Irak’taki Babil’in ve kadim Roma şehri Antakya’nın, şimdi ince kum tanelerinin altına gömülü bir halde uzanan Roma Suriye’sinin kalıntıları boyunca yürüdüm. Bir zaman Roma İmparatorluğu’nun en önemli tarım merkezlerinden birisi olan Leptis Magna’nın mermer yıkıntılarını gezdim, artık Tripoli’nin güneydoğusundaki ıssız kum yığınları arasında yapayalnız kalmış burası. Şafak vakti Tikal’daki kadim tapınaklara tırmandım, rengârenk tukan sürüleri aşağıdaki cangılın yeşilliklerinden sıçrayarak yükseliyordu. Nil boyunca uzanan kadim Mısır şehri Luxor’ın kalıntıları arasında durdum, II. Ramses’in heykeline baktım, yerde bir parçası yıkılmış halde duruyordu.
Uygarlıklar yükseliyor, çürüyor ve ölüyorlar. Kadim Mısırlıların söylediği gibi devletler ve insanlar için zaman bir çember gibi. Toplumlar daha kompleks bir hâl aldıkça kaçınılmaz olarak daha istikrarsızlaşıyor. Giderek daha yaralanmaya açık bir duruma geliyorlar. Yıkılmaya başlarken aklı karışmış ve korkmuş nüfusun bir kısmında tuhaf bir geri çekilme gözleniyor, yaklaşmakta olan çöküşün ve artık aleni bir şekilde kendini gösteren kırılganlıkla yüzleşme konusunda bir beceriksizlik söz konusu. Elitler gerçeklikle bağı bulunmayan bir şekilde ve jargonlarla konuşuyorlar. Bu insanlar izole bölgelere çekiliyorlar, ister Versailles mahkemelerinde, Yasak şehir’de ya da modern görkemli malikânelerde olsun ..Elitler kontrolsüz bir hedonizme bırakıyor kendini, çok daha büyük bir zenginliğin keyfini ve imkânsız görünen bir tüketimin zevkini yaşıyorlar. Giderek daha büyük bir güçle ezilen kitlelerin acılarına kulaklarını tıkıyorlar. Kaynaklar daha da zalimce tüketiliyor, öyle ki geriye hiç birşey kalmıyor artık. Ve ardından içi oyulmuş mabet çöküyor. Roma ve Sümer imparatorlukları böyle düştüler.Maya elitleri kendi ormanlarını yok ettikten, nehirlerini silt ve asitle kirlettikten sonra tekrar ilkelliğe geri döndüler.
Su ve yiyecek kıtlığı dünya çapında yayıldıkça, giderek artan yükselen yoksulluk ve acı orta Doğu, Afrika ve Avrupa sokaklarında sokak gösterilerini tetiklerken, elitler bütün elitler ne yaparsa onu yapıyor. Daha fazla savaş başlatıyor, kendileri için daha büyük anıtlar inşa ediyor, diğer ulusları daha fazla borca sokuyor, ve herşey çorap söküğü gibi ortaya dökülürken bunların bedelini işçilerden ve yoksullardan çıkarıyorlar. Küresel ekonominin çöküşü 40 trilyon doları sildi süpürdü.
Elitler kayıpları dengeye oturtmak için spekülasyonu yenden başlatmak için hazineyi yağmaladı. Ayrıca tasarruf adına en temel sosyal hizmetlerin ortadan kaldırımasını başlandı, sendikaların son kırıntılarını yok etmeye yönelindi, maaşlar donduruldu, işler yok edildi, milyonlarca insan evlerinden atıldı, işsiz ve yeterince istihdam olunmayan bir alt sınıf yaratılırken hiç birşey yapmadan beklediler.
Mayalı elitler sonları yaklaştığında “A Short History of Progress-Kalkınmanın Kısa Tarihi” adlı kitabında antropolog Ronald Wright’ın söylediği gibi son derece uçlarda, ultra-muhafazakâr, doğadan ve insanlıktan son kâr kırıntılarını zorla alan yaratıklara dönüşmüşlerdi. Bizimki dahil bütün uygarlıklar işte böyle katılaşıp ölüyor. Kaçınılmaz ölümün işaretleri inkâr edilemez. Sağ duyu radikal bir yeni tepkiye ihtiyaç duyabilir. Ama kendini kurban etmeye yönelik bu yarış entelektüel ve ahlâki felç sebebiyle çoğalıyor. Sigmund Freud’un kavradığı gibi, “insan toplumlarının ölüme ve yıkıma doğru tam gaz ilerleyişi, en az erotik tatmin arayışları kadar onları zehirleyip körleştiriyor.”
Ortadoğu’daki huzursuzluk, İrlanda ve Yunanistan gibi ulusal ekonomilerin parçalanışı ve her yani çevrilmiş işçi sınıfının hem ülkede hem dünyanın her yerinde artan öfkesi, göçlerin artışı ve hayatımızın bağlı olduğu ekosistemlerin yok etmeye son vermeyi reddedişimiz kendi çöküşümüzün, elitlerimizin beyinsizliğinin, küreselleşmenin aptalığının habercileri. Amerikan toplumunu yeniden düzenlemesine yönelik olmayan ve imparatorluğun ve şirket devletinin hızla ters yüz edilmesini talep etmeyen her türden protesto ancak kaçınılmaz olanı biraz geciktirebilir. Biz daha iyi koşullar talep eden değil, çürümüş elitlerin iktidarını yok etmeyi arzu eden yeni ve militan bir radikalizmin doğuşuyla kurtarılabiliriz ancak.
Küresel ekonomi pazarın- yani insan hırsının- insan davranışını belirlemesi gerektiği ve ekonomilerin sonsuza dek genişleyebileceği şeklindeki yanlış bir inanca dayanır. Küresellik ekosistemin büyük sonuçlara yol açmadan yoğun karbon emisyonlar ile darbe görmeye devam edebileceği görüşüne göre işler. Küresel ekonomik büyüme motoru, her zaman bol bol ve ucuz petrol bulunacağı inancına dayanır. İnsan doğası ve doğayla ilgili basit gerçeklerle yüzleşememe yeteneksizliği elitlerin yeni sosyal, ekonomik ve politik paradigmalar ortaya koyamamasına sebep oluyor. Onlar ölmekte olan bir sistemi sürdürmenin yeni yollarını arıyor. Thomas Friedman ve diğer propagandacıların debdebesi küreselleşmeyi basitleştiriyor.
Küreselleşme geçmişteki elitlerin bireyleri serflere ve doğayı çıkar amacıyla kullanılan kadim bir ideolojinin modern bir yorumundan başka birşey değil. Bu elitler için kutsal olan hiç bir şey yok. İnsanlar ve doğa çökene ya da bitap düşene dek sömürülüyor. Elitler herkesin iyiliği için gerekli olanı savunmak gibi bir rol de yapmıyorlar. Aslında bu en kısa ve öz haliyle insanlığın ölümü ve rasyonel düşüncenin yenilmesinden başka birşey değil. Kendini yok etmeye doğru yapılan bu yürüyüş okyanuslardaki büyük balık popülasyonunun %90’ını çoktan yaşamdan sildi süpürdü, olgun tropik ormanlarının yarısını yok etti, bu tropik ormanlar gezegenin ciğerleri. Bu gidişle 2030 yılına kadar Dünya’daki tropik ormanların sadece %10’u sağ kalacak. Kirlenmiş su her gün dünyada 25 bin insan öldürüyor, her yıl yaklaşık 20 milyon çocuk yetersiz beslenme sonucunda sakat kalıyor.
Atmosferdeki karbon monoksit iklim bilimcileri sürdürülebilir hayat için kabul ettikleri maksimum sınırın çok yukarısına, 350 ppm’e ulaşmış durumda. Devletlerarası İklim Değişikliği Paneli bu ölçünün 2100 yılında 541 ve 970 ppm’e ulaşabileceğini öngörüyor. Bu noktada gezegenin büyük kısımları aşırı nüfus artışı, susuzluk, toprak erozyonu, ani fırtınalar, çok büyük ekin başarısızlıkları ve yükselen deniz seviyeleriyle beraber artık insanın varolabilmesi için hiç uygun ve müsait olmayacak.
Jared Diamond yazısı The Last Americans-Son Amerikalılar’da Hernan Cortes’in Yucatan’a ulaştığı ana kadar milyonlarca Mayalının ortadan kaybolduğunu yazıyor:
“Neden krallar ve soylular bu sorunları idrak edip çözmediler? En önemli nedenlerden biri, bu insanların kendilerini daha zengin yapmak, savaş açmak, anıt dikmek, birbirleriyle rekabet halinde olmak ve bütün bu eylemleri gerçekleştirmek için köylülerden yiyeceklerini çalmak gibi kısa dönemli hedeflere sahip olmalarıydı.”
“O petrolü çıkarmak, o ağaçları kesmek ve o balıkları tutmak elit insanlara para ve prestij sağlayabilir; ama toplumun geneli için uzun vadede bunlar tehlikeli ve kötü şeyler, buna elitlerin çocukları da dahil. Maya kralları kendi prestijlerine odaklanmıştı (daha büyük tapınaklar istiyorlardı) ayrıca bir sonraki savaşta başarılı olmak istiyorlardı (daha fazla kul istiyorlardı), yoksa bir sonraki kuşaktaki halkın mutluluğu onların sorunu değildi. Büyük bir güce sahip insanlar günümüzde, toplumda karar alma merciinde bulunuyor, ve düzenli şekilde genel anlamda toplum için, ve kendi çocukları için kötü olan bu etkinliklerden para kazanıyorlar; bu karar verme yetkisine sahip insanlar arasında Enron sorumluları, zenginler için vergi indirimini savunan insanlar yer alıyor”.
Easter Island’da daha farklı bir durum yoktu. 5. yy’da buraya yerleşenler bol bol taze su, şili palmiyeleriyle dolu ormanlar buldular. Deniz besinleri, balık, fok, kaplumbağa, domuz balıkları, yuva yapan denizkuşları doluydu her yer. Easter Island’dakiler soylulardan, rahiplerden ve halktan oluşuyordu, beş ya da altı asır içinde sayıları 10 bine ulaşmıştı. Doğal kaynaklar yok edildi ve kaybolmaya başladı.
John Flenley ve Paul Bahn “Easter Island, Earth Island-Easter Adası, Dünya Adası” adlı eserlerinde şöyle söylüyor: “ormanların daha fazla ürün elde etmek adına yok edilmesi nüfus artışı sağladı; ama aynı anda toprak erozyonuna ve toprakta verimliliğin azalmasına neden oldu.Bu yüzden daha fazla toprağın boş alana dönüştürülmesi gerekti. Ağaçlar ve çalılar da kano yapımı için kesiliyordu, ev inşası, kereste, heykellerin dikilmesi, odun olarak kullanılmak için de kesiliyordu. Palmiye meyveleri yeniyordu, böylece yeni palmiyelerin oluşma oranı azalıyordu.Fareler ancak palmiye meyveleriyle beslenebiliyordu, bu yüzden mevye azalınca hemen çoğaldılar, sonuç olarak palmiye ağaçlarının çoğalmasını engellemiş oldular. Verimli deniz kuşlarının aşırı sömürülmesi sonucunda bu hayvanlar ancak kıyıdan uzaktaki adacıklarda yaşar oldular. Yumurtaları yiyerek fareler de bu sürece katkıda bulundu. Balıkçılık, deniz kuşları ve farelerle elde edilen yiyecekler insan nüfusunun hızla büyümesine destek verdi. Önü alınmamış bir insan nüfusu patlaması ile arazilerle ilgili sıkıntılara yol açılmış oluyordu, araziler sebebiyle tartışmalar ve sonuçta savaşlar meydana geldi.İp ve kerestenin bulunmaması sonucunda daha fazla heykel yapmanın anlamsızlığı da ortaya çıkmış oldu. İnsanların arzularını yerine getirme konusunda devlet dininin ortaya koyduğu yetersizlik bu kültün tamamen terkedilmesine yol açabilirdi. Yetersiz kanolar balıkçılığı iç sularla sınırlı tutuyordu, böylece protein arzından daha fazla azalmaya yol açıyordu. Bunun sonucu genel bir açlık olabilirdi, savaş ve bütün ekonominin çöküşü olabilirdi, yani bu da nüfusta ciddi bir azalma anlamına gelebilirdi.”
Easter Island uygarlığının daha geç bir döneminde ise klanlar daha büyük ve daha geniş yontmataş imajları inşa ederek atalarını onore etmek için rekabet ettiler, buu yapmak için de ada üzerinde var olan kereste ve işgücünün son kırıntılarının kullanılması gerekiyordu.1400 yılına dek artık orman filan kalmamıştı. Toprak erimişti, denize karışıp gitmişti. Adalılar eski keresteler için savaşmaya başladılar, önce köpeklerini, sonra da yuvalayan kuşları yemeye kadar düştüler.
Çaresiz adalılar dikili taş tanrıları Moai’nin dünyaya gelip kendilrini felaketten kurtaracağını söyleyen bir inanç sistemi geliştirdiler. Sihire doğru bu son gerileyiş kaçınılmaz bir düşüşe geçen bütün toplumların ortak özelliğidir. Hem çaresizliğe, hem güçsüzlüğe hem de kontrol kaybına yönelik rayından çıkmış bir tepkidir. Sihire geri dönmenin sonucunda Cherokeelerin hayalet dansı ortaya çıktı, ayrıca Taki Onqoy’un Peru’daki İspanyol işgalcilere ve 1530’lardaki Aztek kehanetlerine karşı isyan etmesini de sağladı. Son anlarını yaşayan uygarlıklar gerçeklikten topyekûn bir kopuş sergilerler, bu gerçeklik onların sindirebilmesi için fazlasıyla kasvetli bir hal içerir çünkü.
Evanjelik Hristiyanların rapture’a duyduğu o modern inanç (rapture=kıyamet sırasında inançlı Hristiyanların göğe yükseltilerek Hz. İsa ile buluşması ) İncil’e ait değildir, ayrıca daha az fantastik değildir, bu inanç küresel ısınmanın ve evrimin reddedilmesine izin verir, ancak dindarların kurtulacağı şeklinde absürd bir düşünceyi pekiştirir- zamanın sonunda çıplak bir şekilde cennete doğru akacaktır bu insanlar. Ahlâken nötr olup insan hırslarına hizmet eden bilim ve teknolojinin bir gün dünyayı yeniden bir bütün haline getireceği düşüncesi de daha az bir ilüzyon sayılamaz. Hem dini hem de laik biçimlerde bir şekilde bu sihirsel düşünme becerimizi hayata geçiriyoruz.
Geçmişin zayıflıklarından bir şekilde kaçabildiğimizi sanıyoruz. Bizden önce yaşayanlardan daha akıllı ve büyük olduğumuza eminiz. Naif bir şekilde kendi kurtuluşumuzun kaçınılmaz olduğuna güveniyoruz. Bu yanlış umuda hitap edenler, özellikle de herşey giderek daha kötü bir hâl alırken hem övgümüzü hem de yalakalığımızı kazanıyorlar. Dünya nüfusunun sadece %5’ini oluşturan biz ABDliler eğer birisi dünyadaki enerjinin %25’ini tüketme hakkına sahip olmadığımızı söylerse öfkeden köpürüyoruz. Başkan Jimmy Carter bu tür bir tüketimin faydalı olmadığını söylediğinde ülkede alay konusu olmuştu. İşler daha kötüye gittiği zaman herkes Ronald Reagan tarzı keyif verici, sahte mutluluk üretici türden konuşmalar duymak istiyor. Fantezi ve kendini kandırma yoluyla bizi politik anlamda pasif ve edilgen bir hale sokuyorlar; çünkü bu insanların parası şirket ve oligarşi elitleri tarafından ödeniyor ve savunuluyorlar. En sonunda kafayı sıyırmışlar ve avanak insanlar tarafından uçurumun kenarından aşağıya itiliyoruz; bu insanların çoğunun Cumhuriyetçi kanattan aday olmak için sıraya girdiğini görüyoruz.
“Üç yüz yıl önce uzaktaki bir adada meydana gelen olaylar dünya için bir anlam taşımalı mı? Bizce öyle. Easter Island’ın bütün gezegen için bir mikrokozmos örneği olduğunu düşünüyoruz. Dünya gibi, Easter Island da izole bir sistemdi. Oradaki insanlar dünyada hayatta kalan tek insanların kendileri olduğuna inanıyordu, onlara göre geri kalan herkes denizin dibini boylamıştı. Sınırsız bir nüfus artışı, kaynakların aşırı kullanımı, çevrenin yıkımı, geleceği güvenceye almak için kendi dinlerine güvenmek anlamında bizim adımıza bir deney tecrübe etmiş oldular. Ancak sonuç nüfusta büyük düşüşe yol açan bir ekolojik felaketti… Bu deneyi büyük bir ölçekte tekrar etmek zorunda mıyız? Henry Ford kadar alaycı bir tarzda “tarih zırvalıktır” mı dememiz gerekiyor? Easter Island tarihini öğrenip üzerinde yaşadığımız Dünya Adasına uygulamamız daha mantıklı olmaz mı?” diyor Bahn ve Flenley.
İnsanlar bu sömürü ve çöküş döngülerini tekrar etme konusunda lanetlenmiş gibiler. Çözülme ve bozulmanın oranı daha büyük oldukça insanların başlarına ne geldiğini anlama oranı o kadar azalıyor gibi. Dünya insanın kibir ve aptallığının bir sonucu olan fiziksel kalıntılarıyla çöplüğe dönmüş durumda. Bir tür olarak kendimizi ve toplumlarımızı yok oluşun eşiğine getirme anlamında cezamız kesilmiş gibi, her ne kadar bu an 5 bin sene önce başlayan uygar ve yerleşik hayatın kaçınılmaz sonucu gibi görünüyorsa da. Artık gezegende ele geçirecek bir şey kalmadı. Artık doğal kapitalimizin son kırıntılarını, ormanlarımızı, fosil yakıtlarımızı, suyu ve havayı devamı gelmeyecek şekilde tüketiyoruz.
Bir sonraki sefer, herşey yıkıldığı zaman bu yıkım küresel olacak. Artık yağmalayacak yeni topraklar kalmadı, sömürecek yeni halklar yok. Zaman ve uzayın kısıtlamalarını imha eden teknoloji küresel köyümüzü küresel bir ölüm tuzağına dönüştürdü. Easter Island’ın kaderi Dünya gezegeninin her yerine büyük harflerle yazılacak.
Çeviri: CemCB
hayvanozgurluguhareketi alıntısıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder