Cinsiyet faşizmi günlükleri: eşcinsellik, etiket ve güdümlü toplum.

İmre Cebeci
Bu sabah öpüşen iki adamın fotoğrafını paylaşan ve birinin üzerinde fb forması olduğu için altına “işte fenerbahçeliler böyle ibnedir! ehuehueh!” yazan, ortaokulu liseyi birlikte okuduğum adamı arkadaş listemden sildim.
Peki ben bunu neden yaptım..?
taraftarlıkla, fenerbahçeli olmamla falan alakalı değil bu. “ibne beşiktaş, ibne fenerbahçe, ibne bilmemne spor” demek çok farklı. evet çirkin ama farklı.. eşcinseller üzerinden, bu sözde(!) komediyi yapmak çok farklı.
hoşgörü, saygı, adalet, ahlak, sevgi gibi kavramlar; memleket, ırk, din, dil, cinsiyet, cinsel tercih gibi sahte tümseklere takılıyorsa bir insanın zihninde, ileride sırf canı istediği için sadece gözlük takanları, tek parmağı olmayanları ya da ne bileyim saçlarını sağa değil de sola ayıranları da bu kavramlardan farklı bir köşeye itebilir. yani belli mi olur? yapar yapar..
İnsanın hayatta kalma mücadelesine hiçbir katkısı olmayacak kürkü (bir de kürk zarar görmesin diye kazma ile) için bir foku öldüren adam gibi işte. nasıl o adam o hayvanın hayatta kalıp kalmayacağına karar verme haddini kendinde buluyorsa, bu okumuş görmüş iyi eğitim almış arkadaşım ve onun gibi bir çok kişi de eşcinsellerin normal olup olmadığına karar verme haddini kendinde bulabiliyor. çünkü heteroseksüel olmak normal, doğaya uygun diğer her şey normalin dışında.

Kara kutudan karanlık çıkınca - Bengi Şano

Eskiden düşlerimiz çok daha canlıydı. Sonra bu hayallerimizi içerden ve dışarıdan bir bir parçalamaya başladılar. Çoğunluğun gözlerinde geleceğe ilişkin bir düşün ışığı yok artık. En büyük dert o günün, hatta o anın geçiştirilmesinden ibaret artık. İşte, böyle umutsuzluk çağında ki özellikle bunun ideolojik karşılığı olan postmodernizmin bu derece her şeye sindiği bir çağda gerçekte işi umut vermek olan sanatın durumu ne? Sanatsal üretimin çoğunluğu ne yazık ki bu girdaba kapılmış durumda. Örneğin düzenlenen bienallere gittiğinizde insanın anlam arayışını sömüren, kendinde anlamsız ürünlerin çoğunlukta olduğunu görebilirsiniz. Elbette yukarıdan bir bakışla "ideal sanat" manifestosu ilan edecek değiliz. Ancak gerçek sanatın hayata dokunup insana bir yaşantı sunduğunu söylersek hata etmiş olmayız.

Otobüs-The Bus (Yasaklı film) - İZLE

IMDB Puanı:7.4
Ülke:İsviçre,Türkiye
Tür:Komedi-Suç-Dram
Yönetmen:Tunç Okan
Senaryo:Tunç Okan
Yapımcı:Tunç Okan,Jean-Louis Misar
Oyuncular:Tunç Okan,Tuncel Kurtiz,Björn Gedda
Oguz Arlas,Aras Ören,Nuri Sezer,Hasan Gül,Sümer Isgör
Unal Nurkan,Nadir Sütemen,Yuecsel Topcuguerler
Görüntü Yönetmeni:Güneş Karabuda
Müzik:Zülfü Livaneli,Leon Françoli,Pierre Favre
Süre:84 Dakika.
Dil: Türkçe
FİMİN KONUSU:
1976 yılında, Tunç Okan tarafından çevirilen ve uzun yıllar Türkiye'de gösterimi yasak olan Türk filmi. Bu film o güne kadar oyuncu olan Tunç Okan'ın ilk yönetmenlik denemesidir. Film İsveç'e kaçak işçi olarak götürülen, bir otobüs dolusu köylerinden başka bir şehir görmemiş insanın, Stokholm'e vardıktan sonra başlarından geçenleri (şaşkınlığı, çaresizliği, imkânsızlığı, şokları) Doğu-Batı ekseninde çok çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır. film seyredenler, böyle bir filmi bile yasaklayabilen hastalıklı zihniyetin nasıl bir ruh hali içinde olduklarını gayet iyi çözümlüyor.
İyi seyirler...

Kafası Karışık Kürtler… - Mustafa Sönmez

BDP Grup Başkanı Selahhatin Demirtaş, 25 Temmuz tarihli Milliyet’te diyor ki, “Meseleyi doğru anlatamamak çok büyük eksiklik. En başta kendim olmak üzere bu işi doğru anlatmak için doğru argüman ve araçları kullanamıyoruz. Bu bizim büyük eksikliğimiz. Anlatamayınca, dinletemiyoruz. Sonra kaos çıkıyor.” Doğru söze ne denir? Kürt siyaseti kendini anlatamıyor. Neden, ifade sorunu mu, doğru iletişim araçlarına sahip olamamak mı? Değil. Ondan önce sorun, Kürt siyasetindeki kafa karışıklığından kaynaklanıyor.

A.Öcalan liderliğindeki PKK (Kürdistan İşçi Partisi), 1970’lerin sonlarında kurulurken Türkiye’den ayrılmış bir Kürt devleti ve sosyalist bir iktidar hedefliyordu. Dolayısıyla programı “Bağımsız devlet, sosyalist iktidar programı” idi. Zaman içinde bu hedeften vazgeçildi. Ayrılmak yerine, üniter devlet içinde Kürtlere özgürlükler tanınması ile sınırlı bir “Burjuva demokratik program” için mücadele verilir oldu. Bugün de geldiğimiz yerde, Kürt siyasetini temsil eden Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak birliği, bölünmezliği ve devlet egemenliğini tanıdığını ifade ediyor. Ama aynı zamanda Kürtlerin haklarının Türkiye’nin tamamını kapsayan bir demokratikleşme süreci içinde teslim edilmesini talep ediyor. Demokratik Özerklik (DÖ) modeli de, Türkiye’nin tüm diğer bölgelerinde de uygulanabilecek bir demokratikleşme modeli olarak öneriliyor…

Etiyopya binlerce vatandaşı açlıktan ölürken verimli topraklarını yabancılara veriyor

Kabile halklarının haklarını savunan Survival isimli örgütün yaptığı araştırmaya göre ülkede binlerce insan açlıktan ölürken, ülkenin en verimli topraklarının bir kısmı ürün yetiştirip ihraç eden yabancı şirketlere kiralanmış.

Güneybatı Etiyopya’daki Omo Nehri bölgesindeki geniş verimli alanlar bölgedeki 90.000 yerlinin yaşamlarını devam ettirmek için ihtiyacı olmasına rağmen Malezyalı, İtalyan ve Koreli şirketlere kiralanıyor. Bütün bunlara ek olarak, ihraca yönelik ürün yetiştirmek için devlet tarafından yönetilen tarlalar haline getiriliyor. Hükümet, 245.000 hektar toprağğı çoklukla şeker kamışı yetiştirmek üzere temizlemeyi planlamakta.

60 yılın en büyük kuraklığı bölgedeki milyonlarca insanı aç bıraktı. Şu an Omo vadisi kabileleri diğerlerinie nazaran daha iyi durumda. Hükümete göre bu bölgede yaşayan insanlar geride kalmış ve modernleştirilmeli. Kendilerine yeten çiftçi, çoban, avcı olmalarındansa devasa fabrikalarda çalışan işçi olsalar daha iyi. Ama anlaşılan o ki ,bu insanlar basitçe topraklarından edilecekler.

Niwemang - Half Moon (Yarım Ay) - İZLE

YENİLENEREK YENİDEN...
Yönetmen : Bahman Ghobadi
Senarist : Behnam Behzadi (co-scenarist) Bahman Ghobadi (writ)
Müzik : Hossein Alizadeh
Yapım : 2006 ~ Avusturya,  Fransa,  Irak,  İran
Oyuncular : Golshifteh Farahani, Ismail Ghaffari, Farzin Saboni, Allah-Morad Rashtian, Hedye Tehrani, Kambiz Arshi, Sadiq Behzadpoor, Reza Haj Khosravi, Mohamad Nahid, Hassan Pourshirazi, Ali Ashraf Rezai, Bahram Zarei
Konu : İranlı Kürt yönetmen Bahman Ghobadi‘nin kurgusal “Kürt Mozart”ı Mamo’nun öyküsünü anlattığı Niwemang (Half Moon-Yarım Ay)’ın somut anlamı ile en renkli karesi. Mamo, oğullarım dediği sanatçı arkadaşları, sanatın ve sanatçının dostu otobüs şoförü Kako ile birlikte, İran Irak sorunu sebebiyle yanlarına gidemediği halkına, Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle, 37 yıl sonra ilk kez konser vermek için yola çıkarlar.  Zorlu yolculuklarında, “Onsuz bir hiçiz” dediği şarkıcı Heşo’yu almak üzere 1334 yasaklı kadın sanatçının sürgün edildiği köye uğrarlar. Yukarıda onlarca kadının arbane çalıp şarkı söylediği anı gösteren kare efsanevi sanatçı Mamo’nun köye gelişi üzerine yapılan ayinsel karşılama töreninden.
İyi seyirler...
Ayrıca filmin eşsiz müziklerini dinlemek için tıklayınız.

Çokdillilik ve ulusal marş -Doğan Barış Abbasoğlu

Güney Afrika'nın dünya şampiyonu ragbi milli takımının sembolü keseli antiloplardır. Bu yüzden milli takım daha ziyade keseli antilobun İngilizce karşılığı olan Springboks adıyla anılır.

1940larda Apartheid rejiminin Güney Afrika'da kurumlaşmasından önce de Springboks'larda tek bir siyahi oyuncu dahi yoktu. Bu durum ağırlıklı olarak kurumlaşmış, yerleşik ayrımcılıkla beraber siyahların hemen hemen hiçbir dönem ragbiye fazla ilgi göstermemesinin bir sonucuydu.
Ragbi bir beyaz sporu olarak bilinir. Sadece Güney Afrika'da değil ragbinin popüler olduğu İngiltere'nin milli takımında da siyahi oyuncu sayısı azdır. Fransa milli takımı da Sebastian Chabal ve beyazlardan oluşur. (ragbi izleyenler ne demek istendiğini anlar, anlamayanlar gugıllayabilir kendisini).

1994 yılında Apartheid rejiminin yıkılmasının ardından Springboks da tartışmaların odağına yerleşti. Ragbiyi beyazlara ait gören, hatta Apartheid rejiminin sembollerinden biri olarak değerlendirenlerin sayısı o kadar çoktu ki Mandela idaresinin mutlaka bir şeyler yapması gerekiyordu.
Bu o kadar önemli bir konu haline geldi ki Afrika Ulusal Kongresi Güney Afrika'da ragbi sporunun ülkeyi etnik ve sınıfsal anlamda daha iyi temsil etmesi için önlemler alınmasını kararlaştırdı.

Devrim hareketinde sosyal şovenizm

Ortadoğu ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın sınırlarının emperyalizm tarafından belirlendiğini unutanlar, ezen ulusun “milli” kavramlarıyla konuşmaktan geri durmuyorlar. Misak-ı Millicilik, Kürt ulusunun parçalanması, azınlıkların baskı altına alınması ve burjuva milliyetçiliğin fetih politikasının kutsallaştırılarak halk kitlelerine sunulmasıdır. Halen bazı sosyalist-devrimci yazınlarda kullanılan bu kavramlar sosyal şovenizmin ifadesidir
Her siyasal akımın dayandığı toplumsal katmanlar vardır. Hiçbir eğilim ekonomik temeli olmadan kendisini var edemez, sürdüremez. Oportünizmin devrim hareketi içindeki varlığına işaret ederken daima ekonomik özüyle açıklamaya çalışmak konunun anlaşılması bakımından fevkalede önemlidir.
Sosyalist harekete bulaşan burjuva virüsün kaynağı nedir? Sosyal şovenizm nereden besleniyor. Son kırk yılın belirginleşen olgusu mudur yoksa eskiye mi dayanır? Sorularını sormakla başlayarak işin ciddiyetini ortaya dökebiliriz.

Gülerce’nin ağzından Gülen cemaatinin savaş ilanını

14 Temmuz 2011 "Yeni Türkiye" için bir dönüm noktasıdır. O gün, Silvan'da 13 askerimiz pusuya düşürülüp şehit edildi. Yine o gün Kürt ırkçılığı üzerinden siyaset yapanlar, "demokratik özerklik" ilan ettiler.
14 Temmuz 2011, hem terörle mücadelede, hem de Kürt sorununun çözümünde bir kırılma noktasıdır. Neden mi?
Bir, terörle mücadelede, artık eski yoldan yürünemez. O yolda, Ergenekon'un ayak izleri, devlet içindeki çetelerin rant kavgaları, uyuşturucu ve silah ticareti, vesayet rejiminin payandası merkez medya, bir yargı zihniyeti, asker hegemonyası ve felç olmuş sivil irade var. O yolda derin sorular var. Terörle mücadele ettiklerini söyleyenler, gerçekten terörü bitirmek istediler mi? Cephelerde postallarıyla aylarca yatan samimi insanların terini, kanını, fedakârlığını kimler sömürdü? Kimler terörle mücadeleyi, sivil iktidarları kontrolde tutmak, Türkiye'yi yönetmek adına kullandılar? Ergenekon türü yapılarla, PKK terör örgütünün, diğer terör örgütlerinin ilişkileri, bağları neydi? JİTEM neydi? Birlerce faili meçhul cinayetin izahı neydi? Türkiye'nin güçlenmesini engellemek isteyen ülkeler terörü nasıl destekliyordu? PKK'nın hangi fraksiyonunun arkasında hangi Avrupa ülkesi, hangi komşu ülkeler vardı? İsrail, bu işin neresindeydi? Koalisyonların getirdiği yönetim zaafı, terörün işine nasıl yarıyordu?

Fareler Birbirini Yer / Aziz NESİN

Bir zamanlar... Memleketin birinde...Hayır, masal değil bu... En doğrusu, yeriyle, zamanıyla anlatalım.
Zaman: Milattan sonra...
Yer: Bu yeryüzünde bir yer...
İşte yeri belli, zamanı belirli...

Gelelim olaya. Söylenilen zamanda, adı geçen yerde, bir büyüüük ambar varmış. Bu ambar, tıklım tıklım yiyecek, yakacak, yunacak, giyecekle doluymuş. Herşey düzenlice ayrılmışmış. Pirinç, nohut, fasulye, bakla gibi kuru zerzavat biyanda, buğday, arpa, çavdar, yulaf gibi tahıl biyanda...
Sabunlar, yağlar ayrı yerde; giysiler, ayakkabılar ayrı yerde... Söylenilen yerdeki, adı geçen zamandaki, sözü geçen büyüüük ambarı, çok işbilir birisi yönetirmiş. Bu işbilir, becerikli yönetmen günün birinde ne yapacağını şaşırmış. Çünkü o ambarı fareler sarmış. Yiyecekler gündengüne eksiliyor, peynirler, peksimetler kemiriliyormuş.
Becerikli yönetmen elbet elleri böğründe oturmuyor, boş durmuyormuş. Canla başla farelere karşı savaşıyormuş. Ama ne yapsa savaşta başarı kazanamıyormuş. Kemirilen sabunlar, peynir tekerleri gündengüne eksiliyormuş. Giysiler didik didik, parça parçaymış. Un çuvallarının içi fare yuvaları...

Erdoğan'ın 'Korkut Eken'leri sahaya çıkıyor

Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde PKK ve Kürt halkına karşı devreye sokulan ve yüzlerce cinayette adı geçen ‘özel tim’ yeniden sahaya iniyor. Kuzey Kıbrıs dönüşü gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, PKK’ye karşı polise görev vereceklerini söyledi.
Kürt meselesinin çözümünü ‘terör ile mücadele’ çerçevesinde değerlendiren Başbakan Erdoğan, iç güvenlikte polisin kullanılmasıyla ilgili çalışma yaptıklarını belirterek, “Bölgelerin hassasiyetine göre adım atılacak” dedi.
PKK’ye karşı yeni yöntemlere başvurabileceklerinin mesajını veren Erdoğan, polise verilecek görev dışında üzerinde durdukları bir diğer konunun hudut birlikleri olduğunu belirterek, bunun için ilk etapta 5 bin kişilik bir yapı oluşturacaklarını söyledi.

LİLİTH EFSANESİ

İnsanlığın öyküsü Adem ve Havva ile başlıyor, öyle mi? Eski bir Yahudi efsanesine göre, bu öykü Adem'le Havaa'dan öncesine uzanıyor. Yani Adem'in ilk eşi Havva değil, Lilith adında bir kadındır. Ama, tarih boyunca gizlice aramızda dolaşıp, her kadın-erkek tartışmasında kendini gösterse de onu çok az tanıyoruz.
Sözü edilen efsane şöyle başlıyor: Tanrı topraktan Adem ile Lilith'i yaratır. Mutlu mutlu yaşasınlar diye onları cennete yerleştirir. Ama bu iki insan çifti bir türlü huzur bulamaz. Sorunları mı? Günümüz çiftlerinin sorunlarından farklı değildir. Adem ilişkide her alanda söz sahibi olmak ister. Ancak Lilith buna karşı çıkar. Özellikle cinsel ilişki sırasında Adem'in hep üstte yer almasını aşağılayıcı bularak itiraz eder. Kendisinin de Adem gibi topraktan yaratıldığını, yani eşit olduklarını savunur. Adem ise kendini, bağışlayan, bereketli gökyüzü; Lilith'i de ürün veren toprağa benzeterek bu şekilde birleşmek konusunda diretir. Adem tavırlarında ısrar edince, Lilith, birlikte yaşamalarının zor olacağına karar verip Tanrı'nın söylenmemesi gereken adını anarak göğe doğru yükselir. Sahip olduğu olanakları terk eden Lilith'in yeri artık dışlanmışların arasındadır. Çevresindeki cinlerle ve cinlerin kralı Şamael (Şeytan) ile ilişkiye girer ve onlardan çocuklar doğurur.
Bu arada cennette yalnız kalan Adem, Tanrı'ya dua ederek Lilith'i geri ister. Tanrı, Sanvai, Sansanvai ve Semangelof isimli üç meleği geri çağırmak üzere Lilith'e gönderir. Meleklere, dönmediği takdirde her gün yüz çocuğunun öldürüleceğini emreder. Ama, o kesinlikle dönmeyeceğini bildirir. Ve tehdit yerine getirilir...
Lilith, duyduğu acıyla bundan sonra, bütün hamile ve doğum yapmış kadınların, bebeklerin başdüşmanı olmaya yemin eder. Erkek çocukların doğduktan sonra ilk sekiz gün, kız çocukların ise ilk yirmi gün içinde canını alacaktır. Sadece yakınlarında bu üç meleğin ismi ya da şekli bulunanlara dokunulmayacaktır. Lilith artık kötüler tarafına geçmiştir.
Bunun üzerine Tanrı Adem'in kaburga kemiğinden Havva'yı yaratır. Bu yeni kadın, Adem'den bir parça olduğu için, ona karşı çıkmayacaktır.

“Yağmuru Bile” (También la lluvia) - İZLE

“Yağmuru Bile” (También la lluvia), eski sömürgecileri ve soykırıma uğramış Latin Amerika Kızılderililerini anlatayım derken günümüz sömürgecileri ve isyancı yerlilerinin “su savaşları”nın ortasında kalan, film içinde bir film, özetle. Yapıt, bir belgesel özeninde, gerçeği ustalıkla kurgulayıp, aşırı duygusallığa düşmeden ve didaktik bir dil kullanmadan, müthiş bir atmosfer yakalayıp akıcı ve çarpıcı bir sonuca ulaşmasını biliyor. Yeni nesil politik sinemanın bu güzel örneğini, kaçırmamalı.
Bolivyalı fakir ve yerli halkın suyuna yaklaşık 10 yıl önce göz diken çokuluslu şirket, can ve kan pahasına yürütülen ve büyütülen bir mücadele sonucunda kovulmuştu ülkeden, sloganları “Su Hayattır” idi. Asiydiler, inatçı ve inançlıydılar, tüfek ya da silah ile bu halk caymayacak, yeni bir katliam ve soykırım için sömürgecilerinden asla özür dilemeyecekti. Ülkenin üçüncü büyük kenti Cochabamba’yı resmen savaş alanına çevirdiler, barikatlar kurdular, omuz omuza, dayanışmayı ve paylaşmayı gerçek kıldılar. Ve her şeyden önemlisi istilacılara karşı 500 yıllık öfkeleri vardı, atalarından miras kalan, saklı ve haklı bir büyük öfke, işte onu kuşandılar. Suyumuz yerine (biz su diyoruz onlar Yaku) ancak çişimizi alabilirsiniz diye haykırarak…
Bugün HES’ler ile memleketimizin güzelim dereleri peşkeş çekiliyor, Hopa’da devrimci öğretmen Metin Lokumcu’nun hayatını ortaya koyduğu, bu amansız ve iç acıtan benzerliğin şiarı da tıpatıp aynı; “Su Hayattır”. Evet, su hayattır, satılamaz. Çünkü ‘dere bizim evimiz, suyu alın terimiz’ diye türküler söylemişiz. “Dereler, doğa anamızın gözyaşlarıdır” demişti bir Karadenizli dede ve eklemişti; “Hayat verir dere, bu yüzden yaşamak kadar kutsaldır. Biz suyu, kanımızla bir saymışız, ötesi yoktur!” Şair Ece Ayhan, “Vücudunun yüzde 70’i su olan bir canlının nasıl olurda içi yanar” demiş ya, deresiz kalan doğa anamızın da içi yanmaz mı be usta? Bolivyalı kardeşler kovduysa suyumuzun düşmanlarını, bize susmak, bize durmak, bize arkada kalmak yakışmaz. Artık bizim sudan sebeplerimiz bile hayatidir.

Soruların Hikayesi - Subcomandante Marcos

Bu dağlarda soğuk, insanın iliklerine işler. Ana Maria ile Mario, Ocak Şafağı'ndan *1* on yıl önceki bu keşif gezisinde benimle birlikteler. Her ikisi de gerillalara yeni katıldı ve bir piyade teğmeni olarak benim görevim, onlara daha önce başkalarının bana öğrettiği şeyi, dağda yaşamayı öğretmek. Önceki gün, Koca Antonio'yla ilk defa karşılaştım. İkimiz de birbirimize yalanlar söyledik.
O, mısır tarlasına bakmaya gittiğini söyledi, ben de ava çıktığımı. İkimiz de yalan söylediğimizi ve ikimizin de bunu bildiğini biliyorduk. Ana Maria'yı keşfe devam etmesi için bırakıp, pusulanın yardımıyla önümdeki yüksek tepeyi haritan üzerinde bulup bulamayacağımı görmek için nehre geri döndüm. Aslında Koca Antonio'yla yeniden karşılaşmak istiyordum. O da aynı şeyi düşünmüş olacak ki, daha önce karşılaştığımız yerde yeniden rastlaştık.
Tıpkı dün olduğu gibi, Koca Antonio yere oturmuş, yeşil yosunlarla kaplı huapac ağacına sırtını dayamış, sigarasını sarıyor. Karışısına oturup pipomu yakıyorum.
Peki, siz de bizim eşkıya olduğumuzu düşünüyor musunuz?" diye soruyorumç Koca Antonio, havaya doğru koca bir duman üfleyip öksürerek kafasını olumsuz anlamda sallıyor. Bundan cesaret alarak bir soru daha soruyoru: "Sizce biz kimiz?"

Sürrealist Çoban Türküleri / Mayéra - DİNLE

Zazaca bir kelime olan Mayêra, anneden, yani kaynaktan gelen anlamını taşıyor. Onlar için ise, düşlerin buluştuğu bir mekan, ortak projeyi temsil eden bir isim oldu. Duymak istedikleri ses, çok eskilerden, çocukluğumuzun köy radyolarından, belki de daha da öteden, binlerce yıl derinden geliyordu.
Bazen gurbete yakılmış bir ağıt okudular:
Yola düşüp geldik Almanya’ya, Uzağımızda kaldı vatanımız,
Dağ çiçekleri gibi misafir oldun bize, Süleyman Amca…
Amêyme ginaymero Alama, Mara durî mend welatê ma, Zê çîçegê koyî bîya meymanê ma, Apo Sileman…
Bazen nazlı sevgiliyi çağırdılar:
Dağların güzel kızı, Dağ karanfilleri getir, Ah ne karanfili, Aşk ateşinden getir…
Sari sirun yar, Sari mehag per, Ah che inch mehag, Siro gırag per…
Bir sırrın peşine düştüler:
Melodisiz, sözsüz, sessiz bir şarkıdır, Ardımsıra dolaşan, Pirlerin Seyitlerin sesidir…
Ju kilama bê qeyda, Bê kêlam û bê seda, Mi dima fetelîna, Seda Seyîduna Pîruna…

Bir felsefenin karmaşasında kayboldular:
Nerde o yüreği temiz insan, Nerde güzel düşünceler peşinde koşan…
Kuyo o mordemo zerê pak, Kuyo o wo ke qesa rinde dima sono…
Mayêra… Kendi sürreal düşlerini söyledi şarkılarrında. Gerçek diye adlandırılan şeyin, insandaki iz düşümünü aradı.

Kürt yangınında kıdem, badem… -Mustafa Sönmez

Yıllardır fırsatı kollanan bu hak gaspına şimdi fena halde niyet edilmiş durumda. Herkes Kürt yangınına bakarken kaş göz arasında kıdemi, badem yapabilirler… Tezgâh büyük. Bir geçirirlerse, çalışan-çalışmayan sınıf, bir çağ daha geriye düşer…
Yıllardır duyduğum o klişeyi tekrarlıyordu ekrandaki. Strateji uzmanıymış. “Kürtler başka, PKK başka” diyordu. Daha da iddialıydı. “Kandil var, İmralı var. BDP var… Bunlar sanmayın ki aynı telden çalanlar…” Ve sözü yine bildik nakarata getiriyordu: “Teröre göz açtırmamalı, terörü bitirmeden hiçbir demokratik adım atılmamalı…”
Hayatın bizzat kendisinin o kadar tekzip ettiği bir klişe ki bu… Ama benim oğlum bina okur döner döner aynısını okur… Aynı klişenin, aynı açmazın içine AKP de, hempaları da yeniden düştü. Ne diyor RTE: “Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır…” Bu lafı seçim öncesi de söylemişti, ama karşısına sandıktan daha da güçlenmiş bir Kürt siyaseti dikiliverdi. Nasıl anlayacaklar şu gerçeği; İmralı’daki Öcalan bu siyasetin lideri; Kandil, PKK bu siyasetin silahlı gücü; BDP, bu siyasetin düzlükteki sivil gücü, legal partisi; Kürt seçmen, bu siyasetin kitle desteği. Bu halkalar birbirine bağlı. Gerçek bu. Birini diğerinden koparma, diğerinden farklı davranmaya ikna boş çaba. Her stratejiyi, her politikayı bu gerçekliği kabullenerek yapmak durumundasınız.
Bu gerçekliği başta RTE hazmedemiyor. Sadece o mu? Daha niceleri bu gerçeği hazmedemiyor, bu gerçekle baş edemiyor ve sürekli yanlış teşhis, yanlışın etrafında dolanma ve yanlış tedavi ile yaraları büyüttükçe büyütüyorlar. İşte yine kan, yine etnik kutuplaşma, yine kardeş kavgasının eşiği…

Neden Kapitalizmde Ahlâk İstisna, Ahlâksızlık Kuraldır? - Fikret Başkaya

Kapitalizmin doğası, temel eğilimlerinin ve dinamiklerinin zorunlu bir sonucu olarak, kendine özgü bir ahlâka sahip olamazdı ama geçmiş uygarlıklardan miras kalanı aşındırabilirdi.
Şeyleri adıyla çağırmamak bir yalan söyleme yöntemidir. Kapitalizm denmiyor da “ekonomi” veya “piyasa ekonomisi” deniyor. Dolayısıyla söze yalanla başlanıyor. Eğer kapitalizm denirse, sömürü, yağma, talan, kolonyalizm ve emperyalizm, ekolojik yıkım gibi kelimelerin ve kavramların imâ edilme riski vardır. Dolayısıyla işin tadını kaçırmanın âlemi yok. Böylece kapitalizm denilen musîbetin insanlığın normal hali olarak görülmesi, öyle algılanması amaçlanıyor…
Oysa, kapitalizm netâmeli, tehlikeli bir sapmadır ve insanlığın normal hali değildir. Macar iktisatcı/antropolog, “Büyük Dönüşüm” adlı ünlü eserin yazarı Karl Polanyi, kapitalizmin insanlığın normal hâli olmadığını, yıkıcı/ tehlikeli bir sapma olduğunu şöyle ifade ediyordu:
“Ama hiçbir toplum, insânî ve doğal özü ile iş düzenini bu şeytanî dişlilerin hasarından korumadan, çok kısa bir süre için bile böylesine ham hayallerden oluşan bir sistemin etkilerine dayanamızdı”. Dayanamadığı ortada değil mi? Karl Marks, Karl Polanyi’den yüz yıl kadar önce, “Felsefenin Sefaleti” adlı ünlü eserinde, kapitalist sistemin manzarasını şöyle resmediyordu:

Kadının adı "aile" olunca

Zaman gazetesinin internet sitesinde yayımlanan Sevgi Korkut, Zeynep Haşlak, Ayten Çiftçi ve Abdulkadir Argıllı imzalı haberde, kadına yönelik şiddeti nasıl engelleriz diye sorulmuş ve cevap olarak da “aileyi korumak” bulunmuş...
Türkiye’de kadına yönelik şiddet engellenmiyor, aksine iktidar eliyle teşvik ediliyor. Kadına yönelik şiddetin AKP iktidarı döneminde yüzde 1400 artış gösterdi. Yeni kurulan kabinede kadının adı bakanlıktan çıkarıldı, Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık’ın adı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüştürüldü. Kadınlar savcılığa ve emniyete başvurmalarına rağmen “kaderlerine” terk edilerek öldürülüyor. Buna karşı çıkan kadınlara da dava açılıyor. Antalya’nın Kaş ilçesinde 16 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edilmesini protesto eden kadınlara savcılığın soruşturma açması örneğinde olduğu gibi.

Outside The Law - İZLE

Yönetmen: Rachid Bouchareb
Görüntü Yönetmeni: Christophe Beaucarne
Oyuncular: Jamel Debbouze, Sabrina Seyvecou, Bernard Blancan, Roschdy Zem, Sami Bouajila, Ahmed Benaissa, Alain Blazquez, Assaad Bouab, Chafia Boudraa, Corentin Lobet, Jean Reynès, Jean-Pierre Lorit, Larbi Zekkal, Mourad Khen, Régis Romele, Samir Guesmi, Stéphane Temkine
Senaryo: Rachid Bouchareb
Yapımcı: Jean Bréhat
Müzik: Armand Amar
Süre: 2 saat 18 dk

Fransızlar Cezayir’i ele geçirince Setif katliamı öncesi topraklarından koparılan üç çocuklu bir ailenin Setif'e gelip yerleşmeleri,Setif katliamında ailenin bir çok ferdinin ölmesi ve sonrasından bu üç kardeşin özelde iki kardeşin Cezayir kurtuluş hareketi olan FLN ye yaptıkları hizmetler anlatılmış. Evlerinden olan 3 kardeş uzun bir aradan sonra Paris’te bir araya gelirler. Bu zamanlar içinde Cezayir’de de bağımsızlık rüzgarları esmeye başlar ve kardeşler kendilerini bu mücadelenin içinde bulacaktır…

1925 yılından başlayıp 1962 yılına kadar devam eden bir sürecin 3 kardeşin yaşamıyla anlatıldığı filmde, Fransa sömürüsündeki Cezayir’in bağımsızlık yolları irdeleniyor ve tarihi gerçekler yansıtılıyor. En İyi Yabancı Film dalında 2011 yılının Oscar ödülüne aday gösterilen bu yapım için yorumlarınızı bekliyor; iyi seyirler diyoruz.

DTK demokratik özerklik ilan etti

Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK), hareketin Demokratik Özerklik projesinin geldiği aşamanın ve siyasi gelişmelerin tartışıldığı olağanüstü toplantı sona erdi. Toplantıda delegeler, Demokratik Özerkliğin ilanına yönelik karar aldı

Fırat Haber Ajansı'nın haberine göre, Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) sonuç bildirisi DTK Eş Genel Başkanı ve Van Milletvekili Aysel Tuğluk tarafından okundu. BDP Diyarbakır İl Binası'nda bulunan Vedat Aydın Konferans Salonu'nda yapılan ve DTK Eşbaşkanları Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk, BDP Eş Genel Başkanları Hamit Geylani ile Filiz Koçali, tüm BDP grubu milletvekilleri, belediye başkanları, sivil toplum örgütü, kadın ve gençlik temsilcileri, aydın, yazar, gazeteci, kanaat önderleri ve halk delegelerinin aralarında bulunduğu 850 delege Demokratik Özerkliğin ilanını dakikalarca ayakta alkışladı. Yaklaşık 6 saat süren olağanüstü toplantının ardından Tuğluk hazırlanan bildiriyi okudu.
"Demokratik Özerklik İlan Belgesi" başlıklı bildiriyi okuyan Tuğluk,

Nuri Bilge Ceylan ve Seyfi Teoman'a açık mektup: Filminizi Kudüs Film Festivali’nden Çekin! –Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi

Sayın Nuri Bilge Ceylan ve Seyfi Teoman,

Yönetmenliğini yaptığınız “Bir Zamanlar Anadolu’da” ve “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” filmlerinin 7–16 Temmuz tarihleri arasında bu yıl 28.’si düzenlenen Kudüs Uluslararası Film Festivali’nde gösterileceğini öğrenmekten derin üzüntü duyduk.

9 Temmuz 2005'te 170′in üzerinde Filistinli örgüt, siyasi parti, sendika federasyonu ve kitle hareketi tarafından imzalanan Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) Çağrısı, Filistin halkının vazgeçilemez hakkı olan kendi kaderini tayin hakkını kullanması için,

Hüsnü Yıldız neden aç? - Yıldırım Türker

Hüsnü Yıldız, 1997'de öldürülen kardeşinin cenazesi için, Dersim'in meydanında 32 gündür açlık grevinde. Üstünden tam 14 yıl geçmiş. Dersim’in yoksulluğun-yokluğun dibi olarak dillere pelesenk olmuş Çemişgezek’inde devlet güçleri bir baskın yaparak 17 PKK’li, 2 DHKP-C’li gerillayı lav silahlarıyla öldürdü. 1 Nisan 1997’de. Orada ölenlerin yakınları tam 14 yıl boyunca evlatlarından, kardeşlerinden bir haber alamadılar. O gün öldürülenlerin topluca gömüldüğü tahmin ediliyordu fakat bu konuda kesin bilgi Hüsnü Yıldız’a ancak bu yılın 18 Ocak günü ulaştı. Fırat Haber Ajansı bir liste yayımlamış; o gün, orada köylüler ve belediye görevlilerinin yardımıyla isimleri kaydedilerek gömülmüşleri duyurmuştu.
Hüsnü Yıldız, o yörede diğer kayıpların yakınlarıyla görüştü; daha önce ölüsüne kavuşabilmiş iki aile de vardı aralarında. Hüsnü Yıldız, 3 Şubat günü savcılığa başvurdu.
Devletten kardeşinin ölüsünü istiyordu.
Ama yüce Türk hukuku her zaman olduğu gibi pek isteksiz davrandı:
“3 Şubat 2011 tarihinde Çemişgezek’te bulunan toplu mezarlarla ilgili Çemişgezek Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduk ve cenazemizi almak için mezarın açılmasını talep ettik. Yaptığımız başvuruyla ilgili Çemişgezek Cumhuriyet Başsavcılığı görevsizlik kararı verip dosyayı Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi de görevsizlik kararı verip dosyayı yeniden Çemişgezek Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdi. Bunun üzerine Çemişgezek, Elazığ, Tunceli cumhuriyet savcılıklarına yaptığımız başvurular netice vermedi.

Mutluluk - İZLE


Yönetmen : Abdullah Oğuz
Senaryo : Elif Ayan , Kubilay Tunçer , Abdullah Oğuz , Zülfü Livaneli (Kitap)
Görüntü Yönetmeni : Mirsad Herovic
Yapım : 2007, Türkiye , 126 dk.
Oyuncular:  Talat Bulut , Özgü Namal , Murat Han , Lale Mansur
Filmin Konusu: Töre kurallarına kurban gitmek üzere olan genç bir kız, Meryem... Bir gün baygın bir şekilde göl kenarında bulunması sonucu, ailesi tarafından hüküm verilir: Meryem'in namusu kirlenmiştir ve öldürülecektir! Bu görevin, yakın akrabalarından olan Cemal'e verilmesi ile ikilinin ölüme doğru yolculukları başlar.
Cemal, kendisine verilen görevin haklılığı konusunda ne kadar kararlı görünse de cezayı gerçekleştirmekte bir türlü başarılı olamaz. Bir gün bir tesadüf eseri yollarının Profesör İrfan Kurudal'la kesişmesi, üçü için de bir daha geri dönüşün olmayacağı bir dönüm noktası olacaktır. Ölüm'e giden yolculuğun rotası, acaba Mutluluk'a doğru mu dönecektir?
Zülfü Livaneli'nin pek çok dile de çevrilmiş dünyaca ünlü romanı Mutluluk, Abdullah Oğuz'un yönetmenliğinde sonunda beyazperdeye de aktarıldı...iyi seyirler diliyoruz..

MÜSİAD’ın Gözüyle Ekonomik Gidişat - Mustafa Sönmez

Eskiden, iktidarların izleyecekleri ekonomik yol haritasını anlamak için geleneksel büyük burjuvazinin hegemonik örgütü TÜSİAD izlenir, hazırladıkları raporlardan niyetler okunmaya çalışılırdı. AKP iktidarı, zamanla TÜSİAD’ın karşısına kendi sermaye örgütleri olan MÜSİAD ile TUSKON’u çıkardı. Onları, hem kamu rantlarının dağıtılmasında hem de makro politikaların izlenmesinde kayırdı, baş köşeye oturttu. TÜSİAD’a da bir güzel tımar çekti.  O nedenle önümüzdeki dönemde izlenecek politikalarda İslami sermayenin raporlarında dile getirdiklerini izlemek daha anlamlı.
“Yeni Bakanlar Kurulu’nun Türkiye’nin 2023 vizyonuna yönelik önemli çalışmalar yapacağına olan inancımız ve güvenimiz tamdır” diyen MÜSİAD, 2011 için hazırladığı raporu da Haziran ayı sonunda kamuoyuna açıklamıştı. Raporda en çok merak edilen, büyüyen cari açık sorununu İslami sermayenin nasıl gördüğü ve ne önlem düşündüğü.
MÜSİAD Raporunda, “..cari açık meselesi ihtiyatlı bir şekilde takip edilmelidir” deniliyor ve cari açığın büyümesine neden olan faktörler değişik boyutlarda değerlendiriliyor. Cari açığı büyüten değerli TL konusunda ne düşünüyor MÜSİAD? Cevap aranırken “…değerli TL’den zarar gören ve şikayet edenler kadar yararlanan ve destekleyenler de bulunduğu, hatırı sayılır bir kesimin ise olayın iki ayağında da yer aldığı, önceliğin, istikrarlı ve denge değerini yansıtan bir kur düzeyinde olması, bunu bozan kanalların tespit edilerek dengelenmeye çalışılması gerektiği…” ifade ediliyor. Peki sıcak parayı caydırma ? Tobin vergisi gibi etkinliği henüz ispatlanmamış olan ve döviz alım-satımlarını vergilendiren bir sistemden ziyade, sermaye hareketlerinin miktarında kısıtlamalar getirilmesi düşünülmelidir, MÜSİAD’a göreBununla bağlantılı olarak da… “TCMB’yi aşırı rezerv biriktirmeye zorlayarak aslında özel sektörün riskini alıp yanlışı sürdürmekten de kaçınmak gerekir. Tam tersine, özel sektör kuruluşlarının, kendi riskini dengeleyecek mekanizmalara sahip olarak borçlanmasını şart koşmak gerekir.” Görüldüğü gibi MÜSİAD, 300 milyar doları geçen dış borçların üçte ikisini gerçekleştirmiş çoğu TÜSİAD’cı özel firmaların  riskleriyle baş başa bırakılmaları gerektiğini, himayeden kaçınılmasını örtülü biçimde ifade etmektedir.

HES’ler ve enerjide sömürü / Mehmet Yusufoğlu

AKP hükümeti 2010 yılında çıkan Yenilenebilir Enerji Kanunu (YEK) ile HES’lere çok büyük bir teşvik verdi. 10 yıllık alım garantisi ve kilowatt-saat başına 0.073 dolar ya da 7.3 cent. Türk Lirası olarak ise bugün için 11.6 kuruş. Bu teşvik sermayedarların gözlerini döndürmüş durumda ve bu durum sonuç olarak vergi ve elektrik ücretleri üzerinden birilerini zengin etmek demek. Halkın bu temel ve alternatifi olmayan ürünü kullanma zorunluluğu sömürüye dönüştürüldü, şirketlere yeni ve garantili kâr alanı açıldı. Bu durum HES karşıtı mücadelenin suyun metalaşması ile birlikte dile getirilmesi gereken boyutlarından biri.
Sermaye yanlısı hükümetler en ufak bir meşru alan bulduklarında -örneğin “Yenilenebilir Enerji” kavramı öyle bir alan- hemen sermayeyi desteklemenin yollarını buluyorlar. Çevre ve Orman Bakanı, Devlet Meteoroloji İşlerinin hava durumunu yayımlayan sitesinde bile HES’leri yenilenebilir kaynak olarak övmek zorunda hissetmiş kendini. Yenilenebilir enerji kavramının meşruluğuna sığınıp verilen teşvikler ve bu canhıraş savunu elektrik sektöründeki özelleştirme ve ticarileşmenin çok hızlanması ve biz kullanıcıların da piyasa aktörlerine teslim edilmesi için.

Şirketler için elektriğe %72 zam
Elektrik sektöründe dağıtım bölgelerinin ve çok sayıda üretim santrallerinin özelleştirilmesi tamamlandı. Böylece elektrik faturalarımıza elektriğin maliyeti yanında patronların ve özel şirketlerin kârları da eklenmekte. Hatta burada devletin özel sermayedarları desteklemesi öyle açık ki, yukarıda ifade ettiğimiz elektrik dağıtım hatlarının özelleştirilmesi öncesi sektörü şirketler cazip hale getirmek için Aralık 2007- Ocak 2010 arasında elektriğe %72 zam yapıldı. Hemen ardından dağıtım ve üretim özelleştirmeleri yapılarak yasaya göre yeni kurulan dağıtım, üretim, toptan satış ve perakende satış şirketlerine önemli bir kar alanı açıldı. Böylece elektrik tüketicileri ışığı yaktıkları anda en az 4 şirketin kar etmesi sağlanmış oldu.

Resmi Gazeteden Memur Sendikalarının Üye Sayıları

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından: 4688 SAYILI KAMU GÖREVLİLERİ SENDİKALARI KANUNU GEREĞİNCE KAMU GÖREVLİLERİ SENDİKALARI İLE KONFEDERASYONLARIN ÜYE SAYILARINA İLİŞKİN 2011 TEMMUZ
İSTATİSTİKLERİ HAKKINDA TEBLİĞ
Sendika üye sayıları Resmi Gazetede yayımlandı. Memur Sen, 515 üye ile en çok üyeye sahip sendika olurken, Türkiye Kamu Sen 394 bin ikinci, KESK ise 232 üye ile 3. en büyük konfederasyon oldu.

Issa Hassan KURDOMANİA - DİNLE

Issa Hassan (d. 25 Aralık 1970, Beyrut), Kürt müzisyen, şarkıcı ve bestekâr. Issa'nın dedesinin Mardin Omerî (Ömerli)'den sürgünüyle, aile çeşitli güvenlik nedenlerinden dolayı Beyrut'a kadar yol alır. Issa Beyrut'ta dünyaya gelir. 11 yaşında Beyrut Kürt Kültür derneğinde genç folklorik dansçılar arasında yer alır. Issa 14 yaşındayken ise Beyrut'dan Fransa'ya göç eder.
Çeşitli müzik gruplarında yer aldıktan sonra kendi yolunu çizmeye başlamıştır. Issa Flamenko ve Jazz türünü karıştırarak Kürt Müziğinde yeni bir stil yaratarak daha da çok tanındı. Sanatçı halen Fransa'da yaşamakta ve birçok uluslararası müzik festivalinde Kürt müziğini tanıtmaktadır.

Bu Sefer Bütün Gezegeni Yok Edeceğiz - Chris Hedges

Irak’taki Babil’in ve kadim Roma şehri Antakya’nın, şimdi ince kum tanelerinin altına gömülü bir halde uzanan Roma Suriye’sinin kalıntıları boyunca yürüdüm. Bir zaman Roma İmparatorluğu’nun en önemli tarım merkezlerinden birisi olan Leptis Magna’nın mermer yıkıntılarını gezdim, artık Tripoli’nin güneydoğusundaki ıssız kum yığınları arasında yapayalnız kalmış burası. Şafak vakti Tikal’daki kadim tapınaklara tırmandım, rengârenk tukan sürüleri aşağıdaki cangılın yeşilliklerinden sıçrayarak yükseliyordu. Nil boyunca uzanan kadim Mısır şehri  Luxor’ın kalıntıları arasında durdum, II. Ramses’in heykeline baktım, yerde bir parçası yıkılmış halde duruyordu.

Uygarlıklar yükseliyor, çürüyor ve  ölüyorlar. Kadim Mısırlıların söylediği gibi devletler ve insanlar için zaman bir çember gibi. Toplumlar daha kompleks bir hâl aldıkça kaçınılmaz olarak daha istikrarsızlaşıyor. Giderek daha yaralanmaya açık bir duruma geliyorlar. Yıkılmaya başlarken aklı karışmış ve  korkmuş nüfusun bir kısmında tuhaf bir geri çekilme gözleniyor, yaklaşmakta olan çöküşün ve artık aleni bir şekilde kendini gösteren kırılganlıkla yüzleşme konusunda bir beceriksizlik söz konusu. Elitler gerçeklikle bağı bulunmayan bir şekilde ve  jargonlarla konuşuyorlar. Bu insanlar izole bölgelere çekiliyorlar, ister Versailles mahkemelerinde, Yasak şehir’de ya da modern görkemli malikânelerde olsun ..Elitler kontrolsüz bir  hedonizme bırakıyor kendini, çok daha büyük bir zenginliğin keyfini ve imkânsız görünen bir tüketimin zevkini yaşıyorlar. Giderek daha büyük bir güçle ezilen kitlelerin acılarına kulaklarını tıkıyorlar. Kaynaklar daha da zalimce tüketiliyor, öyle ki geriye hiç birşey kalmıyor artık. Ve ardından içi oyulmuş mabet çöküyor. Roma ve Sümer imparatorlukları böyle düştüler.Maya elitleri kendi ormanlarını yok ettikten, nehirlerini silt ve asitle kirlettikten sonra tekrar  ilkelliğe geri döndüler.

Büyük Oyun (A Step Into The Darkness) - İZLE

Yapım Yılı : 2009
Yönetmen : Atıl İnaç
Görüntü Yönetmeni : Önder Güral
Müzik : Tuluğ Tırpan
Yapımcı : Ayfer Özgürel, Avni Özgürel
Senaryo : Atıl İnaç, Avni Özgürel
Ülkesi : TürkiyeDil : Türkçe
Süresi : 113 dk
Oyuncular : SUZAN GENÇ, SELEN UÇER, SERDAL GENÇ, SERKAN GENÇ, RANA CABBAR, HAKTAN PAK, SELİM BAYRAKTAR, NALAN KORUÇİM

ABD’nin Irak’ı işgâl sürecinde direnişçileri yakalamak için operasyon yapan askerlerin bastığı köyde bütün ailesini kaybeden Cennet hayatta bir başına kalmıştır. Yaşamı boyunca köyünün dışına adım atmamış bu genç kız çaresizliğin dayattığıi cesaretle Kerkük'te berber olarak çalışan ağabeyi Azim'i bulmak için yola çıkar. Ama Kerkük'e vardığında ağabeyinin de bir patlamada yaralandığını ve Türkiye'deki bir hastaneye götürüldüğü öğrenir. Ağabeyine ulaşmak için Türkiye’ye gitmeye karar veren Cennet yaşadığı ağır travmanın ve kaybedecek birşeyi kalmamasının yarattığı kayıtsızlıkla çıktığı zorlu yolculukta güç bulduğu tek dayanağı öfkesidir.. Savaş ve şiddetin hakimiyetinde olan dağlık Irak-Türkiye sınırını kaçakçı grubu ile geçmeyi deneyen Cennet tecavüze uğrar ve intiharı dener.. İslamcı bir örgütün elemanları tarafından kurtarılan genç kız bu kişilerle birlikte geçtiği Türkiye’de ağabeyini bulma ümitlerinin tükendiği noktada farklı ve geri dönüşü olmayan bir yola girecektir...İyi seyirler.

Neo-liberalizmin Ayak Sesleri

Sermaye Olmadan Yaşam Olmaz...
Hakkari Belediyesi, Hakkari’de büyük bir sorun haline gelen çöpü özelleştirdi. Yapılan özelleştirme ilk etapta 6 aylık deneme aşamasında yapıldı.
Hakkari Belediyesi, kentte büyük bir sorun haline gelen çöp sorununu temelden çözmek için çöpü özelleştirdi. Geçtiğimiz hafta Hakkari Belediyesi, Meclis salonunda yapılan ihale, 9 firmanın katılımıyla yapıldı. Yapılan ihalede, 9 firma arasında şartnamesi tutan merkezi Van’da bulunan, ENKA Temizlik Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi, Belediye’nin çöp ihalesini 6 aylığına 706 bin liraya aldı.
Yapılan ihale sürecinin ardından, Hakkari Belediye Başkanı Fadıl Bedirhanoğlu’nun makamında ENKA Firmasının temsilcisi Cahit Karateki ile 6 aylık sözleşme imzalanarak, çöp ihalesi resmen devredilmiş oldu. Yapılan sözleşme yılın yarısını kapsadığı için 6 aylık yapıldı. 6 aylık sürenin sonunda her yıl yapılacak olan yeni yıllık ihalelerle çöp sorununun tamamen ortadan kaldırılması planlanıyor. Yapılan imza töreninden sonra açıklama yapan Belediye Başkanı Bedirhanoğlu, “Bilindiği gibi Hakkari’de büyük bir çöp sorunu mevcut. Ancak belediye olarak bu çöp sorununu ortadan kaldırmak için büyük bir çaba içindeydik. İki yıldır yaptığımız çalışmalarla belli bir değişimde olmuştu. Fakat günümüz belediyeciliğinde büyüyen diğer kurumlar çöpü özelleştirdikleri gibi biz de çöpü özelleştirdik. Buradaki ilk hedefimiz daha kaliteli belediyecilik ve daha temiz bir kent yaşamı için yapıldı. Bu ilk özelleştirmemizi 6 aylık yaptık. 2012 yılından sonrada yıllık sözleşmeler olarak ihalelerle gideceğiz. Bu ihaleyi alan firmaya bundan sonraki çalışmalar da kendilerine başarılar diliyorum” dedi.

Türkiye Barış Meclisi 4. Olağan Meclis Toplantısı Sonuç Bildirisi

Türkiye Barış Meclisi, 4. Olağan Meclis Toplantısı’nı 26 Haziran 2011 Pazar günü Ankara’da kritik bir dönemde gerçekleştirdi. Türkiye Barış Meclis’i toplantısında, dört yıllık çalışma döneminin deneyimi ışığında önümüzdeki dönemin yönelimini belirledi, Meclis yapısını dönemin ihtiyaçlarına uygun düzenledi.
Bölgemizde yaşanan çok hızlı gelişmeler ve 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan milletvekili seçim sonuçları bu kritik dönemi bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir.
12 Haziran seçimleriyle oluşan Meclis, özlemi çekilen Kürt Sorunu’nun demokratik çözümünün ve barışın kapısını açma sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Seçim sürecinin ve sonuçlarının ortaya çıkardığı tablo bu konuda barıştan yana bütün güçler için hem olanaklar sunmakta, hem de bir dizi sorunların aşılmasının zorunluluğuna işaret etmektedir.
Her şeyden önce Kürt tarafının sorunun barışçıl çözümü için bir süredir geliştirdiği inisiyatif, diyalog sürecinin yetersiz de olsa müzakereye dönüşmüş olması ve bunun yanı sıra 12 Haziran seçimlerinde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’un elde ettiği başarı barış için Türkiye’ye çok önemli fırsatlar sunmaktadır.
Bunun yanı sıra ana muhalefet partisinin seçim kampanyası sırasında eski politikalarını terk etme eğilimindeki görünümünün sürdürülmesi olasılığı, barışın toplumsal desteğinin artmasına ve çözüm sürecinin kolaylaşmasına küçümsenemeyecek katkı sunabilir.
Öte yandan AKP’nin, seçimlerden milliyetçi, muhafazakâr siyasetle ve nefret söylemiyle 3. dönem yeniden iktidar olma şansını büyük bir rahatlıkla elde etmiş olması, bloğun açığa çıkardığı fırsatın heba edilme olasılığının yüksekliğine işaret etmektedir.

TÜRKİYE İŞÇİ SINIFI TARİHİ - 4 Anadolu Solculuğu, Anadolu TKP

(Önceki bölümler için TÜRKİYE İŞÇİ SINIFI TARİHİ - 3)
1919-1920'ler Anadolusu gerçek bir fikirler mahşeri, bir toplumsal güçler arenasıydı. Orada, Pan-İslamizm veya Pan-Turanizm emellerinin Kafkaslar'da, Türkistan'da, Azerbaycan'da yeni maceralara sürüklediği, başta Enver Paşa olmak üzere eski İttihatçılar; "Şark milletleri"nin islâmi kurtuluşunu '17 Devrimi'nin esinlendirdiği sosyalist fikirlerde arayan İslâm solcuları; Mustafa Kemal'in .millîci kadroları; Yeşil Orducular; sonunda bir çeşit islâmi sosyalizmde karar kılmış görünen Çerkeş Ethem güçleri; komünistler ve daha niceleri Anadolu millîci hareketinin ve Ekim Devrimi'nin girdabında dönüp duruyorlardı. 23 Nisan 1920'de ilk Büyük Millet Meclisi'nin açılmasını izleyen günlerde, Kurtuluş Savaşı'nın öncü kadrolarım ve Anadolu'daki tüm siyasal güç mihraklarını Sovyet Rusya ile kurulan ilişkiler ve Bolşeviklerden. Anadolu harekatına maddi ve siyasal güç sağlayabilme çabalan birinci dereceden ilgilendirdi. Yakınlaşma ve desteğin ön koşulu "Bolşevikliği benimsemek" sanıldığından Kurtuluş Savaşı kadrolarının bir bölümü samimiyetle, diğer bir bölümü ise taktik gereği komünizme yakın gölündüler. Kimileri de, işgalci emperyalist ordulara karşı, Kurtuluş Savaşı'nın ne pahasına olursa olsun kazanılmasının yolunu Sovyetler'e yaklaşmakta gördüler.

1920 ilkbahar ve yazında, Ankara'da ve tüm Anadolu'da, Mustafa Kemal Sovyet yardımı alabilmek, Sovyetler'in desteğini sağlayabilmek ve işgalci güçler karşısında güç kazanma fırsatını bulabilmek için resmî Komünist Fırkası'nı kurdurttu. O günler, Bolşevikliği benimseyip benimsememe tartışmalarının yoğunlaştığı; tüm siyasal güçlerin, bulanık bir takım sosyalist ilkeler, İslâmla veya Türkiye koşullarıyla uzlaştırma çabalan içinde oldukları; okullarda bile, "Anadolu Şuralar Hükümeti var olsun / İşçilerin emeği özlerine yar olsun / Uyan mihnetle çalışan çıplak hemşeri / İnkılâba katıl dünyanın rençberi..." türden marşların söylendiği günlerdi. 

Neo-liberalizmin Hapisaneleri

İdil FIRAT
Hükümetin "kader mahkumları" dediği tutuklular zorla çalıştırılıyor. Günde 6 liraya çalıştırılan, bu ücretlerine de cezaevlerindeki giderleri için el konulan kadınlara "Ya çalışırsınız ya da kapalı cezaevine gidersiniz" dayatması yapılıyor. Kadınlara düşük ücretlerle diktirilen asker elbiseleri ise, TSK'nin girdiği ihalelerle ucuza kapatılıyor.

Zorla çalıştırılıyorlar
Denizli Açık Cezaevi'nde zorla çalıştırılmayı kabul etmeyen bir kadın, hakkı olmasına karşın kapalı cezaevine gönderildi. Günde 6 liraya çalıştırılan, bu ücretlerine de cezaevindeki giderleri için el konulan kadınlara "ya çalışırsınız ya da kapalı cezaevine gidersiniz" dayatması yapıldı. Cezaevleri ise bu çalıştırmadan milyonlarca lira kazandı. Denizli Cezaevi'nde, kadın mahkumlara komik rakamlara yaptırılan ürünlerin başında ise asker elbiseleri geldi. Zorla diktirilen asker elbiseleri, TSK'nin girdiği ihalelerle ucuza kapatıldı.

Türkiye’de Barajlar ve Siyaset: Suyu İstismar Etmek, Çatışmayı Tırmandırmak

Joost Jongerden
Bir ‘NATO çatışma senaryosu’na göre, 2010 yılında Irak ve Suriye Türkiye’yi işgal edecek. Bu işgal, Irak ve Suriye’de üç senedir süren ve Türkiye’nin su siyaseti ile bölgedeki istikrarsız politik durumdan kaynaklı olan bir kuraklığın üstüne gelecek. Uppsala Modeli BM senaryosuna göre ise, bu esnada Türkiye ve Irak, Irak’tan gelen yasadışı bir örgütün Türkiye’nin barajlarından birini -başarısızlıkla sonuçlanan- havaya uçurma girişiminden sonra, savaşın eşiğine gelecek. Irak saldırıyı lanetleyecek; fakat Türkiye’yi ülkenin suya erişimini engellemekle suçlayacak. Türkiye ise Irak hükümetini saldırı ile suçlayıp sorumluların tutuklanmasını isteyecek ve eğer Irak taleplere uymayacak olursa, su kaynaklarını tamamen kesme tehdidini savuracak. Silahlar seferber edilecek ve savaş ufukta belirecek.

UNUTMAYACAĞIZ, AFFETMEYECEĞİZ....- İZLE

2 Temmuz 1993′te Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında şehre gelen 33 aydının mürteciler tarafından Madımak otelinde yakılarak katledildiği toplu saldırının yıl dönümü. Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen olaylardandır.
Otelde 37 kişinin öldü, bunlardan 33′ü şenlik için gelen oyuncular, yazarlar ve şairlerden oluşuyordu, 2′si otel görevlisiydi, diğer iki kişi ise saldırgandı.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında etkinliklerin bir bölümünün de Pir Sultan Abdal’ın sazının çalındığı Sivas şehir merkezinde yapılması öngörülmüştü. Bu kapsamda pek çok aydının yanısıra Aziz Nesin‘in de bu etkinlik nedeniyle, Sivas Valisi’nin (Ahmet Karabilgin) özel davetlisi olarak, bu kente gelmişti. Saldırının planlı bir hazırlık süreci sonrası başlatıldığı olaylardan sonra ortaya çıkmıştı. 1-4 Temmuz tarihleri arasında düzenlenecek etkinliklerden çok önce dağıtılan bildiriler ve gazete ilanlarıyla özellikle Aziz Nesin aleyhinde yalana dayalı provakasyon ortamı hazırlandı.
2 Temmuz 1993 günü organize olarak öğle namazından sonra Paşa ve Meydan camilerinde çıkan 500-1000 kişilik gruplar 4 koldan hükümet konağına doğru ilerlediler. Önce hükümet meydanına gelip burada ki polis barikatını aştı.Hükümet Meydanı’ndan İstasyon Caddesi yoluyla Kültür Merkezi’ne ulaşan şeriatçı grup, bir gün önce dikilen anıtı kısmen tahrip etti; Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla taşlı sopalı çatışma, polisçe, fazla büyümeden, zor kullanılarak önlendi.
Hızını alamayan yaklaşık 10 bin kişilik saldırgan ve kökten dinci güruh ,Kültür Merkezi’nden İstasyon Caddesi yoluyla yeniden Hükümet Meydanı’na ve Madımak Oteli civarına gelir ve slogan atmaya devam eder. Akşam saatlerinde sayıları 20,000′i bulan grup önce Madımak Oteli önündeki araçları ve heykeli ateşe verdi.Bu arada Sivas belediye başkanının (Temel Karamollaoğlu) tahrikleri olayları daha da ateşledi.
BELGESELİ İZLEMEK İÇİN DEVAM EDİN...