımınız nedir? Bu konu sendika olarak sizin öncelikleriniz arasında mıdır? Değilse, önce atılması gereken adım ne olmalıdır?

12 Haziran seçimlerinden çoğunluk partisi olarak çıkan AKP hükümeti, yeni programını hazırlayarak ve güven oyu alarak “yürüdüğü yoluna” devam ediyor. Yeni hükümet programı da, daha öncekiler gibi ülkemizde 30 yıldır uygulanan “ucuz işgücüne dayalı” büyüme anlayışını yansıtıyor. 2002’den başlayarak çalışanların haklarını gerileten düzenlemeleri gerçekleştiren AKP, şimdi emekçilere karşı doğrudan cephe almış bulunuyor. 4857 sayılı iş yasasıyla çalışma koşullarını esnekleştiren, iş güvencesini gerileten; sosyal güvenlik yasasıyla emeklilik yaşını 65’e çıkaran, prim gün sayısını arttıran ve emekli ücretlerini düşüren; 2010 yılında yasalaştırdığı “torba yasa” ile norm kadro fazlası 50 bini aşkın belediye çalışanlarını ve kamu çalışanlarını güvencesiz bırakan, sürgünlerle karşı karşıya getiren bu iktidar, yeni hükümet programında Kıdem Tazminatının fona devredilmesine ve esnek çalışmaların yaygınlaştırılmasına açıkça yer vermektedir.

Kıdem tazminatı, işçinin yıpranmasının karşılığıdır. Ücretinden kesilen ve kendisine sonradan ödenen gecikmiş bir ücrettir. İşçinin işverenin türlü zorluklarına katlanmasının karşılığıdır. Geciktirilmiş, ertelenmiş ihtiyaçlarının karşılanabilmesine olanak tanıyan toplu bir paradır. Ama bunların hepsinden önemlisi “iş güvencesidir”.

Kıdem Tazminatı konusunda, bugün, siyasal iktidarın da açıktan katılarak söylediklerinde yeni hiçbir şey yoktur. Yalan-yanlış ve gerçek dışı değerlendirmelere dayanarak çalışanların en temel haklarından birisi yok edilmeye çalışılmaktadır.

Kıdem Tazminatı fonu, sermayenin yükünü azaltmak yanında sermayeye yeni fonlar yaratmak amacıyla önerilmektedir. Böylece çalışanların bireysel kaynakları, istihdam yaratma görüntüsü altında, sermayeye kaynak olarak aktarılacak ve özel emekliliği yaygınlaştırmanın bir aracı olarak kullanılacaktır. Bu çerçevede çalışanların hak ve özgürlüklerini piyasa koşullarına bağlayan liberal ideolojinin gerekleri yerine getirilecek; ancak bu uygulamadan çalışanların payına yalnızca hak kayıpları ve yoksullaşma düşecektir.

Sendikamız, kuruluşundan bu yana, çalışma ilişkilerinin demokratikleşmesi ve demokrasinin toplumsal anlamda güçlendirilmesi amacıyla mücadele etmektedir.

Bu nedenle, Kıdem Tazminatı konusunun iş güvencesi ve işsizlik sigortası gibi sosyal koruma alanlarıyla birlikte gündeme getirilmesine karşı çıkmaktayız. Kıdem Tazminatının, çalışma yaşamını demokratik ve güvenceli bir çerçeveye oturtmak amacıyla geliştirilen iş güvencesiyle işsizlik sigortasının karşısına bir pazarlık unsuru gibi konulmasını kabul etmeyeceğimizi belirtmiştik. Ayrıca, Konfederasyonumuz DİSK, 2009 yılında basına da yansıyan ve işverenlerin Kıdem Tazminatını 15 güne indirmeyi ya da fona bağlamayı öngören yaklaşımları karşısında, bu doğrultudaki düzenlemelerin gerçekleştirilmeye çalışılması halinde bu durumu bir genel grev gerekçesi sayacağını açıkça bildirmiştir.

Bugün yine söylüyoruz, kıdem tazminatının kaldırılması karşınında duruşumuz “genel grev” olacaktır. Bütün emek güçlerini, gecelerinde aç yatılmayan, aydınlık ve özgür bir Türkiye mücadelesinde, birlikte yer almaya çağırıyoruz.

İşçi sınıfının bugüne kadar uğrunda bedeller ödeyerek kazandığı hakların elinden alınmasına asla göz yummayacağız. Bu uğurda mücadele etmeyenleri de tarih önünde sorumluluklarıyla başbaşa bırakacağız.
Sendika.Org Emek Hareketinin Gündemi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder