Yeni MHP'nin Kılıçdaroğlusu kim olacak?/ Erdem Can

İktidar partisi AKP bir yana, statükoda ısrar eden iki muhalefet partisi yeni döneme göre yeniden şekillendiriliyor. 12 Haziran sonrası içine girilen değişim sürecine direnmesi durumunda AKP'nin akıbetinin ne olacağı da şimdiden görünüyor. NATO'ya girdiğinden bu yana siyaseti askeri darbelerle şekillendirilen Ankara egemenliği, ”kaynağı bilinmeyen” bir yerden sızan görüntü kayıtları ile ”kabuk değiştiriyor.” Ankara, yavaş ve sancılı bir biçimde de olsa, ”ikinci cumhuriyetine” doğru iteleniyor. Bunun mevcut siyasi elit eli ile değil de devlet bürokrasi eli ile yapıldığı da anlaşılıyor
Kıbrıs sorunu konusunda yasal Rum yönetimi ile masaya oturmayı reddeden Ankara'nın Abdullah Öcalan ile İmralı Adası'nda masa başında görüşme yürütmesi de yeni paradigma oluşturmanın gereklerindendir. Ancak AKP iktidarının uzun bir süre bu görüşmelerin varlığını reddetmesi ve ”teröristle pazarlık edilmez” söylemi yeni dönemi kavrayamamanın sonucudur. Buradan olumlu bir tablo çizildiği kestirme sonucuna varılmamalıdır. Zira görünen, Ankara'nın, iktidarın yanı sıra sistem içi muhalif siyasal kadroları ve devlet mekanizmasının da tam olarak bu değişimin gerekliliğini, zorunluluğunu yeteri kadar kavrayamadı yönündedir.

Uluslararası güçlerle ilk kez Lozan'da yüz yüze gelişinin ardından dış müdahale ile başlayan siyasal dizaynı 1950'de NATO'ya girişi ile el değiştiren Ankara egemenliği bu uluslararası güce geri dönülemez bir biçimde bağımlı hale gelmiştir. Bir önceki dönemin, ”muhalif” cemaat lideri Fethullah Gülen'in de ABD'ye sığındığı düşünülürse sadece iktidarların değil, sistem içi muhalefetin de bağımlılık alanları daha rahat görülecektir.


Fikret Başkaya'nın doksanların başında yazdığı ”Paradigmanın iflası” adlı kitabı sorunun soldan tespiti niteliğindedir. Çözüm önerisini de oradan yapmaktadır. PKK lideri Öcalan'ın, tüm uluslararası hukuk kuralları hiçe sayılarak Kenya'dan kaçırılıp İmralı Adası'na teslim edilmesi, yürürlüğe konmak istenen zihniyet değişikliğinin ilk büyük hamlesi olarak değerlendirilebilir. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in, ”Öcalan'ın neden teslim edildiğini bilmediğini” itiraf etmesi bundandır. Elbette Öcalan'ın, ”öldürülmemek kaydı şartı” ile teslim edilmesinde, Kürt Özgürlük Hareketi'nin Kürdistan'da sahip olduğu kitle desteğinin yanı sıra Öcalan'ın bu kitle üzerindeki etkisi sayesinde çözümde oynayabileceği rol dikkate alınmıştır.

İlk günden itibaren devlet yetkililerinin Öcalan'a, ”işbirliği” teklifleri bunun en açık göstergesidir. Ancak aynı süreçte bu paradigma değişikliğine karşı dirençte gösterilmiştir. Bugün artık çok daha açık bir biçimde biliniyor ki, sorunun siyasal çözümü için harekete geçen Ecevit, Prof. Mehmet Haberal'ın Başkent Hastanesi'nde rehin tutularak, hükümet değişikliği yolu ile darbe yapılmak istenmiştir. Yine aynı günlerde, MHP Lideri Devlet Bahçeli hiç beklenmedik bir anda koalisyon ortakları DSP ve ANAP'a da danışmadan erken seçim tarihini açıklayarak İmralı'da başlayan görüşmeleri kesintiye uğratmayı başarmıştır.

Bahçeli'nin bu erken seçim salvosu, ”birdenbire ortaya çıkan” Cem Uzan'ın Genç Partisi'nin aldığı yüzde yedi oy ile MHP ve DYP'nin neredeyse yarım puanla parlamento dışı kalması ile sonuçlandı. Bahçeli göstermelik de olsa siyasetten çekilmek zorunda kaldı. Bu sonuç kendi geldiği Milli Görüş geleneğini de reddeden AKP'nin büyük bir çoğunlukla iktidar olmasının önünü açtı. Bu sürecin hemen sonrasında iktidara gelen AKP'nin 2002'den itibaren sorunun siyasal çözümü konusunda Öcalan'dan zaman istendiğini de Öcalan açıkladı.

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bugün artık eline tutuşturulan bir metinden okuduğunu fark ettiğimiz-şimdilerde olmadığını iddia ettiği- ”Kürt sorununun kendi sorunu olduğunu” söylediği 2005 Diyarbakır konuşması yeni paradigmanın ilanı niteliğindedir. Erdoğan bu konuşmasında, ”büyük devlet olmaktan ve bunun gereği olarak geçmişte yapılan hatalar için özür dilemekten” söz etmektedir. Birinci AKP hükümetinin AB uyum yasaları konusunda gösterdiği ”yüksek çaba” yine bu değişim dayatmasının ürünüdür.

TSK'nın yeni paradigma konusundaki yaklaşımı da dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün 16 Mart 2006'da Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmadır. Konuşmanın girişinde yer alan şu bölüm dikkat çekicidir:

”Konuşmamın detaylarına geçmeden önce, sizlere şu soruyu yöneltmek istiyorum; 'Geçmiş yıllardan sizlere intikal etmiş ve “arşiv” diye adlandırdığınız dokümanları hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?' Biliyorum ki bu soru hepinizi ürküttü. Şu anda içinde bulunduğunuz tedirginliği gözlerinizden okuyabiliyorum. Bazılarınız 'acaba ne desem?' diye düşünmeye başladı bile. Ancak sizlere bu soruyu yöneltmemdeki maksat, artık elinizdeki geçmiş yıllardan kalan dokümanların şu anki gereksinimlere yanıt verememesi gerektiğini vurgulamaktır. Hatta ben şunu da iddia ediyorum; elinizde geçen yıldan kalan benzer dokümanlar bile bugün güncelliğini yitirmiş olmalıdır. Çünkü içinde bulunduğumuz çağ ve yaşadığımız değişim, bırakınız yılları, bir günü ve bazen bir saati bile diğerinden farklı kılmaktadır. Bilginin ve hatta bazen bilinen, geniş çevrelerce kabul görmüş yaklaşımların bile hızla eskidiği bir çağda yaşıyoruz. Dolayısıyla, eskiden akademi öğrencisi için bir servet kıymetinde olan arşivlerin bugün artık çok fazla önemi olduğunu söylemek mümkün değildir... Benim sizlere tavsiyem, eski dokümanlara tabii ki bakın. Ancak onları yargılayın ve kendi düşüncelerinizi mutlaka çalışmalarınıza aktarın.”

Özkök'ün genelkurmay başkanlığı döneminde kendisine yönelik suikast girişimlerinden ABD-İngiltere ikilisinin istihbarat örgütlerinin uyarıları ile kurtulduğu haberleri uluslararası basına da yansıdı. Ordu içerisinde bu paradigma değişimine direnen gücün, bu dönemde dışarıdaki sivil uzantıları ile birlikte darbe girişimleri planladığı biliniyor. Hatta rotanın Rusya-İran eksenli olarak yeniden belirlenebileceğini dillendiriliyor.

Bugün devam etmekte olan Ergenekon davası işte bu statükocu grubun tasfiyesi amaçlıdır. Bu dava ile hedeflenen, ”Türk gladyosunun, özel harp dairesinin yada diğer adıyla ergenekonunun” tasfiyesi değildir. Amaç bu birimlerin yeni paradigmaya uygun bir hale getirilmesidir. Ergenekon davası, özünde yeni paradigmada ordunun konumuna ilişkin yapılan değişikliğin ilanıdır. Özünde bir devlet birimi olan bu yapının dava boyunca ”devlete rağmen” bir oluşummuş gibi gösterilme çabası da bundandır. Özellikle Gülen Cemaati'ne yakın basın kuruluşlarının ısrarla ”Ergenekon terör örgütü” adlandırması, devleti aklama çabasıdır.

Ergenekon davasının avukatlığına soyunarak, statükonun devamında direnen CHP eski genel başkanı Deniz Baykal'ın tasfiye edilişinde uygulanan yöntemle, bugün MHP'de gerçekleşen operasyonun benzerliği tesadüf olmaktan çok ötedir. 2007 seçimleri sonrası oluşan parlamentoda DTP milletvekilleri ile ”sıcak” bir görüntü veren, daha ileri giderek, 23 Nisan törenleri için gidilen eski mecliste Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'a, ”1921 ruhunu” hatırlatan Devlet Bahçeli'nin değişimin gücünü ve kararlılığını kavrayamayarak AKP eli ile başlatılan açılıma Baykal'ın CHP'si ile birlikte karşı çıkması bugünün zemini oldu.

MHP'de yaşanan operasyonun genel seçimler sonrasında daha net bir biçimde ortaya çıkacağı açıktır. Devlet Bahçeli'nin mevcut durumda seçimden barajı aşarak çıksa da ciddi bir politika değişikliğine gitmeden genel başkanlığı sürdürmesi zor görünmektedir. Şimdilerde tartışılan, ”Yeni MHP'nin Kılıçdaroğlu'nun” kim olacağıdır.

MHP İstanbul 3. Bölge milletvekili adayı Arzu Erdem'in 22 Mayıs tarihli Radikal Gazetesi'ne verdiği röportaj yeni MHP konusunda bazı ip uçları taşıyor. ”Yeni bir MHP'den” söz eden Erdem'in bazı sorulara verdiği cevaplar şöyle:

”Sebahat Tuncel’e o tokadı attıran süreçle empati kurabiliyor musunuz?

Elbette. Olay öncesinde orada ne kadar itilip kakıldığını biliyorum. Basına yansıyan kısmın cımbızlanarak alındığını düşünüyorum. Ama bir milletvekili aynı zamanda rol modeldir. Sinirlerine hâkim olmalı. Sebahat Hanım haklıyken haksız duruma düştü, ona üzülüyorum.

Kürt sorununun tarifi ne sizce?

PKK’nın yarattığı suni bir Kürt sorunu var bence. Yoksa Kürtler ne istiyor? Kürt dili olmalı, e olsun. TV kanalı olsun, o da olsun. Özerklik filan ne isteniyorsa konuşulsun. Ama terörü bunların hiçbiri makul gösteremez. Kürtlerin kimliklerini yaşamalarının önündeki tüm engellerin kalkması gerekir. Engeller var mı, e Kürtler var diyorsa vardır. Onlar öyle hissediyorsa demek ki vardır.

MHP’siz yapılan anayasa ülkenin tüm renklerini kapsamaz. Köstek olmayız. Kürt sorununun çözümü toprak vermekse, amenna. Ama ben bugün İstanbul’daki Kürtlerle konuştuğumda hiç de böyle bir istek görmüyorum. Anne tarafım Kürt... Anne tarafımı verdiğimiz toprakla göndereceğiz, baba tarafım burada mı kalacak... Fakat bunları konuşmakta bir sakınca yok. Zaten yeni MHP 21’inci yüzyılda ancak böyle var olabilir, yoksa yok olup gider.”

Görüldüğü gibi MHP içerisinde de, ”yeni bir MHP” tarifi yapılmaktadır. CHP'de olduğu gibi MHP'de de yeni politik hattın belirlenmesinin ardından ona uygun kadroların bulunacağı bellidir. Kılıçdaroğlu'nun, ”AB özerklik şartını uygulayacakları” vaadi göz önüne alındığında, yeni dönemde MHP'nin başına, Arzu Ermen ya da onun dillendirdiği ”yeni MHP'yi formüle eden” bir başka ismin gelmesi sürpriz olmaz.

Günlük siyasal kaygıların yanı sıra, fikri iklimini oluşturan milliyetçilik nedeniyle açılımı, ”Kürde hak verme, hak ihsan etme” olarak algılayan Erdoğan ve AKP'ye gelince onların akıbetinin de Baykal ve MHP'den farklı olmayacağını söylemek kehanet olmaz. Özellikle Erdoğan'ın Hakkari'de ortaya çıkan halk tepkisine karşı gösterdiği tahammülsüzlük yeni siyaseti okuyamamanın bir sonucudur.

canerdem2126@gmail.com
ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder