Hüsnü Yıldız neden aç? - Yıldırım Türker

Hüsnü Yıldız, 1997'de öldürülen kardeşinin cenazesi için, Dersim'in meydanında 32 gündür açlık grevinde. Üstünden tam 14 yıl geçmiş. Dersim’in yoksulluğun-yokluğun dibi olarak dillere pelesenk olmuş Çemişgezek’inde devlet güçleri bir baskın yaparak 17 PKK’li, 2 DHKP-C’li gerillayı lav silahlarıyla öldürdü. 1 Nisan 1997’de. Orada ölenlerin yakınları tam 14 yıl boyunca evlatlarından, kardeşlerinden bir haber alamadılar. O gün öldürülenlerin topluca gömüldüğü tahmin ediliyordu fakat bu konuda kesin bilgi Hüsnü Yıldız’a ancak bu yılın 18 Ocak günü ulaştı. Fırat Haber Ajansı bir liste yayımlamış; o gün, orada köylüler ve belediye görevlilerinin yardımıyla isimleri kaydedilerek gömülmüşleri duyurmuştu.
Hüsnü Yıldız, o yörede diğer kayıpların yakınlarıyla görüştü; daha önce ölüsüne kavuşabilmiş iki aile de vardı aralarında. Hüsnü Yıldız, 3 Şubat günü savcılığa başvurdu.
Devletten kardeşinin ölüsünü istiyordu.
Ama yüce Türk hukuku her zaman olduğu gibi pek isteksiz davrandı:
“3 Şubat 2011 tarihinde Çemişgezek’te bulunan toplu mezarlarla ilgili Çemişgezek Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduk ve cenazemizi almak için mezarın açılmasını talep ettik. Yaptığımız başvuruyla ilgili Çemişgezek Cumhuriyet Başsavcılığı görevsizlik kararı verip dosyayı Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi de görevsizlik kararı verip dosyayı yeniden Çemişgezek Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdi. Bunun üzerine Çemişgezek, Elazığ, Tunceli cumhuriyet savcılıklarına yaptığımız başvurular netice vermedi.
Malatya Diyarbakır 4. ACM’lerine gönderdik. Onlar da takipsizlik kararı verdi. Artık iç hukuk yolları tıkandı. 11 Temmuz Pazartesi günü Avukatımız Taylan Tanay AİHM’ye başvuracak. Başvurumuzun üzerinden 6 ayı aşkın zaman geçmesine rağmen taleplerimizin karşılanmasıyla ilgili herhangi bir adım atılmadı. Bu nedenle 10 Haziran 2011’den itibaren Dersim meydandaki yeraltı çarşısının üstüne kurduğumuz çadırda direniyorum.”
Evet, Hüsnü Yıldız, Dersim’in meydanında açlık grevinde. Bugün, 32. Günü. Hüsnü Yıldız, hukukun aczi karşısında eli kolu bağlı bir Türkiye vatandaşı. Yegâne gücü, kardeşine olan hasreti, en doğal hakkını talep etmedeki direnci:

“Neden açlık grevi diye sorabilirsiniz?
Tüm başvurularımıza rağmen talebimiz karşılanmadı. Benim, ailemin tankı topu yok. Yasalar çıkarma, karar verme gücümüz de yok. Bedenlerimiz var. İşte ben de bedenimi mücadele silahı yapıp, açlık grevine başladım. Çünkü başka bir silahım yok.
Tüm kayıpların ve toplu mezarların sorumlusu devlettir. İnsanlara bir mezarı dahi çok görme acizliği bu düzenin çürümüşlüğünden başka bir şeyin göstergesi değildir. AKP iktidarı bugün Ergenekon davası üzerinden Kontrgerilla ile mücadele ettiği izlenimi vermeye çalışsa da gerçek ortadadır. Dersim, Mutki, Nevala Kasaba… Nereyi kazsanız ölülerimiz çıkmaktadır ama toplu mezarlarla ilgili cezalandırılan tek bir sorumlu dahi yoktur.”

Sorarız devlet baba
Sıksan kayıp ölüleri fışkıracak olan bu karışını kimselere vermeyeceğimiz vatanı toplu mezarlığa çevirirken bir gün; ister 10 yıl, ister 100 yıl sonra ortaçağ vebalıları gibi topluca gömüp yok ettiğiniz ölülerin yakınlarının karşınıza dikilip ölülerini isteyecekleri hiç aklınıza gelmedi mi?
Sizin gözünüzde fare sürüsü kadar değeri olmayan o yüzlerce, binlerce insanı nasılsa kimse sahiplenmez, kaldı ki sahiplenmeye cesaret edemez diye mi düşünmüştünüz?
Yoksa nasılsa her şey unutulup aradan bin yıl geçtikten sonra bir arkeolojik kazıda şimdiki ‘zamanın ruhu’ adına üzülüp, başlarını sallayıp hayretlerini belirtecek birkaç arkeoloğun ilgisini çekecek kemik yığını olarak mı gördünüz ölüleri?
Onları diriden saymadınız, biliyoruz da ölüden de saymıyorsunuz. Ali Yıldız ismi tesadüfen kayda düşmüş şanslılardandı. Memleketin çeşitli yerlerinde devlet tarafından katledilip doğanın şefkatine terk edilmiş, kuyulara atılmış, greyderlerle kazılan çukurlara gömülmüş yüzlerce kimliksiz ölü yatıyor. Gelenekleri ve dini inancı konusunda bu kadar hassas bir hükümetin devletin öldürmüş olduklarından hıncını alamayıp, onların ölülerini ailelerine teslim etmeyişini nasıl açıklamalı?

O toplu mezarlar açılmadığı takdirde tarih bu kıyımları yazmayacak mı?

Bu devletin kirli sırlar kasasında parselleri var o toplu mezarların. Ama artık topluca uğulduyorlar işte. Yaşadığımız bu toprakları bize zindan ediyor uğultuları. Sahipsiz ölülerle beslenen toprak bereketten kesiliyor. Tutulamamış yaslar zehirliyor bütün hayatımızı.
Ali Yıldız’ın anasıyla kardeşi de diğer binlerce kayıp yakını gibi, sevdiklerini hayatta tutmayı başaramamış, onların ölülerine bile işkence yapmış devletten bu borcunu bir an evvel ödemesini talep ediyor.
Hüsnü Yıldız’ın açlığının 32. günü. O da bütün kayıp yakınları gibi, bu dünyadan çekip gitmeden kardeşinin ölüsünü bulup, duasını edip, onu şu dünyada bir işaretin altına kendi elleriyle gömmek istiyor. Yaşarken ölüsüne sahip çıkabilmiş olmak istiyor. Yasını yordamıyla tutabilmek için. Şu dünyayla hesabını kapatabilmek için.
Ustalık mertebesine geldiğini söyleyen Başbakan; ona bunu da çok görürsen, helalleşmekten dem vurmanın ne anlamı kalır?
(Radikal)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder